Gündem

Akif Beki: Siyasetteki hırtlaşma, toplumu otoriteye mahkûm ediyor; dilimize hakim olamasak bile...

"Hırtlaşma bizde maya tutmaz diyemez miyiz?"

16 Nisan 2017 13:12

Eski Başbakanlık Danışmanı ve Hürriyet yazarı Akif Beki, siyasetin hızla "sokak ağzı"na teslim olduğunu savunarak "Hırtlaşma, her yerde devletten geçinmeye alıştırıyor. Otoriteye bağımlı, muhtaç ve mahkûm kılıyor toplumu. Neyse ki bizde ‘devlet’ sabit ve donuk anlamına gelmiyor, oynak bir güç. Devridaim halinde el değiştiren bir şey. Onun için dilde istikrar getirmiyor" dedi. "El değiştirmelerle birlikte sırtını güce dayayanlar da yer değiştiriyor" ifadesini kullanan Beki, "Öyleyse, dilimize hâkim olmasak bile kafamızın arkasındaki bu ‘gün gelir devran döner’ tarih şuuru sayesinde hırtlaşma bizde maya tutmaz diyemez miyiz?" diye yazdı. 

Akif Beki'nin "Hırtlaştırmayan dilimiz bin yaşasın" başlığıyla yayımlanan (16 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Bir hırtlaşma, bir kabadayılık taslama salgını var. ABD’den Kuzey Kore ve Filipinler’e kadar her yere yayıldı.

Siyaset hızla ‘sokak ağzı’na teslim oluyor.

Ve kitleler, bu hırtlaşmayı harbileşme, sahicileşme diye satın alıyor. Farkında olmadan ‘budala’laştırıldıklarını anlamıyorlar.

Sokma akıl, 8 adım gidiyor

Konuşma seviyesi aşağı çekildikçe, akıl da körelip basitleşiyor. Çocukların bile kanmayacağı uydurulmuş ya da çarptırılmış gerçeklere kolayca inandırılıyor kalabalıklar.

Hatta gerçeği olandan farklı gösteren algı oyunlarıyla tercihleri yönlendiriliyor, iradeleri şekillendiriliyor.

Sonra da gerçeklikten kopup düpedüz ‘yalana hapsolma’yı seçebiliyorlar.

İllüzyonu gerçek sanmak gibi ‘deli gömlekleri’ni giymeye razı olabiliyorlar.

Otorite güçlendikçe toplumun idraki zayıflıyor

Trump’ı seçerken teröristlere ders verdiklerini... Duterte’yi desteklerken mafya haydutlarıyla kozlarını paylaştıklarını... Kim Jong Un’u alkışlarken dünyadaki bütün kötülüklerin müsebbibi ‘büyük şeytan’a kafa tuttuklarını sanıyorlar.

Kesin inançlı ama aslında neyin peşine takıldığını tam bilmeyen bilinçsiz oy makinelerine dönüştürülüyorlar.

Halbuki gerçek göründüğü gibi değil, doğru bildiklerinin içyüzü başka...

Aldatıcı görüntü, yanıltıcı propaganda

Irkçı nefret söylemleriyle terörü yeneceklerini zannederken aslında terörün ekmeğine yağ sürdüklerini akledemiyorlar.

Kanunsuzluk, kuralsızlık ve keyfi yöntemlerle mafyadan kurtulacaklarını düşünürken... Aslında devleti haydutlaştırıp mafyalaştırdıklarını kavrayamıyorlar.

Kafa tutma tavrıyla şeytanı def edeceklerine inanırken... Aslında bütün kötülükleri davet ettiklerini, belaları üstlerine çektiklerini göremiyorlar.

Hırtlaşma, aklı kıtlaştırıp fukaralaştırıyor, kabalaştırıp sefilleştiriyor.

Kolektif beyin, kin ve nefret duygularını köpürten tahrik yağmurlarında yıkanıyor. Galeyan ve dolduruşlarla da hipnotize edilip yönetiliyor.

Bilinç kaybı değil, bilinç kayması

Düşman çatlatma güdüsüyle, had bildirme coşkusuyla, kahretme hırsıyla, intikam öfkesiyle, rövanş alma motivasyonuyla hareket etmeleri isteniyor.

Ve hırtlığı kabul ettikleri ölçüde de bu sağlanıyor, bilinçleri kaydırılıyor.

Tabi oldukları kafa itirazı, sorgulanmayı, entelektüel donanımı, kültürel derinliği, gelişkin zihni ve analitik zekâyı sevmiyor.

İkna edilmeyi talep ediyor çünkü sofistike vatandaş, körü körüne inandırılamıyor.

Hırtlaştırılmış cengaverler emre taliptir, iknaya değil

Devlet erkleri, toplumdaki ikna talebini uyutmak, mümkünse ezmek ve yok etmek istiyor.

Hırtlıklarla yönetilmeyi onayladıkları ölçüde de hırtlaşıyor toplumlar.

Kaybetmek veya kazanmaya şartlandırılmış, paranoya ve korkularla güdülen emir kullarına dönüşüyorlar.

Artık sadece etrafını saran düşmandan korunmak ve onu alt etmek için oy veren, savaştan savaşa koşturulmaya amade, itaate ayarlı, kurulmuş birer militan taraftar oluyorlar.

Bizde de teşvik görüyor mu?

Otorite, hırtlığı ödüllendirerek özendirir, baş tacı eder.

Peki dünya hırtlaşırken bu salgın bize sirayet etmiyorsa aklımızı ne koruyor?

Cevabı, Türkiye Günlüğü dergisinin son sayısındaki bir makalede galiba.

Başlığı, “Devlet Kelimesi Üzerine Bir Deneme”.�Yazan Prof. Kemal Gözler. İddiası özetle şu...

‘Devlet’, kelime anlamıyla ‘tedavül eden’ yani ‘elden ele geçen şey’ demektir.

‘Devlet’ tedavül eder, Batı dillerindeki ‘state’ ise sabit kalır, değişmez ve durağandır.

Devlet, altın bir top gibi elden ele geçen nüfuz ve iktidardır.

Dil zihniyetimizde mi var, genlerimize mi sinmiş?

‘Devlet’ kelimesinin kullanıldığı toplumlarda... İtibar ve servet, çalışmaya değil, devleti ele geçirmeye bağlı.

Devletin el değiştirmesiyle, itibar ve servet de el değiştiriyor. İnsanlar da mesailerini devleti ele geçirmek veya ele geçirenlere yakın olmak için harcamaya başlıyor.

Ekonomik, bilimsel, kültürel, edebî ve sanatsal değer üretmek para etmiyor. O zaman da toplum yerinde sayıyor.

Prof. Gözler’in tezi böyle...

Aklımıza mukayyet olan 'devlet' tecrübesi

Hırtlaşma, her yerde devletten geçinmeye alıştırıyor. Otoriteye bağımlı, muhtaç ve mahkûm kılıyor toplumu.

Neyse ki bizde ‘devlet’ sabit ve donuk anlamına gelmiyor, oynak bir güç.

Devridaim halinde el değiştiren bir şey.

Onun için dilde istikrar getirmiyor. El değiştirmelerle birlikte sırtını güce dayayanlar da yer değiştiriyor.

Öyleyse... Dilimize hâkim olmasak bile... Kafamızın arkasındaki bu ‘gün gelir devran döner’ tarih şuuru sayesinde... Hırtlaşma bizde maya tutmaz diyemez miyiz?