AİHM, kadına yönelik ve aile içi şiddetin önlenmesinde Avrupa genelinde önemli role sahip. Mahkemenin Türkiye'ye karşı açılmış bir davada 2009 yılında açıkladığı karar, İstanbul Sözleşmesi'ne de ilham kaynağı oluşturdu.Türkiye’de son zamanlarda sıkça gündeme gelen aile içi şiddet konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) net bir içtihadı bulunuyor. Strasbourg merkezli AİHM’ye özellikle 2000’li yılların başlarından bu yana kadına yönelik ve aile içi şiddetle ilgili başvurular gelmekte. Başvurular genelde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “yaşam hakkı”, “işkence ve insanlık dışı muameleyle mücadele”, “aile içi şiddetle ilgili yetersiz soruşturma”, “adil yargılanma hakkı”, “özel ve aile hayatına saygı hakkı”, “devletin bireylerin fiziksel ve psikolojik bütünlüğünü koruma görevi” gibi hükümleri temelinde ele alınıp karara bağlanıyor.
Yaşam hakkı
Mahkeme örneğin, Slovakya’ya karşı açılmış Kontrova davasında Mayıs 2007’de açıkladığı kararında, AİHS’nin yaşam hakkıyla ilgili maddesinin ihlal edildiğine hükmetti. Davacı kadın, kendisine saldıran, elektrik kablolarıyla döven ve iki çocuklarını vurarak öldüren eşinin tehditkâr tutumu hakkında bilgi sahibi olan polisin uygun tedbirleri almamasından şikayet etmişti. AİHM, polisin yükümlülüklerini yerine getirmediğine ve bunun doğrudan neticesi olarak çocukların öldürüldüğü sonucuna vardı.
Devletin pozitif yükümlülüğü
AİHM’nin, kadına yönelik ve aile içi şiddet konusunda devletlerin bireylerin fiziksel ve psikolojik bütünlüğünü koruma görevi olduğunu ortaya koyan net bir içtihadı da bulunuyor. Mahkeme bu kapsamda, Bulgaristan’a karşı açılmış Bevacqua ve S. davasıyla ilgili olarak Haziran 2008’de açıkladığı kararında, AİHS’nin aile hayatına saygı hakkı maddesinin ihlal edildiğine hükmetti. Eşi tarafından devamlı dövülen, bu nedenle boşanma davası açan ve 3 yaşındaki çocuğuyla sığınma evinde kalan bir kadın, boşanmış ve çocuğunun velayetini almış olmasına rağmen eşi tarafından tekrar dövülmüş, ancak ceza soruşturması talepleri "özel bir mesele” gerekçesiyle reddedilmişti. AİHM’ye göre bu durum, devletin, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını güvence altına almaya ilişkin pozitif yükümlülüğüne aykırı olarak davacı kadına yardım edilmemesine yol açtı.
İnsanlık dışı ve aşağılayıcı muamele
AİHM, Moldova’ya karşı açılmış “Eremia ve Diğerleri” davasıyla ilgili Mayıs 2013’te açıkladığı kararında ise AİHS’nin insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağıyla ilgili maddesinin ihlaline hükmetti. Davacı kadın, Moldav yetkililerin, polis memuru olan kocasının şiddet içeren ve istismar edici davranışlarından şikayetçiydi. Mahkeme, istismar konusunda bilgi sahibi olmalarına rağmen yetkililerin tedbir almadığı ve davacının aile içi şiddete daha fazla maruz kalmasına neden olduğu sonucuna vardı. Mahkeme ayrıca, aile evindeki iki kız çocuğunun babanın anneye uyguladığı şiddete tanık olmalarının yıkıcı psikolojik etkileri olmasına rağmen, bu gibi davranışların tekrar etmesini önlemek için hiçbir adım atılmamış olmasını da AİHS’nin özel hayata ve aile hayatına saygıyla ilgili maddesine aykırı buldu.
Nahide Opuz davası
AİHM’nin kadına yönelik ve aile içi şiddetle ilgili en önemli kararı ise Türkiye’ye karşı açılmış Nahide Opuz davasında geldi. Yıllar boyu eşinin şiddetine maruz kalan ve annesi de eşi tarafından öldürülen Opuz tarafından 2002 yılında AİHM’de açılan dava 2009 yılında sonuçlandı. AİHM, Opuz’un annesinin öldürülmesine ilişkin olarak AİHS’nin yaşam hakkıyla ilgili maddesinin, devletin Nahide Opuz’u koruyamamış olmasıyla da AİHS’nin insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağıyla ilgili maddesinin ihlal edildiği sonucuna vardı.
Gerekçeli kararda, Türkiye’nin aile içi şiddeti cezalandırmaya ve mağdurları korumaya yönelik bir sistem kurmakta ve bu sistemi uygulamakta başarısız olduğu vurgulandı. Polis ve yargının mevcut koruyucu tedbirleri dahi kullanmadıkları ve konuya “aile meselesi” olarak yaklaştıkları not edildi.
Avrupa'da bir ilk
Ancak daha da önemlisi, AİHM ilk defa, kadına yönelik ve aile içi şiddetle ilgili bir davada AİHS’nin ayrımcılığın yasaklanmasıyla ilgili 14’üncü maddesinin ihlal edildiğine hükmetti. Türkiye’deki “genel ve ayrımcı adli pasifliğin, kasıtlı olmasa dahi, esas olarak kadınları etkilemesine” vurgu yapıp, “davacı Nahide Opuz ve annesinin çektikleri sıkıntının kadınlara karşı ayrımcılık türlerinden biri olan cinsiyete dayalı şiddet olarak kabul edilmesi gerektiğini” belirtti. Kararda, “Hükümet tarafından yürütülen reformlara rağmen, geçmiş yıllarda mevcut davada tespit edildiği gibi adli sistemin genel pasifliği ve saldırganların cezadan muaf olması aile içi şiddeti çözmeye uygun adımın atılmasında gereken sorumluluğun alınmadığını göstermektedir” ifadelerine yer verildi.
İstanbul Sözleşmesi’ne temel oluşturdu
AİHM’nin Opuz kararı, günümüzde kısaca “İstanbul Sözleşmesi” olarak anılan “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin içeriği ve kapsamı konusunda belirleyici oldu. Avrupa Konseyi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele konusunda 2008 yılında üye devletlerin temsilcilerinden oluşan bir uzmanlar komitesi kurmuştu. Kimi devletler hazırlanacak sözleşmenin sadece kadına yönelik şiddete odaklanmasını isterken, diğerleri aile içi şiddeti de içeren daha kapsamlı bir belge taraftarıydı. AİHM’nin Opuz kararı bu tartışmayı kapattı. Sözleşmenin aile içi şiddeti de kapsayacak şekilde hazırlanması kesinleşmiş oldu.
Sözleşmenin yazım çalışmaları Türkiye’nin Avrupa Konseyi dönem başkanlığı yaptığı dönemde, Aralık 2010’da tamamlandı. Ankara bu aşamada aktif rol oynadı ve sözleşmenin Türkiye’nin dönem başkanlığı sona ermeden, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmasını sağladı. Türkiye, aynı gün, Almanya, Avusturya, İspanya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İzlanda, Lüksemburg, Karadağ, Portekiz, Slovakya ve İsveç’le beraber sözleşmeyi imzalayan ilk Avrupa ülkeleri arasında yer aldı. Dahası, 14 Mart 2012 tarihinde sözleşmeyi, hiçbir çekince koymaksızın onaylayan ilk Avrupa ülkesi oldu. 2014'te Avrupa genelinde yürürlüğe giren sözleşmeyi bugüne kadar Azerbaycan ve Rusya dışındaki tüm Avrupa devletleri imzalamış durumda.
Avrupa içtihadı
AİHM Opuz kararı sonrası aile içi şiddetle ilgili birçok davada AİHS’nin ayrımcılıkla ilgili maddesinin ihlal edildiğine hükmetmeye başladı. İtalya’ya karşı açılmış Rumor davasında 2014 yılında açıkladığı kararda, AİHS’nin insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağı ve ayrımcılığın yasaklanmasıyla ilgili maddelerinin ihlal edildiği sonucuna vardı. Davacı kadın maruz kaldığı aile içi şiddet vakasının ardından yetkililerin kendisini desteklemedikleri veya daha fazla şiddete maruz kalmaktan kendisini koruyamadıklarından şikayetçi olmuştu.
Kayhan Karaca/Strasbourg
©Deutsche Welle Türkçe