Cumhuriyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş, AKP hükümetinin bundan 15 yıl önce dünyanın kulak kabarttığı hem demokratik hem de İslamcı olunabgileceği tezinin çöktüğünü söyledi. "Hayat insanlara aynı şansı iki defa vermiyor" diyen Aydıntaşbaş, "AKP, Baaslaşma eğilimine girince, Araplar açısından ilginç olmaktan çıktı. Türkiye’de seçim kazanabilir, Suriye’nin kuzeyinde savaşabilir, ancak 21. yüzyılda İslam dünyası için bir model olamaz" diye yazdı.
Aslı Aydıntaşbaş'ın, "İslamın güncellenmesi" başlığıyla (22 Mart 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman, beklenen ABD gezisine bu hafta başladı.
“MBS” kısaltmasıyla tanınan veliaht prensi tanıyorsunuz değil mi? Tanımıyorsanız, hemen kulak kabartın. Çünkü genç ve hırslı prens, önümüzdeki süreçte Ortadoğu’yu şekillendirecek en önemli isimlerden biri olacak.
Siz onu muhtemelen ülkesindeki kodamanları Ritz Carlton otelinde gözaltına aldırarak haraca bağlamasıyla tanıdınız. Belki kulağı delik bir Ortadoğu gözlemcisiyseniz, genç prensin son Riyad gezisinde Trump’ın damadı Jared Kushner’la sabahın erken saatlerine kadar puro içtiğini, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la sürekli WhatsApp üzerinden yazıştığını da duymuşsunuzdur.
Ancak Veliaht Prens’in asıl önemi, ‘İslamın güncellenmesi’ tartışmasını ilk başlatan isim olması. Şaka değil. MBS, babası Kral Selman tahta geçer geçmez ipleri eline alıp, bir dizi reform hareketine girişti. Önce kadınların araç kullanmasına, sonra konserlere, spor müsabakalarına izin verdi. Meşruiyetini bizzat dini otoritelerden alan bir rejimde, kraliyetin meşruiyet devşirdiği yobaz din adamlarına alenen savaş ilan etti. Hızını alamadı birkaç tanesini tutukladı. Hiç çekinmeden “ılımlı İslam” lafını telaffuz etti ve İslamın “aşırı” yorumlarına karşı savaş açtı.
Bu yıl Davos’a gittiğinde, resmi heyetinde kadınlar, verdiği mesajlarda radikalizme karşı kararlılık vardı.
Tahmin edersiniz ki, bütün bunlar Prens Bin Selman’ın dünya (ve Batı) kamuoyu nezdinde en ilgi çeken Ortadoğu lideri haline gelmesi için yetti de arttı bile.
Dilimin ucuna geldi, söyleyivereyim: MBS, bir zamanlar Tayyip Erdoğan ve AKP’ye verilen global misyonun bugünkü taşıyıcısı.
Bugün İslamda reform tartışmasının gerçek anlamda yaşandığı iki önemli merkez, Tahran ve Riyad. Ankara değil. Adalet ve Kalkınma Partisi liderleri, bu konuda kendilerine açılan krediyi, çoktan heba etti. 15 yıl önce AKP, dünyanın kulak kabarttığı, hem demokrat, hem de İslamcı olunabileceği tezini ortaya atan önemli bir merkezdi. Tüm dünyadan övgü alıyordu. Ama Ankara’dakilerin demokrasi yerine otoriterliğe yönelmesi, Müslüman Kardeşler sevdası ve son olarak bir de bu karışıma Türk milliyetçiliği sosu katmasıyla, AKP’nin küresel model olma iddiası çöktü.
Hayat insanlara aynı şansı iki defa vermiyor. AKP, Baaslaşma eğilimine girince, Araplar açısından ilginç olmaktan çıktı. Türkiye’de seçim kazanabilir, Suriye’nin kuzeyinde savaşabilir, ancak 21. yüzyılda İslam dünyası için bir model olamaz.
İran ve Suudi Arabistan ise eşzamanlı olarak reform meselesini gündeminde tutuyor. MBS ve Tahran’daki mollalar arasındaki rekabet, tuhaf bir biçimde Müslüman toplumların önünü açma potansiyeli taşıyor. Son altı ayda bile, iki başkent arasındaki rekabet iki ülkedeki kadın hak ve özgürlüklerine yaradı.
İşte bu yüzden MBS’ın Washington gezisi, artısıyla, eksisiyle önemli.
Eksileri de saymadan bitirmeyelim yazıyı. Dün ABD Kongresi’nde Suudi Arabistan’ı (Yemen’deki insani trajedi nedeniyle) kınayan bir tasarı, kıl payı oyla düştü. Suudilerin Yemen’de çok kanlı bir mezhep savaşına girdiğine, Suudi hava bombardımanında 5 bin sivilin hayatını yitirdiğine şüphe yok. Dünya bu savaşı görmezden geliyor.
Ritz Carlton’da topladığı Suudi prensler ve kodamanların bir bölümüne kötü muamele edildiği de ortada...
Genç prensin AKP’ye hiç de sempatiyle bakmadığını, önümüzdeki dönemde Aramco’nun milyarlarca dolarlık halka arz sürecinin önemli bir bölümünü ABD’de yapmayı planladığını biliyoruz.
Ama dedim ya... Suudi Arabistan bu günlerde en sıkı izlenmesi gereken ülke. Bir iddia ortaya koyuyor ve bir biçimde dünyayı neredeyse ikna etmiş durumda.
Bakalım bu yeni düzende Türkiye’ye bir rol kalacak mı?