Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, kendisine yönelik olarak "Belli ki sen onların ne mal olduğunu pek bilmişsin, eskiden beri hiç kül yutmamışsın. Bütün yazında bunları anlatıyorsun. İyi de suç örgütü olduğunu bu kadar yakından bildiğin, ne numaralar, ne fırıldaklar çevirdiğini bize çok bilmiş bir edayla anlattığın bu örgütle neden bir anda 17 Aralık'ta 'ittifak' kurdun?" diyen AKP Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay'a "Uzatma" dedi. "Sen gerçekten de 17 Aralık’tan önce FETÖ’nün Türkiye’ye, Türkçeye hizmet eden bir melekler ordusu olduğunu mu düşünüyordun?" ifadesini kullanan Hakan, "17 Aralık’ta bu melekler, sizinkilere bulaşmasaydı. Sen böyle düşünmeye devam mı edecektin?" diye yazdı.
Ahmet Hakan ile Yasin Aktay arasındaki tartışma, Aktay'ın "Biz saftık cemaate kandık. Ama CHP, FETÖ'yü en başından bu yana biliyordu, Kılıçdaroğlu yargılanmalı" açıklamasıyla başlamıştı. Hakan, Aktay'a yönelik ""Bunlar bu ülkenin Genelkurmay Başkanı’nı içeri tıkarken, sen bunların Abant toplantılarında ut çalıp meşk ediyordun Yasin Aktay! Bunlar milli orduya operasyon çekerken, sen bu operasyonlara yazılarınla destek çıkıyordun Yasin Aktay" ifadesini kullanmıştı.
Ahmet Hakan'ın "'Çoban' vurgusuna dair hiç söylenmeyen şeyler" başlığıyla yayımlanan (17 Kasım 2016) yazısının ilgili bölümü şöyle:
Peygamberimizin en bilinen hadisidir "Hepiniz çobansınız" hadisi...
Hadisin tam metni şöyle:
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici, bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz.”
Buna benzer başka bir hadiste de şöyle deniliyor:
“Hepiniz çobansınız ve maiyetinizdekilerin hukukundan mesulsünüz.”
Bu hadislerden “yönetici” ile “yönettiği kitle” arasında...
Tıpkı “çoban” ile “koyun” arasındakine benzer bir “güden/güdülen” ilişkisi olduğu anlamı mı çıkar?
Yani Peygamberimiz, yöneticiye “Al eline sopayı, istediğin gibi güt”, yönetilenlere de “Eline sopayı alan tarafından güdül de güdül” mü demektedir?
Hâşâ! Sümme hâşâ!
Peygamberimizin en yakın arkadaşlarının, başlarındaki halifeye “Yoldan saparsan seni kılıçlarımızla düzeltiriz” dediklerini hatırlayalım.
Var mı burada herhangi bir gütme ve güdülme?
Eğer herhangi bir yönetici, bu hadislerden “gütme/güdülme” anlamını çıkarıp “Ben sizi istediğim gibi güderim” havasına giriyorsa...
Yaptığı, hadisi istismar etmekten başka bir şey değildir.
Eğer bazıları, bu hadislere bakarak inanan kitleye “İşte sizin koyun olduğunuz ortaya çıktı” falan diyorsa...
Onlar da alçakça hakaretler için hadisi istismar etmekten başka bir şey yapmıyordur.
Peki bu hadisler neye işaret ediyor?
Şu üç şeye:
BİR: İdare etmeye kalkışanların, idare ettiklerine karşı sorumlulukları çok ama çok ağırdır.
İKİ: İdare etmeye kalkışanlar, idare ettiklerine karşı hakkaniyeti elden bırakamazlar.
ÜÇ: İdare etmeye kalkışanlar ile idare edilenler arasındaki ilişki, güden ve güdülen ilişkisi değildir.
Bir dakika! Bir dakika!
“Çoban” metaforu, sadece İslam’a ve Doğu toplumlarına özgü bir metafor da değildir.
Bütün kadim dinlerde çoban, “doğru yola yönlendiren” anlamında kullanılır.
Mesela Hz. İsa bir çobandır.
Ve İncil de “çoban” vurgusuyla dopdoludur.
Diriliş ve Kelebek Ödülü
Baştan beri izlediğim ve sevdiğim bir dizidir “Diriliş”. Daha ilk başladığı dönemde “Diriliş”le ilgili övücü bir yazı yazmıştım.
Kelebek okurlarının “Altın Kelebek”i bu diziye layık görmesine sevindim, hem de çok sevindim. Tabii ki bir lütuf değildi bu, sonuna kadar hak ediyordu dizi ödülü.
Fakat ödül gecesi, dizi yapımcısının ve senaristinin yaşanan bir karambol sonucu teşekkür edemeden sahneden ayrılması hiç de iyi olmadı. Keşke hata hemen fark edilse ve anında telafi edilebilseydi. Gerçi daha sonra telafi için girişimler olmuş ama neyse!
“Diriliş” dizisinin bugünün politik atmosferi içinde önemli bir yeri var. Bir kesimin duygularına ve yaklaşımlarına tam karşılık geliyor bu dizi... Yani duyarlılık yüksek! Keşke böyle bir töreni sunma görevini üstlenen Okan Bayülgen’in bu duyarlılıktan bir parça haberi olsaydı da bunu hesaba katarak yapsaydı telafi konuşmasını. Yine neyse!
Sonuçta ne oldu? Şu oldu: Diziye ödül verilmiş olsa da yapılan hata nedeniyle defalarca özür dilenmiş olsa da gönül almak için elden gelen yapılmış olsa da... Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkıp, “Bu diziyi millet bağrına basmış, onlar bassa ne yazar basmasa ne yazar” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan böyle dedi ama... Ortada “onlar, bunlar” falan yoktu ki!
Ortada “ayrılık gayrılık” yoktu ki! Verilen ödül, bir bağra basmaydı! Milletin bağrına basmasıydı. Başka bir şey değildi.
Ben yine “Neyse... Neyse...” diyorum, başka da bir şey demiyorum.
Uzatma Yasin Aktay
Sen çıktın Kemal Kılıçdaroğlu’na “Biz hadi saftık, bilmiyorduk ama sen biliyordun onların terör örgütü olduğunu... Esas hesap verilmesi gereken şey bu” dedin.
Ben de sana “Koskoca profesörsün, bari sen yapma” dedim.
Olay buydu.
Ama sen uzattıkça uzatıyorsun.
Sosyoloji profesörüymüşsün ama ben sana siyaset bilimi profesörü demişim. Bunu diline doluyorsun.
Aman ne büyük hata!
Sanki “astroloji profesörü” dedik.
Neyse... Neyse...
Sen bırak ak trol gibi bana sataşmayı da şu basit mi basit sorulara cevap ver:
Sen gerçekten de 17 Aralık’tan önce FETÖ’nün Türkiye’ye, Türkçeye hizmet eden bir melekler ordusu olduğunu mu düşünüyordun?
17 Aralık’ta bu melekler, sizinkilere bulaşmasaydı... Sen böyle düşünmeye devam mı edecektin?
Bu melekler ordusu, 17 Aralık’tan önce toplumun değişik kesimlerine kumpas üstüne kumpas kurarlarken sen ut çalmaktan başka ne yapıyordun?
Hiç uzatma da sen bu sorulara bir cevap ver bakalım.