14 Ağustos 2017 03:00
Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener gibi, Necmettin Erbakan'ın liderliğindeki Milli Görüş hareketinden ayrılan isimlerin öncülüğünde 'Erdemliler Hareketi' adıyla yola çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), bugün 16. kuruluş yıldönümünü kutluyor. Kutlamalar Sincan'daki Harikalar Diyarı’nda yapılacak. Eski Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Bülent Arınç ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun de aralarında bulunduğu birçok ismin katılımının beklendiği etkinliğe, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün katılıp katılmayacağı ise netleşmedi. Kutlama programı kapsamında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma yapması, sinevizyon gösterileri ile çeşitli etkinliklerin yer alması bekleniyor. AKP’nin kurucu kadroları dışında eski ve yeni milletvekillileri, ilçe ve il başkanları ile vatandaşlar da dahil 6 bin kişinin katılması bekleniyor.
3 Kasım 2002'de iktidara gelen ve girdiği tüm seçimlerden birinci parti olarak çıkan AKP yönetiminde geçen 15 sene, 2007 cumhurbaşkanlığı seçimi ve e-muhtıra krizi, parti kapatma davası, Balyoz ve Ergenekon davaları, 2010 referandumu, 2011 MİT krizi, Gezi Parkı protestoları, 17-25 Aralık operasyonları, 15 Temmuz darbe girişimi ve 'partili cumhurbaşkanlığı'na geçiş gibi birçok kritik siyasi, adli ve toplumsal gelişmeye sahne oldu.
AKP'nin bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'metal yorgunluğu' söylemiyle yenilenme işareti verdiği hareketin yolculuğundan satırbaşları şöyle:
16 Ocak 1998'de Refah Partisi'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasıyla Millî Görüş geleneğinden gelen siyasetçiler, Fazilet Partisi altında tekrar birleşti. Ancak değişmeyen politikalar ve değişmeyen lider kadro sebebiyle partinin halk tabanında karşılık bulamadığını düşünen Abdullah Gül liderliğindeki “Yenilikçiler”, Gelenekçiler ile Fazilet Partisi kongresinde Necmettin Erbakan'la genel başkanlık yarışına girdi. 14 Mayıs 2000 tarihinde düzenlenen kongreyi küçük bir farkla kaybeden “Yenilikçiler” artık partide toplum tabanlı bir siyaset yapılamayacağını düşünmeye başladı.
Bu dönemde Fazilet Partisi de Refah Partisi ile aynı akıbete uğrayarak 22 Haziran 2001’de kapatıldı. Hapisten çıkan Tayyip Erdoğan'ın da aralarına katılması ile kendisini "Erdemliler Hareketi" olarak tanımlayan grup yeni bir parti çalışmalarına başladı.
Milli Görüş içinden çıkan yeni hareket, AK Parti (AKP) adıyla 2001'de siyaset sahnesine girdi. AKP, 3 Kasım 2002'deki girdiği ilk genel seçimde yüzde 34,28'lik oy oranıyla birinci parti olarak çıktı ve Abdullah Gül başkanlığında 58. Cumhuriyet Hükümeti kuruldu.
TCK'nın 312. maddesinde yapılan değişiklikle Erdoğan'ın siyasi yasağının kalkmasının ardından, Erdoğan, 8 Mart 2003'te Siirt'te yapılan yenileme seçimlerinde milletvekili seçilerek TBMM'ye girdi.
Abdullah Gül başkanlığındaki 58. Hükümet, üç gün sonra, 11 Mart 2003'te istifa ettikten sonra 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, hükümeti kurma görevini Tayyip Erdoğan'a verdi. Erdoğan, 15 Mart 2003'te 59'uncu Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni kurarak, başbakanlık koltuğuna oturdu.
AKP, girdiği ilk yerel seçim olan 2004'te, yüzde 41,67'lik oy oranıyla sandıktan birinci parti çıktı ve 11'i büyükşehir olmak üzere bin 950 belediyeyi kazandı.
Erdoğan liderliğindeki AKP, 2007'deki genel seçimlerde yüzde 46,58'lik oy oranıyla ipi göğüsleyerek tek başına iktidar oldu ve Tunceli dışındaki 80 ilden milletvekili çıkarmayı başardı.
16-17 Aralık 2004'te düzenlenen Avrupa Birliği (AB) Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi Brüksel Zirvesi'nde (16-17 Aralık 2004), Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine 3 Ekim 2005'de başlanması kararı alındı.
Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün de katıldığı zirvede müzakere tarihi alan Erdoğan, gelişmeyi Ankara dönüşünde "Hamdolsun tarihi aldık, başarı halkımızın" sözleriyle yorumluyordu:
"Aydınlık yarınların çağdaş Türkiye'si için çıktığımız yolda hamdolsun, dün müzakere süreciyle ilgili tarihi 3 Ekim olarak almış bulunuyoruz. Hayırlı olsun. Sene 1963 ve sene 2004 17 Aralık. Bu geçen süre içinde bir çok gayretler oldu. Birçok liderin AB yolunda mücadelesi oldu. Aşama aşama şüphesiz bir yerlere gelindi. 59. hükümetin Başbakanı olarak, hepsine milletim adına, hükümetim adına teşekkür ediyorum.
Bu başarı sadece bizim hükümet olarak başarımız değil, milletimizin başarısıdır. Eğer sizlerin verdiği güç olmamış olsaydı, bunu başaramazdık. Siz bize güç verdiniz, siz bize inandınız. Siz bize yürüyün dediniz yürüdük. Ve inandık çalıştık hamdolsun sonunda sizlerle birlikte başardık.
Bundan sonra şüphesiz önümüzde uzun, zorlu yollar var unutmayın. Çünkü bundan sonraki çalışmalarımız her attığımız adım Türkiye'de yeni bir başarının oluşmasını temin edecektir. Bundan sonra ülkemizde demokrasi daha faklı bir şekilde güç bulacaktır. Ekonomi çok daha farklı bir şekilde performans ortaya koyacak. Türkiye çağdaş ülkeler arasındaki yerini almaya başlamıştır alacaktır.
Birliğimizi beraberliğimizi kıskananlar olabilir. Ama siz onlara hiçbir zaman yüz vermediniz, bundan sonra da vermeyeceksiniz. Biz Türkiyemize en batısından en doğusuna, en kuzeyinden en güneyine halkımızın bir ve beraber olduğu o hamuru yoğuruyoruz. O kimlik de Türkiye cumhuriyeti vatandaşlığıdır. Bölgelerimizin tamamının kalkındığı Türkiye'yi göreceksiniz.
Kıbrıs meselesini spekülasyonlar yapabilirler, yapacaklar. Bu sorumluluk öyle kolay sorumluluk değil. Bu makam öyle şımarılacak makam değil, başkalarının ayakları yerden kesilmiş olabilir, ama biz mesuliyetimizi idraki içindeyiz. Bizimle kimse bu konuda aşık atmaya kalkmasın.
Anamuhalefet partisine 2 yıllık süre içerisinde bize verdikleri destek nedeniyle teşekkür ediyorum. Sivil toplum örgütlerine teşekkür ediyorum. Türkiye basınının bizlerle beraber duydukları heyecanlı ve coşkuyu görmenizi isterdim. Bundan dolayı şahsım ve ülkem adına teşekkür ediyorum.
AB Parlamentosu üyelerine, AB'nin komisyon başkan ve üyelerine, konseyin değerli devlet başkanlarına teşekkür ediyorum.
İslam dünyasının da ciddi gayretleri oldu. Onlara da teşekkür ediyorum. Bu yolu adeta dantel örer gibi öreceğiz. Yolumuz açıktır, geleceğiniz aydınlık olsun diyorum. Türkiye asıl zorlu kavşağı dündü, bundan sonra farklı olacak.
Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanı adayımız Abdullah Gül kardeşimdir” sözleriyle tek aday olarak seçime giren Abdullah Gül, 11. cumhurbaşkanını seçmek için 27 Nisan 2007'de toplanan TBMM Genel Kurulu'nda yapılan oylamaya katılan 361 milletvekilinin 357'sinin oyunu aldı ancak ilk turda seçilmek için gerekli 367 sayısını bulamadı. Cumhuriyet Halk Partisi, 367'nin sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğu iddiasıyla Meclis'te yapılan ilk tur oylama işleminin iptal edilmesi için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi, CHP'nin yaptığı başvuruyu kabul ederek seçimi iptal etti.
Cumhurbaşkanlığı seçimi için yapılan ilk oylamanın ardından geceyarısı Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesine bir bildiri konuldu.
Türkiye’nin siyasi tarihine "e-muhtıra" olarak geçen ve dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın bizzat kaleme aldığını söylediği 27 Nisan bildirisine, AKP hükümetinden sert bir karşı açıklama geldi.
Dönemin Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Genelkurmay Başkanlığı bildirisinin "hükümete karşı bir tutum" olarak algılandığını söyledi, “Başbakanlığa bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın, herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanmasının demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez” dedi.
Anayasa Mahkemesi'nin, CHP'nin başvurusunu kabul etmesiyle ikinci tur görüşmelerde toplantı yeter sayısı bulunamadığı gerekçesiyle cumhurbaşkanı seçilemedi.
TBMM, 20 Ağustos 2007 tarihinde yeniden cumhurbaşkanını seçmek için toplandı. Seçimin 1. turunda 341, 27 Ağustos 2007'de yapılan ikinci turunda 337, 28 Ağustos 2007'de üçüncü turunda 339 oy alan Abdullah Gül Türkiye'nin 11. Cumhurbaşkanı seçildi.
Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından hazırlanan ve Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu 71 kişiye 5 yıl süreyle siyaset yasağı getirilmesi ile partinin kapatılmasını içeren iddianame, 14 Mart 2008'de Anayasa Mahkemesi'ne sunuldu. Yüksek Mahkeme, 31 Mart 2008'de iddianameyi kabul etti.
Dava 30 Temmuz 2008'de karara bağlandı. Yüksek Mahkeme, AKP’nin kapatılmamasına ancak hazine yardımının yarısının kesilmesine karar verdi. AKP’nin kapatılması istemiyle açılan davaya ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin kararını Başkan Haşim Kılıç açıkladı. Kılıç, AKP’nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği tespitiyle Anayasa’nın 69. maddesinin 6. fıkrası 2008 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 101/b maddesi gereğince temelli kapatılması istemiyle dava açıldığını ve bu davayla birlikte 61 kişinin siyasi hayattan yasaklanması talebi olduğunu hatırlattı. Kılıç, müzakereler sonucu Anayasa Mahkemesi’nin APK’nin kapatılmamasına karar verdiğini açıkladı.
Başkan Haşim Kılıç ve üyeler şöyle oy kullandı:
Haşim Kılıç Ret
Osman Paksüt Evet
Fulya Kantarcıoğlu Evet
Mehmet Erten Evet
Necmi Özder Evet
Şevket Apalak Evet
Zehra Ayla Pektaş Evet
Sacit Adalı Hazine yardımından mahrum bırakılsın
Ahmet Akyalçın Hazine yardımından mahrum bırakılsın
Serdar Özgüldür Hazine yardımından mahrum bırakılsın
Ferruh Kaleli Hazine yardımından mahrum bırakılsın
AK Parti, 2009'da yapılan yerel seçimlerde de yine en fazla oyu alarak 10 büyükşehir belediyesiyle bin 442 belediyeyi yönetme yetkisini aldı. 12 Eylül darbesinin 30'uncu yılına denk gelen ve 1982 Anayasası'nda değişiklik öngören düzenlemeye 2010'daki halk oylamasından yüzde 57,88 oranında "Evet" oyu çıktı.
Halk oylaması, 17-25 Aralık operasyonlarının ardından hükümet kanadı tarafından "Fethullahçı Terör Örgütü" (FETÖ) olarak isimlendirilen Gülen cemaatinin yargıya sızmasının önünü açtığı gerekçesiyle muhalefetin sert eleştilerine hedef oldu.
AKP, 2011 genel seçimlerinde de yüzde 49,53'lük oy oranının ardından kurulan 61.Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, çalışmalara devam etti.
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Sadrettin Sarıkaya tarafından MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın da aralarında bulunduğu istihbarat görevlilerinin KCK soruşturması kapsamında 7 Şubat 2012'de ifadeye çağrılmasıyla başlayan kriz, siyasi iktidarın olaya müdahalesiyle son buldu. Yapılan yasal değişiklikle, MİT görevlilerinin soruşturulması izni Başbakanlığa bırakıldı.
Hükümetin, Beyoğlu'ndaki Taksim Gezi Parkı'na İstanbul 6'ncı İdare Mahkemesi ve 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı olduğu halde Topçu Kışlası'nı Yayalaştırma Projesi çerçevesinde imar izni olmadan yeniden inşa etmesini engelleme eylemi olarak Gezi Parkı protestoları başladı.
27 Mayıs 2013'te iş makinelerinin parka girdiği haberinin sosyal medya aracılığıyla kısa sürede yayılması sonucunda bazı aktivistlerin parka gidip çalışmaları durdurmaya çalışmasına polis orantısız müdahalede bulundu. Bu müdahaleler ve dönemin başbakanı Erdoğan'ın inşaatın yapımında ısrarcı açıklamaları ile protestolar hükûmet karşıtı gösterilere dönüştü ve başta Ankara, İzmir gibi büyükşehirler olmak üzere Bayburt hariç Türkiye'nin tüm illerine yayıldı.
1 Haziran'da polis Taksim meydanından çekildi, protestocular Gezi parkında kamp kurdu. Kampta gönüllülerin çalıştığı kütüphane, revir, mutfak gibi tesisler kuruldu. 15 Haziran akşamındaki polis müdahalesi sonrasında Gezi kampı dağıtıldı.
Gezi Parkı protestoları sürecinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç arasındaki görüş ayrılıkları dikkat çekti.
Erdoğan'ın Kuzey Afrika gezileri için yurt dışında olduğu sırada Gül, polisin parktan çekilmesi için dönemin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ile görüştü. Gül ile Arınç'ın 4 Haziran'da yaptığı "Gezi" gündemli görüşmenin ardından, dönemin Hükümet Sözcüsü ilk günkü olaylar için özür diledi. Kulislere Erdoğan'ın haberi okuduğu tableti öfkelenerek kırdığı iddiası dahi yansıdı.
17-25 Aralık operasyonları
Dönemin İstanbul Cumhuriyet Savcısı olan ve bugün ‘FETÖ’ soruşturması kapsamında hakkında yakalama kararı çıkartılan Celal Kara tarafından 17 Aralık 2013'te bazı bakan çocukları, iş adamları ve banka genel müdürlerinin de aralarında bulunduğu kişiler hakkında açılan soruşturma, Türkiye için önemli dönüm noktalarından biri oldu.
Soruşturmanın ikinci dalgası ise 25 Aralık 2013'te dönemin İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş'ın Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ı şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırmak istemesiyle yaşandı.
2008'de başlayan Ergenekon ve 2010'da başlayan Balyoz davaları, askerlerin sivil mahkemelerde yargılandığı davalar olması nedeniyle başta Tayyip Erdoğan olmak üzere dönemin hükümet yetkilileri tarafından övgüyle karşılandı. Aralarında emekli generallerin de bulunduğu askerler, gazeteciler, işadamları ve akademisyenlere yönelik yoğun gözaltıların yaşandığı 2008’de konuşan Deniz Baykal, “Sanki bu davanın savcısı Başbakan. Eğer bu davanın savcısı Başbakan’sa avukatı ana muhalefet partisi Genel Başkanı Deniz Baykal olacak” dedi, Tayyip Erdoğan, bu sözlere “Savcı millet adına vardır. İddia makamı millet adına oradadır ve biz de milletin hakkını aramanın gayreti içerisindeyiz. Eğer bu anlamda savcılıksa, evet savcıyım” diye yanıt verdi.
Bugün 'FETÖ' soruşturmaları kapsamında tutuklu ya da firari durumda olan yargı mensuplarının yürüttüğü adli süreç sonunda ağır cezalandırmalarla karşı karşıya kalan sanıkların kaderi 17-25 Aralık operasyonlarıyla değişti.
Erdoğan’ın eski Siyasi Başdanışmanı ve AK Parti Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, 17 Aralık'ta yapılan rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan sonra Star gazetesindeki köşesinde 24 Aralık'ta yayımlanan yazısında isim vermeden Gülen cemaatini hedef alan “Ellerinde nur mu var, topuz mu” başlıklı bir yazı yazdı. Yazısında Türk ordusuna kumpas kurulduğunu ileri süren Akdoğan, ''Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir. Amaca ulaşmak için her yolu mübah görenlerin nasıl hastalıklı anlayışlar ürettiğini çok iyi bilir'' dedi. Bu süreçte temyiz edilen kararlar Yargıtay tarafından bozuldu. Yeniden yargılama sürecinin sonunda davalar çöktü, sanıklar beraat etti.
İktidarının 12. yılında Erdoğan'ın genel başkanlığındaki son yerel seçime 2014'te giren AKP, yüzde 45,60 oy oranıyla 18'i büyükşehir olmak üzere, 818 belediye başkanlığını kazandı.
Erdoğan, 10 Ağustos 2014'te yapılan seçimde doğrudan halkın seçtiği ilk ve Türkiye'nin 12. Cumhurbaşkanı oldu. 14 Nisan 2014’te "Bugünkü şartlar çerçevesinde benim gelecekle ilgili bir siyaset planımın olmadığını burada paylaşmak isterim" diyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 11 Ağustos 2014’te "Benim bütün siyasi mücadelem ortada. Cumhurbaşkanlığı fiilen bitmiştir. 28 Ağustos'ta görevim bitiyor, partime geri döneceğim" diye konuştu.
Gül, "Artılarıyla eksileriyle bu 7 yıl geçti. 7 yıl içinde çok şey oldu. Ben geçmişle o kadar çok uğraşmam, geleceğe bakarım, sabırla problemlerin aşılması yönünde davrandım" dedi
Aynı gün MKYK toplantısının ardından konuşan Hüseyin Çelik, Gül’ün görevi devredeceği 28 Ağustos’tan bir gün öncesine denk gelen 27 Ağustos'ta olağanüstü kongre kararı yapılacağını açıkladı. AKP Genel Başkanlığı koltuğuna Dışişleri Bakanı ve Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu oturdu.
Başdanışmanı yazdı, Abdullah Gül'ün 12 yılı
AKP Davutoğlu'nun genel başkanlığında ilk sınavını, 7 Haziran 2015'teki genel seçimlerde verdi. Seçim sonuçlarına göre, hiçbir siyasi parti tek başına iktidar olabilmek için gerekli olan 276 sandalye sayısına ulaşamadı. 2002 yılından beri iktidarda olan AKP meclis çoğunluğunu kaybetti fakat %40,9 oy oranı ve 258 sandalye sayısı ile seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) oyların %25'i ile 132 sandalye elde etti ve ikinci parti oldu fakat oy oranı ile milletvekili sayısı 2011 genel seçimlerine göre düştü. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) oyların %16,3'si ile 80 milletvekili kazandı ve oy oranını ve sandalye sayısını bir önceki seçimlere göre %3,28 artırdı. Seçimlere ilk kez katılan Halkların Demokratik Partisi (HDP) %10 seçim barajını geçerek, aldığı %13,1 oy oranı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 80 milletvekili ile temsil edilmeye hak kazandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan hükümeti kurma görevini 10 Temmuz 2015'te birinci parti olan AKP’nin genel başkanı Ahmet Davutoğlu'na verdi. Ahmet Davutoğlu ilk ziyaretini 13 Temmuz’da CHP’ye yaptı. AKP-CHP görüşmesi 1 saat 40 dakika sürdü. AKp görüşme heyetinde Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz ve AKPİstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı'nın görüşmede olacakları açıklandı.
CHP görüşme heyetinde Genel Başkan Yardımcıları Haluk Koç, Selin Sayek Böke ve Faik Öztrak ile İstanbul Milletvekili Akif Hamzaçebi’nin görüşmede olacakları açıklandı. AKP’de Ömer Çelik’in, CHP'de ise Haluk Koç’un koordinasyonu sağlaması kararlaştırıldı. AKP heyeti 14 Temmuz’da MHP heyeti ile görüşme kararı aldı. Davutoğlu, koalisyon görüşmesinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile yapılan yaklaşık 1 saat 44 dakikalık görüşmeden sonra AKP Genel Merkezi'nde basın toplantısı düzenledi. Görüşmeye ilişkin açıklama yapan Ahmet Davutoğlu, MHP lideri Devlet Bahçeli ve MHP heyetinin gösterdikleri misafirperverlik için teşekkür etti. 15 Temmuz'da AKP heyeti son durağı olarak HDP'yi ziyaret etti. Görüşme 1 saat 58 dakika sürdü.
22 Temmuz'da ise Ömer Çelik ile Haluk Koç bir araya geldi. Yaklaşık 1 saat 37 dakika süren görüşmenin ardından Ömer Çelik çıkışta görüşmenin detaylarını basın mensupları ile paylaştı. Ahmet Davutoğlu 11 Ağustos'ta Bakanlar Kurulu toplantısından sonra CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile 4 saat 20 dakika görüştü. Görüşmenin ardından 13-14 Ağustos 2015 günü karar günü olarak açıklandı. Karar olumsuz çıktı. 17 Ağustos 2015'te AKP ve MHP heyeti bir araya geldi. Ahmet Davutoğlu ile MHP lideri Devlet Bahçeli'nin koalisyon görüşmesi yaklaşık 2.5 saat sürdü ancak sonuç alınamadı, ve 1 Kasım tarihi için erken seçim kararı alındı.
Erdoğan ile Davutoğlu arasındaki ilk çatlak 7 Haziran seçimlerine gidilirken Başbakan Davutoğlu’nun açıkladığı 'Şeffaflık Yasa Paketi’nde çıktı. Davutoğlu, mal bildirimi ve imar düzenlemelerini içeren 'Şeffaflık Paketi'ni açıklamıştı ancak bu paket Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı rahatsız etmişti. Erdoğan aynı dönemde yaptığı açıklamada paketi ‘zamansız ve gereksiz’ bulduğunu açıkladı. Bu açıklamanın ardından paket de rafa kalktı. Anlaşmazlık, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda 19 Ocak 2015’te yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında Başbakan Davutoğlu’nun yüzüne yansımıştı.
İki isim arasındaki ikinci büyük kriz MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, 7 Haziran seçimlerinde milletvekili adaylığı ile gün yüzüne çıktı. Davutoğlu’nun “Yanımda olmasını istiyorum” dediği Fidan adaylık için görevinden ayrıldı. Fakat bu durum Erdoğan’ı rahatsız etti. Erdoğan’ın “Bu istifa bilgim dışında oldu ve bunu onaylamıyorum” ifadelerinden sonra Fidan adaylıktan vazgeçip tekrar görevinin başına dönmek zorunda kaldı.
Üçüncü kriz ise 12 Eylül 2015’te yapılan 5. Büyük Kongre’de MKYK’de yer alacak isimlerle ilgili ortaya çıktı. Şekil alacak MKYK listesi, görüş ayrılığına neden olmuş, anlaşmazlık Erdoğan’ın danışmanı Binali Yıldırım’ın kongrede genel başkanlığa aday olması ihtimaline kadar gitmişti. Yıldırım için imzalar bile toplanmış, ancak mutabakat sağlandıktan sonra Davutoğlu tek aday olarak kongreye gidebilmişti.
Dışarıya yansıyan en ciddi krizlerden biri de çözüm süreciyle ilgiliydi. 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de HDP heyeti ve hükümet yetkilileri ile yapılan ortak basın toplantısı oldu. Türkiye’nin büyük bir heyecanla takip ettiği toplantıdan iki gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan “O görüntüyü tasvip etmem mümkün değil” diyerek tepki gösterdi ve ‘mutabakat’ iddialarını yalanladı.
İki isim arasındaki en derin krizlerden biri de ‘çözüm süreci’ konusundaydı. Başbakan Davutoğlu, 3 Nisan 2016’da “PKK, tüm silahlı unsurlarını Türkiye dışına çıkarıp ülke içinde tek bir silahlı unsur kalmazsa, 2013 Mayıs’ına dönülürse her şey konuşulabilir” açıklaması yaptı. Davutoğlu’nun bu sözlerinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan “Görüşülecek bir şey yok” ifadelerini kullanmıştı.
Erdoğan – Arınç krizi
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, İzleme Heyeti’nden haberdar olmadığını söyleyen Erdoğan’a bayrak açarak “Bugün yapılanlardan, yarın geleceğimiz noktadan sayın Cumhurbaşkanımızın habersiz sayılması mümkün değildir, her şeyi çok iyi bilmektedir. Sayın cumhurbaşkanımızı çok sevdiğimiz için bu konuşmaları hükümetimiz adına değil ama kendisini yıpratabilir diye düşünüyoruz" demişti.
Erdoğan da akşam saatlerinde Denizli’de STK temsilcilerine hitap ettiği yemekte, Arınç’ın sözlerine “Cumhurbaşkanı siyasetin dışında olabilir mi? Bunlar kendilerine göre konu mankeni arıyorlar, ben konu mankeni değilim” diye yanıt vermişti.
2013’te öğrenci evleri krizi çıkmıştı
İki isim arasında Kasım 2013’te de öğrenci evleriyle ilgili bir kriz yaşanmıştı.
Tayyip Erdoğan'ın Kızılcahamam'da kapalı toplantıdaki sözleri önce Zaman'da yayınlandı:
"Denizli ilinde şahit olduk. Yurtların yetersizliği beraberinde çeşitli sıkıntılar doğuruyor. Üniversite öğrencisi genç kız, erkek öğrenciyle aynı evde kalıyor. Bunun denetimi yok. Muhafazakâr demokrat yapımıza bu ters. Vali beye bunun talimatını verdik, bunun bir şekilde denetimi yapılacak."
Bu sözler özel hayata müdahale gibi değerlendirildi ve Twitter'da çok tartışıldı. Ardından Bülent Arınç'tan bir açıklama geldi. Arınç, "Düpedüz asparagas" dedi. "Böyle evlerde kalan talebelerin şu veya bu şekilde denetlenmesi söz konusu değil. Bizim böyle bir yetkimiz yok; düşüncemiz de yok."
Erdoğan’sa Zaman gazetesinde çıkan haberi teyit etti. Dedi ki: "Kız ve erkek öğrenciler aynı evlerde kalıyor. Her türlü şey olabiliyor. Ondan sonra analar babalar feryat ediyor devlet nerede diye. Devletin burada olduğunu anlatmak için bu adımlar atılmalı. Muhafazakâr demokrat bir parti olarak müdahil olmak durumundayız. Kimse bunu yaşam tarzına müdahale diye yorumlamasın."
Bunun üzerine Başbakan Yardımcısı ve Hükümet sözcüsü Bülent Arınç, öğrenci evleri konusunda Başbakan Erdoğan ile çelişkili açıklamaların ardından yaptığı konuşmada “Başbakan Erdoğan'dan açıklama bekliyorum” demişti. Erdoğan ise Arınç'ın bu sitem dolu sözleri karşısında medya önünde konuşmayacağını dile getirerek, "Bir sıkıntı varsa aramızda görüşürüz' diye tepki göstermişti.
Krizin en görünür olduğu konulardan biri de ‘Barış Bildirisi’ isimli bildiriye imza atan akademisyenlerin tutuklanması oldu. Davutoğlu ‘tutuksuz yargılamadan’ yana olduğunu açıklarken, Erdoğan, buna sert çıkmış ve “Ne demek tutuksuz, suçlularsa tutuklu yargılanacaklar” demişti.
1 Mayıs 2016’da ‘Pelikan Dosyası’ adlı bloga girilen ‘Selam olsun’başlıklı yazıya şu sözlerle başlandı: “Hocanın ekibi yeterince konuştu. Hocalarıyla beraber yeterince ortalığı karıştırdı. Biraz da biz konuşalım mı? Biraz da, REİS için canını feda edecekler konuşsun mu? Çok az kişi aslında neler olduğunu biliyor.”
Erdoğan-Davutoğlu ayrışmasının 27 maddede anlatıldığı yazının sonuç kısmında ise şöyle dendi:
“Hoca ile REİS arasındaki hikaye basit bir ihtiras hikayesi değildir. Çünkü hoca kendi ihtiraslarının peşinden koşabilmek için, REİS karşıtı, ve dolayısıyla REİS’i destekleyen halkın karşıtı kim varsa, onunla işbirliği kurma yoluna gitmiştir. Küresel güçlerin ülkemizdeki satrancında vezir görüntüsüne sahip basit bir piyon olmayı kabul etmiştir. Kavga budur. Kaybedeni de bellidir!”
İpleri koparan son olay ise Mayıs 2016’da yapılan MKYK toplantısında yaşandı. Katar ziyaretindeyken MKYK üyeleri Davutoğlu’nun teşkilatlara atama yapma yetkisini elinden alan bir metni imzaya açtı. Katar’dan dönüşünde imza krizini öğrenen Davutoğlu, MKYK’ ya girerek metne ilk imzayı attı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ters düşen Ahmet Davutoğlu, Beştepe’de 5 Mayıs’ta yapılan görüşmenin ardından parti genel başkanlığından ve başbakanlıktan istifa etti.
Davutoğlu, basın toplantısında şunları söyledi:
Siyasi tarih, karizmatik liderlerden sonra gelen kişilerin partileri erittiği bilinir. Biz her çalışmadan, seçimden alnımızın akıyla çıktık. 7 Haziran'da partililerimize seslendim. Hiçbir teşkilat mensubumuzun başını öne eğmesini istemiyorum dedim. İç sorgulamamızı yaptık, hatalarımızı gözden geçirdik. Başımızı hiçbir zaman eğmedik ve başımızı dik tuttuk. 7 Haziran'da verdiğim sözle bu ülkeyi bir dakika bir hükümetsiz bırakmayız demiştik. Gerçekten de öyle yaptık. Hiçbir kararı almakta bir dakika düşünmedik.
Sayın Cumhurbaşkanı'nın görevinden emaneti yüklendim. Başbakanlık görevini aldıktan sonra gece-gündüz çalıştım, hizmet ettim. Partimizi de aynı şekilde korudum. Hiçbir il ve ilçe başkanının atanmasında şahsi davranmadım. Partimizin geleneklerinin yaşatılmasında kurumsal yapıya bağlı kaldım, şahsi davranmadım.
22 Mayıs'ta partimizin 70. maddesine göre olağanüstü kongreye gidiyoruz. Herkesin kafasında bir soru işareti var. Neden bu kadar başarılı olup da seçim kazanırken, muhalefet partileri genel başkanları yerlerinde dururken siz neden ayrılıyorsunuz diyebilirler. Peki neden böyle bir karar aldım. Hayat insana çok şey öğretiyor. Akademik hayatta hep şu disipline bağlı kaldım. Hiçbir zaman makam ve mevki talep etmedim. Başdanışmanlık, dışişleri bakanlığı ya da diğer görevlerim için talepte bulunmadım. Olağanüstü kongrelerin olduğu her yerde mutabakatla göreve geldim. Mutabakatın olmadığı yerde aday olmam.
Son MKYK toplantısında karara ilk ben imza attım. Ancak alınan kararı hedefle bağdaştıramadım. Bir muhasebe yaptım, bütün arkadaşlarımla istişarelerde bulundum. Bunların neticesinde AKP'de bir genel başkan değişmesinin daha iyi bir sonuç oluşturacağını gördüm. MKYK'yı değiştirmektense genel başkan adaylığından çekilmeyi uygun gördüm.
22 Mayıs 2016'da düzenlenen AKP 2. Olağanüstü Kongresi'yle yeni bir bayrak değişimi daha yaşandı. Partinin kurucularından olan ve Erdoğan'a, belediye başkanlığı döneminden itibaren yol arkadaşlığı yapan Binali Yıldırım, Genel Başkanlığa seçildi ve 65. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni kurarak Başbakan oldu.
15 Temmuz gecesi, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki bir cunta yapılanmasının yaptığı darbe girişimi, Türkiye tarihinin dönüm noktaları arasında yerini aldı. 15 Temmuz, Türkiye siyasi tarihinde 12 Eylül 1980 askerî darbesinden 36 yıl sonra gerçekleştirilen ilk askerî darbe teşebbüsü olarak kayıtlara geçti.
20 Temmuz 2016 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulu'nun görüşünü alarak, Türkiye genelinde üç ay süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilân etti. OHAL, ilki 19 Ekim 2016'dan itibaren üç ay, ikincisi 19 Ocak 2017'den itibaren üç ay ve üçüncüsü 18 Nisan 2017'den itibaren üç ay olmak üzere, toplamda dokuz ay uzatıldı.
OHAL kapsamındaki ilk kanun hükmünde kararname olan 667 sayılı, 23 Temmuz tarihli KHK ile 35 özel sağlık kurum ve kuruluşu, 934 özel eğitim-öğretim kuruluşu, 109 özel öğrenci yurdu ve 15 özel yükseköğretim kurumu (üniversite) kapatıldı. Söz konusu özel kuruluşlar, “FETÖ” bağlantılı görünüyordu. Yine 667 sayılı KHK ile 104 vakıf ve bin 125 dernek hakkında kapatma kararı alındı. Bunlar da çoğunlukla yerel düzeyde “FETÖ’nün sivil toplum yapılanmaları” olarak adlandırılıyordu. Bu kararnameyle kapatılan Cihan-Sen’e bağlı 10 sendika ve Aksiyon-İş’e bağlı 9 sendika olmak toplam 19 sendika, çalışma hayatında Gülen cemaati bağlantısıyla biliniyordu.
Hemen ardından 27 Temmuz tarihli 668 sayılı KHK çerçevesinde; ulusal çaptaki CİHAN Haber Ajansı dahil olmak üzere toplam 3 haber ajansı; 3’ü ulusal, 1’i çocuk kanalı (Yumurcak TV) olmak üzere toplam 16 TV kanalı, 23 radyo kanalı, ulusal nitelikli Millet, Bugün, Meydan, Taraf, Zaman, Today’s Zaman gazeteleri dahil olmak üzere toplam 45 gazete, 15 dergi ve 29 yayınevini kapattı. Bu medya kuruluşları da aynı hareketle özdeşleşen finansal kaynaklı veya bağlantılı işadamlarına ait olmasıyla gündemdeydi.
Ancak hem STK’larla özel kuruluşlar hem de medya kuruluşlarıyla ilgili KHK’larla yanlışlıklar da yapıldığı ortaya çıktı. Örneğin Sivas’ta yerel bir TV kanalı olan SRT’nin, cemaat bağlantılı televizyon kanallarıyla isim benzerliği nedeniyle kapatıldığı ve sonradan açıldığı gözlendi. Yalnız OHAL gerekçesiyle yayınlanan KHK’larla yapılan söz konusu yasal uygulamalar nedeniyle yaşanan mağduriyetler nedeniyle “tazminat” gibi taleplerde bulunulması mümkün değil. KHK’larda belirtildiği üzere “zarar tazmini” gibi yasal süreçlerle ilgili yargı yolu kapalı.
Hükümet’in 1 Eylül’de yayımladığı 673 sayılı KHK kapsamında; 667 sayılı KHK’yla kapatılmış 53 özel eğitim-öğretim kuruluşu ve 1 özel öğrenci yurdu hakkında yeniden açılabileceklerine karar verilmesi dikkat çekti.
Hükümet, 29 Ekim tarihli 675 sayılı KHK çerçevesinde, 668 sayılı KHK ile kapatılmış 6 yerel gazete, 1 yerel TV kanalı (Sivas’taki SRT) ve 2 radyo kanalı hakkında kapatılma kararı geri aldı.
OHAL’in başlangıcında darbe girişimi nedeniyle hedef, “FETÖ” olarak vurgulanıyordu. Ancak sonrasında KHK’larda; “FETÖ terör örgütüne aidiyet ve bağlantı” ifadesinin yanı sıra “terör örgütü ilişkisi” veya “devletin milli güvenliğine tehdit” gibi geniş kapsamlı gerekçelerle kamu personeli hakkında ihraçlar, kuruluşlar hakkında kapatmalar veya öğrenciler hakkında ilişik kesme kararları alınmaya başlandı.
Medyaya ilişkin geniş kapsamlı şekilde “terörle mücadele” ifadesi kullanılması çerçevesinde, Kürt siyasi hareketiyle bağlantılı medya kuruşları hakkında kapatma kararları alındığı gözlendi. Hükümet, 675 sayılı KHK ile birlikte Dicle Haber Ajansı ve Jin Haber Ajansı, 10 gazete ve 3 dergiyi kapattı.
Ardından 22 Kasım tarihli 677 sayılı KHK kapsamında, toplumsal muhalefet kesimleriyle ilişkili sivil toplum örgütleri kapatma kararlarına dahil edildi. Bu KHK ile farklı illerdeki 375 dernek hakkında kapatılma kararı alındı.
Örneğin, Soma’daki maden faciası, Artvin’deki hidroelektrik santral projeleri gibi pek çok sosyal olayda mağdurlar adına avukatlık hizmetleri sunmasıyla dikkat çeken Çağdaş Hukukçular Derneği’nin (ÇHD) kapatıldığı görüldü. Dernek üyeleri faaliyetlerini sürdüreceğini açıklasa da, bu kapatma kararı nedeniyle ÇHD’nin internet sitesi dahi yasaklı hale getirildi.
Muhalif kesimden bir başka sivil toplum örgütü (STK) örneği, Gündem Çocuk Derneği oldu. Bu dernek, Ankara merkezli olarak Türkiye genelinde çocuk hakları çalışmaları yürütüyor, UNİCEF ile ortak projelere katılıyor ve ‘Ensar Vakfı Skandalı’ olarak kamuoyunda tepki yaratan çocuk istismarı olaylarıyla ilgili tavır alıyordu.
Bu örneklerin yanı sıra, yerel düzeyde muhalif nitelikli kadın, Kürt, Alevi gibi kesimlerle ilgili derneklerin kapatılmış olduğu kamuoyuna yansıdı.
Bu kararname gerekçesiyle ayrıca 7 yerel gazete, bir dergi ve bir yerel radyo kanalı kapatıldı.
Sonrasında 6 Ocak tarihli 679 sayılı KHK çerçevesinde de kapatma kararları geldi. bu kararname gerekçesiyle 83 dernek kapatıldı. Bununla birlikte istisnai geri alma işlemi kararları da yürürlüğe girdi. Bu kararname kapsamında; 667 sayılı KHK dolayısıyla kapatılan 6 dernek ve 677 sayılı KHK ile kapatılan İzmir’deki 1 dernek olmak üzere toplam 7 dernek hakkında yeniden açılabilecekleri hükmedildi. Yine 668 sayılı KHK ile kapatılmış 6 gazete ve 675 sayılı KHK gerekçesiyle 5 gazete olmak üzere toplam 11 yerel gazetenin yeniden açılmasına hükmedildi.
OHAL gerekçeli 23 Ocak tarihli 683 sayılı KHK kapsamında ise 2 yerel TV kanalı hakkında kapatma kararı alındı.
Son olarak 29 Nisan tarihli 689 sayılı KHK çerçevesinde, 14 dernek, 18 vakıf ve 13 özel sağlık kuruluşu kapatıldı. Yine kararname gerekçesiyle bir yerel gazete ve bir dergi hakkında kapatılma kararı verildi. Açılan dernekler arasında daha önce 667 sayılı KHK ile kapatılmış olan Ankara Girişimci Kadınlar Derneği’nin bulunduğu görüldü.
OHAL gerekçesiyle yayınlanan KHK’lar dışında yargı soruşturmalarıyla muhalif kesimlerle bağlantılı medya kuruluşlarına yönelik uygulamalar da dikkat çekti. Hükümetteki AKP’ye muhalif tutumlarıyla tanınan medya kuruluşları Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerine ilişkin farklı soruşturma dosyaları açılarak, gazeteciler tutuklandı.
Geçmişte “FETÖ” yapılanmasıyla ilgili aleyhte araştırmaları ve haberleriyle gündeme gelmiş gazeteci Ahmet Şık gibi isimler hakkında tutuklu yargılama kararları alındı. Cumhuriyet’ten Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Akın Atalay gibi gazeteciler tutuklanırken, gazete yöneticileriyle ilgili de tutuklama kararları alındı. Cumhuriyet davaısnda bu dört isim hala tutuklu bulunuyor. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin tutuklu gazeteciler listesine bakıldığında son durumda 152 gazeteci tutuklu görünüyor.
Hâla devam eden OHAL kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) kamuda 100 binden fazla kişi ihraç edildi, on binlerce kişi tutuklandı. Tutuklananlar arasında başta HDP eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere onlarca siyasetçi de hâlâ tutuklu bulunuyor.
Bahçeli'nin başkanlık çıkışı
ve 16 Nisan referandumu
11 Ekim 2016'daki grup toplantısında AKP’nin başkanlık sistemiyle ilgili teklifini Meclis’e getirmesini isteyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bu konuda Meclis’in ve Türk milletinin kararını saygıyla karşılayacaklarını söyledi.
Bahçeli “Adalet ve Kalkınma Partisi başkanlık sistemiyle ilgili inadını sürdürecekse yine karşımıza iki seçenek çıkacaktır. İlk olarak AKP, hazırda tuttuğu veya üzerinde çalıştığı bir anayasa hazırlığı varsa, mutabık kalınan daha önceki maddeleri de ihtiva etmek kaydıyla TBMM'ye getirmelidir. Milletvekilleri, ilkeleri ve inançları doğrultusunda vicdanlarının sesini dinleyerek oy kullanacaklar, bir karara varacaklardır. İkinci olarak bu anayasa değişiklik teklifi TBMM Genel Kurulunda ya 367 sınırını aşarak kanunlaşacaktır ya da 330 eşiğinin üstünde kalarak referandum yoluyla milletin kararına sunulacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin vereceği her karara saygılı ve bağlıdır” dedi.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL kapsamında çıkarılan KHK ile onlarca gazete, dergi ve televizyonun kapatılması, kamuda savunma hakkı verilmeden yapılan toplu işten çıkarmalar, 15 Temmuz’la bağlantılı toplu gözaltı ve tutuklamalar ile işkence iddiaları, AB ile ilişkileri gerginleştirdi.
Türkiye’nin evsahipliği yaptığı 3 milyon Suriye mültecinin AB’ye gitmesini engellemesi bu dönemde ilişkilerin devamını sağlayan en önemli unsurlardan biri oldu.
Ancak darbe girişimi sonrası yaşanan gelişmeler, AB ile olan ilişkileri kopma noktasına getirdi. 13 yıl önce, pankartlarla Türkiye’nin üyeliğine ‘evet” diyen Avrupalı Parlamenterler, 23 Kasım 2016'da büyük bir oy çoğunluğu ile “Türkiye ile müzakerelerin dondurulması" tavsiyesinde bulundu.
16 Nisan referandumuna, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP'nin devlet gücünü arkalarına alarak kampanya yaptığı, muhalefetin kampanya yapma şansının kısıtlandığı eleştirileriyle gidildi. Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) oy verme işleminin devam ettiği saatlerde "Mühürsüz oy pusulaları ve zarflar da geçerli sayılacak" açıklaması büyük tepki toplarken, partili cumhurbaşkanlığını öngören anayasa değişikliği yüzde 48,59 hayır oyuna karşılık yüzde 51,41 evet oyuyla kabul edildi.
Anayasa değişikliğinin hayata geçmesinin ardından 21 Mayıs'ta AKP 3. Olağanüstü Kongre'ye gitti. Erdoğan, bin 414 oy ile AKP'nin Genel Başkanı oldu. Erdoğan, 3 yıl aradan sonra ayrı kaldığı partisine resmen döndü. Erdoğan, "Bu kongremiz, yeni bir başlangıçtır. Hem parti çalışmalarımızda hem ülkemize ve milletimize yapacağımız hizmetlerde yeni bir döneme giriyoruz. Önümüzdeki aylar Türkiye'nin terörle mücadeleden ekonomiye, hak ve özgürlüklerin genişletilmesinden yatırımlara kadar her alanda adeta bir sıçrama dönemi olacaktır" dedi.
AKP'de 'temizlik harekatı'
Yeniden AKP Genel Başkanı olan Tayyip Erdoğan, parti teşkilatı içinde değişime gideceğini vurgulayrak "metal yorgunluğu" söylemini gündeme getirdi.
Erdoğan, "Önümüzdeki süreyi çok iyi değerlendirmeliyiz. Tüm bakanlarımızdan 180 günlük kısa vadeli bir eylem programı istedim. Bu yıl sonuna kadar il teşkilatlarımız, ilçe teşkilatlarımız, belde teşkilatlarımızın tamamını güncelleyeceğiz. Yeniden gözden geçireceğiz; çünkü ortada bir metal yorgunluğu var. Bunu aşmamız lazım. Onun için de çok daha dinamik ekiplerle inşallah 2019'a hazırlanmamız gerekiyor" dedi.
AKP 16. yılına parti içinde yapılacak 'temizlik harekâtı' tartışmalarıyla birlikte giriyor. Kasım 2019'da yapılması öngörülen partili cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bahar aylarında yapılacak yerel seçimlerin önemine işaret eden Erdoğan, sık sık 2019 öncesinde sık sık 'metal yorgunluğu'ndan söz ederek, yenilenmenin bu süreç öncesinde yapılacağını ifade ediyor.
© Tüm hakları saklıdır.