Prof. Baskın Oran ve Prof. Dr. Neşe Özgen’den sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a üçüncü kez hakaretten dava açıldı. Barış için Akademisyenler'den biri olan Doç. Dr. Dilek Hattatoğlu, Erdoğan’a hakaret nedeniyle dava açtığını açıkladı.
Prof. Oran, Erdoğan’a akademisyenlere hakaret ettiği gerekçesiyle 4 konuşmasına her biri için 2 bin 500 liradan toplam 10 bin liralık tazminat davası açmıştı. Akademisyen Neşe Özgen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında Akademisyenler Bildirisi’ni imzalayan akademisyen ve araştırmacılara ve destekleyenlerin tümüne yönelik olan ve tekrarından hakaretleri nedeniyle tazminat davası açmıştı.
Dicle Haber Ajansı’na (DİHA) konuşan Hattatoğlu’nun açıklamaları şöyle:
Neden Cumhurbaşkanı'na dava açtınız?
Sizin de bildiğiniz gibi, bildiri yayınlanır yayınlanmaz Cumhurbaşkanı bize hakaret etmeye, hedef göstermeye, aslında bağımsız ya da özerk olması gereken kamu kurumlarına talimat yağdırmaya başladı. Bildiriyi imzalayanlar olarak bizlerin ne "sözde"liğimiz kaldı ne "hain"liğimiz. Bizden "tiksindiğini" de söyledi mesela. Ardından savcılar ve üniversite yönetimleri emir bilip adli ve idari soruşturmalar açmaya başladı. Her üniversite değil. Ama aralarında benim çalıştığım üniversite de olan birçok üniversite, görev bildi ve soruşturmalar başlattı, uzaklaştırmalar, işten atmalar oldu. Odası işaretlenen, saldırıya uğrayan, çalıştığı şehirden ayrılmak zorunda kalan arkadaşlarımız oldu. Bir mafya babası, Sedat Peker, "kanımızla duş alacağını" söyleyebildi, kendisine hiçbir soruşturma açılmadı. Kısacası, Cumhurbaşkanı'nın hakaretleri ve hedef göstermeleri sonucu bildirinin imzacılarına karşı adeta bir cadı avı başlatıldı.
Cumhurbaşkanı bunları yapamazdı. Bildiriyi beğenmemiş olabilir, eleştirebilir, ama bunu bizim temel haklarımızı ihlal etmeyecek şekilde dile getirebilirdi. Yapmadı.
Aslında neden dava açtığım değil de neden bu kadar geç açtığım sorulmalı.
Peki, neden 4 ay sonra açtınız davayı?
Çünkü bize yönelik saldırılarla uğraşıyorduk. İlk imzacılar 80'i aşkın üniversiteden 1128 kişiydi. İlk hafta, Erdoğan'ın hedef göstermelerinden sonraki hafta içinde sayımız 2212'ye çıktı. Ama bu ikinci dalga imzacılar da soruşturmacılar, fiziksel saldırılar, uzaklaştırmalar, işten atılmalarla karşılaştılar. Dolayısıyla dayanışma örmekle uğraşıyorduk. Bu arada 10 Mart'ta işten atmalara ve yapılan her şeye rağmen "sözümüzün arkasındayız" şeklinde bir açıklama yaptık ve o açıklamayı okuyan dört arkadaşımız tutuklandı. 22 Nisan'daki ilk duruşmaya kadar da tutuklu kaldılar. Hani bir söz var, yıllar önce bir hakim bir kararında yazdırmıştı, "kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin" diye. Devlet bunu tam olarak uyguluyor. Ama bundan sonra davaların sayısı artar sanıyorum.
Neden tazminat davası?
Aslında Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı konumu farklı, var olan mevzuat yetkisizliği üzerine kurulmuş, sadece vatana ihanetten yargılanabiliyor, ama eğer yetkilerini aşarsa ne yapılabileceği konusunda boşluk var benim anladığım. Öte yandan Cumhurbaşkanı olunca, kişi olarak sorumsuz olmuyorsunuz, bu durumda hakaret davası açılabiliyor. Yani, diğer TC vatandaşlarından farklı olmadığını bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yasalar önünde hepimiz eşitiz. O da eşit. Ve haklarımıza saygı göstermek zorunda. Zaten kendisine açılan ilk dava, Baskın hocanın davasıydı, orada verdiği savunmada "düşünce özgürlüğü var" demiş. İronik.
Davayı nerede açtınız, neden Cizre'de duyurmak istediniz?
"Bu suça ortak olmayacağız" derken kastettiğimiz suç, uzun süreli sokağa çıkma yasakları altında bazı şehirlerdeki halkın yaşam hakkı başta olmak üzere tüm haklarının devlet eliyle çiğnenmesiydi. Devlet, açıkça bazı ilçelerde katliam yapıyordu, bunlar savaş suçudur, insanlığa karşı işlenmiş suçtur. Cizre, Silopi, Diyarbakır Sur, Silvan… Cizre, bu katliamların en ağırlarından birine maruz kaldı. Üç bodrumda insanlar diri diri yakıldı. Daha ne kadar ölü var bilinmiyor. Bir de Türkiye'nin batısında da başka bir abluka var, medya ablukası. Sadece yandaş medya üzerinden haber alabilen yani tek haber kaynağı Türksat uydusundaki TV kanalları olan çok geniş bir kesim var. Mesela İMC vardı, bir anda çıkarıldı uydudan. O insanlara burada olanı biteni duyurmak da lazım. Burada büyük bir katliam yaşandı ve şimdi insanlar hayatı yeniden kurmaya çalışıyorlar. Ama bir ay sonra ne olacak onu bilemeden. Cizre'yle dayanışmaya yönelik yani. Bu nedenle Cizre'de açıklamak istedim. Yoksa davayı avukatım İstanbul'da açtı.