Ahmet Nesin
ahmetnesin.wordpress.com
Babamı az daha öldürüyordum!..
Sene 1966, ilk kez yurt dışına gideceğim, babam Bulgaristan’da düzenlenen “Altın Kirpi” mizah ödülünü almış, yaşım daha 8,5. Önemli insanlarla tanışıyoruz, o yaşta kaçını fark ediyorum, anımsamıyorum, zaten bebekliğimden beri önemli insanları tanıdığımdan belki de fark etmiyorum onları, tek aklımda kalan Bulgaristan eski başbakanı, çünkü o güne kadar hep sanatçı ve yazar-çizer tanımışım, siyasetçi ilk kez girdi yaşamıma.. Babamı, yani bizi ödül olarak Varna’da bir tatil köyüne gönderdiler.
Başlıkta “Babamı az daha öldürüyordum” dediğime bakmayın, tek değilim, yardımcım da var, 1 yaş büyüğüm ağabeyim Ali. Ali’yle denize girdik, Karadeniz’in dalgalarıyla boğuşuyoruz. Birden babam geldi yanımıza ve tuttuğu gibi beni kıyıya doğru attı. Ben de tuzlu suları yutarak ve gülerek tekrar açığa gittim. Ben açığa gittim ve babam bu kez Ali’yi tuttuğu gibi kıyıya fırlattı. Bu arada “Sıra bende” diye de durup durup babamın boynuna sarılıyoruz.
Bu fırlatma işi en az 15 dakika sürdü, Ali’yle ben gülmekten oldukça su yuttuk ve neredeyse aylık tuz gereksinimimizi karşıladık. Kıyıya bir çıktık ki babam kumlara uzanmış, zor nefes alıyor. Ali’yle bakıştık ama fazla da önemsemiyoruz, ne de olsa babam o zaman 51 yaşında ve 8-9 yaşında iki çocukla boğuştu.
Meğer babam bizimle her zamanki gibi oyun neyim oynamaya gelmemiş. Biz Ali’yle farkında değiliz, Karadeniz azmış, biz bir yüzdükçe dalgalar alttan bizi iki geri getiriyormuş. Babam iyi yüzücü, askeri okulda okurken Boğaz’ı karşıdan karşıya yüzmüş adam, bunu fark eder etmez bize koşmuş. Paniklemeyelim diye de oyun havasında yapıyor, oyun havasında yaptıkça biz adama yükleniyoruz.
Babam o dönem günde 5-6 paket cigara içerdi, kibriti sadece ilk uyandığında ve yemek sonraları kullanırdı. Ekleme dedikleri cinsten içerdi cigarayı. Kendi piyeslerini seyretmekte zorlanırdı, 45 dakika cigarasızlık ona işkence gibiydi.
Dün film setinden çıktım, motoruma atladığım gibi Şile’ye gittim. Bu kez babamı Karadeniz’e karşı anmak istedim. Fener’in karşısında bir meyhaneye kuruldum, sadece bir duble rakı ve kayısı söyledim. Karadeniz’i seyrettim dakikalarca, o Karadeniz bizi kurtarırken babamı yutacaktı. Yıllar sonra anlattı bize, bir ara boğuluyormuş az kaldı, bizi kurtarmadan ölmeme inadı ona bir direnç vermiş.
Daha sonra oradan Bakü’ye geçtik ve babamın bu kez böbrek krizi tuttu. Bu kez Ali ve bana babamın başka biyere gittiğini söylediler, yine üzülmeyelim, paniklemeyelim diye.
Geçen akşam böbrek ağrım tuttu, ben de ilk kez olduğundan kum sandım, ağrı kesici ve kum sökücü verdiler. İkinci kez başlayınca hastahaneye gittim. İdrar ve kan tahlili yapıldı, meğer fazla su içmemekten böbreklerimi küstürmüşüm. Benim gibi diğer sıvıları su sananlara duyurulur bu arada.
Ali ilk doğduğunda anneme benziyormuş ve babam “Bu sana benzedi, bir tane daha yapalım…” demiş ve ben olmuşum. Ali büyüdükçe babama benzemeye başladı, bizi çok karıştırıyorlar ama ona teşekkür borçluyum, ben onun sayesinde olmuşum.
Evet baba, sana çok benziyorum da bu hastalıkları almak zorunda mıydım yani. Senin “Kanatlarım” dediğin yağ bezeleri bende, böbrek sorunu bende, yazın bunaltan deli gibi gür saçlar bende.
İşte böyle, oyun sanarak babamı az daha ben öldürüyordum yıllar önce. O olaydan sonra 30 yıl daha yaşadı ve neler neler yapmadı ki. Bugün öleli 17 yıl olmuş, babama mı üzüleyim, kaybedilen aydın Aziz Nesin’e mi bilemiyorum. Ama sen babalığın en güzelini yaptığından Aydın Aziz Nesin’i çok ama çok özlüyorum.
Deliliğin de bende baba ama Ali öyle bir Matematik Köyü yapmış ki ağzım açık kaldı. Şimdi de Felsefe Okulu’na başladı, korkma korkma bu yaştan sonra felsefeci olmaz, o da matematiğin bir delisi.