Ahmet Altan
(Taraf - 15 Eylül 2012)
İslam'ın ortaçağı
Kimlikleri, geçmişleri karanlık olan birkaç adamın çektiği ilkel bir film internette yayınlanınca kıyamet koptu, “kutsal değerlerinin hakarete uğradığını” iddia eden Müslüman gruplar Libya’da Amerikan Büyükelçisi’ni öldürdü, çeşitli ülkelerde kanlı gösteriler düzenledi.
Filmin kışkırtıcı olduğu yüzde yüz.
Ama Müslüman ahalinin çok çabuk kışkırtılabildiği de çok açık.
Milyonlarca Müslüman, iki üç adamın istediği zaman harekete geçirebildiği, inisiyatifi “kışkırtıcılara” teslim etmiş, her isteyenin istediği zaman sokağa dökebileceği bir kalabalık görüntüsü veriyor.
Bu tür kışkırtmaları belli bir olgunlukla karşılayamıyor, bunları yapanları küçümseyeceği yerde onlara büyük bir önem atfediyor.
Neden böyle davranıyor?
Neden her kışkırtıcı filmin veya karikatürün cevabını ancak “cinayetle” verebileceğine inanan bir öfkesi ve ezilmişlik kompleksi var?
Eğer Müslümanlar Hıristiyanlığı aşağılayan filmler yapsalar bunun cevabı büyük bir ihtimalle İspanya’da Sudan Elçisi’nin öldürülmesi, Almanya’da Suudi Arabistan Büyükelçiliği’nin yakılması olmazdı.
Her yer kan gölüne dönmezdi.
Peki, niye arada böyle bir fark var?
Daha önce de birkaç kere yazmaya çalışmıştım, ben dinlerin de “yaşı” olduğuna inanıyorum.
Müslümanlık kaç yaşında?
1500’lü yaşlarında.
Peki, Hıristiyanlık 1500 yaşındayken Hıristiyanlar nasıl davranıyordu, eleştirileri ya da kışkırtmaları olgunlukla karşılıyorlar mıydı?
Hayır.
Hıristiyanlık 1500 yaşında Ortaçağ’ı yaşıyordu, meydanlarda adam yakıyordu.
Sanırım Müslümanlık da kendi “ortaçağından” geçiyor.
Tahammülsüzlük, kolay cinayet işleme, kızgınlığını hemen birilerini öldürerek gösterme, palayla kafa kesme, intikam alma, Ortaçağ’da yaşamanın göstergeleri.
Müslümanlık henüz kendi rönesansını ve reformunu yaşamadı.
Üstelik Hıristiyanların önünde, kendilerinden daha yaşlı ve daha gelişmiş bir dinin uygarlığı yoktu.
Kendilerini ezmiş, sömürmüş, öldürmüş, zenginleşmiş, güçlenmiş bir başka uygarlığın karşısında kendilerini böyle çaresiz hissetmiyorlardı.
Bugün Hıristiyan dünyası sadece silahı ve parasıyla değil, bilimi ve teknolojisiyle de Müslüman âleminin kendini “gelişmemiş” hissetmesine yol açıyor.
Kendi ortaçağının sıkıntıları, fakirliği, birikimsizliği, bir başka dinin ve uygarlığın gelişmişliğiyle karşılaştığında, Müslümanlar büyük bir öfke ve çaresizlik hissediyorlar.
Yarışamıyorlar.
Müslümanlık da bir gün bu takıntılardan, öldürme isteğinden, alınganlıktan kurtulacak, daha yaratıcı, daha kendine güvenli bir aşamaya geçecek.
Üstelik Hıristiyanların sahip olmadığı bir şansa da sahipler bu dönemde.
Çok gelişmiş bir teknolojiye ulaşan Hıristiyanlar, Müslümanların da içinde bulunduğu “gelişmiş”pazarlara muhtaçlar, yüz yıl öncesi gibi onları sömürüp fakir bırakmaya değil, Müslümanları gelişmiş müşteriler yapmaya uğraşıyorlar.
Müslümanların gelişmesinde, Müslümanların ve Hıristiyanların ortak çıkarı var.
Bu ortak çıkar, Müslümanların kendi ortaçağlarını daha kolay aşmalarına da yardımcı olacaktır sanıyorum.
Tabii, hem Müslümanlar, hem de kendilerini sürekli olarak tehdit altında hisseden Hıristiyanlar için bu dönemeçte Türkiye çok büyük bir önem kazanıyor.
Türkiye, uzun yıllar Hıristiyan ahaliye hükmetmiş, Avrupa’nın ortalarına kadar ulaşmış, Hıristiyanları yenmiş ve yönetmiş bir imparatorluğun mirasçısı olduğu için hem Batılı değerleri diğer Müslümanlardan daha iyi tanıyor, hem de kendini diğerleri kadar ezilmiş hissetmiyor.
Sanayi Devrimi’nden geçmemiş ama Sanayi Devrimi’nin yarattığı sosyal ve siyasal değerleri kavrayıp benimsemiş bir “münevver” tabakası hep olmuş, Hıristiyan dünyası Türkiye için “karanlık bir meçhul” değil, yüzyıllardır içli dışlı olduğu bir kültür.
Ayrıca hem Hilafet’in merkezi olmasının verdiği güvene, hem de çeşitli mezhepleri birarada barındıran bir yapıya sahip olduğu için belli bir olgunluğu da var, Bektaşi fıkralarının gülümseyerek karşılandığı bir kültürden geliyor.
Bu şartlara sahip başka bir ülke yok bildiğim kadarıyla.
Biz, geri ve yoksul kalmış, ezilmiş, varlığını öfkeli cinayetlerle kanıtlamaya çalışan, kendi ortaçağındaki Müslümanlarla, zenginleşmiş, gelişmiş ama şimdi büyük bir tehditle karşılaşmış Hıristiyan dünya arasında, o çok sevdiğimiz “köprü” rolünü oynayabilecek bir ülkeyiz.
Türkiye demokratikleşip zenginleştikçe, kendi refahı, gelişmişliği ve olgunluğuyla Müslüman dünyanın“ortaçağı”nı aşmasına yardımcı olabilecek bir rol modeli olabilir.
Türkiye, doğru istikamette ilerleyebilir, geçmişten kalan olgunluğuyla davranabilirse, sadece kendi geleceğini değil insanlık tarihini de bu kritik dönemeçte değiştirebilecek bir toplum olarak sahneye çıkabilir.
Yeter ki doğru istikamette ilerlesin.