27 Aralık 2019 19:12
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ve eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın parti oluşumlarını AKP açısından "tehdit değil demokrasinin zenginliği" olarak gördüğünü söyledi.
Hüseyin Yayman, "AK Parti tekrar 2002 ruhuyla ve gerçekten kalkınmayı demokratikleşmeyi merkeze alan yeni bir başarı hikayesi, yeni bir kızıl elma, yeni bir ütopya, yeni bir Türkiye hayali sunduğu zaman, hangi oluşum kurulursa kurulsun ben bunların başarılı olamayacağını düşünüyorum" dedi.
Yayman, partisinin "kendi yarattığı sosyolojinin taleplerine" daha çok kulak vermesi gerektiğini söyledi.
Türkiye yaklaşık 1,5 yıldır "Türk tipi" de denilen başkanlık sistemi ile yönetiliyor. Ancak siyaset sahnesine yeni katılan Ahmet Davutoğlu liderliğindeki Gelecek Partisi ve partileşme konusunda son aşamaya geldiği belirtilen Ali Babacan ekibi dahil, muhalefet bloğu tarafından sistem "tek adamlık" olarak nitelendiriliyor.
Davutoğlu da Babacan da, iktidara gelmeleri halinde yapılacak ilk iş olarak, parlamenter sisteme dönmeyi vadediyorlar.
AKP'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatı doğrultusunda, sistemin uygulamadan kaynaklı bazı aksayan yönleriyle ilgili küçük düzenlemeler yapılması kararlaştırılsa da, "sistemden dönüş olmayacağı" ısrarla vurgulanıyor. Ancak bir süredir siyasi kulislerde cumhurbaşkanlığı, parti ve TBMM arasında koordinasyon sıkıntısı yaşandığı gerekçesiyle, "cumhurbaşkanı ayrı, genel başkan ayrı olmalı" görüşü de tartışılıyor.
Ayrıca yeni sistem ittifakları adeta "zorunlu" hale getirdiği için, siyasi yaşama yeni katılacak partilerle, bir sonraki seçimde geniş muhalefet bloğu karşısında Erdoğan'ın yeniden seçilmesinin riskli olacağı görüşü de seslendiriliyor.
Çözüm sürecinde "Akil İnsanlar Heyeti'nde" yer alan, "Türkiye'de Devlet Reformu ve Başkanlık Sistemi" adlı kitabın da yazarı olan AKP'nin siyaset bilimi alanında uzman isimlerinden Hüseyin Yayman çokça tartışılan başkanlık sistemi, yeni partilerin Türkiye siyasetine etkileri ve yerel seçimlerden sonra HDP'li belediyelere kayyum atanması dahil olmak üzere, gündeme ilişkin BBC Türkçe'nin sorularını yanıtladı:
'Başkanlık Türkiye'nin kurtuluşu'
Türkiye'de başkanlık sistemine geçiş çok hızlı oldu ve özellikle muhalefetten "parlamenter sisteme geri dönülmeli" sesleri yükseliyor. Haziran 2018'den bu yana uygulanan sistemin bu zamana kadarki performansı arzu ettiğiniz gibi mi? Sizce yeniden parlamenter sisteme dönülebilir mi?
Evet, Türkiye'de başkanlık sistemi 150 yıllık bir parlamenter geleneğin üzerine gelen bir sistem. Tabii ki başlangıçta birtakım sorunlar olacak, bu çok doğaldır. Zaman içinde bu problemler görülüp, çözümü noktasında adımlar atılacak.
Ama ben, geçmişte de başkanlık sistemini savunuyordum, şimdi de başkanlık sistemini savunuyorum. Şimdi başkanlık sisteminde birtakım problemler olmasına rağmen, sistemden geri dönelim, çağrıları yapılmasına rağmen, ben başkanlık sisteminin Türkiye'nin kurtuluşu olduğunu düşünüyorum.
1950 yılında çok partili hayata geçtiği andan itibaren, Türkiye'de her 10 yılda bir darbeler oldu. IMF ile uluslararası para kuruluşlarıyla sürekli borç ilişkisi oldu ve Türkiye yoğun istikrarsızlıklar yaşadı.
Örneğin, 1991 ile 2002 seçimleri arasında 11 yılda 10 hükümet kuruldu ve dağıldı. 1950'den 2018'e gelene kadar 65. hükümet kuruldu. Burada bir yoğun istikrarsızlık olduğunu görüyorsunuz. Ben Türkiye'nin başkanlık sistemiyle sorunlarını kolay çözebileceği, hem de kalkınma meselesini daha hızlı biçimde çözebileceği kanaatindeyim.
'İttifak bağımlılık ilişkisi oluşturmaz'
İstikrarsızlığa karşı başkanlık sistemini savunuyorsunuz. Ama yeni sistem de ittifakları zorunlu hale getirdi. İttifak ortağı MHP'nin AKP politikalarında çok belirleyici olduğu yorumu yapılıyor. Bu aslında biraz da "sorumsuz koalisyon ortaklığı" gibi bir sonuç doğurmuyor mu?
Parlamenter sistem içinde CHP'nin, milliyetçi tonları ağır basan İYİ Parti ile ittifak yapması ya da örtülü biçimde de olsa HDP ile ittifak yapması mümkün değildi. Başkanlık sistemi, merkez siyaseti güçlendiren ve marjinal yaklaşımları öteleyen bir anlayışı getiriyor beraberinde. Durum böyle olunca, partilerle değil, doğrudan millete gidiyorsunuz ve milletle koalisyon kuruyorsunuz. Seçim öncesinde bu tür ittifakların kurulması, bunlara bağımlılık ilişkisi oluşturmaz. Şu anki uygulamada, başkan seçildikten sonraki Erdoğan çok güçlü bir başkandır.
Recep Tayyip Erdoğan'dan sonra muhtemelen seçimler hep ikinci tura kalacaktır. Milletle kurduğu bu gönül ilişkisi onu hem 2014 cumhurbaşkanlığı hem 2018 başkanlık seçiminde çok güçlü kıldı. Ama Erdoğan'ın olmadığı siyasal denklemde, başkanlık sisteminde başkanın ilk turda seçilmesi çok zordur.
Ve ikinci tura kaldığı zaman muhtemelen yüzde 60 gibi büyük oranla seçilecektir ve yüzde 60' la seçilen başkan artık çok fazla popülist baskılara boyun eğmeden kendi yoluna devam edecektir.
Partiniz içinde de sisteme eleştiriler var, işte bürokrat bakanlar olduğu, parlamentonun devre dışı bırakıldığı gibi... Siz bu eleştirilere katılır mısınız?
Bu eleştirileri doğal karşılıyorum. Mükemmel bir sistem olduğunu kimse söylemiyor. Sonuçta insan eliyle yapılmış bir sistem, dünyada da farklı uygulamaları var. ABD deki ayrı, Fransa'daki ayrı, Türk cumhuriyetlerinde farklı bir başkanlık modeli var, her ülkenin kendi özelliklerine bağlı olarak bir uygulama ortaya çıktı. Burada Cumhurbaşkanımızın talimatıyla yeniden değerlendirme süreci başlatıldı.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay Bey bununla ilgili uzun görüşmeler yaptı. Bütün bunları çok olağan karşılıyorum. Çünkü sistem henüz 1,5 yıllık bir sistem, bu noktada uygulamaya dair problemlerin olması, zaman içinde düzelmesini hayatın olağan akışı içinde normal buluyorum. Partili cumhurbaşkanlığı çok tartışılıyor. Ama ben partili cumhurbaşkanlığını savunuyorum.
Cumhurbaşkanının partisi ile ilişkisinin kesildiği sistemde iki başlı bir yönetim ortaya çıkacak ve muhtemelen partinin genel başkanı cumhurbaşkanından farklı bir seyir izleyebilecek. Bu anlamda bu cumhurbaşkanını gücünü yitirmesine yol açacak. Geçmişte Turgut Özal'ın Mesut Yılmaz'la yaşadığı sorunlar, yine Süleyman Demirel'in Tansu Çiller'le yaşadığı sorunlar, yine AK Parti'de Ahmet Davutoğlu süreci, yani parti genel başkanının ayrı cumhurbaşkanının ayrı olduğu sistemde bir problemin olacağını ortaya koyuyor.
'ABD ile siyasi kültürümüz farklı'
Ama sonuçta bu verdiğiniz örnekler parlamenter sistem dönemine ilişkin. Örneğin ABD'de biz Demokrat ya da Cumhuriyetçilerin genel başkanını bilmiyoruz, partisiyle de bir bağlantı yok...
Bizim siyasi kültürümüz farklı, ABD'deki siyasi kültür farklı. ABD'de partilerin, ilçelerde illerde teşkilatları yok, 365 gün faaliyette bir etkinlikleri bulunmuyor. Ama Türkiye'de siyasi partilerin il, ilçe mahallede dahi temsilcilikleri var, bu bir canlı bir organizma ve sürekli toplumdan gelen talepleri değerlendiriyor.
Siyasi kültürler farklı, ABD'de başkanlık modeli ile Türkiye'deki model cumhurbaşkanlığı anlamında birbirine benziyor ama siyasi kültürlerin farklı olması bence pratiklerin de farklı olmasının temel sebeplerinden bir tanesi…
O nedenle, genel başkanın ayrı, cumhurbaşkanının ayrı olmasını doğru bulmuyorum. İki başlılığa yol açacaktır ve sistemin tekrar istikrarsızlığa gebe kalmasına yol açacaktır.
Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu'nun parti kurma girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce siyasete etkisi nasıl olacak?
Yeni oluşumlar konusunda millet karar verecek. Ama şunu biliyorum AK Parti kendisi gibi davranırsa, kendi gündemine bağlı kalırsa sorun çıkmayacağını düşünüyorum.
'Ana gövdeden ayrılan yapılar başarılı olamadı'
Yeni partiler, ittifaklarla seçime gidilen bir yapıda iktidarınıza karşı bir tehdit unsuru olur mu?
Ben tehdit unsuru olarak görmüyorum, bu demokrasinin zenginliğidir. Bunlar AK Parti'nin içinden çıkmışlardır. Zaten kendilerinin de daha özenli bir dil seçtiklerini, AK Parti içinden de daha özenli bir dille konuşulduğunu görüyoruz. Tabii ki burada önemli olan diğer oluşumlar hakkında değerlendirme yapmayı doğru bulmam. AK Parti tekrar 2002 ruhuyla ve gerçekten kalkınmayı, demokratikleşmeyi merkeze alan yeni bir başarı hikayesi, yeni bir kızıl elma, yeni bir ütopya, yeni bir Türkiye hayali sunduğu zaman, hangi oluşum kurulursa kurulsun ben bunların başarılı olamayacağını düşünüyorum.
Ben Türk siyasal hayatı hocasıyım, Türkiye'de merkez partilerden ayrılan, Adalet Partisi'nden ayrılan Demokratik Parti'nin, CHP'den ayrılan Güven Partisi'nin yine ANAP'tan ayrılan Bedreddin Dalan'ın partisinin, DYP'den ayrılan Demokrat Türkiye Partisi gibi, aslında ana gövdeden ayrılan yapıların başarılı olmadığını görüyoruz.
Önemli olan burada, ana gövdenin kendisi gibi davranması. Bizim gündemimiz parti olarak yeni oluşumlar değil, AK Parti'nin hedefleri. Önce 2023 hedefi sonra 2030. Gerçekten toplumun önüne ilk defa hedefler koyan bir liderlik bir yapısı görüyoruz.
'Taleplere kulak vermeli'
Babacan ve Davutoğlu ekibi de AKP'nin 2002 ruhundan koptuğu eleştirisi yöneltiyor. AKP kuruluş ruhuna dönebilir mi, bundan sonrasında nasıl bir yeni hikaye kuracak?
2007 de cumhuriyet mitingleri yapıldığında, ANAP-DYP birleşmesi sürecinde ve e-muhtıra, 367 krizi dahil olmak üzere "AK Parti dönemi artık bitti, sona erdi" denildi.
2008'de parti kapatma davası açıldı, yine 2012'de 7 Şubat MİT krizi, 17/25 Aralık krizi yaşandı. Bütün bunların sonucunda artık AK Parti kaybedecek deniyordu.
Niye burada? Çünkü seçmen lidere oy verir. Lideri toplumla çok sahici bir bağ kurdu ve Erdoğan, Atatürk'le birlikte Türkiye'nin en önemli iki liderinden birisi olarak anılacak.
Gerçekten Cumhuriyet fikrini milletle, milleti cumhuriyet fikriyle buluşturan güçlü bir lider. Hem siyaseti, hem kendi tabanını dönüştürdü. Bence çok önemli bir tarihi misyon üstlendi.
Sizin sorunuza tekrar gelirsem yeni bir Türkiye hayali, bunu önemli buluyorum. Bu anlamda bizim AK Parti'nin kendi eliyle yarattığı sosyolojinin siyasal taleplerine daha çok kulak vermesi gerektiğini düşünüyorum.
Bunu biraz açmanız mümkün mü?
Daha şehirli, gençlerin söylemlerine taleplerine daha fazla duyarlı ve gerçekten refah düzeyi yükselmiş yeni bir birey oluştu. Bu AK Parti döneminde oldu. Kişi başına milli gelir 3 katı arttı. Daha eğitimli, dünyayı takip eden yeni bir dönem. Bunların hepsi Erdoğan döneminde yaşandı.
Şimdi tekrar bu sosyolojinin taleplerine kulak kesilen bir söylem, bir siyasa geliştirmek lazım. Ben bunu önemli buluyorum. Türkiye'de iktidarların ömrünün 2 yıl olduğunu düşündüğümüzde, 18 yılda iktidarda olmak, 15. seçimin sonunda yüzde 52 oy almak çok çok önemlidir. Mesela CHP tarihinde ilk kez 1977 seçimlerinde Ecevit döneminde yüzde 44 oy almıştır, ANAP birinci seçimde yüzde 44 ikinci seçimde 1987'de yüzde 37 oy almıştır.
Recep Tayyip Erdoğan'ın bence liderliğinin büyüklüğü burada. Her seçimde oyunu artırarak gitmesi, Türkiye gibi yönetilmesi zor, çok farklı siyasal taleplerin olduğu bir ülkede, bütün bu siyasal talepleri karşılayarak bunların sözcüsü durumunda olmayı ben önemli buluyorum.
'AK Parti siyasetin paradigmasını değiştirdi'
Uzun iktidarlar daha baskıcı, otoriterleşmeye evriliyor eleştirisi var. Siz katılır mısınız?
Bence sorunun içinde çelişki var. Bu zaten bu demokratik oyla seçilen bir cumhurbaşkanı. Tayyip Erdoğan 18 yılın sonunda tekrar seçmenin önüne çıktığında, sandığın başına gidildiğinde, insanlar Tayyip Erdoğan'ın yönetmesini istiyorlar.
Türkiye'de ilk kez 1876 da sandık vatandaşın önüne konulmuştur ve 150 yıllık bir sandık tecrübesi vardır. Ve bu sandık tecrübesi içerisinde çok az bir dönem tartışmalı, 1946 seçimleri hariç, seçimler serbest ve özgür ortamda yapılmıştır. Son 18 yılda yapılan tüm seçimler de serbest ve özgür ortamda yapılan seçimlerdir. Ben TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesiyim. Türkiye'de tabii ki problemler var, bunu reddedecek değilim. Ama bu problemlerin çözümü konusunda iyi niyetli bir çaba var, yapılan reformlar var, ben bu anlamda bir ilerleme olduğunu düşünüyorum. Tabii ki mükemmel iyinin düşmanıdır. Hayatın olağan akışı içinde sorunlar olacaktır, siyasal iktidarların görevleri bu sorunları anayasal sistem içinde çözmektir.
Ben bugün AK Parti'nin toplum, aydınlar tarafından tam görülmese de dahi tarihe iz bırakan çok önemli işler yaptığını, sadece yol köprü yapmak anlamında değil, siyasetin paradigmasını değiştirdiğini, gerçekten insanı siyasetin öznesi haline getirmesinin ve en azından diğer partilerin de dönüşümünü sağlaması anlamında çok önemli buluyorum.
Son yerel seçimlerde ilk kez AKP büyükşehirleri kaybetti. İstanbul'da seçimler yenilendi fark daha da açıldı, siz seçim sonuçlarını nasıl okuyorsunuz?
Bunu ben net bir şekilde milletin bize uyarısı olarak görüyorum. Milletin bize, "kendine dikkat et, ben seni ulusal iktidarda istiyorum ama yerel yönetimlerde değişikliğe gideceğim. Eğer sen toparlarsan, tekrar kendini yenilersen ben seninle devam ederim" şeklinde bir uyarı verdiğini düşünüyorum.
Burada belediye başkanlıklarının el değiştirmesi dışında bir majör oy farkının oluşmadığını görüyoruz. Toplamda Cumhur İttifakı'nın AK Parti - MHP oylarının toplam oyları yine yüzde 52. 24 Haziran 2018 seçimleri ile benzer bir oy tablosu. Ama belediye başkanlıklarını sayısı anlamında bir değişiklik olduğunu görüyoruz. Ben bunun Türkiye'de demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlediğinin göstergesi olduğunu düşünüyorum.
Biraz önce sizin sorduğunuz uzun süreli iktidarlar otoriterizme yol açmıyor mu sorusunun tam cevabı 31 Mart seçimlerinde. Yani toplum istediği zaman başkanlıkta farklı, belediye başkanlığında farklı bir isim görmek istiyor. Ben bunu Türkiye'nin demokratik olgunluğu olarak görüyorum. AK Parti olarak bize de düşen, buradan gerekli sorumlulukları, dersleri çıkarıp, önümüze daha emin adımlarla ilerlemek.
Seçimlerden çıkıyoruz ama seçim hiç gündemden düşmüyor. Seçimler erkene çekilebilir mi, yoksa zamanında, yani 2023'de yapılacağını mı düşünüyorsunuz?
Ben seçimlerin 2023'te yapılacağını düşünüyorum. Çünkü Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde tam da bu seçimlerin, hadi seçim yapalım denildiğinde seçime gidilen bir durumdan, seçimlerin 5 yılda bir yapıldığı, parlamento ve cumhurbaşkanını 5 yıllığına seçildiği ve bu 5 yıl içinde de kendi vaatlerini yerine getirdiği bir düzen olması gerekiyor.
Bu sistemde parlamento seçime gitmek istediği zaman ki ben parlamentonun seçime gitmek isteyeceğini hiç sanmam. Çünkü milletvekili seçime gittiği zaman bir daha seçilip geleceği garanti olmadığı için, seçime gitme konusunda biraz tereddütlü davranacaktır. Cumhurbaşkanının seçim kararı istemesi de pek olası değildir. Çünkü zaten parlamento karşı çıktığı zaman mümkün olmayacaktır.
Diğer taraftan, cumhurbaşkanı seçim istediğinde kendi dönemini sonlandırıp, süresini kısaltmış olacaktır. Ayrıca Türk siyasal hayatına baktığımızda erken seçim isteyen liderlerin çok da istedikleri sonucu alamadıklarını ve bu anlamda erken seçim isteyen kişinin çok da umduğunu bulamayacağını siyasi tarih bize gösterdi. O nedenle seçimin 2023'de olacağını düşünüyorum.
'Keşke HDP, PKK ile arasına kırmızı çizgi çekebilse, düz ovada siyaset yapabilse...'
Siz Çözüm Süreci'nde Akil İnsanlar Heyeti'nde yer aldınız. Doğu ve Güneydoğu'da yerel seçimlerden sonra da kayyum ataması devam etti. Kürtlerin seçtikleri tarafından yönetilmesine izin verilmiyor eleştirisi var. Siz kayyum atamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim "Türkiye'nin Kürt Sorunu Hafızası" adlı kitabım var. Ben bu hafızayı çalıştım, gerçekten demokratik çözüme inanan bir insanım. Tek parti döneminde birtakım yanlış uygulamalar vardı. Bu yanlış uygulamalar sorunun kangrenleşmesine yol açtı.
Özellikle DYP-SHP hükümetinin kurulması ile beraber Demirel ve İnönü'nün Diyarbakır'a gidip, orada tarihe not düşen, "Evet Kürt sorunu vardır" yaklaşımları ve çözüm arayışları maalesef 1992'ye gelindiğinde PKK'nın 21 Mart Nevruz olaylarında Serhildan ilan etmesiyle beraber kanlı nevruzun yaşanmasına yol açtı.
Daha sonra AK Parti döneminde 2005 de Cumhurbaşkanımızın Diyarbakır'a gidip, "Bu sorun vardır, benim sorunumdur, çözeceğiz" demesi...
2010 yılında demokratik çözüm süreci başlatıldı ve hükümetin bu konuda çok kararlı tutumuna rağmen Silopi'de başlayan birtakım olaylar ve PKK'nın bu çözüm arayışına silahla karşılık vermesi, o sürecin de son bulmasına yol açtı.
2013'de, "Milli birlik kardeşlik ve çözüm süreciyle" birlikte akil insanlar heyeti çalışmaya başladı. Bu dönemde de PKK'nın paralel karakollar kurması, paralel adliyeler kurması yani kamu düzenini ihlal etmesi bu sürecin sonlanmasına yol açtı. Sürecin sonlanmasının en önemli sebebi, PKK'nın Suriye'de bir kazanım elde edeceğini sanıp, masayı devirmesiydi.
Ve bugün geldiğimiz noktada bölgede insanların PKK terörüne, şiddetine karşı çıkması ve PKK'nın hendek eylemleri sırasında gerekli desteği vermemesinin siyasal mesajının tam da bu PKK'nın çözüm masasını devirip, silahla karşılık vermesinin buna yol açtığını düşünüyorum. Kayyum meselesine gelince, 1994'te yine yerel seçimler oldu. Ve o günkü adı DEP'ti. DEP seçimleri boykot etti ve farklı bir tablo çıktı.
Geçmişte de aslında bu tür olaylar yaşandı. Keşke PKK şiddet eylemlerini sonlandırsa, HDP PKK ile arasına bir kırmızı çizgi çekebilse ve düz ovada siyaset yapsa...
Maalesef PKK'nın HDP'yi vesayeti altına almış olması, HDP'nin de bu vesayete itiraz etmemesi son tahlilde sürekli karakol baskınlarının asker korucu polislerin şehit edilmesine yol açan bir sistem var: Bence kamuoyu herşeyi gördü, burada hükümetin iyi niyetli adımlar attığını ama PKK'nın buna karşılık şiddetle terörle karşılık vermesi ve masayı devirmesi sürecin sonlanmasına yol açtı.
Daha önce Demirel ve İnönü'nün hayal kırıklığına uğraması gibi bugün de demokrasiden yana, çözümden yana olanların büyük hayal kırıklığı yaşamasına yol açtı.
© Tüm hakları saklıdır.