Gündem

Akademisyen Ertan Erol: Türkiye yerine Meksika ve Uruguay’ın Venezuela’ya desteği daha anlamlı

"Seçimlere katılımın yüzde 50’nin altında kalması meşruiyet krizi yaratmaz”

27 Ocak 2019 00:33

Damla Uğantaş

Coğrafi ve diplomatik ilişkiler bakımından hiçbir zaman Türkiye’nin öncelikli gündemlerinden biri olmayan Venezuela, geçtiğimiz hafta yaşanan gelişmelerle birlikte bir anda son dakika haberlerinin konusu haline geldi. Venezuela’da yaşananlar, her ne kadar ABD Başkanı Donald Trump’ın, Ulusal Meclis Başkanı Juan Guadio’yu “geçici devlet başkanı” olarak tanıdığını açıklamasıyla bir kırılma noktasına ulaşmış olsa da ülkenin içinde bulunduğu durumu anlamak için birkaç yıl öncesine gitmemiz gerekiyor. 

Hugo Chavez, 1998 yılında seçimlerle iktidara geldiğinde petrol gelirlerini halka adil bir biçimde dağıtmayı amaçlayan sosyo-ekonomik politikaları yürürlüğe soktu. Dünyada da petrol fiyatlarının yükselmesi Venezuela ekonomisinin hızla gelişmesini ve gelir eşitsizliğinin kapatılmasında önemli adımların atılmasını sağladı. Ancak ekonomik faaliyetlerin çeşitlendirilememesi nedeniyle ekonomi petrole bağımlı olmayı sürdürdü. 2012 yılından itibaren petrol fiyatlarının gerilemeye başlaması, Venezuela’da ekonomik krizi tetikledi.

2015 yılında gerçekleşen seçimlerin, bugün yaşanan siyasi krizin ilk ayak sesleri olarak nitelendirilmesi mümkün. 6 Aralık 2015’te gerçekleşen Ulusal Meclis seçimlerinde sağcı ve liberallerden oluşan Demokratik Birlik Masası (MUD), iktidarı elinde bulunduran Maduro’nun partisi PSUV karşısında bir seçim zaferi kazandı ve parlamento çoğunluğunu ele geçirdi.

Seçimlerin ardından görev süresi dolan PSUV çoğunluklu Meclis, muhalefet çoğunluklu yeni Meclis’in göreve başlamasına günler kala olağanüstü toplanıp, Venezuela Yüksek Mahkemesine, 13 yeni üye atadı. Böylece, muhalefetin çoğunlukta olduğu Ulusal Meclis’in Yüksek Mahkeme’ye üye ataması engellendi. Yüksek Mahkeme’nin ilk kararı, 6 Aralık 2015 seçiminde 4 milletvekilinin usulsüz seçildiğine karar vermek oldu. Dört milletvekilinin milletvekilliğini düşüren mahkeme böylece muhalefetin Meclis’teki üçte iki çoğunluğunu sona erdirdi. Sağcı muhalefetin 2016’da erken seçim kararı için referandum yapılması yönünde yaptığı başvuru Yüksek Mahkeme tarafından reddedildi. Karar hali hazırda ekonomik çöküş ile boğuşan ülkedeki sokak hareketini de yükseltti. Muhalefet seçimlere gidilmesi konusunda baskısını artırırken Vatikan’ın araya girmesiyle bir diyalog başladı ancak bu süreç kısa sürede sona erdi.

29 Mart 2017 günü Yüksek Mahkeme, Ulusal Meclis’in mahkeme kararlarına uymamasını gerekçe göstererek yasama yetkilerini kendi üzerine aldı. Böylece Yüksek Mahkeme ülkenin kanun yapıcısı haline getirildi. Kararın ülkede büyük protestolara neden olması ve Chavistalardan da tepkilerin yükselmesi üzerine Yüksek Mahkeme 1 Nisan 2017 günü Meclis’in yasama yetkisini iade eden yeni bir karar aldı. Bundan tam bir ay sonra ise Devlet Başkanı Maduro, yeni bir anayasa yazılması için Kurucu Meclis oluşturulması çağrısında bulundu. 30 Temmuz’da gerçekleşen  seçimlerde Kurucu Meclis seçilerek göreve başladı. Böylece ülkede fiilen iki adet parlamento bulunur hale geldi. Kurucu Meclis, göreve başlamasının ardından 18 Ağustos’ta olağanüstü süreci gerekçe göstererek Ulusal Meclis’in yasama yetkisini kendi üzerine aldı.

2018’in en önemli gelişmesi ise şüphesiz mayıs ayında gerçekleşen Başkanlık seçimleri oldu. Mayıs 2018’de gerçekleşen seçimlerde muhalefet partilerinin boykotu nedeniyle katılım oranı yüzde 46’da kaldı. Seçimlerin ardından ABD ve pek çok Latin Amerika ülkesi Maduro’nun ikinci dönem başkanlığının meşru olmadığı yönünde açıklama yaptı. 10 Ocak 2019’da Maduro’nun yemin töreni öncesi toplanan Ulusal Meclis, Maduro’yu “yasa dışı” ilan etti.

Ardından Ulusal Meclis Başkanı Juan Guadio, 23 Ocak’ta bir açıklama yaparak Anayasa’nın 233. ve 333. maddesi uyarınca kendini geçici devlet başkanı ilan ettiğini duyurdu. Bu açıklamadan yalnızca birkaç dakika sonra bir mesaj paylaşan ABD Başkanı Donald Trump, Guadio’yu tanıdığını ilan etti. Trump “Şu an hiçbir şeyi değerlendirmiyoruz ama bütün seçenekler masada" açıklamasında bulundu. ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence Venezuela halkına yönelik “Sesinizi yükseltin” ifadesini kullandı.

ABD’nin ardından Kanada, Brezilya, Kolombiya, Arjantin, Paraguay, Şili gibi çok sayıda ülke Guadio’yu tanıdığını bildirirken, Türkiye, Rusya, Çin, Meksika, Bolivya gibi ülkeler Maduro’ya destek verdi.

Ülkelerin, Venezuela konusunda iki kampa bölünmesi krize uluslararası boyut kazandırdı. Giderek tırmanan siyasi krizde, nasıl bir tutum takınacağı tartışılan Venezuela Ordusu şimdiye kadar hükümetten yana tavır aldı.

Ertan Erol: Chavizme inananlar da tepkili

Venezuela’da yaşanan tüm bu gelişmeleri, Türkiye’nin politikasını, ve Latin Amerika’da yaşanan gelişmeleri İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi ve Latin Amerika uzmanı Dr. Ertan Erol ile konuştuk.

ABD öncülüğündeki ülkelerin Maduro’nun meşru olmadığı yönündeki söylemlerine ilişkin “Katılımın yüzde 46’da kalması çok büyük bir meşruiyet krizi yaratacak bir oran değil. Zaten Latin Amerika ülkelerinin çoğunda seçime katılım oranı hiçbir zaman Türkiye’deki gibi olmuyor” yorumunda bulunan Erol, ülkedeki duruma ilişkin “Chavizme inanan insanlar dahi Maduro idaresine karşı, ülkedeki yolsuzluğa karşı, çözülemeyen ekonomik problemlere karşı, hiper enflasyona karşı tepkililer” dedi.

Türkiye-Venezuela ilişkilerine değinen Erol, Venezuela Devlet Başkanı Maduro’nun ambargo görüntüsünü kırmaya çalıştığının altını çizdi. “Maduro’nun Başkanlık Sarayı Miraflores’ten seslenirken halka ilk söylediği ‘Türkiye Cumhurbaşkanı beni aradı ve destekliyoruz sizi dedi’ oldu. ‘Venezuela’yı destekleyen ülkeler var’görüntüsünü vermesi gerekiyor” diyen Erol, “Ama tabii Türkiye’nin desteği maddi olarak da, görüntü açısından da kısıtlıdır. Maduro’nun bölge ülkelerinden destek alması lazım. Meksika’nın Uruguay’ın desteği çok daha anlamlı aslında” değerlendirmesinde bulundu. Erol, Venezuela üzerinden yaşanan ayrışmanın Türkiye-ABD ilişkilerini etkilemeyeceğini söyledi.

Erol, Venezuela’da bundan sonra yaşanacak sürece ilişkin şunları söyledi:            

“Maduro’nun Guaido’yu tutuklatmaması şu zamana kadar veya harekete geçmemesi sağa karşı bir diyalog işareti olabilir. Masadaki seçeneklerden birisi sürecin aynen böyle devam etmesi. Ekonomik krizin derinleşmesi.Maduro’nun göreve devam etmesi. İkinci şey evet ordudan bir kopuş yaşanması ve uzayabilecek bir iç savaş durumu. Bir başka senaryo var; o da PSUV içinden ya da ordunun içinden Chavist olan yani Maduro rejimine yakın olan bir kişinin geçiş dönemine şahit olabiliriz. Birkaç gün içinde yaşananlar birinci opsiyonun yani Maduro’nun aynen bu şekil devam edeceği şeklinde.”

Ertan Erol’un T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Maduro’nun Chavez’in varisi olarak iktidara gelmesinden bu yana ülkede sürekli bir siyasi krizin yaşandığını söylemek mümkün. Yaşanan süreçte kırılma noktaları olarak hangi olayları sayarsınız?

2015 seçimleri önemli bir kırılma noktası. Eğer politik olarak bakarsak 2015 seçimlerinde muhalefetin, Ulusal Meclis’in çoğunluğunu ele geçirmesi önemli bir noktaydı. 2017’deki sokak gösterileri önemli bir dönüm noktasıydı. Aynı zamanda Maduro ile sağın arasındaki diyalog, önemli bir süreçti. Ve tabii ki 2018’de başkanlık seçimlerinin erkene alınması ve Kurucu Meclis seçimlerinin yapılması bence en önemli kırılma noktalarından biriydi.

Ekonomideki gidişatın bu kırılmaları tetiklediği bilinen bir gerçek. Burada ekonomik faktörlere nasıl bakmalıyız?

Özellikle 2012’den sonra 2013’te petrol fiyatlarının çok önemli bir biçimde yarı yarıya kadar düştüğünü görüyoruz. Petrol fiyatları düştükçe, Chavez dönemindeki sosyal programların, ekonomik programları ve çok değerlenen milli para birimi Bolivar’ı kontrol altında tutabilmek imkanını kaybetti Maduro rejimi. Maduro döneminde -diğer kronik problemler var olmakla birlikte- en büyük problem aslında petrol fiyatlarındaki düşüş oldu.

Chavez Devrimi başarısız mı oldu?

Bugün gelinen noktada “Chavez Devrimi’nin iyi yönetilemediği ya da başarısız olduğu” iddiası ne kadar doğru olur?

Bence öyle bir iddia çok doğru olmayabilir. Çünkü kıstaslarımız ne olacak? Eğer sosyo-ekonomik bir dönüşüm başarmaksa kıstaslarımızdan bir tanesi ya da ülkede marjinalize edilen, siyasetten, ekonomik yaşamdan dışarıya itilen grupların katılımıysa, bunlara petrol gelirlerinin daha sağlıklı daha eşitlikçi bir biçimde sunulmasıysa, devrim başarılı olmadı diyemeyiz.

Ama ekonomik açıdan baktığımızda mevcut kriz durumu, kıtlık durumu ya da ekonomideki çeşitlenme yani petrol merkezli bir ekonomi değil, farklı sektörleri de canlandırabilme projesi başarısız oldu. Ekonomik bir başarısızlık var ama bu ne Bolivarcı Devrim’e atfedilebilir ne de Maduro’nun kendisine, hatalarına atfedilebilir.

Çünkü dışsal faktörlerin de  değerlendirilmesi gerekiyor. Yani ABD’nin Venezuela’yı izole etmeye çalışması, bölge ülkeleriyle olan gerginlik, Kolombiya ile olan gerginlik önemli bir etken. Aynı zamanda sadece uluslararası etkenler değil, Venezuela’nın mevcut sınıfsal yapısı da önemli. Hakim oligarşinin, hakim sermaye sınıfının, geleneksel sağın kendini sürekli olarak konsolide etmeye çalıştığı ve rejimi değiştirmeye çalıştığı bir dönem. Bunların da hükümetin politikalarının dışında etkenler olarak görülmesi mümkün.

Maduro’nun hiç mi etkisi yok? Tabii ki var ama bunları değerlendirirken dışsal faktörleri göz ardı etmemek gerek.

“Seçimlere katılımın yüzde 50’nin altında kalması meşruiyet krizi yaratmaz”

Araştırmalar Maduro’ya halk desteğinin yüzde 20 seviyesine gerilediğini gösteriyor. Muhalefetin boykotunun etkisiyle 2017 yılında yapılan seçimlerde de katılım oranı yüzde 50’nin altında kaldı. Bu durum Latin Amerika ve Batı ülkelerinin "Maduro artık meşru değildir” söylemine zemin hazırladı. Bu meşruiyet tartışmasına ilişkin siz hangi noktada duruyorsunuz?

Katılımın yüzde 46’da kalması çok büyük bir meşruiyet krizi yaratacak bir oran değil. Zaten Latin Amerika ülkelerinin çoğunda seçime katılım oranı hiçbir zaman Türkiye’deki gibi olmuyor. Seçime politik katılımın bu kadar yüksek olduğu, yüzde 80 katılım oranını bulan nadir ülkelerden birisi Türkiye. Yüzde 46 çok da düşük bir oran değil ve anayasal olarak en azından bir meşruiyet problemi yaratmıyor Maduro açısından. Bir de muhalif bir lider de vardı zaten. Falcon da adaydı. O yüzden bir meşruiyet krizi yaratmıyor zaten ABD, başka ülkelerdeki katılım oranına hiçbir şekilde söz söylemediği için bu söylemin üzerine kurduğu argümanlar da çok altı boş argümanlar.

“Chavizme inanan insanlar da Maduro idaresine tepkililer”

Şunu söylemek mümkün: Maduro’ya ne kadar destek vardır bilmiyorum ama Chavizme inanan, Bolivarcı Devrim’e inanan, Bolivarcı sosyalizme inanan insanlar dahi Maduro idaresine karşı, ülkedeki yolsuzluğa karşı, çözülemeyen ekonomik problemlere karşı, hiper enflasyona karşı tepkililer. Bunun olması beklenir. Ama bu doğrudan, mevcut sağ liderlerinin destek alacağı anlamına gelmez.

“Guaido’nun en pozitif özelliklerinden birisi tanınmaması”

Şöyle yorumlar da var: Kendini başkan ilan eden Guaido’nun en pozitif özelliklerinden birisi tanınmaması. Geleneksel sağ liderlerden biri değil Guaido. Tanınmış muhalif liderlerden biri değil. 35 yaşında, genç, tanınmayan bir adam. Bu durum pozitif bir şekilde yorumlanabiliyor. Mesela bir diyalog süreci başlarsa Guaido önemli liderlerden biri haline gelebilir. Tabii tutuklamazlarsa.

“ABD, Venezuela Ordusu’nun tamamından destek beklemiyor”

Venezuela’da yaşanan süreçte, ordunun tavrı belirleyici olacak. PSUV orduyu kontrol altında tutmayı başabilir mi?

Cuma akşamı Venezuela Savunma Bakanı ve ordu generalleri bir açıklama yaptılar. Chavizme, Bolivarcı Devrim’e desteklerini söylediler. “Meşru hükümet Maduro hükümetidir” dediler. “Yapılan şey anayasa karşıtıydı bir anayasaya bağlıyız, saygılıyız” dediler.

Chavez kendisi de bir ordu elemanıydı, albaydı 1992’de darbe yapmaya teşebbüs etti. Ordunun yüzde 10’u katılmıştı o zaman darbeye. 2002’de kendisi az daha darbeye kurban gidiyordu. Ordu tabii ki güçlü. Orduda Bolivarcı Devrim ve parti güçlü. Ama şunu hep akılda bulundurmak lazım, ordunun tamamından bir destek beklemiyor bence ABD.

Ordunun içinde kırılma yaşanması felaket senaryosu olur”

Tam olarak buna geliyordum. Chavez de darbeye teşebbüs ettiğinde yarbaydı. Her ne kadar generaller desteklerini sunmuş olsa da emir komuta zincirinden bağımsız olarak ordunun içinde bir kırılma beklenebilir mi?

O her zaman beklenebilir ve felaket senaryosu olur. Masadaki en kötü senaryo o. Ordunun bir kısmının, ordunun bir kısmının, Maduro’yu destekleyen diğer bir kısmıyla karşı karşıya gelmesi. Bu masadaki en kötü senaryo. Şu örneği hiç unutmamak lazım, Haziran 1973’te Şili’de Tanquetazo yaşanırken Allende’ye karşı, -tabii ki Genelkurmay Başkanı Prats her zaman anayasacı bir kişiydi ve darbeye karşıttı- darbeyi bastıran gruplardan birinde Pinochet vardı. Pinochet, haziran ayında darbe teşebbüsünü bastıran kişilerden birisiydi, eylülde darbe yaptı. Orduda böyle gruplar olabilir ve parçalanabilir ama bu felaket senaryosunu beraberinde getirir.

“Venezuela 1999’dan bu yana sağ gruplar açısından bir referans noktası”

Türkiye, Rusya, Çin, Maduro yönetimine destek verirken, ABD, Meksika istisna olmak üzere pek çok Latin Amerika ülkesi Guaido’yu tanıdığını ilan etti. Venezuela üzerinden yaşanan bu kutuplaşma ne anlama geliyor?

Küresel olarak birçok bölgede, farklı farklı konulara birbiriyle karşı karşıya gelen gruplar. Küresel anlamda bir şey diyebilir miyiz bilmiyorum ama bölgede zaten atağa kalkmış olan kendini tahkim eden bir sağ var, aşırı sağ var. Venezuela 1999’dan bu yana sağ gruplar açısından  bir referans noktası. 1999’da Chavez ile başladığı kabul edilen büyük bir sol akım başlamıştı Latin Amerika’da. Meksika, Kolombiya gibi birkaç ülke hariç bütün Latin Amerika ülkelerinde sol, sosyal demokrat sosyalist hükümetler işbaşına gelmişti. Şimdi onun tersine döndüğü bir dönemdeyiz. Meksika’da sol gelip bütün Latin Amerika’da sağın kendini tahkim ettiği…

O süreçte özellikle 2012’de sonra ekonomik krizle birlikte örnek gösterilen ülke hep Venezuela’ydı. İşte sosyalizm budur; Venezuela gibi dünyanın en fazla petrol kaynağına sahip ülke, aynı zamanda demir, altın gibi değerli madenleri var ama bulunduğu nokta fakirlik ve yoksulluk. Hep bir referans noktasıydı sağ için. Şimdi o referans noktası daha da güçlü gözüküyor. Davos’ta Kolombiya Devlet Başkanı Iván Duque ile Brezilya Devlet Başkanı Bolsonaro’nun beraber açıklama yapması ve Lima Grubu’nun hiç meşru olmayan, Anayasa dışındaki bir kişiyi desteklemesi doğrudan bölgedeki sağın referans noktasından bir adım öteye gittiğini gösteriyor. Venezuela’yı referans noktası olarak görüyor ama aynı zamanda orada artık bir rejim değişikliğinin sağlanması için de hazır konumda. Ve rejimin değiştirilmesi için aktif bir çaba gösteriyor.

Meksika Başkanı Obrador, Venezuela konusunda büyük eleştiriyle karşılaştı”

Meksika’da sol bir hükümetin yönetimde olmasından söz ettiniz. Meksika, Venezuela’daki Kurucu Meclis’i tanımayacağını ilan ettiğinde yönetimde sağ görüşlü olan Nieto vardı, şu anda Obrador hükümeti görevde. Lima Grubu’ndan bağımsız bir politika izlemeyen Meksika’nın bu konudaki politikasını hangi dinamikler belirliyor?

Meksika her zaman biraz bağımsız ya da ortacı bir politika izleme taraftarıdır. Öyle bir gelenek vardır zaten Meksika’da. Yönetimde Obrador değil de, Nieto olsaydı Lima Grubu’nun kararına katılır mıydı bilemiyorum ama Küba’ya yönelik politikalarda Meksika hep Küba yanlısı bir politika izlemiştir ki Meksika, Obrador’a kadar bayağı Amerikancı bir dış politika izliyordu. İç politika ve dış politika konusunda Amerika’nın etkisi altındadır ama Küba konusunda bağımsızdır.

Burada Obrador’un da çok büyük bir eleştiriyle karşılaştığını da not almak gerek. İçeriden çok büyük bir eleştiri var; “Madem Venezuela’da bir diktatörlük yaşanıyor –sağ öyle tanımlıyor- neden biz müdahil olmuyoruz, niçin Meksika, Lima Grubu’yla ortak hareket etmiyor” gibi…

Obrador’dan eski idarelerden farklı bir tutum beklenir. Ama aynı zamanda Meksika’nın dış politikada biraz daha bağımsız hareket ettiğine dair geleneklerine de unutmamak lazım.

ABD’nin Soğuk Savaş dönemindeki benzer şekilde Latin Amerika ülkelerinde doğrudan darbe organize etmek veya desteklemek gibi bir politikaya döndüğü yorumu yapılıyor. Buna katılır mısınız?

Bu politikayı hiçbir zaman bırakmadılar ki. İçerdeki unsurlarıyla her zaman takip ettikleri bir formül. 2002’de öyle oldu. 2002’de Venezuela’daki darbe teşebbüsü tamamen ABD’nin planladığı bir darbe teşebbüsüydü. Ordunun içindeki fraksiyonlar ABD oryantasyonundan insanlardı. ABD’nin, Soğuk Savaş dönemindeki emperyalist formunda bence bir değişme yok. Haiti’yi depremden sonra fiilen işgal etti. O açıdan Soğuk Savaş’tan sonra bir kırılma bence mevcut değildir. Zaten Chavez’e karşı 2002 yılından beri böyle bir aktif politikası var ABD’nin. Oradaki geleneksel sağı örgütlemek ve rejim değişikliğini bir şekilde sağlayabilmek.

Sıcak çatışma yaşanır mı? ABD, Venezuela’ya doğrudan müdahale eder mi?

Göç kriziyle birlikte Brezilya ve Kolombiya’nın Venezuela sınırına asker kaydırdığı biliniyor. Trump’ın “Masada her türlü seçenek var” açıklaması var. Venezuela’daki bir iç çatışma ihtimalinden bağımsız olarak, durumun uluslararası bir müdahaleye dönüşmesi ihtimali nedir?

Ben çok uzak görüyorum bunu. Ama bu sorunun sorulması çok rasyonel. Çünkü şöyle pratik bir durum var çarşamba günü Maduro meşru anayasal hükümet olarak, ülkedeki ABD misyonunun ülkeden çıkmasını istedi. ABD bir açıklama yaparak meşru hükümet olarak Guaido’yu gördüklerini söylediler. Böyle olunca 72 saat içinde çıkmayan bir misyonu Maduro hükümeti kendi egemenliğini çiğnetmeden nasıl çıkaracak sorusu var. ABD misyonlarını çıkartmazsa Venezuela’nın egemenliği ihlal edilmiş olacak. O bir problem, sıkıntılı bir durum. Ama Brezilya’nın veya Kolombiya’nın dahil olduğu bir çatışma ihtimali uzak geliyor.

Guaido’yu meşru olarak tanıdıklarını açıklayan devletlerin diplomatlarının da bir boşluğa düşmesi söz konusu…

Lima Grubu’ndaki ülkeler, İngiltere, İspanya Guadio’yu tanıdı. Ama Venezuela’da bulunmanın hukuki zemini Maduro idaresine bir kabul mektubu sunarak oluyor. Meşru olmadan, seçimlere bile katılmamış bir kişinin, Anayasa’nın 233 ve 333. maddesine işaret ederek görevi devralması ve bunun geçici meşru bir hükümet olarak sayılmasının hukuki bir zemini yok. Onlar aşısından da kaotik, karmaşık bir durum söz konusu. Ama Maduro hâlâ, o ülkelerle ilişkileri kesmiş ya da o ülkelerin misyonlarını ülkeden çıkarma kararı almış değil.

Türkiye’nin Venezuela politikası

Kendimize dönersek, 2008’den beri Türkiye’nin Latin Amerika ülkeleriyle ilişkileri geliştirme yönünde bir politikası var. Bu ilişkiler son iki senede Venezuela ile ciddi bir sıçrama yaşadı. Yaşanan krizde en üst perdeden Maduro yönetimine destek veren Türkiye’nin politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye ile Venezuela arasındaki ilişkiler, çok geriye dayanmamakla birlikte son bir iki seneden büyük bir artış gösterdi. Burada karşılıklı, iki tarafın da faydalandığı bir ilişki formu var; o da Venezuela’nın Türkiye’ye altın satışı. Venezuela maruz kaldığı ablukadan dolayı ve ekonomik durumdan dolayı uluslararası finans piyasalarından borçlanamıyor. O yüzden önemli bir dolar ihtiyacı var. O satışı biz altın almakla beraber karşıladık. Bizim de zaten altın rezervlerini çoğaltmaya yönelik. Burada üst üste gelen bir çıkar durumu ortaya çıktı. Aslında bunun ötesine geçmeyen bir şey.

“Maduro’nun abluka görüntüsünü kırmaya ihtiyacı var, Türkiye yerine Meksika’nın, Uruguay’ın desteği daha anlamlı”

Diğer yandan Retorik olarak tabii ki karşılıklı ziyaretler var, Maduro, Cumhurbaşkanı yemin ettiğinde buradaydı. Maduro açısından tabii sadece parasal anamda değil, uluslararası alandaki ablukanın da görüntü olarak kırılmasına ihtiyacı var.

Başka ülkelere gidiyor olması lazım Maduro’nun. Meksika’ya gitti Obrador yemin ederken ama Meclis’e giremedi. O sırada Obrador da çok eleştirildi “Niye gelmesine izin veriyorsunuz” diye. Meclis’e giremedi sadece yemeğe katıldı. Bu görüntüyü de kırmaya ihtiyacı var.

Maduro çarşamba günü Başkanlık Sarayı Miraflores’ten seslenirken halka ilk söylediği “Türkiye Cumhurbaşkanı beni aradı ve destekliyoruz sizi dedi” oldu. “Venezuela’yı destekleyen ülkeler var” görüntüsünü vermesi gerekiyor. Ama tabii Türkiye’nin desteği maddi olarak da kısıtlıdır. Görüntü açısından kısıtlıdır. Maduro’nun bölge ülkelerinden destek alması lazım. Meksika’nın Uruguay’ın desteği çok daha anlamlı aslında.

“Seçimlerin hakkıyla yapılıp yapılmadığı sorunsalı sadece Venezuela’yı içeren bir sorun değil”

Eski Büyükelçi Hasan Servet Öktem konuya ilişkin bir yazısında “Venezuela ile yasal bir ticaret yapıyoruz. Venezuela ile ikili ilişkilerimizi, Batılı müttefiklerimizin, tepkilerine yol açmadan geliştirmek varken, niye kendimize zarar veriyoruz?” gibi bir yorumda bulunuyor. Türkiye’nin Venezuela’ya yönelik desteğini AKP iktidarının geleneksel dış politikayı kırma hamleleriyle birlikte görebilir miyiz?

Öyle görmemek lazım. Bence Brezilya’da Bolsonaro’nın da meşruiyeti, daha da ileri giderseniz Rusya’nın müdahalesi konuşuluyor ve Trump’ın da meşruiyeti tartışmalı. Burjuva demokrasilerinde olan genel problemleri işaret ederek siz zaten meşruiyet problemine işaret edebilirsiniz. Lula’nın hapsedildiği ve hapisteyken de aday olamadığı bir seçimle kazandı Bolsonaro. Eğer Lula hapiste olmasaydı ya da adaylığı kabul edilseydi büyük ihtimal Bolsonaro kazanamayabilirdi. O zaman Brezilya’daki seçimlerin de meşruiyetinden söz etmek lazım. Bolsonaro en önemli muhalefet liderinin, eski başkanın katılamadığı seçimlerde kazanan bir aday. Bu seçimleri erkene alan Maduro’nun tertemiz bir seçim süreci geçirdiği anlamına gelmiyor ama seçimlerin hakkıyla yapılıp yapılmadığı sorunsalı sadece Venezuela’yı içeren bir sorun değil. Yani Türkiye Batılı müttefiklerinden bağımsız olarak farklı bir dış politika izleyebilir, izlemelidir. Venezuela’da da öyle yapılabilir.

Venezuela gerilimi, ABD-Türkiye ilişkilerini etkiler mi?

Brunson krizi, Fethullah Gülen’in iadesi gibi konularla gerilen ABD-Türkiye ilişkileri, son dönemde stabilize olmaya doğru ilerliyordu. Venezuela üzerinden yaşanan ayrışma iki ülke ilişkilerini etkiler mi?

Bence etkilemez çünkü öncelikli bir mesele değil. Türkiye’nin etkisi çok büyük değil. Yani ABD’nin Venezuela’ya yönelik dış politikasını değiştirebilecek bir etkisi yok Türkiye’nin verdiği desteğin. Zaten uluslararası hukuka dayanan bir argümana da sahip Türkiye; meşru hükümet varken neden seçimle gelmemiş bir sözde geçici hükümeti destekleyeyim diye. Ama aynı zamanda en temel olarak Venezuela iki ülkenin de öncelikli dış politika konusu değil. Bir Suriye’deki mesele kadar can alıcı ve önem verdikleri bir konu değil. Trump açısından da önemli değildir diye tahmin ediyorum. Amerikan idaresi açısından evet önemlidir. Venezuela’da yıllardır süregelen bir plan program ve hedef var rejim değişikliğinden başlayan. Ama Amerikan politikasının çok öncelikli hedeflerinden biri değildir muhakkak. Türkiye’nin hiç değil zaten. İki ülke arasında bir problem yaratacağını düşünmüyorum.

“Maduro’nun Guaido’yu tutuklatmaması diyalog işareti olabilir”

Venezuela halkı açısından baktığımızda, Maduro yönetimi veya açık bir ABD müdahalesi seçenekleri masada. Bir üçüncü yol olabilir mi?

Diyalog olabilir. Zaten daha evvel bir diyalog mevcuttu. O diyalog süreci seçimlerin erkene alınmasıyla birlikte akamete uğradı. Tekrar belki bir bölge ülkesinin Meksika olabilir ya da olmayabilir –Venezuela sağı çok tarafgir bularak Meksika’yı kabul etmeyebilir.- Ortak bir zeminde yeniden diyalog kurabilirler.

Bence Maduro’nun Guaido’yu tutuklatmaması şu zamana kadar veya harekete geçmemesi sağa karşı bir diyalog işareti olabilir. Yoksa orduda bir bölünme yaşanabilir. Dün generallerle açıklama yapan Savunma Bakanı buna da işaret etti. “Yapılmak istenen aslında ordunun bölünmesi ve bir iç savaş çıkartılması” dedi. Buna gidilmemesi açısından böyle bir opsiyon mevcut bence.

“Eğer diyaloğu istemeyen bir grup olacaksa o, sağ partilerdir”

Ama burada da şöyle bir problem çıkıyor. Venezula sağı, “Uluslararası ortamda izole edilmiş, bölge ülkeleri tarafından tanınmayan ABD tarafından tanınmayan, -Bu Venezuela sağı açısından başarı aslında- İngiltere, ispanya gibi Avrupa Birliği ülkeleri tarafından tanınmayan bir rejimle niye diyalog kuralım” diyebilir. Belki de rejim değişikliği açısından 2002’den bu yana gelebildikleri en yakın nokta. Sağ bunu kabul etmeyebilir. Eğer diyaloğu istemeyen bir grup olacaksa o, muhalefet partileridir, sağ partilerdir Venezuela’da.

“Birkaç gün içinde yaşananlar Maduro’nun aynen bu şekil devam edeceğini gösteriyor”

Bundan sonra ne gibi gelişmeler bekleyebiliriz?

Herhalde benim en merak ettiğim ilk şey Amerikan misyonunun akıbeti. Masadaki seçeneklerden birisi sürecin aynen böyle devam etmesi. Ekonomik krizin derinleşmesi. Daha ne kadar derinleşebilir bilemiyorum ama… Maduro’nun göreve devam etmesi. İkinci şey evet ordudan bir kopuş yaşanması ve uzayabilecek bir iç savaş durumu.

Bir başka senaryo var; o da PSUV içinden ya da ordunun içinden Chavist olan yani Maduro rejimine yakın olan bir kişinin geçiş dönemine şahit olabiliriz. Maduro’nın bir şekilde ekarte edilerek ve PSUV içindeki kişilerin zarar görmeyeceklerinin garantisini almasıyla birlikte geçiş dönemi de yaşanabilir. Ama birkaç gün içinde yaşananlar birinci opsiyonun yani Maduro’nun aynen bu şekil devam edeceği şeklinde.