AKP MKYK üyesi ve aynı zamanda Yeni Şafak gazetesi yazarı olan Ayşe Böhürler ve Bugün gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, SP'li Mehmet Bekaroğlu'nun Emine Erdoğan'a yönelik açıklamalarını köşelerinde değerlendirdi.
Ayşe Böhürler, 21 Şubat tarihli 'Allahıma şükür paramız var!!!' başlıklı yazısında, uzun uzun 'Müslümanlar nasıl yaşamalı?' sorusuna Katar deneyimiyle yanıt aradıktan sonra, sözü, Saadet Partisi'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mehmet Bekaroğlu'na getiriyor. Bekaroğlu'nun türbanlı işçi olan ve grev yapa Emine Hanım ile Emine Erdoğan'ı karşılaştıran sözlerini eleştiriyor.
Ayşe Böhürler özetle şu satırları kaleme aldı:
"Saadet Partisi İstanbul Belediye Başkan Adayı Mehmet Bekaroğlu'nun ve partisinin siyasette parlak olduğu günlerde biz bu duygular içindeydik ve siyasete de dünyevileşmenin bir aracı olarak soğuk bakardık. Siyaset ile uğraşmayı nefsin tatmini, kişisel ihtirasların sonucu olarak görürdük. Erbakan'ın Versace kravatlarına tepki duyardık. Toplumsal iyileşmenin Rad suresinin 11. ayetinde olduğu gibi, bireylerin tek tek kendi değişimlerinden geçtiğine inandığımız için de kitle hareketlerinden ziyade, bireysel değişimi sağlayan uğraşlar daha çok ilgimizi çekerdi.
Ancak zamanla inançlarımız değişmese de önceliklerimiz, siyasete bakışımız değişti. Eğer içindeysek o şey doğru, eğer dışındaysak yanlış anlayışı ne yazık ki yaygınlaştıkça yaygınlaşıyor. Sırf siyaset yapmak adına dindar kadınları jipe binen ve binmeyen diye ayıran, siyaset kavgasının içine sivil bir kişilik olan başbakanın eşi Emine Erdoğan'ı dahil eden söylemleri çok yadırgadım. Bu söylemi mertçe bulmadığım gibi haksız da buldum. Desa fabrikasında grev yapan Emine Hanım ile bulunduğu yerde yıllardır bir kişilik ortaya koyarak ve bunu koruyarak mücadele veren Emine Erdoğan farklı koşullarda olsalar da aynı kimlikli duruşu sergiliyorlar. Ayrıca iyi ve kötüyü, marka kullanmak, jipe binmek üzerinden değerlendireceksek en başta Saadet –Refah geleneğini oluşturan kişilere dönüp bakmak gerekiyor.
Bekaroğlu'nun açıklaması kendi oy tabanında bile tepki topladı. Siyasi istikbal ve hırs uğruna başörtüyü kullanarak etki artırma yöntemini ne tutarlı buluyorum ne de kendisine yakıştırıyorum. Bu arada benim çevremde eşleri Saadet Partili olan arkadaşlarım benimki ile kıyaslanamayacak derecede bu sözlere tepki duyuyorlar, jipleri olmadığı halde… Kadınlar artık başörtüsü üzerinden söylem üreten tüm siyasetçilere tepki duyuyor. İsterse kocaları isterse akrabaları olsun. Başörtüsünü siyasi argüman olarak kullanan kişilerin samimiyet testi çözüm oluşturmaktan geçiyor. Yoksa olay ucuz popülizmden, sahtecilikten başka bir şey değildir. Kısaca başörtülü kadınlar artık yıllardır konuşarak bu meseleyi çıkmaza sokanlara (bu konuda Saadet Partisi'nin geçmişi ne yazık ki ciddi hatalarla dolu) siyasi görüş ayırt etmeksizin, "erkekseniz bu meselede konuşun" diyorlar.
Yoksa Susun!"
'Bekaroğlu'nun söylemi çok keskin'
Ayşe Böhürler gibi Bugün gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren de 'Emine Hanım' tartışmasına dahil oldu. Bekaroğlu'nun söylemini çok keskin bulduğunu söyleyen Taşgetiren, köşesinde şu yorumda bulundu:
"(...) Bekaroğlu'nun "muhalefet dili" hakkında örnek teşkil edebileceği düşüncesiyle önemsedim bu sözleri.
Burada dört boyut var:
1- İşçi Emine'nin mağduriyetine isyan.
2- Emine Erdoğan'ın ona ilgi göstermemesine isyan.
3- Buradan hareketle, Emine Erdoğan'ın başka bir alanda gösterdiği duyarlılığı da yok sayma.
4- Başörtülüler arasındaki zenginlik farkı üzerinden politika. Varlıklı başörtülüye isyan.
Birinci boyuttaki duyarlılığı önemsiyorum. Saadet'e bu yakışır ve Bekaroğlu'nun, ben ona yönelik "İslami sol" tanımlamalarını onaylamasam da, bu alandaki duyarlılığı ile öne çıkmasını desteklerim.
İkinci alandaki "isyan"ını ilke olarak onaylasam bile, Emine Arslan örneğinden yola çıkıp, genelleme yapılarak, Emine Erdoğan'ın bir başka mağdur kadının ezilişine sahip çıkmadığı iddiasını, biraz su-i zan gibi görürüm. Burada, siyasetin haksız yargılamasını devreye girmiş gibi görürüm ve bunu temel değerlerimiz açısından yadırgarım.
Emine Arslan'dan yola çıkıp, Emine Erdoğan'ın Gazze için dökülen gözyaşlarını sahte bulmak ise bana çok daha büyük bir haksızlık gibi görünüyor. Bu yargıya varabilmenin, Bekaroğlu'nu bağlayan hangi değer yargısına oturduğunu doğrusu merak ediyorum. Hele Konya'dan arayan Saadet'li avukatın Başbakan Erdoğan'ın Davos çıkışını "Numara çekme" olarak nitelemesinin beni ürküttüğünü ifade etmeliyim. Telefonda ona tepkim "Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz?" oldu.
Sıradan bir politikacı olsa, bu tür değerlendirmeleri olağan görebilirdim. Ama Bekaroğlu'nu önemserim. Onun için, mesela "Gazze'ye gözyaşı dökerek, Türkiye'deki annelerin duygularını ortaya koyan Emine Erdoğan, keşke DESA önündeki Emine Arslan'ı da görseydi..." dese, bence daha etkili bir muhalefet yapmış olurdu. Külli yok saymalar, sıradan politika için harc-ı alem tavırlar olarak görülse bile, bizim insanımız bir fark oluşturmalı değil mi? Gazze gözyaşları için "Sahte" yargısının böylesine kolay söylenmesini sağlıklı bulmuyorum. Bunun bir muhalefet dili olarak gelişmesini ise Bekaroğlu açısından yarınlar için sağlıksız görüyorum.
Dördüncü boyutta Bekaroğlu, "en pahalı mağazalardan alınmış kürk ve çizmeler giyen başörtülü kadın" olgusuna işaret ediyor. Bekaroğlu bu söylemini bir başka platformda "Cip kullanan başörtülüler" söylemiyle de ilerletiyor.
Sokaklarda böyle başörtülüler ne kadar var, doğrusu araştırmaya değer. Ama bir süredir bu temanın, başörtülü kadın karşıtlığının sınıf söylemi planında devreye sokulduğu görülüyor.
"Varoştaki başörtülü kadın ve varlıklı başörtülü kadın" çelişkisi üretilerek oradan başörtüsü mücadelesinin, aslında varlıklı başörtülüler tarafından yürütüldüğü, onların da varoştaki başörtülü kadını ıskaladığı teması geliştirilmek isteniyor.
Bu yaklaşım, CHP'nin, "sol parti" iddiasıyla varoştaki çarşaflı kadına rozet takmasından sonra daha da arttı. CHP bu adımla, "zengin semtler partisi" olma gerçeğini örtmek istemiş olabilir.
Ama bu söyleme, AK Parti'ye karşı Saadet'in sahip çıkması yadırgatıcıdır.
Bu söylemde bir yanlış, başörtülü olmanın mutlak fukaralığı gerektirdiği hususudur.
İkinci yanlış, başörtülü kadının lüks tutkunluğu ile bütünleştirilmesidir.
Üçüncü yanlış, dindar insanların zenginleştikçe yoksul kesimlere ilgisizleştiğidir.
Ben RP'li mahalli yönetimler döneminde de, rantla buluşmanın davranışları bozduğu hususuna dikkat çekmiştim. Bu AK Parti dönemi için de dikkate alınması gereken bir çizgi kaymasıdır. İktidar bozuyor, buna katılırım.
Ama, daha önce de Numan Kurtulmuş'un söylem farkı olarak yazdım, o mutlak redler yerine, artıları ve Saadet'in tamamlayacağı eksileri birlikte işaret etmekteydi.
Bu noktadan baktığımda, Bekaroğlu'nun söylemini çok keskin bulduğumu ve bunu faydalı görmediğimi belirtmek istiyorum.