Sözcü yazarı Can Ataklı, AKP'de üst düzey bir yöneticinin ilçe teşkilatında görevli bir yöneticiyi 'tokatladığı'nı öne sürdü.
"AKP'nin en tepedeki isimlerinden biri Sarıyer ilçe binasında toplantı yapıyormuş. Partililere 'Ne yapmalıyız. Herkes önerisini sıralasın” demiş. Herkes çekine çekine önerilerini sıralarken partililerden biri 'Efendim. Aslında lafı uzatmayalım. Bize de bir Şükrü Genç (CHP'li belediye başkanı) lazım' demiş." diyen Ataklı, "Partinin en tepelerindeki isim birden irkilmiş “Önerin bu mu yani” dedikten sonra partilinin suratının ortasına okkalı bir tokat patlatmış. Sonra üzerine yürüyüp birkaç tokat daha atmış.AKP'de durumlar biraz böyleymiş yani." ifadesini kullandı.
Erdoğan için İstanbul'un çok önemli olduğunu belirten Ataklı, "Erdoğan, eğer İstanbul'u kaybederse arkasının çok kötü geleceğini biliyor" diye yazdı.
Can Ataklı'nın Sözcü'deki yazısı ( 2 Ekim 2017) şöyle:
Arabası olanlar hâlâ MTV zammı şokunu yaşıyor. Tabii şu anda yaşanan “psikolojik” şok. Hele yılbaşı bir gelsin, vergiler nakit olarak ödenmeye hizmetlerden zamlı yararlanmaya başlansın asıl feryat o zaman kopacak. Gerçi her şeye alışıyor insan. Buna da alışır vatandaş o da ayrı konu tabii.
Bir de alışmamızın mümkün olmadığı konular var. Adaletsizlik örneğin. Zaten adaletsizliği her gün konuşuyoruz. Bugün sizlere vergideki adaletsizlikten bir örnek göstermek istiyorum.
Ankara'da bir devlet kurumu var. Maliye Merkezi Uzlaşma Komisyonu. Burada vergi anlaşmazlıkları bir sonuca bağlanıyor. Ancak buraya herkes başvuramıyor. Çok yüksek vergi borcu mükellefler masaya oturabiliyor.
Uzlaşma Komisyonu gelen başvuruları inceliyor ve bir karara bağlıyor. Burada temel amaç tahsilatında güçlük olan vergileri olabildiğince yüksek miktarlarda alıp devletin kasasına koymak.
Ancak eğer güçlü siyasi bağlarınız varsa, örneğin iktidarın tepe noktalarıyla iyi ilişkiler içindeyseniz durum biraz değişiyor. Çok yüksek vergi borçlarının neredeyse tamamının silindiğine tanık
olabilirsiniz.
Yazımın içinde gördüğünüz tablo 2012'de incelenmiş, raporlarmış ve mükellefe tebliğ edilmiş vergileri içeriyor. Vergi mükellefleri kendilerine göre nedenlerle bu raporların yanlış, hatalı veya abartılı olduğunu ileri sürerek Maliye Merkezi Uzlaşma Komisyonu'na gidiyor. Burada oluşan bir heyet vergi mükelleflerini dinliyor ve bir uzlaşma zemini buluyor.
Mükellefin siyasi bağlantıları güçlüyse uzlaşma “fevkaladenin fevkinde” oluşabilir. Siyasi gücünüz yoksa bu heyetten mutlu çıkmak pek mümkün olmuyormuş. Konuyu sorduğum önemli bir maliye uzmanına “Bu nasıl iş, bazı firmaların verileri tamamen silinmiş” dedim. İlginç bilgiler verdi. Örneğin “Bu vergiler normal kurumlar vergilerinin veya gelir vergilerinin dışındaki” vergilermiş. Bir konuda vergi oluşuyor. Mükellef ödemiyor. Gecikme faizi ve cezalarla vergi çok yüksek bir miktara çıkıyor. Mükellef işte o zaman komisyona gidiyor. Siyasi bağlantısı olanlar cezalarla birlikte ana parayı bile sildirebiliyor.
Maliye uzmanına “Bu silme işini hangi hukuka göre yapabiliyorlar, bir vatandaş olarak bu haksızlığa karşı çıkabilir miyim?” diye sordum. Hiçbir kanunu yokmuş. “Komisyon böyle takdir etti” demek yetiyormuş. Gerçi hangi konuda artık hak hukuk kaldı, kim adaleti bulabiliyor ki, bir kişi söylüyor gerisi bunu uyguluyor sistem artık böyle.
Türkiye bütün ülkelerin aksine yaz saati uygulamasını kış döneminde de uyguladı. Enerji Bakanı bu kararı açıklarken “yaz saati uygulamasının sürmesi ile önemli bir enerji tasarrufu sağlanacağını” söylemişti. Ancak uygulamada görüldü ki ciddi bir enerji tasarrufu olmadı. Bunun ötesinde milyonlarca minik öğrenci hava henüz karanlıkken okula gitmek için yollara döküldü. Uzmanlar bu durumun çocuk psikolojisinde çok olumsuz etkiler yarattığını söyledi. Sadece çocuklar mı, herkes bu durumdan şikâyetçiydi. Enerji Bakanı bu şikâyetlere kulak asmadı. Bu yıl da uygulamanın süreceğini açıkladı. Ancak tam bu sırada “usul hatası” nedeniyle Danıştay yürütmeyi durdurdu. Enerji Bakanı'nı bu da durdurmadı. “Önemli değil, yeni bir kararname ile yaz saati uygulaması devam edecek” dedi. Bu ısrarın nedeni ne? Enerji bakanı “Ben bir karar almışım kimse eleştiremez, yargı da müdahale edemez, karizmamı çizdirmem” mi diyor acaba? Ama sonuçta devlet yönetiyorlar. Bu kadar basit ve kişisel olamaz herhalde. (Olabilir mi yoksa, devleti böyle mi yönetiyorlar?)Ya da bizim bilmediğimiz ya da aklımızın ermediği bir başka nedeni var yaz saatinin sürdürülmesinin. Ne olabilir ki? Mutlaka “birileri için çok kârlı bir tarafı” vardır.
AKP'li ilçe yöneticisi fena tokat yemiş
AKP Genel Başkanı Erdoğan İstanbul'a çok ayrı bir önem veriyor. “İstanbul'u kazanan Türkiye'yi de kazanır” cümlesi kendisine ait. Ancak 1994'ten beri İstanbul'da süren iktidarlarının bitme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu da görüyor. Partisine “baskı” yapması bundan dolayı. Herkesi zorluyor çünkü eğer İstanbul'u kaybederse arkasının çok kötü geleceğini biliyor.
Erdoğan İstanbul'a karşı bu kadar sert ve tavizsiz olunca parti yöneticileri de panik içindelermiş. Bu da parti içinde bazen akıl almaz olayların yaşanmasına neden oluyormuş. Buna bir örnek olarak AKP'lilerden dinlediğim bir olayı aktarmak istiyorum.
AKP'nin en tepedeki isimlerinden biri Sarıyer ilçe binasında toplantı yapıyormuş. Partililere “Ne yapmalıyız. Herkes önerisini sıralasın” demiş. Herkes çekine çekine önerilerini sıralarken partililerden biri “Efendim. Aslında lafı uzatmayalım. Bize de bir Şükrü Genç (CHP'li belediye başkanı) lazım” demiş. Partinin en tepelerindeki isim birden irkilmiş “Önerin bu mu yani” dedikten sonra partilinin suratının ortasına okkalı bir tokat patlatmış. Sonra üzerine yürüyüp birkaç tokat daha atmış.
AKP'de durumlar biraz böyleymiş yani.
Milletimiz Barzani'ye “haddinin” ne zaman bildirileceğini merakla bekliyor. Gazetelerde boy boy tank fotoğrafları var. Irak ordusuyla birlikte tatbikat bile yapıyoruz. Oysa daha birkaç ay önce Irak'ın “dengimiz” olmadığını söylüyor “muhatabımız olamayacağını” bağırarak söylüyorduk. “Sen kimsin” dönemi bitti, şimdi artık Irak yönetimi en yakın dostumuz oldu.
Barzani'nin ise köşeye sıkıştığını bildiriyor medyamız. Her taraftan kuşatılan Barzani “Ben nerde hata yaptım” diye kara kara düşünüyormuş.
Bunlar elbette yüksek devlet politikaları. Ben çok daha basit bir konuyu tekrar sormak istiyorum. Elbette bölgenin en güçlü ülkesiyiz. AKP Genel Başkanı gürlediğinde herkes kaçacak delik arıyor; bunları biliyoruz da PKK'nın kaçırdığı iki MİT ajanından hâlâ bir haber yok. Kuş uçurtmadığımız bölgede kaçırıldı MİT ajanları, ama nerede oldukları bile bilinmiyor. Dışişleri Bakanı üstü kapalı kaçırma olayını doğruladı bir süre önce ama nedense bir şey yapılamıyor. Hergün “bilmem kaçtane terörist öldürüldüğünü” açıklayan yetkililerimiz iki ajanın nerede olduğunu neden hâlâ bilemiyor acaba?