Yeni Akit yazarı Kenan Alpay, “Baştan beri Suriye politikasının büyük yanlışlarla dolu olduğuna inananlardanım. Şimdi bunları tamir ediyoruz, düzeltiyoruz" ifadesini kullanan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'a yönelik olarak "Suriye’ye dair konuşmalarında hep bir tutarsızlık ve kendini bu meseleden sıyırmaya dair vurgular çıkıyor karşımıza" görüşünü savundu. Alpay, "Hepimiz biliyoruz ki Suriye politikasının kurucusu da yürütücüsü de Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır, diğerleri ikincil derecede sorumlu olabilirler ancak" diye yazdı.
Kenan Alpay'ın "Laiklik Feveranı ve Suriye Yalpalamaları" başlığıyla yayımlanan (6 Ocak 2017) yazısı şöyle:
Yılbaşı gecesi Ortaköy’de gerçekleştirilen katliamı İslam’a ve Müslümanlara kesmek üzere seferber olanların sayısı hiç de az değildi. Bu seferberliğin bileşenleri “tehdit ve saldırı altında olan laik-seküler hayat tarzıdır” mottosunda ittifak ederek yeni bir dalga oluşturmak üzere epeyce gayret serf ettiler. Ancak bu ne siyasal işleyişi ne de toplumun geniş kesimlerini baskı altına almayı başaramayan tipik bir Kemalist propaganda olarak hızlıca sönümlendi.
Katliamın yaşanmasının üzerinden henüz birkaç saat geçmemişti ki ilk elde tüm önemli haber kanallarına canlı yayında bağlanan CHP Grup Başkanvekilleri Özgür Özel ve Akif Hamzaçebi ısrarla içinde “yaşam tarzını hedef alan saldırı” ifadeleri geçen cümleler kurdular. CHP Sözcüsü Selin Sayek Böke de aynı vurguyu paylaşıyordu: “Laik yaşam biçimi hedef alınmıştır.” Hatta Böke’ye göre durum daha da vahimdi; “Milyonlarca kişi yaşam biçiminde dolayı kendini tehlikede hissediyor. Belli bir yaşam tarzına sahip insanlar 14 yıldır AKP tarafından sistematik olarak ayrıştırıldı.”
Despotizmin Müseccel Temsilcileri
Medyada da benzer vurgular yapıldı. Mesela Hürriyet’ten Taha Akyol’un konu üzerine ilk yazısı döne döne “Reina’da sergilenen terörün özelliği ‘hayat tarzı katliamı’ olmasıdır!” hükmü etrafında dolaşıyordu. Akyol’a göre temel sıkıntı kaynağı İslam’ın siyasallaşması ve bir öfke ideolojisine dönüşmesiydi. Öyle ki “39 masum insan sırf yılbaşı eğlencesi yaptıkları için hunharca katledildi” cümlesini değişik versiyonlarıyla makalesinde işlendi. Cumhuriyet ve benzeri gazetelerde geçen manşet ve yorumları aktarmaya bile gerek yok çünkü nefret ve düşmanlık duygularının dışavurumundan başka bir anlam içermiyorlardı. Hatta Halkevleri üyelerinin Okmeydanı civarındaki kahvehanelerde sergilediği İslam karşıtı ajitasyon ve kara propagandayı laiklik adına girişilmiş bir taban hareketi sayanlardan birisi de yine Hürriyet’ten Murat Yetkin’di. Hem de “baharın müjdecisi bir çiçek” örneğiyle. İlginçtir Yetkin IŞİD barbarlığı vesilesiyle “Türkiye laikliği yeniden keşfediyor” sevincini son derece kesin ifadelerle paylaşıyordu.
Bu katliama dair Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalar ise Gaziantep, Ankara, Kayseri, Beşiktaş’ta gerçekleştirilen tüm saldırıların etnik veya mezhebi karakter görüntüsü arz etse de temelde ‘terör’ faaliyeti olarak değerlendirildiğiydi. Bu sebeple Ortaköy’deki eğlence mekânına yapılan saldırıyla alakalı ‘laik yaşam tarzı hedef alındı’ yönündeki söylemleri Cumhurbaşkanı Erdoğan “ölü bedenler üzerinden yapılan bir istismar” olarak vasıflandırdı. Konuya dair konuşmasında ilk vurgusu, “Kimsenin hayat biçimi sistematik bir tehdit altında değildir. Buna asla müsaade etmeyiz” idi. İkincisi ise, “Hayat biçimlerine saygı anlayışı tek yönlü değildir. Karşılıklıdır” şeklindeydi.
Bütün bir Cumhuriyet döneminde Kemalizm ve laiklik adına İslami hayatı değer ve sembolleriyle baskı altına alan, en vahşice yöntemlerle kamusal alandan tecrit eden, okullardan hastanelere değin despotik yasaklarla utanç manzaraları oluşturan şu bildiğimiz iktidar sınıflarıydı hiç sıkılmadan ve sahte gerekçelerle “baskılanan laik yaşam biçimimiz” tezviratının sahipleri. Lakin kendileri bu tip bir tuzağı hayata geçirecek kadar güçlü siyaset ve toplumda bu tuzağa düşecek kadar zayıf, aciz ve ahmak değildi, çok şükür. Zaten bu sebeple kampanyanın başlamasıyla bitmesi bir oldu diyebiliriz.
Yanlışı Kim Yaptı?
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un Suriye’ye dair konuşmalarında hep bir tutarsızlık ve kendini bu meseleden sıyırmaya dair vurgular çıkıyor karşımıza. Son olarak Hürriyet’in Ankara bürosuna yaptığı ziyarette sarf ettiği cümlelerde bu durumu görebiliyoruz. Kurtulmuş’un arka arkaya kurduğu şu üç cümleye bir bakalım önce: “Baştan beri Suriye politikasının büyük yanlışlarla dolu olduğuna inananlardanım. Tabii ki Esad rejiminin, zalimlerin yanında yer alacak değiliz. Şimdi bunları tamir ediyoruz, düzeltiyoruz.”
Suriye politikasına dair yapılan büyük yanlışların somut olarak tane tane sıralanmasını beklememiz boşuna çünkü hiçbir zaman böyle bir gerekçe duyamadık Kurtulmuş’tan. İkincisi bu yanlışları kim yaptı, sorumlular kim? Cumhurbaşkanı Erdoğan, dönemin Dışişleri Bakanı ve Başbakanı Davutoğlu, MİT Müsteşarı, Genelkurmay Başkanı vs. kimler bu işten sorumlu? Hepimiz biliyoruz ki Suriye politikasının kurucusu da yürütücüsü de Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır, diğerleri ikincil derecede sorumlu olabilirler ancak. İlaveten Türkiye’nin Suriye politikası ile Mısır, Irak, Libya politikaları da birbiriyle bağlantılıdır. AK Parti öncesi dönemde olduğu gibi Türkiye her hâlükârda despotik rejimlerin ve emperyalizmin safında durup statükoyu mu savunmalıydı? Hatırlamak gerekirse CHP, HDP, TÜSİAD ve bürokratik oligarşi zaten baştan beri bunu söylüyordu.
İşte bu sebeple Kurtulmuş’un “Tabii ki Esed rejimin, zalimlerin yanında yer alacak değiliz” cümlesi de ilk cümleyle çelişiyor ve zevahiri kurtarmaktan öteye bir anlam da taşımıyor burada. Irak’taki İran ve Amerika, Suriye’deki İran ve Rusya işgallerini görmüyormuşçasına cümleler kurmak tuhaf değil mi? Etnik ve mezhebi arındırmanın yakın vadede sıkı bir kuşatmaya dönüştüğünü anlamıyormuşçasına işgal ve katliam rejimlerini sevindirecek, onlara moral ama mazlum kardeş halklara üzüntü kaynağı olacak sözler sarf etmek bu kadar basit olmamalı.
Hemen her konuyu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleriyle izah etmek hoş değil lakin birileri bundan başka yolla ikna olmuyor. Son konuşmasında Erdoğan şunları söylüyordu: “Şayet biz bu tehditleri oralarda karşılamazsak kendi evimizde mutlu ve müreffeh yaşayamayız. Türkiye’nin güvenliği Gaziantep’te değil Halep’tedir. Bunun için bizi büyük oyunun dışına atma çabalarına rıza göstermeyeceğiz.” Türkiye’nin ama daha genelde yakın çevremizdeki Müslüman kardeşlerimizin güvenliğini Halep’in yanına Humus, Hama, İdlip, Şam, Musul, Kerkük, Bağdat vd. şehirleri de koyarak tekrar tartışmaya açabilirsiniz.
Uzadı fakat son bir hatırlatma: Sayın Kurtulmuş Suriye, Irak, ve Afganistan işgallerinde İran’ın nasıl bir rol üstlendiğini de tartışmaya açmasını bekliyoruz. İran’ın aynı süreci Türkiye için de yürürlüğe koymadığına, gerek devletler düzeyinde gerekse örgütler üzerinden bu planı işleme koymayacağına dair garantiniz mi var?