20 Kasım 2017 13:37
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Mahı̇r Ünal, FETÖ ile AKP iktidarı arasındaki ayrışmanın ilk olarak 2010 yılında başladığını söyleyerek, "Mesela 2009 da Cumhurbaşkanımız Davos’ta 'one munite' dedikten sonra bunlarda bir tavır değişikliği ortaya çıktı. Bunu gördük biz o zaman sonra Mavi Marmara’da onların bir söylemi oldu: 'İradeden izin alınması gerekirdi', ve ondan sonra yavaş yavaş bir ayrışma ortaya çıktı" dedi.
Star'dan Fadime Özkan'ın sorularını yanıtlayan Mahir Ünal'ın açıklaması şöyle:
AK Parti 15 yıldır iktidarda. Bu süre içinde AK Parti için rakipleri açısından seçim kazanmak hiç zor değildi. En yakın rakibiyle arasında hep yüzde 20-25 fark vardı. Ama 2019 yüzde 50 +1 zarureti nedeniyle AK Parti için ilk kez zorlu bir seçim mi olacak?
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini biz teklif ettiğimizde “birileri siz Tayyip Erdoğan için bir sistem getiriyorsunuz” dedi. Biz de onlara “hayır Tayyip Erdoğan için bir sistem getirsek mevcut sistemi değiştirmeyiz” dedik. Neden? Çünkü mevcut sistemde bizim seçim kazanmak gibi bir sıkıntımız söz konusu değil. Biz Türkiye'nin artık siyasi istikrar konusunda sorun yaşamaması için böyle bir sisteme geçmesi gerektiğine inanıyorduk. Her zaman şunu söyledik; Türkiye kazanacaksa biz kaybetmeye razıyız. Dolayısıyla bu sistem değişikliğinde seçim kazanmak oldukça zor, çünkü 50 + 1 gibi bir barajımız var artık.
Yüzde 10 barajının indirilmesi tartışması konusu ama?
Seçim barajı konuşuyorlar ama Türkiye’de seçim barajı 50 + 1 artık. 50 + 1’i almayan bir partinin seçim kazanması mümkün görünmüyor. Ama şunu da gözden uzak tutmamak gerekiyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde kendisini yenileyen güncelleyen AK Parti’nin seçim kazanmak gibi bir sorunu yok.
Tayyip Bey sıkça “bu iş eskisi gibi kolay olmayacak” diyor ama?
2014’te Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması ile birlikte siyasette bir eksen kayması yaşandı. Çünkü bizim siyasi hareketimizin lideri seçim yoluyla cumhurbaşkanı oldu. Diğer taraftan anayasal olarak siyaset ile ilişiği kesildi. Şimdi bir siyasi partinin liderinin siyaset ile ilişiğinin kesilmesi demek o siyasi hareketin kaçınılmaz olarak sorun yaşaması anlamına geliyordu. Biz 2007’de bunu konuşmaya başlamıştık zaten. 2007'de cumhurbaşkanının halk oylaması ile seçileceği kararı alındıktan sonra biz dedik ki “gelin şu sistem değişikliğini gerçekleştirelim”. Çünkü anayasada bir Cumhurbaşkanı tanımı var. Fakat bu Cumhurbaşkanı siyasi kimlik olmayacak ama halk tarafından seçilecek. Bir yerde seçim varsa orada siyaset var demektir. Siyaset varsa peki bu cumhurbaşkanının siyasetle ilişiği nasıl kesilecek? Dedik “bir sistem krizi çıkmadan sistem değişikliğini sağlayalım”. Ama maalesef 2016’ya kadar bu değişiklik gerçekleşmedi. Ne zamanki sistem değişikliği 2016’da gerçekleşti ve “cumhurbaşkanının siyaset ile ilişiği kesilir” maddesi değişti, Cumhurbaşkanımızın siyasete dönmesinin önündeki engel kaldırılınca, siyasetteki eksen kayması da ortadan kalktı. Ve Cumhurbaşkanımız siyasete genel başkan olarak tekrar döndü. Şimdi belediyelerde, teşkilatta, hükümette her alanda ciddi bir revizyona gitti. Bu revizyonun sonunda da AK Parti yeniden kendi heyecanını, kendi dinamizmini, kendi iç bütünlüğünü kazanıyor. Geçmiş üç yılda eksen kaymasından dolayı yaşanan sorunlarını hızla iyileştiriyor.
Erdoğan partisine döner dönmez eleştiriler yöneltmeye başladı. Hem tavsiyede bulundu, hedef gösterdi. Eleştirel yaklaşımın sonucunu belediyeler ve teşkilatlardaki istifalarda gördük. Veya TEOG’da yaşanan. TEOG AK Parti hükümetlerinin koyduğu bir sınav sistemiydi. Şimdi AK Parti Genel Başkanı olarak Erdoğan muhalefet ediyor. Ya da şehirlerin mimarisiyle ilgili “hatamız büyük, ben de sorumluyum” dedi. Ya da FETÖ. “Benim de hatam var, Allah affetsin” dedi. Sorum şu: Sayın Erdoğan kendi partisine muhalefet eden lider olarak mı döndü siyasete? AK Parti’de revizyon AK Parti’ye içerden muhalefet mi demek?
Recep Tayyip Erdoğan’ın çok farklı ve değişik bir liderlik tarzı var. Kendi ifadesiyle “kapının arkasındakini kapının önünde de konuşurum” demesi konuşmalarında sürekli samimiyet ve dürüstlük çağrısında bulunması. Çünkü Cumhurbaşkanımızın literatüründe samimiyet çok güçlü bir kavramdır. Samimiyet. hesapsız olmak demektir. Samimiyet kalbinde ve zihninde olanı ifade edebilme, paylaşabilme cesaretidir. Bu aynı zamanda dürüstlüktür de. Ayn Rand dürüstlüğü tanımlarken der ki “dürüstlük komşunun tavuğunu çalmamak değildir, dürüstlük insanın kalbinde ve zihninde olanı söyleyebilme cesaretidir”.
Tayyip Erdoğan’ın liderliği samimi, dürüst, cesareti merkeze alan bir liderlik ve bu yönüyle de zaten değiştiren, dönüştüren taşıyan bir liderlik bütün bunları milletinin önünde yapıyor. Yani mesele yine konuşmalarında kullandığı bir şey vardır, der ki “her şey aziz milletimizin gözünün önünde cereyan ediyor”. Yani milletten birşey kaçırmamayı, milletten bir şey saklamamayı ne kendisi ile ilgili ne de başka bir şeyle ilgili ilke haline getirilmiş bir liderliği var Cumhurbaşkanımızın. O yüzden samimidir dürüsttür cesurdur. Eğer kendisi ile ilgili bir eleştiriye inanıyorsa bunu çok rahat bir şekilde kendisi dile getirir, bunun faturasını üstlenir. Bu aynı zamanda şu anlama da gelir, geçmişte Türk siyasetinde liderler kendi kararlarının, sonuçlarının sorumluluğunu üstlenmediler. Ama Recep Tayyip Erdoğan siyasetinin ve liderliğinin en temel özelliği budur, kendi sorumluluğunu üstlenir. Kendi kararlarının sonuçlarının ortaya çıkardığı sorumluluğa da sahip çıkar. Bu çok kıymetli bir şeydir, bunu da hiç çekinmeden kamuoyunun önünde dile getirir tartışır. Bu dediğim gibi hem bir samimiyetin dürüstlüğün hem her şeyin milletin gözünün önünde cereyan etmesi gerekliliğine olan inancının da bir sonucu. Bence Tayyip Erdoğan’ın sevilmesinin ve Tayyip Erdoğan’a duyulan büyük güvenin de altında yatan bu samimiyeti dürüstlüğü ve cesareti diye düşünüyorum.
15 yıldır iktidarda olan bir partiden bahsediyoruz. Bir hâkim parti ve 15 yıl önce 3-4 yaşında olan çocuklar artık seçmen. Hem genel anlamda toplumun hem AK Parti seçmeninin olası yorgunluğunu silmek, yenilenme hissini verebilmek gibi bir fayda da umuluyor mu burada?
Bu anlamda da çok kıymetli. İktidarları yok eden temel şey rutindir. Cumhurbaşkanımız 15 yıl içerisinde hiçbir rutine teslim olmadı. Her zaman yeniliğin değişimin yanında oldu. Yeni fikirlerin yanında oldu. Recep Tayyip Erdoğan liderliğinin değişimi nasıl yönettiğini iyi incelemek gerekir. Şimdi düşünün 2002’de iktidara geldiğimizde “efendim biz şöyle bir Türkiye teslim aldık” diye hep anlatıyoruz. Ama gözden kaçırdığımız bir şey var. 2002 de evet siyasi, ekonomik, sistem olarak birçok açıdan adeta tükenmiş bir ülke ve devlet teslim aldık. Ama bir şey daha teslim aldık. Soğuk savaş sonrası dönüşüme direnen bir vesayet odağı vardı. Geçmiş kavrayışla, deneyimle mevcut sistemi korunması gerektiğine ve güvenliğin ancak böyle sağlanacağına inanan statükocu bir vesayet aklı vardı. Her türlü yeniliğe ve değişime karşı çıkan, toplumdan gelen değişim taleplerini baskılayan, bunun için 28 Şubat’ı gerçekleştirmiş bir vesayetçi akıl vardı. Ama bir de 40 yıldan beri devlete sızarak, kadrolaşarak devleti ele geçirmiş bir yapı vardı. Yani millet seçimle AK Parti’yi iktidara getirdiğinde AK Parti bir şey gördü. Bir tarafta bu sözünü ettiğim vesayet odakları bir tarafta da devlete sızmış devletin emniyetinde devletin yargısında devletin diğer kurumların da ciddi anlamda yapılanmış ama görünmeyecek kadar saklı ve çok sonra farkedilecek bir yapılanma vardı.
Bunu böylece tüm çıplaklığıyla gördünüz mü iktidara ilk geldiğinizde?
Biz önce şunu gördük. Bizim ilk çarptığımız yer neresiydi? Önce ona bakmak gerekir. Şimdi biz FETÖ’den ve diğer mağdur kesimlerden farklı olarak burada mağdur kesimleri açmak istiyorum. Devleti niye ele geçirmek ister birileri? Devlet mağduriyet üretmeye başladığı zaman birileri bu mağduriyeti sonlandırmak için devleti ele geçirmek ister. Kimisi kadrolaşır, kimisi devlete sızar ama biz gelenek olarak ne yaptık? Devlete sızmadık, kadrolaşmadık. Ne yaptık biz? Biz, siyaset yoluyla, sandık yoluyla iktidar olmak için bir çizgiyi bir yolu takip ettik. Bu süre zarfında bizi marjinalleştirmek istediler, sistem dışına itmek istediler bir sürü bir şey yaptılar ama biz ne yaptık? Israrla sistemde, demokratik meşru zeminde kalarak iktidara geldik. Yani diğerlerinden farklı, yani devletin kendisine ait olduğunu düşünen elitlerin dışında, vesayetçi elitlerin dışında ya da devletin bu mağduriyetlere son vermesi için devleti ele geçirmesi gerektiğine inanan FETÖ yapılanmasının dışında biz, milletle beraber bir yol yürüdük ve iktidara geldik. Yani çünkü devleti ele geçirmek için bir meşruiyet oluşturması gerekiyor çünkü o dönemde düşünün bu yapı askeri okul sınavlarına giriyor, askeri okul sınavlarından bu yapı atılıyor. İşte hatırlayın 90’lar- 95’ler ve bu yapı neyi kullanıyordu? Bu yapı bir dini grup görünümündeydi ve dindar insanların bu konudaki hassasiyetlerini kendisine kalkan olarak kullanıyordu. Bunu tabi bu gün daha net görüyoruz. Dolayısı ile biz geldiğimizde iki tane yapı vardı. Yani Allah aşkına şimdi bizim hafızamızla alay mı ediyorlar? Bu yapının Turgut Özal’la ilişkisini; bu yapının Mesut Yılmaz’la ilişkisini, bu yapının Süleyman Demirel’le ilişkisini, bu yapının Tansu Çiller’le ilişkisini, bu yapının 1986’da, 1997’de bütün bu süreçte emniyette nasıl yerleştiğini hatırlıyoruz. Ondan sonra askeri okullara girmek için neler yaptığını bunların hepsini biliyoruz ama burada asıl ayrım şu bence burada kıymetli olan da bu; bu yapı hangi meşruiyet zemininde bunu yapıyor? Bütün bunları devletin o dönem devleti ele geçirmiş elitlerin ürettiği mağduriyetleri sona erdirme iddiasını kendisine meşruiyet zemini yapmış. Burası önemli. Biz iktidara geldiğimizde bizimle kim savaştıysa biz onunla mücadele ettik. Bizimle kim savaştı? Bizimle savaşanlar, soğuk savaş yıllarındaki devlet aklını idari yapılanmayı ve siyasi sistemi muhafaza etmek isteyenler bizimle savaştılar. Yani mesela vesayet odakları ve statüko. Çünkü yıllarca devleti milletten korumayı kendisine görev edinmiş ve dolayısıyla milletin iktidar olmaması gerektiğine inanmış yani siyasetin bu işlere aklı ermez diye düşünmüş ve her siyaset her sandıktan çıkıp iktidar olduğunda da onu on yıl sonra darbeyle kovalamış bir gelenek vardı biz geldiğimizde.
Kamuoyunun cevabını beklediği bir konu bu. Netleştirelim isterim. AK Parti 2002’de iktidara geldiğinden itibaren eski vesayet odaklarının baskısı altında olduğunu biliyoruz. Saldırı statükodan geliyordu ama 79’dan itibaren devlet içine sızdırılan yapı da sızmaktaydı. Zaman içinde devlet içinde kıdem almaktaydılar. Siz iktidara geldiğinizde kadrolar bakımından bunları elinizin altında hazır mı buldunuz? Erdoğan’ın “Yanıldık, Allah affetsin” muhasebesini de hatırlatarak soralım, AK Parti FETÖ tarafından nasıl yanıltıldı? FETÖ ile yollar kesişti, FETÖ’nün FETÖ olduğunun ne zaman farkına varıldı?
Bakın burada öncelikle bir şeyleri netleştirerek gitmek lazım, Recep Tayyip Erdoğan samimi bir şekilde bu özeleştiriyi yaptı. Peki, diğerleri niye bu özeleştiriyi yapmıyorlar? Yani sonuçta sivil toplum örgütü görünümlü, dini bir grup görünümlü bu yapı, melek görünümünde işte hoşgörü, iyi niyet, dinler arası diyalog işte Türkçenin ve Türk dilinin dünyada yaygınlaşması için iyi niyet elçisi gibi gözüken bu yapı, herkesi kandırdı bakın herkesi kandırdı. Şimdi birileri bize diyor ki “biz sizi bu konuda uyarmıştık. 2004’de sizi uyarmıştık. Biz sizi 2010’da uyarmıştık.” Hayır, siz bizi uyarmadınız. Siz, irtica konusunda tıpkı daha önce konuşmamın başında söylediğim o soğuk savaş yıllarındaki aklı muhafaza etmek isteyen, devleti ele geçirmiş elitlerin pozisyonunu ve ayrıcalıklarını korumak isteyenlerin, iktidarlarını korumak isteyenlerin, dini dindarları ve değişim talebinde bulunanları tehdit olarak görenlerin bir diliydi bu. Bakın sadece FETÖ’ye karşı değil, fetullahçı örgüt diyorlardı o zaman, mili görüşü de ondan sonra F tipini de, diğer dini yapılanmaları da devletin laiklikten daha doğrusu şöyle bir cümle kullanıyorlardı; diyorlardı ki “laiklik için tehdit olan unsurlar. Devletin laiklik niteliğini ortadan kaldırılmasını isteyenler.” Diye bütün dindarları, bütün dini grupları aynı torbaya koyuyorlardı. Dolayısıyla burada bu yapıyla mücadele etmiyorlardı bütün dindarlarla, değişim talebinde bulunan bütün kesimlerle kavga ediyorlardı.
Peki, bu baskı sizi biraz daha FETÖ ile yan yana yürümeye doğru itti mi?
FETÖ ile yan yana yürümeye itmekten ziyade vesayet odakları ile mücadele eden bütün sivil yapılarla yani biz ne yaptık? Biz dedik ki; “bu vesayetle mücadele etmenin yolu daha çok demokratikleşme, daha çok özgürlük, daha çok şeffaflık.” dedik. Dolayısıyla devleti şeffaflaştırırken mesela biz şunu yapamazdık; eski devlet aklının yaptığı gibi insanları fişleyemezdik, insanların geçmişte olduğu gibi inançlarına bakıp, yaşam biçimlerine bakıp, yaşam tarzlarına bakıp onlarla ilgili onları andıçlayamazdık. Biz çünkü çarenin demokratikleşmek olduğunu, daha çok özgürlük olduğunu, devletin şeffaflaştırılması olduğunu, sivil toplumun daha güçlendirilmesi gerektiğini söyledik ve bunu uyguladık. Bunu yaparken sivil toplum örgütü görünümlü bu yapı da doğal olarak bizim bu demokratikleşme, özgürleşme, sivil toplumun güçlendirilmesi yolunda attığımız adımlardan faydalandı. Yani şunu yapmadık; “efendim şu adam fetullahçı, şu adam Milli Görüşçü, şu adam alevi” demedik. Burada asıl sorgulanması gererken bu iklimi oluşturanlar yani fetullahçı terör örgütü ya da F tipini onların ifadesiyle, geçmişteki ifadesiyle oluşturan temel yapı, akıl nedir diye soracak olursanız; dine ve dindarlara dönük baskı bu yapıyı ortaya çıkardı.
Eski istihbaratçılar diyorlar ki; “hükümete FETÖ’nün devleti ele geçirmeye yönelik bir yapılanma olduğunu, risk taşıdığı bilgisi sunuldu ama dikkate alınmadı”. Sunulan bilgi yeterli ya da ikna edici mi değildi?
Tam burada ayrıştırdıkları ve eksik verdikleri bilgi şu; yani o gün devleti ele geçiren elitler yargıyı da, orduyu da, MİT’i de, diğer istihbarat birimlerini de elinde tutan yapılar sadece bu yapıyı tehdit olarak görmüyorlardı. Onların tehdit algısı neydi? İrticaydı ondan sonra laiklik karşıtı yapıların odağı haline gelen yapılardı. Ya AK Parti’yi de aynı kefeye koymuyorlar mıydı? AK Parti konusunda da uyarıyorlardı. Yani bunlar bu yapıyla ilgili uyarmıyorlardı. Bunlar milli görüşle ilgili de uyarıyorlardı, AK Parti ile ilgili de uyarıyorlardı. AK Parti’yi neden kapatmak istediler? AK Partiye karşı neden “ordu göreve” çağrısı yaptılar? Ak Parti’yi laiklik karşıtı fiillerin odağı olarak neden gösterdiler? Yani bunların tek tehdit unsuru olarak bunları görmüyorlardı. Kendileri için, kendi iktidarları için, kendi vesayetleri için tehdit olarak gördükleri bütün yapılar için bu uyarıyı yapıyorlardı. AK Parti için de yapıyorlardı bunu.
Peki AK Parti ilk ne zaman fark etti? Bu yapının sivil meşru bir yapı değil bilakis AK Parti’nin meşruiyetinden, siyasi gücünden faydalanarak devleti ele geçirmeye çalışan bir ihanet şebekesi olduğunu ilk ne zaman nasıl fark edildi?
Bu yapıyla ilgili öncelikli olarak cumhurbaşkanımız çok ciddi bir mücadele verdi. 17-25 Aralıktan sonra meydanlarda bangır bangır bu yapıyla ilgili çığlık çığlığa insanları uyarırken birileri ne diyordu? Birileri diyordu ki “ya işte fazla da abartmayalım” ama 15 Temmuz’da bu yapının nasıl vahşi bir yapı olduğunu, nasıl gözü dönmüş bir yapı olduğunu gördük. Yani hiç kimse, hiçbir akıl bu yapının uçakları ele geçirip meclisi bombalayacağını, helikopterlerden sivil halkın üzerine ateş açacağını yani hiçbir tahayyül, hiçbir tasavvur bunu düşünemezdi öncelikle bunu doğru koyalım. Peki, biz bunlarla ilgili ilk ne zaman fark ettik? 7 Şubat 2012’de MİT tırları. Öncesinde ne vardı? Cumhurbaşkanı’mızın Davos’taki çıkışı. Bir söylem analizi çalışması yaptık. Yani geriye dönük kim hangi olayda ne demiş. Mesela 2009 da Cumhurbaşkanımız Davos’ta “one munite” dedikten sonra bunlarda bir tavır değişikliği ortaya çıktı. Bunu gördük biz o zaman sonra Mavi Marmara’da onların bir söylemi oldu: “İradeden izin alınması gerekirdi”, ve ondan sonra yavaş yavaş bir ayrışma ortaya çıktı. Bunların güneydeki çok sevdiği ülke olarak geçen ülke ile bir irtibatının olduğu ortaya çıktı. O ülkeyle Türkiye’nin arasında oluşan krizlerde o ülkenin yanında durduklarını gördük.
Aslında daha da önce 2010 referandumunda HSYK’yı ele geçirmek için girişimlerde bulundular?
Orada çok stratejik bir oyun oynadılar, mesela bunların HSYK’yı ele geçirmelerine engel olacak şey 12 bin 500 hakim ve savcının her birinin bir adaya oy kullanmasıydı bizim teklifimiz bunlar da ısrarla çarşaf liste diyorlardı bakın bu nokta çok kritik. CHP bunların teklifini anayasa mahkemesine götürdü ve anayasa mahkemesinden çarşaf liste kararı çıkarttılar.
AK Parti'nin dâhili yok yani?
Bu Kemal Kılıçdaroğlu’nun kaset operasyonu ile birlikte genel başkan olmasından sonraki ilk icraatıdır. Yani anayasa mahkemesine gittiler biz sonradan da görüyoruz ki mahkeme zaten bunların etkisinde ve çarşaf liste üzerinden HSYK da istedikleri sonucu aldılar. Daha sonra ise Yargıtay’da istedikleri sonucu aldılar.
Şunu anlamak istiyorum; AK Parti “bir dakika, bu cemaat görünümlü yapı bizim gücümüzü kullanarak bize rağmen bir şey yapıyor” idrakini ilk HSYK olayında mı yaşadı?
Bu kademe kademe bir şeydir. Önce diyorsunuz ki Davos’ta ‘one munite’ den dolayı bütün ümmet Erdoğan’ı alkışlarken bunlar burun kıvırıyor. Burada bir tuhaflık var diyorsunuz sonra Mavi Marmara’da yine bütün ümmet tek yumruk olmuş İsrail’in yaptığı katilama karşı tek bir yürekken gbütün coğrafya bunlar diyor ki bir dakika burada “iradeden izin alınmalıydı” diyorlar. Sonra bakıyorsunuz çarşaf listeyi savunuyorlar ve CHP üzerinden anayasa mahkemesine götürüyorlar. Sonra dershane konusunu gündeme getirdikçe biz onlar farklı bir dil kullanmaya başlıyorlar. Siz istihbaratı tek bir havuzda toplamak istiyorsunuz, istihbaratın dış güçlerden özellikle Mossad etkisinden istihbaratı temizlemek istediğinizde bunlar MİT’e ve Hakan Fidan’a saldırmaya başlıyorlar. Ve Hakan Fidan’a hamle yapıyorlar bu hamle yapıldığında biz bu hamlenin direk başbakanımıza olduğunu gördük yani Erdoğan’a. Bu çok net ve açıktı. 7 Şubat 2012 ve 17-25 Aralık 2013 ve tabi öncesinde dershane olayı var. Dershane olayında bunların attıkları manşetler var ve o zaman bir şey görüyorsunuz mesela dershane olayında kim bunların yanında durmuş diye bakıyorsunuz CHP yanlarında durmuş. O dönemde Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı açıklamalarda elinizde hiç bir delil yokken bunları neye dayanarak suç örgütü olduğunu söyleyebiliyorsunuz, diyor. Şimdi aynı Kemal Kılıçdaroğlu bize diyor ki: “o zaman bunlara karşı niye gereğini yapmadınız? 2004-2010 yılları arasında ortada hiç bir delil yokken bunlara karşı ne yapabilirsin? Kaldı ki 17-25 Aralık gibi bir olay gerçekleşmiş ve bunların yargıyı ele geçirdikleri ortaya çıkmış. Nereden ortaya çıkmış kumpası düzenleyen kolluk paralel, savcı paralel, 18 Aralık’ta benim mecliste yaptığım bir konuşmadır bu bir gün sonra. Hakim paralel CHP’lilere sordum: “insaf edin kolluğu yargısı savcısı medyası paralel olan bu yapının yaptığının darbe olmadığını nasıl söyleriz?” Meselenin hukuki boyutu ayrı burada bir suç var mı yok mu bakalım. Savcısı hakimi medyası paralel olan bir yapıda burada suç var mı diye bakamayız.
Parti içinde ne tür tartışmalar oldu? Partinin kendi yetkili kurumları bir araya geldiğinde FETÖ ile ilgili ne tür konuşmalar yapılıyordu? 2010 HSYK oyununu gördükten sonra FETÖ’ye karşı ortak karar alınamadı mı, bu süreçte partiden kimi isimlerin konuşmaları ya da Pennsylvania ziyaretleri oldu, bu idrak önceden olmuşsa taktik miydi bu adımlar?
7 Şubat 2012’den sonra bu yapı hamle yapıp başaramayıp geri çekilince bunu inkâr ettiler. MİT hamlelerinden olmadı, bu tamamen savcını inisiyatifi diyerek geri çekildiler.
Ergenekon, Balyoz davaları görülürken Erdoğan bu yapının yaptıklarına karşı tavırlıydı, İlker Başbuğ tutuklandığında yüz ifadesini hiç unutmuyorum.
Düşünülenin aksine Cumhurbaşkanımız her zaman hukuka, kuvvetler ayrılığına hep saygı duydu, yargıya müdahale etmedi ama halka zaman zaman burada bir yanlış olduğunu da söyledi. Daha sonra kumpas ortaya çıktı ama birileri sanki 27 Mayıs, 12 Eylül, 12 Mart, 28 Şubat yaşanmamış gibi bir algı oluşturuyor. Biz kumpastan şunu kastediyoruz: Türkiye’nin darbelerle hesaplaşma imkânını darbe davalarını sulandırılarak bir kumpasa dönüştürdü Fetöcüler. Maalesef bu davalar adil yargılamadan çıkıp kumpasa dönüştü, bizim kastettiğimiz bu. Biz 17-25 Aralık’tan sonra çok net bir şekilde mücadeleye başladık. Bunun bir paralel devlet yapılanması olduğunu söyledik ve devlette Milli Güvenlik Kurulu kararıyla bunu tescil etti ondan sonra biz teşkilatta belediyede teşkilatlarımızda ve bunların hepsinde ince ince temizlik yaptık 2013’den sonra.
Yok, burada net bir şey var ben Kahramanmaraşlıyım. Ben orada kim kimdir herkesi biliyorum yani herkes kendi ilinde bunları tek tek tanıyor zaten bunlar gizli değil zaten İş dünyasında Tuskon zaten belli, eğitimde, yargıda zaten hepsi ortadaydı. Darbe ile ordudakilerde, bylock ile bürokrasidekilerde deşifre oldu bizim onları tanımama diye bir sıkıntımız yok. Millet bu konuda rahat olsun onlar gerektiği şekilde yargılanıyor burada sorun şu ana muhalefet bir kaset operasyonuyla başa gelen devlete karşı yapılan tüm oyunlara alet olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptıkları bence iyi incelenmeli. Bize diyor ki siz şöyleydiniz böyleydiniz kardeşim geç bunları 17-25 Aralıktan önce ne olduğunu geç sen 17-25 aralıktan sonra bunların paralel devlet yapılanması ortaya çıktıktan sonra kim ne yapmış ona bak. Kim kalkan olmuş kim sözcüleri olmuş kim perdelemiş kim bunlarla alakalı davaları uluslararasında itibarsızlaştırmak için çalışmış, bir propaganda üretmiş asıl buraya bakalım asıl mesele burada.
AK Parti’deki revizyona dönelim. AK Parti kendini 2019 için hazırlarken haliyle teşkilatlara da eleştiriler oldu işte istifa süreçleri yaşandı vesaire ve bir metal yorgunluktan bahsedildi, başka tür eleştiriler oldu yeniden onu arındırmak, yeniden yapılandırmak için. Bu anlaşılıyor elbette ama teşkilatlar bir anlamda zan altında kaldı mı? Teşkilatların psikolojisi ne? Parti’nin tabanı ve teşkilatları, yukarıdan gelen bu değişim basıncına nasıl tepki veriyor?
Bu değişim basıncı yukarıdan gelmedi, aşağıdan geldi. Çünkü 16 Nisan öncesinde çok ciddi bir değişim talebi vardı zaten. Yani bütün toplum kesimlerinden, Ak Parti’nin yerel yönetimlerine, teşkilatlarına dönük o üç yıllık eksen kayması döneminde liderin siyasi hareketin liderinin, siyasi hareketin başında olmadığı dönemde oluşmuş bazı sapmalar vardı. Bu sapmalarla ilgili zaten tabandan gelen bir talep vardı. 16 Nisan’dan sonra da Genel Başkan olduğu andan itibaren Tayyip Bey, aşağıdan gelen talepleri zaten karşıladı. Bakın! Burada yapılanların özellikle Belediyeler ile ilgili yapılanların demokratik olduğunu nerden biliyoruz: 1- Gelen taleplere dönük, 2-Keyfi olmaması, 3-Yüksek bir siyasi risk alınarak bunların yapılmış olması, 4-Bir toplumsal talebi karşılayacak demokratik bir mekanizma yoksa o talebin karşılanmasına biz antidemokratik diyemeyiz. Bu konuda bir demokratik mekanizma oluşturulmalıdır deriz. Şimdi bir şey daha gördük, bu konuda belli demokratik mekanizmalar oluşması gerekiyor. O yüzden AK Parti bu geçtiğimiz zaman zarfı içerisinde bu yenilikleri yaptı. AK Parti’nin bakın bir şey söyleyeyim AK Parti’nin en önemli özelliği, değişimi yönetebilmesidir. Biz değişimi yönetirken dört şeye bakarız: Korunması gerekenler neler? Değiştirilmesi gerekenler neler? Tamamen yıkılması gerekenler neler? Yeniden yapılması gerekenler neler? Bu dört şey bizim için önemli. Biz neyi koruruz: Biz değerlerimizi, ilkelerimizi yani bunlar korunması gerekenlerdir değerler, ilkeler, inançlar bunlar korunması gerekenlerdir. Değiştirilmesi gerekenler nedir? Bakış açımız, meseleyi kavrayış biçimimiz, sorun çözme yöntemlerimiz bunlar değiştirilmesi gerekenlerdir. Yıkılması gerekenler nelerdir? Zaman içerisinde kullanılmış, bir yöntem olarak kullanılmış ama artık sorun çözme açısından özelliği kalmamış şeyler bunları artık tamamen ortadan kaldırmanız gerekir. Yeniden yapılması gereken nedir? Az önce söylediğim gibi yeni bir toplumsal talep vardır bu toplumsal talebi karşılayacak yeni bir demokratik mekanizma inşa etmeniz gerekir. Şimdi bu dört şeyi yaparak biz ciddi anlamda zaten değişim yönetimini gerçekleştiriyoruz. Tayyip Erdoğan’ın da yaptığı bu!
AK Parti ile MHP 2019 için stratejik ortak mı? Şimdi 16 Nisan’da, 15 Temmuz sonrasında hep birlikte hareket etti iki parti. 2019’a giderken de Bahçeli’nin son “Birlikte hareket edeceğiz” açıklaması ve yüzde 50 barajını hatırlatması AK Parti’yi ortaklığa doğru mu itiyor?
Şimdi burada meseleyi iki açıdan ele almak lazım. Bir: Sayın Devlet Bahçeli devletin bekası söz konusu olduğunda her zaman seçilmiş meşru hükûmetin yanında yer aldı. Çünkü seçilmiş meşru hükûmeti kıymetli yapan nedir, millet tarafından seçilmiş olmasıdır. O yüzden bir güvenlik, bir siyaset üstü mesele, devletin bekası bunlar söz konusu olduğunda zaten çok tutarlı bir şekilde Sayın Devlet Bahçeli seçilmiş meşru hükûmetin yanında yer alır.
Olması gereken de budur. Bütün dünyada da böyledir. Ve 15 Temmuz’dan sonra da zaten bütün yerli ve milli unsurlar Cumhurbaşkanı’mızın sık sık sözünü ettiği: Tek Millet! Tek Bayrak! Tek Vatan! Tek Devlet! Bu üst başlıkta zaten bir ittifak halindeler. Ve biz de hep şunu söylüyoruz diyoruz ki biz: millet, bayrak, vatan, devlet bu dört konuda hassasiyeti olan herkesle siyaset üstü bir ittifakımız var, zaten müttefikiz. Bu ayrı bir konudur. Şimdi seçim ittifakları seçime giderken yani işin hukuki ve teknik kısmı olur, olmaz bunlar tamamen Partilerin yetkili organlarının, kurullarının istişareleri sonucunda vereceği kararlar. Yani Sayın Devlet Bahçeli’nin orada kastettiği temel şey dün sergilediği duruşu ve tutarlılığı bugün de sergilemeye devam ediyor olduğunun altını çizdi sadece. Bu konuda da her zaman hassasiyetini biz Sayın Devlet Bahçeli’nin takdirle karşıladık ve Atatürkçü olduğunu öyleyen Cumhuriyet Halk Partisi’nin de bir milli siyaset, Atatürk’ün çünkü 1929’da dile getirdiği ve altını çizdiği milli siyaset anlayışının bugün CHP’de olmadığını biz net olarak görüyoruz. Yani CHP’de bir milli siyaset anlayışı yok. Yani düşünün Cumhuriyet Halk Partisi’nin yaptığı tek bir şey var, bir bakıyorsunuz PYD ile beraber bir bakıyorsunuz PKK ile beraber bir bakıyorsunuz DHKPC ile beraber, bir bakıyorsunuz işte Türkiye aleyhine açıklama yapan bir yabancı devletin Dış İşleri Bakanı ile beraber. Şimdi ne yaptılar HDP ile ittifak halinde CHP ne yaptı? Israrla Türkiye’yi DAEŞ’in yanına itmeye çalıştılar değil mi? Ve üstelik DAEŞ’i bir terör örgütü olarak 2013 bizim açıklamamıza rağmen. Çünkü bunlara birileri diyordu ki; siz ısrarla Türkiye’yi DAEŞ’e destek olmakla suçlayın. Bunlar ne yaptılar? FETÖ, PKK, CHP, HDP bunlar ne yaptılar? Israrla tekrar tekrar hiç kimseyi dinlemeden Türkiye IŞİD’e destek oluyor, Türkiye DAEŞ’e destek oluyor bunu sürekli tekrar ettiler değil mi? Peki şimdi DAEŞ’in ve PYD’nin aslında iki ortak kardeş olduğu ortaya çıktı. Peki, bunlarda bir utanma var mı? Yok, maskeleri düştü mü düştü. CHP Genel Başkan Yardımcısı açıklama yaptı “PYD’de CHP ve HDP gibi bir meşru partidir” diye. Kemal Kılıçdaroğlu PYD’nin meşruiyeti ile ilgili bir sürü açıklama yaptı PYD’lerinin DAEŞ ile ortak olduğu ortaya çıktı. Bunlar o kadar samimiyetsiz ve dürüst değiller ki bir kere olsun çıkıp ta şu konuda biz yanlış yaptık dediler mi? Bir kere olsun öz eleştiri yaptılar mı?
Demirtaş, tutuklanmasının nedeninin AK Parti ve MHP ittifakını bir zemin oluşturmak olduğunu iddia ediyor? Cevabınız?
Demirtaş diye bir aktör sadece Türkiye’de yaşar. HDP diye bir siyasi parti sadece Türkiye’de olur. Bunu şu anlamda söylüyorum: Şimdi İspanya’da Katalan bölgesindeki Katalanlar bir referandum yaptılar sonuçları ne oldu? Bakın! Sadece referandum yaptılar. Katalan lider tutuklandı, Bakanlar tutuklandı. Kimse ağzını açıp da bir şey söyledi mi? Türkiye’de terör örgütüyle birlikte hareket eden, terör örgütü ile iltisaklı olduğu bilinen, terör örgütünün verdiği talimatları yerine getiren, terör örgütünün söylediği her sözü tekrar eden, terö örgütünün her türlü talimatını yerine getiren, kendisine dair bir siyaseti ve iradesi olmayan bir yapı var. Bunlar özgürlükten bahsediyorlar, barıştan, demokrasiden bahsediyorlar; yıldızları çocukların üstüne örtü yapıyorlar, Çocukları dağa çıkaran sizsiniz, çocukları katleden sizsiniz, insanlar sizin gibi düşünmediği için bölgedeki insanları katleden sizsiniz her türlü faşist, baskıcı, tek tipçi uygulama size ait. Kan sizde! Silah sizde! Ölüm sizde! El yapımı patlayıcılar sizde! İnsanların hayatını cehenneme çeviren sizsiniz ve bir de utanmadan kalkıp demokratik siyasetin bir aktörmüşsünüz gibi konuşuyorsunuz! Siz dünyanın başka bir ülkesinde olsanız bunları yapabilirmisiniz.Almanya da yapın bakalım ne oluyor?
Seçim barajı mevzuu siyasetin gündeminde. CHP yüzde üç diyor, Bahçeli indirelim diyor, AK Parti ne düşünüyor?
Şu anda seçim barajı konusu bizim gündemimizde yok. Yani şu anda biz seçim barajı konusu AK Parti olarak gündemimize almadık şu anda bizim gündemimizde yok. Sözcü olarak bu benim karar vereceğim bir konu değil. Önümüzdeki süreçte partinin yetkili organlarında konuşulur, tartışılır veya tartışılmaz ama şu anda gündemimizde yok.
Yani, Bahçeli’nin talebinin de şu anda sizde bir karşılığı yok?
Daha önce ben de yaptığım açıklamalarda dedim ki siyasi partilerin bu konuyu tartışmasından son derece memnunuz, bu konunun konuşulması, tartışılmasında biz bir sakınca görmüyoruz ama şu anda bizim gündemimizde olan bir konu değil.
Adı CHP’nin Cumhurbaşkanı adayları arasında geçen CHP'li İlhan Kesici, "Fetullah Gülen'in 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olduğuna dair bir şüphe var mı?" sorusuna “bilmiyorum” dedi! Yorumunuz nedir?
"Bunlar darbe girişimine karşı verilen mücadelenin itibarsızlaştırılması için "kontrollü darbe, tiyatro" gibi ifadelerin kullanmışlardı. Görüyoruz ki bu bakış açısı hala devam ediyor. 15 Temmuz gecesi verdiğimiz 250 şehit, 2 binin üzerinde gazimiz var. Şu anda, şehitlerimizin kemikleri sızlıyor. Şimdi birileri yine bazı kulaklara bir şeyler fısıldamaya başladı. Şimdi yine bazı çevreler Türkiye'ye dönük bir şeyler yapılacakmış gibi sürekli bir psikolojik harekat içerisinde. Bu da bunun bir parçası.17-25 Aralık tekrardan Amerika'da pişirilip Türkiye'ye dönük bir operasyon olacakmış, Türkiye'ye dönük yeni bazı yaptırımlar uygulanacakmış' gibi bir psikolojik harekatın parçası. Dün Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'nda Kuvay-ı Milliye güçleriyle birlikte verdiği mücadelede olduğu gibi bugün de Recep Tayyip Erdoğan dimdik, milleti temsil eden bir lider olarak aynı şekilde yerli ve milli unsurlarla ittifakını sürdürerek, yoluna devam ediyor." Bu tutum içerisinde olanlar tarihimize kara bir leke olarak geçecekler.
NATO tatbikatında skandal bir olay oldu. Değerlendirmeniz nedir?
"15 Temmuz sonrası NATO'nun FETÖ’cüleri nasıl koruduğunu biliyoruz, Aynı NATO’nun sınır güvenliğine en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemde bizi nasıl yalnız bıraktığını biliyoruz. Bunu münferit bir olay olarak görmüyorum. Öyle kuru bir özürle geçiştirilecek bir şeyde değil. Müttefiklerimiz tarafından beslenen, propagandası yapılan Türkiye ve Erdoğan düşmanlığının bir sonucu.
© Tüm hakları saklıdır.