Prof. Sencar Ayata, AKP’nin SP’ye üç-beş puan bırakarak merkez sağ koltuğuna oturabileceğini söyledi.
Seçim sonuçlarını değerlendiren Prof. Sencer Ayata, iktidar partisi AKP ile ilgili ilginç tespitlerde bulunarak, ciddi bir strateji belirlemezse AKP’nin bir değil iki-üç alanda birden zaafa uğrayabileceğini söyledi.
Milliyet gazetesinden Devrim Sevimay'ın sorularını yanıtlayan Ayata, “Herkes, ‘Bak gördün mü, biz de büyük bir parça ısırabiliriz’ diyor. Bu iştah kabarmalarına karşı AKP ciddi bir strateji koymazsa, bir değil iki-üç alanda birden zaafa uğrayabilir. Çünkü AKP’nin artık hem ideolojik oyu tehlikede, hem de zaten akışkan olan oyu tehlikede Akışkan oyu merkez sağa, ideolojik oyu Saadet’e kaçabilir” diyor.
İşte Ayata ile yapılan röportajın tamamı...
- Sizce 29 Mart’a bakarak, AKP’nin bundan sonraki en önemli stratejisi ne olmalı?
İlk düşünmesi gereken şey her geçen gün güçlenen içindeki sınıfsal ayrışma.
- “Sınıfsal ayrışma” derken?
AKP iktidara gelir gelmez baş döndürücü bir hızla kendi sermaye sınıfını yaratmaya çalıştı. Bunu o kadar hızlı yaptı ki herkes aynı anda zenginleşemedi ve AKP’nin sermaye sınıfıyla AKP’nin bizzat kendi seçmeni arasındaki uçurum açıldı. Biz buna “sınıfsal ayrışma” diyelim. Yani Numan Kurtulmuş’un “Harun gibi geldiler Karun gibi oldular” diye özetlediği boyut.
- Bu AKP için çok mu hayati bir konu?
Bakın ben uzun bir süredir şu soruyu soruyordum kendime: AKP’de bir sınıfsal ayrışma var, bunun da siyasete mutlaka yansımaları olacak, ama acaba bu AKP’nin içinde iki farklı grup şeklinde mi belirecek, yoksa iki parti olarak mı ortaya çıkacak? Şimdi SP’nin çıkışı bunun partiler arasında olabileceği ihtimalini doğurdu. Çünkü Saadet tamamen bu sınıfsal ayrışmanın üzerine giderek bir “Müslüman sol” söylem geliştiriyor. Kendini AKP’nin klasik İslami tabanı içinde oturtmaya çalıştığı eksen o ayrışma noktası.
- Tutar mı?
Ben sorayım: Türkiye’de merkez sağ ne zaman bitti? Demirel’in kurduğu dengeler bozulduğu zaman. Yani esas olarak ekonomik bir elitin kısa dönem çıkarlarına yanıt vermeye çalışıp, kent çeperindeki yoksulların günlük sorunlarından koptuğu anda. Peki AKP ne zaman gündeme geldi? Merkez sağ bitince. Peki şu anda ne yapıyor? Giderek yeni ekonomik elitlerin partisi haline geliyor. Onun boşluğunu doldurmaya çalışan kim? SP. Evet, belki Saadet çok büyük kitlesel oy almayabilir, ama bu seçimde bile eğer Davos olmasaydı SP yüzde 7-8’e çıkardı.
- Peki sınıfsal ayrışma bu noktaya geldikten sonra AKP ne yapabilir?
AKP’ye “Bırakın oylarınızın yüzde üç-beşini daha SP alsın, siz merkez sağın partisi olun” diyenler var; ben onlara katılıyorum. Tabii ki yine o oyu almak için mücadele verirler, ama eğer diğer yüzde 30-35’e sahip çıkarsa merkez sağdan kendilerine alternatif çıkmasına izin vermemiş olurlar.
Kaldı ki şöyle de bir şey var: Krizden ne zaman çıkılacağını bilmiyoruz. AKP’nin hem kamu hizmetleri olarak hem de sosyal yardım olarak halka götürecekleri artık daha sınırlı. Yani AKP’nin “merhamet sektörü”nde de bir çözülme olabilir. Dolayısıyla sosyal yardımlaşma kanadında da tıpkı geçmişte merkez sağda olduğu gibi aşınmalar yaşanabilir.
Sermaye-AKP arasındaki çatlak düzelebilir
- Yalnız AKP, “Ben artık merkez sağım” dediği anda olabilir mi?
Olabilir, ama o noktada da şöyle bir ikilemle karşı karşıya kalır: AKP ile yerleşik büyük sermaye kesimi arasında dört beş yıl süren mutabakatta ciddi sorunlar var. Bu mutabakat ekonominin iyi yürütülmesine karşılık iş dünyasının kültür konusunda fazla sesini çıkartmamasına dayanıyordu. Eğer AKP merkez sağ olmaya karar verirse şimdi bu büyük sermayeyle arasında büyüyen çatlağı düzeltmesi gerekecek.
- O zaman AKP de bu işe hiç soyunmaz ve 2011’e kadar elindekileri koruyarak devam etmeyi tercih edebilir?
Siyasi partilerin klasik refleksi de budur zaten. Stratejik düşünmek yerine “Elimdekilerin hepsini tutayım, hiçbirini kimseye kaptıramayayım” derler. Ama tabii hepsini elimde tutayım derken çoğundan da olabilirler.
- Böyle bir tehlike var mı?
Emin olun merkez sağda şu anda herkesin iştahı kabardı. Herkes “Bak gördün mü, biz de büyük bir parça ısırabiliriz” diyor. Aynı şekilde SP’de de, MHP’de de iştahlar kabardı. Bu iştah kabarmalarına karşı AKP ciddi bir strateji koymazsa bir değil iki-üç alanda birden zaafa uğrayabilir. Çünkü AKP’nin artık hem ideolojik oyu tehlikede, hem de zaten akışkan olan oyu tehlikede. Akışkan oyu merkez sağa, ideolojik oyu Saadet’e kaçabilir.
AKP’de hüsran yaratan ne?
- Yani 2011 için yeniden yüzde 47’yi hedeflemek yerine yüzde 35 civarı daha mı gerçekçi sizce?
Bir kere şunu mutlaka söylemeliyiz: Türkiye’nin kültürel ve sınıfsal ayrışma koşullarında yüzde 30-40 arasındaki oy olağanüstü bir seçim başarısıdır. Zaten AKP de 29 Mart’ta bir seçim hezimetine uğramadı. İktidarın temelinde bir değişim olmadı.
- AKP’lilerin o kadar da üzülmelerine gerek yok mu yani?
Bakın tekrar çekinmeden söylerim: Yüzde 38, bir siyasi parti için çok büyük başarıdır. Bülent Ecevit son koalisyon hükümetini yüzde 24 oy aldığı için başbakan olarak kurdu. Ancak buna rağmen dikkat ederseniz AKP’yi savunan düşünürler ve AKP liderleri büyük bir hüsran içindeler.
- Niye?
Çünkü birtakım çevreler AKP’ye başından beri üç büyük anlam yüklediler: 1- AKP Türk toplumundaki büyük bir tarihi sapmayı düzelten harekettir. 2- Türk toplumu benim toplumumdur, her şey seçmene kalırsa o toplumdan benden başka irade çıkmaz. 3- Türkiye’de bu toplumla hiç bağdaşmayacak yabancı kültürleri savunan küçük gruplar var. O gruplar elbette eriyip yok olup gidecekler.
Şimdi bu yüklemeler yani bir çeşit “yeryüzü hükümranlığı” misyonu AKP’nin de dengesini bozdu.
- Peki 29 Mart’ta ne oldu bu anlam yüklemelerine?
Gerçeğe dönüş başladı. İktidar sarsılmadı, ama sırf bu yüklemeler yüzünden iktidarın girdiği “Ben Türkiye’yi kendi istediğim gibi biçimlendiririm” iddiası sarsıldı. Ve bence seçimin AKP için en önemli sonucu da budur. Yani aslında AKP kendisini yarı ilahi bir misyon hareketi gibi değerlendirip, her siyasi parti gibi bir siyasi parti olarak görmüyordu. O yüzden aslında şimdi tam bir parti olma fırsatını yakaladı AKP.
- Nasıl yapacak bunu?
Eğer çeşitli yorumcuların kendisine atfettiği bu büyük tarihi, felsefi, toplumsal yüklemelerden kurtulur, tabiri caizse kendini çok daha seküler, Avrupa’nın herhangi bir yerindeki inişleri çıkışları olan normal bir siyasi parti olarak görmeye başlarsa rahatlar ve kendi dengesini bulur.
- Bulmazsa?
Unutmayalım ki Türkiye’de CHP hariç çok büyük partiler kayboldu. AKP’nin sonu da çok farklı olmayabilir.
"CHP varoşlaşa gitsin lafı boş retorik"
- Sizce CHP 2011’i hangi anahtarla açabilir, 29 Mart’tan çıkaracağı sonuç ne?
Bunun cevabı olarak son zamanda hep şöyle bir yaklaşım var: Varoşları kucaklamak. Bu tamamen boş bir retorik. Çünkü bu basit formül toplumu elitler ve varoşlar gibi ikiye bölüyor. Oysa böyle bir nüfus yapısı yok. Toplumun yüzde 5’i elitler, yüzde 95’i varoşlardan oluşmuyor. Lise ve üniversite mezunları, ekonominin modern sektörlerinde çalışanlar, bir bakıma orta sınıflar özellikle büyük kentlerde nüfusun yüzde 40’ına yaklaşıyor. Kaldı ki varoşlar alanına girdiğiniz zaman da karşınıza çok faklı gruplar çıkıyor. Beş yıldızlı otelde çalışanın durumu ayrı, küçük bir zenaat atölyesinde çalışan kalfanın durumu ayrı, sokak satıcısının apayrı.
- Bunun yerine ne yapmalı?
Bir kere CHP siyasi iletişim sorununu her konudan uzmanlar ve politikacılarla birlikte ciddi olarak incelemeli. Varsa seçkinci yaklaşımları belirleyip bunları aşmaya çalışmalı. Çünkü bu iş basit anlamda din ve etnisitenin ötesinde bir yeni anlayış gerektiriyor.
- Peki tek sorunu bu mu?
Tabii ki her şeyin başı sonu siyasi iletişim değildir. Hele bir sosyal demokrat parti için en önde gelen duygular-çıkarlar değil, fikirlerdir. Yani vizyonu, projesi, programı, siyasi iddiasıdır. Ama bakın biz şu ana kadar şunu söyleyemiyoruz: CHP ortaya müthiş bir vizyon koydu, bütün yüksek eğitimliler kendisine oy verdi, ama işte hay Allah göbeğini kaşıyan adam oy vermedi? Bunu söyleyebilir miyiz?
- Acaba 29 Mart bunu söyleyemediğimiz son seçim olabilir mi?
Bakın bence önümüzdeki dönemde CHP içinde ciddi bir tartışma olacak. Bir grup biraz boş, “Varoşları kucaklıyorum” diyerek popülist kültürel bir çizgi izleyecek. Bir grup da “Ciddi toplumsal analiz yapalım, yeni orta sınıfı mobilize ederek sanayi kentlerine, kadınlara, öğrencilere ulaşalım” diyecek.
‘Yeni orta sınıfın kıymetini bilmiyorlar’
- Yani çıkış yeni orta sınıftan olacak?
Muhakkak, çünkü Türkiye’nin büyüyen kesimi o orta sınıftır. Ekonomi büyüdükçe, hizmet ve bilgi sektörü büyüdükçe, yeni üniversiteler açıldıkça, ekonominin itici gücü haline geldikçe bu kesim büyümeye devam edecek.
Tony Blair bu kesimin üzerine oturdu. Almanya ve İngiltere’de bu kesim yüzde 60-70 oldu. Fabrikadaki kolu pazulu işçi kesimi artık yüzde 15’lere düştü. 19’uncu yüzyılda bir fabrikada beş yöneticiye 500 yüz kişi çalışırdı. Şimdi 250 beyaz yakalıya karşı 250 mavi yakalı çalışıyor.
Peki hangi sınıf büyüdü, tabii ki yeni orta sınıf büyüdü. Yani Çankaya büyüdü, Kadıköy büyüdü. Ama biz bunları göz ardı ediyoruz. Bunların kim olduğunu anlamak istemiyoruz. AKP sırf bu nedenle giderek daha fazla zorlanacak, ama CHP de bu kesimin kıymetini bilmiyor. Bu kesimin özellikleri, talepleri, beklentileri ve endişeleri tam olarak anlaşılmıyor.
- Ya işçiler?
İkinci önemli konu da o. CHP’nin emekçi kesime yönelik hiçbir özel politikası yok, hiçbir özel çabası yok. Oysa öncelikle örgütlü emek kesimine, eğitim düzeyi nispeten yüksek kol emekçilerine seslenebilmek gerekli. Çünkü aslında beş yıldızlı otelde çalışan bir garsonun veya otomotiv sanayindeki vasıflı bir fabrika işçisinin öncelikle CHP’ye oy vermesini sağlamak hiç de zor bir şey değil.
Üstelik bu CHP’yi Anadolu coğrafyasına daha çok yayar. Samsun, Kayseri, Adana, Denizli, Manisa, Adapazarı, Kocaeli… Bakın o zaman oy haritası nasıl değişir. Dolayısıyla CHP’nin mutlaka bir sanayi kentleri politikası olması lazım. Tabii işçiler kadar sanayi odaları ile birlikte çalışarak ve mutlaka bir sosyal refah devlet projesi geliştirerek.
- Peki sizce büyük sermaye kesimi, sosyal refah devleti projesi olan bir CHP’ye mi ister, yoksa merkez sağ olmayı tercih etmiş bir AKP’ye mi?
Sermayenin eğilimi her zaman merkez sağ olmuştur, ancak önümüzdeki soru şu olacak: Türkiye’de merkez sağ, liberal bir iş dünyası temelli hareket olarak mı gelişecek, yoksa daha sosyal adaletçi bir sosyal demokrat hareket olarak mı? Eğer AKP merkez sağdan yana bir tercih kullanmazsa CHP başka bir merkez sağ parti alternatifine imkân bırakmadan o alanları doldurabilir.
Türkiye yeniden yüzde 30-70’e oturdu
- SP’nin ve MHP’nin artan oylarına bakarsak daha din ağırlıklı ve milliyetçi bir toplum oluyoruz, diyebilir miyiz?
Ben buna birkaç nedenle itiraz ederim: Birincisi sayısal olarak. CHP, DSP, küçük sosyalist partiler ve hatta eskiden SHP’ye oy veren DTP seçmeninin de bir bölümünü dikkate alırsak Türkiye’nin yeniden 30-70 sol-sağ dengesine oturduğunu söyleyebiliriz. Oysa 2007’de durum 25-75 idi.
İkincisi AKP’nin dinci kimliğine yönelik ne düşünüyor olursak olalım AKP daha dünyevi bir parti olma yolunda ilerledi. Yani AKP’nin de son yedi senelik evrimi bir radikal İslami hareketten dinci muhafazakâr kitle partisine dönme yönünde.
Üçüncüsü MHP de radikal milliyetçi bir gençlik hareketinden kurumsal bir parti olma yolunda evrimleşiyor.
- Ya peki SP?
O noktada çok iddialı bir şey söyleyeceğim size: Ben Türkiye’de ilk kez tünelin ucunu gördüm.
‘Tünelin ucunu ilk kez gördük’
- Nasıl tünelin ucu?
Şimdi Türkiye’nin demokrasi deneyiminde köylü sınıfının çok temel bir rolü vardır. Yani bir sosyal sınıf olarak köylünün siyasi davranışı, Türkiye’ye damgasını vurmuştur... Türkiye yakın zamana kadar yüzde 80-90 oranında bir küçük köylü toplumuydu. Kırda iken de bu kesime merkez sağ hakim oluyordu. Köylüler dalga dalga kentlere akarak siyasete ağırlığını koydular artan muhafazakarlık yönünde... En son büyük göç dalgası da AKP’yi oluşturdu. AKP bu anlamda son dalga göçmenlerin partisidir. Sadece metropollerde değil, aynı şekilde göçle büyüyen diğer şehirler hatta kasabalarda bile…
- Peki buradan tünelin ucunu nasıl gördünüz?
Çünkü ben bu seçimde şunu gördüm: AKP’nin gideceği yer artık belli, oyları düşebiliyor bile ve bundan sonra gidebileceğimiz en muhafazakar eğilim iki fevkalâde entelektüel liderin (Kurtulmuş-Bekaroğlu) sürüklediği SP… Çünkü artık köyden yeni gelecek bir büyük dalga yok. Köylerdeki oran yüzde 20’ye düştü.
- Ya halihazırda göç etmiş olanlar?
Tüm çalışmalar da şunu gösteriyor: Kentte kalma süresi uzadıkça, hane halkı küçüldükçe, eğitim seviyesi yukarı çıktıkça, gelir yükseldikçe kesinlikle oy çeşitlenmesi oluyor, kesinlikle radikalizm kırılıyor. Dolayısıyla Türkiye’de geriden gelip daha radikalleşecek bir göç dalgası kalmadı. AKP’nin de evrimini düşünürsek ben muhafazakarlaşmanın Türkiye’de gideceği en uç noktasını gördüğümüz kanısındayım.
'Cumhuriyet bizi açık toplum yaptı'
- Yani Saadet ve AKP’den ilerisi yok?
Hayır, daha ilerisi yok. Bu anlamda tünelin ucu görünmüştür. Sınıfsal yapı -ekonomik büyüme de olursa- daha örgütlü bir işçi sınıfına doğru, daha yeni orta sınıfa doğru, mesleklere, eğitime ve girişimciliğe doğru gelişecektir.
Çünkü bizdeki ayrışmalar büyük ölçüde sosyal tabaka temeline oturuyor. Yani CHP’nin oy tabanına baktığınız zaman üniversite mezunları arasında CHP AKP’yi neredeyse ikiye katlıyor. Lise mezunları arasında CHP, AKP’yi yakalıyor. Okuma yazma bilmeyenler ve diplomasızlar arasında CHP yüzde onun altına iniyor ve AKP yüzde altmış düzeyine çıkıyor.
- Bunun anlamı nedir?
Bu şu demek: İki kültürel kutup arasında eğitim, gelir artışı ve meslek değişimi yaşandıkça seçmen davranışları da değişiyor.
- Yani?
Yani bizde kutuplaşmalar kalıcı olmayabilir. Örneğin Pakistan gibi kalıplaşmış, belli coğrafi temellere oturan, her sınıfı içeren kalıcı etnik-dini bloklar yok. Açık toplum yani... Bunu da Cumhuriyet sistemi getirdi. Bizde kadın-erkek, köylü-kentli, okuyan, kazanan her yere gelebiliyor. Holdingin başına da geçebiliyor, başbakan da olabiliyor.
‘Gerçek bir Güneydoğu sorunumuz oldu’
- Doğu ve Güneydoğu’da ilk gözünüze çarpan sonuç ne?
Bir kere bu iki bölgenin de birinci unsuru AKP. Birçok yerde DTP’yle arasındaki puan farkı yüzde 10’un dahi üzerinde. Ama oyları geriledi. İkincisi DTP. Çok belediye kazandı ve bazı illerde büyük tırmanış yaşadı. Ama 2002’deki oyu 6.2’den 5.2’ye düşmüş vaziyette. Çünkü DTP diğer yerlerde geriliyor.
Yani şunu kastediyorum: Kürt nüfusun desteğini kazanamıyor hatta bir oranda kaybediyor. Ama aşağı yukarı yedi ilde DTP AKP’ye fark atıyor.
- Ne demek bu?
Yani DTP sıkışıyor, ama sıkıştığı yerde de güçleniyor. DTP artık Doğu Anadolu’nun güneyinin, Güneydoğu Anadolu’nun da doğusunun partisi oldu.
- Sonuç?
Sonuç, Türkiye’de şimdi sahiden bir Güneydoğu sorunu var. Ve Türkiye’nin en önemli siyasi sorunu da budur. Türkiye oranı dört olur beş olur, ama orada sabitlenen bir etno-milliyetçi oy var.
- Bu ürkütüyor mu sizi?
Bu konuya ürkme-ürkmeme diye bakmak çok doğru değil. Bu yüzde beş realitesi bugünkü kadar çarpıcı değildi belki, ama yıllardır zaten oradaki bölgesel etno-milliyetçiliği görüyorduk.
- Peki şimdi ne yapmak lazım sizce?
Uzun dönemde yapılmasına en dikkat edilecek şey sosyoekonomik tedbirlerle insan hakları meselesini birlikte götürmek. İkisi mutlaka aynı anda olacak. “Bu sadece bir siyasi sorundur, otur anlaş” demek yetmez. Çünkü öyle anlaşmalar yaparsınız ki oradaki o endüstri öncesi toplum düzeni devam ettikçe kimse tatmin olmaz, ortaya bambaşka istekler çıkar.
İkincisi siyasi temsili engellememek lazım. DTP’nin Meclis’te kalması şart. Aksi halde Kürt etno-milliyetçi hareketin merkezi Kuzey Irak olur, Brüksel olur, Washington olur, İstanbul olur. Oysa bunun bir tek merkezi olmalıdır: Ankara. Bu temsil engellenmemeli.
‘AKP yükünü DTP ve CHP ile paylaşmalı’
- Hemen kısa vadede ne yapmalı?
Bunu çok rahat söylerim: AKP asla bu meseleyi parti politikasıyla çözmeye kalkışmamalı. Hiçbir partiye de haydi sen yap diye özel bir misyon yüklenmemeli. Bu kadar güçlü olan AKP bile sert bir tutum benimseyince Doğu ve Güneydoğu oyları düşüyor. Hızlı bir siyasi çözümcülük yaparsa da bu sefer Ege’yi, Karadeniz’i ve İç Anadolu’yu MHP’ye kaybedebilir.
- Ne yapacak o zaman?
AKP Meclis’te bulunan üç grup ile birlikte ele almalı bu konuyu. Bir komisyon oturup konuşmalı. AKP “Bu meseleden asla pirim yapmayacağız, Türkiye için fırsatlar ve sorunlar nelerdir bunu hep birlikte konuşacağız” demeli. AKP bu olayı DTP’yi, MHP’yi, CHP’yi içine alan bir mutabakat politikasıyla çözmek durumunda.
‘Mesele genel af değil’
- Siz böyle bir dörtlü ortak hareket planı için ümit görüyor musunuz?
Bu zor, ama başka işler bir yol bulmak ta çok güç. Türkiye eğer aklın yolunu seçecekse bunu yapar. Doğrusu bunu da en fazla AKP’nin istemesi gerek. Zira bu modele göre davranırsa yükü kendi üzerinden kaldırır, başarısı ile başarısızlığı ile herkesin meselesi haline getirir.
- Peki CHP herkesten ön alıp mesela “AKP genel af çıkarsın destekleyeceğim” dese?
Genel affı herkes savunur, mesele genel affın bir eksili bir artılı olması.
- Sizce CHP Güneydoğu’da neyin öncüsü olabilir?
CHP’nin o iki bölgedeki parsellenmiş bir yanda din-ticaret-sosyal yardımlaşma ağlarına oturan diğer yanda ise etno-milliyetçilik temeli üzerinde yükselen yapıyı kesinlikle delemez. Çünkü CHP sanayi kentlerinde bile yeterince başarılı bırakın bu bölgedeki endüstri öncesi toplumsal dokuyu. CHP ancak sanayi sonrası toplumda başarılı oluyor.
Ama CHP orada şunları kesin yapabilir:
1- İnsan hakları ihlalleri konusunda kararlı bir tutum sergiler.
2- Az da olsa oradaki yeni orta sınıfla sağlam bir bağlantı kurar.
3- Hiçbir başka partinin yapamadığı nitelikte kalkınma planları ve sosyal politikalar önerebilir.
4- Öncelikle Fırat’ın batısı ki buna Antep, Urfa dahil ve böylece Orta Kuzey Anadolu’da güçlenebilir.
‘İki-iki buçukluk parti dönemi başladı’
Sencer Ayata’nın önemli tespitlerinden bazıları da şöyle:
1- GAZ SIKIŞMASI YAYGINLAŞTI: Türkiye’de aslında sanıldığından çok daha yaygın bir kesim “iktidar baskısı”nı hissetti. Zaten o yüzdendir ki eskiden “Laiklik elden gidiyor” denirken, son beş-altı aydır “demokrasi elden gidiyor” denmeye başlandı. Çünkü temel endişe değişti ve gaz sıkışması yaygınlaştı. Mesela dikkat ederseniz biz bugüne kadar demokrasi diye hep “Çoğunluk idaresi üzerinde bir vesayet olursa orada demokrasi olmaz”ı tartışıyorduk. Ama son altı aydır hemen her bir köşe yazarı şunu yazmaya başladı: “Demokrasinin ruhu iktidar gücünün siyasi kanallarla frenlenmesi, yumuşatılmasıdır.” Yani son dönemde demokrasinin ikinci ayağından daha sıkça bahseder olduk.
2- EGEMEN TEK PARTİ: Yaşanan bu gaz sıkışmasının ana nedeni AKP’nin son bir buçuk yıldır “egemen tek parti” gibi davranmaya başlamasıydı. Egemen tek partinin siyaset bilimindeki teknik tanımı, en büyük partinin ikinci partinin oylarını en az ikiye katlamasıdır. Bu kavramı “tek parti”yle karıştırmayalım. Bu, demokratik seçimlerin olduğu yerlerde çıkan, mesela uzun süre Japonya ve Hindistan’da görülen bir sistemdir.
3- MHP-CHP’DEN STRATEJİK OY: Egemen tek parti sistemlerinde seçmenler ideolojik yaklaşımları bir yana bırakıp karşılarında gördükleri büyük güce karşı “stratejik oy” verirler. Üstelik bunu da partiler arası müzakere olmaksızın yaparlar. Bu seçimde MHP ve CHP tabanı bazı yerlerde bunu yaptı. Ama hemen altını çizelim: CHP’yle MHP birbirine yakınlaştığı için yapılmadı bu; bir çeşit “düşmanımın düşmanı benim dostumdur anlayışı”yla oldu. Böylece de 29 Mart’ta egemen tek parti dönemi bitti ve iki-iki buçuk partili sisteme geçtik. AKP’nin dikkate alması gereken öncelikli gerçek bu.
4- MHP’YE DİKKAT: MHP 1999 seviyesine dönüyor, yani 17.2’ye. Artık epey konsolüde olmuş bir parti görünümünde. Ancak büyük ölçüde tek boyutlu. Ekonomik ve sosyal politika önerileri ön plana çıkmıyor. MHP’nin daha çok çalışıp ekonomi gibi başka boyutlar kazanması lazım. O zaman hem kendini büyütür hem de Türkiye’deki milliyetçiliği yumuşatır. Çünkü oy artışında karşıt etnik kimlik vurguları rol oynamamalı.
5- ANADOLU’DA ÖZGÜRLÜK SAĞLIYOR: Anadolu’nun birçok yerinde MHP’ye oy vermenin psikolojisini çok iyi anlamıyoruz. Oysa MHP’ye oy vermek Anadolu’da hem muhafazakar çemberin içinde kalma, ama hem de başı açık bir eşle evlenebilme, bir gün bir yerde bir bardak bira içebilme özgürlüğünü tanıyor. Zaten MHP’nin seçmen profiline baktığınız zaman eğitim düzeyi AKP’den görünür şekilde daha yüksek. Çok şaşırtıcı bir şekilde kadın seçmeni erkek seçmenden fazla. Ve önemli bir ölçüde kentli bir parti. Özellikle de kentli bir orta alt sınıfa sesleniyor.
6- KUTUPLAŞMA HER YERDE AYNI DEĞİL: Bu seçimden çıkan en önemli iki sonuçtan biri iktidar oylarının düşmesiyse diğeri Türkiye’nin üç kutuplu olması. Ama bu kutuplardan Güneydoğu’dakiyle Batı ve İç Anadolu’dakini aynı şekilde değerlendirmemek gerekir. Çünkü Güneydoğu’ya gerçekten etno-milliyetçilik ve din-ticaret-yardımlaşma ağları dışında başka bir yapı nüfuz edemiyor. Oysa İç Anadolu, Karadeniz ve Akdeniz-Ege-Trakya sahil bandında ciddi bir siyasi çeşitlenme var. Mesela AKP’nin oylarının yüzde 25’in altına düştüğü bir il yok Batı şeridinde. CHP de İç Anadolu’nun bazı kentlerinde ciddi varlık gösterebiliyor. Bu bölgelerde hemen her seçimlerde ciddi oy kaymaları yaşanabiliyor. Örneğin Batı’da CHP, İç Anadolu ve Akdeniz Karadeniz sahillerinde MHP ciddi ilerleme kaydetti. Yani bu bölgelerde çoğulcu bir yapı çok daha belirgin. O yüzden yalnızca belediye başkanlığı dağılımını gösteren haritanın renklerine kapılmayalım.
7- AKP’NİN YARISI AKIŞKAN: Bu seçimde oy akışkanlığı düşüktü, ancak en akışkan seçmen de AKP’de görüldü. AKP’nin her an parti değiştirebilecek bir kitlesi var. Özellikle eski oyunu, yani yaklaşık yüzde 50 oranını dikkate alırsak bunun yarısı nispeten daha kolay oy değiştirebilecek seçmendir. AKP’nin bu seçmen tipine sahip çıkıp çıkmayacağı ise tamamen icraatına bağlı. Çünkü bunlar görüş seçmeni. Hangi partiyi beğenirse ona oy veren seçmen.
8- SIKIŞMADI, GERİLEDİ: AKP Anadolu’ya sıkıştı demek yerine “Kıyılarda geriledi” demek daha doğru bir ifade. Çünkü hem Anadolu dediğimiz yer çok büyük, hem de belediyeleri kaybettiği pek çok ilin il genel meclisinde AKP hâlâ birinci parti.
9- HİZMETLERİN KARŞILIĞINI ALDI: AKP aslında esas oyunu sosyal yardımdan değil, hizmetten alıyor. Çünkü Türkiye’de yardım alan kitle sadece yüzde 10-15’lik bir kesim, ama hizmet karşılığı oy veren kesim çok yüksek. O nedenle de sonucu çok daha kötü olmaktan kurtaran unsur hizmetleri oldu.
10- ÜÇ AY FARKI: Kemal Kılıçdaroğlu bir bürokrattan beklenmeyecek fevkalade bir özellik ortaya çıkardı: İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan’ın karışamadığı kadar halka karıştı. Ve kendisini yadırgatmadı, halka sevdirdi. Şu fikre katılıyorum: Üç ay önce aday gösterilseydi, makası kapatabilirdi.
11- İZMİR MESELESİ ÖNEMLİ: CHP’nin Ankara, İstanbul ve İzmir’de gösterdiği toplanma önemli. Eskiden bir laf vardı, “İzmir’i alan bir sonraki seçimde Türkiye’yi alır” diye. Çünkü çoğu zaman kırsal bölgeler büyük şehirlere bakar. Tabii kültürel ayrışmanın oylarını mutlaka hesaba katmalıyız, ama bence de İzmir’in mutlaka bir seçim sonrasına etkisi olur.
Göbeğini kaşıma meselesi
Demokraside ahlaki olarak her yurttaşı eşit olarak kabul etmek zorundasınız. Yani iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı herkesin tartabileceği ve ona göre karar verebileceği görüşüne karşı çıkarsanız demokrasi olmaz. Ama yine demokrasilerde yurttaşların oy verirken bağımlı olup olmadıkları, yeterince bilgilendirilip bilgilendirilmedikleri, akılcı davranıp davranmadıkları tartışmaları en gelişmiş ülkelerde bire sürekli olarak yapılır. Bu tartışmayı ayıplamak değil demokrasinin ilerlemesine ve derinleşmesine ilişkin yararlı bir tartışma olarak görmeliyiz.