Yaşam

Ahmet Altan, inanmayan biri olarak din ve dindarlığı yazdı

Hangi duygunuza dokunursanız dokunun mutlaka sizi geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarır, çocukluk denen o küçük ve esrarengiz ormanda yaptığınız gezintilerden...

05 Eylül 2010 03:00



Pide


Hangi duygunuza dokunursanız dokunun mutlaka sizi geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarır, çocukluk denen o küçük ve esrarengiz ormanda yaptığınız gezintilerden, o zaman tattığınız ve size sihirli görünen yemişlerin lezzetinden, bir yerinizi kesen dikenli bir sarmaşıktan, her biri sizin için çok yeni olan ve içinize her zaman hatırlanmaya hazır bir şekilde yerleşen kokulardan bir iz vardır duygularınızda.

Yılların içinde gelişen, köklenen, gürbüzleşen düşünceleriniz, bütün güçlerine ve zihninizin sahibiymiş görünmelerine rağmen bazen geçmişe uzanan küçücük bir duyguyla altüst olabilir.

Geçen gün, kenarları hafifçe yanıp siyahlaşmış, üstündeki küçük kubbecikleri çıtır bir kızıllığa bürünmüş, taze, sıcak bir pideyi ellerimle bölüp, önce kokladım sonra bir lokma kopardım.

Hiçbir düşünceyle, hiçbir akıl yürütmeyle açıklanamayacak bir sevinç ve mutluluk hissettim.

Belki bir an süren çok kısa, çok derin bir mutluluk.

O kısacık anda ben, iftara pide götüren küçük, inançlı bir çocuktum.

Eğer büyük bir kudretim olsaydı ve birisine dinin ne olduğunu anlatmam gerekseydi, onu küçük bir çocuk yapar, serince bir akşam fırın kuyruğunda bekletir, elinde sıcak pidelerle eve koşturur, bir iftar sofrasına oturtur, yaşlılar mırıl mırıl dua okurken patlayacak topun sesini bekletir, top patladığında içindeki bütün telaşa rağmen minik elini yavaşça sofraya uzattırır, bir pideyi böldürür, o pideden gizliden gizliye hissedilen odun dumanı kokusunu da içine çekerek bir lokma aldırır ve o bir lokmayı ısırdığı anda tanrının kendisini sevdiğine duyacağı inancı, o inancın yarattığı büyük güveni ve sevinci içine yerleştirir ve “din budur” derdim.

“Din, hissettiğin bu güven ve sevinçtir.”

Her şeye kadir bir sonsuzluğun şefkatini herkesle eşit paylaştığın, dokunulmaz olduğuna, kötülüklerden azade kılındığına, büyük bir sevgiyle sevildiğine inandığın andır.

Bu anı, bütün hayatın boyunca aynı güven ve sevinçle yaşamaktır dindarlık.

Biliyorum dinden ve dindarlıktan bahsetmek bana düşmez, inançsız ve cahilim ama gene de dindarların hoşgörüsüne sığınarak arada bir dinden söz etmekten hoşlanıyorum.

Dinin, çocuklara ait bir sevincin hiç bitmemesi olduğuna inanıyorum.
Böyle bir sevinci yaşayabilen dindarlara gıpta edip, bu sevinci kaybeden dindarlara üzülüyorum.

Bana öyle geliyor ki sanki tanrı, bu sevinci kaybeden dindarlara, “neden benim sevgim seni sevindirmiyor” diye sitem ediyor, “ben seni severken sen neden böyle gazaplı ve öfkelisin”.
Önceki gün Cihan Aktaş’la bunları konuşurken o bana “ama Allah’ın gazabı da vardır” dedi.

Ben de, haddim olmayarak, “elbette vardır ama o gazabını nerede, nasıl göstereceğini söylüyor zaten” dedim, “illa benim gazabıma siz yeryüzünde aracılık edin demiyor, onun kime kızıp kime kızmayacağını, kim nereden biliyor?”

Sıcak bir pideden bir iftar vakti koparıp aldığı ilk lokmayla orucunu açan hangi çocuk Allahın gazabını düşünür?

Neden öfkeyi ya da gazabı düşünsün ki?

O çocuk, o bir lokma pideyle bile kendisini bütün büyüklerle eşit
kılma mucizesini gösteren tanrısına minnettardır, onun sevgisine sığınır, onu sever, onun sevgisiyle sevinir.

O küçük çocuk için o iftar sofrasında bütün büyüklerle eşit olabilmek, o büyüklerden başka hiçbir zaman görmediği bir saygıyı görmek, unutulması mümkün olmayan bir mucizedir.

Niye bir dindar büyüdüğünde bu mucizeye olan inancını, sevincini, mutluluğunu kaybetsin?

Neden bir çocuk, inancında ve inandığı tanrısında lekesiz ve berrak bir şefkatin koruyuculuğunu ve güvenini bulurken, büyükler bu inançta, gazap, korku ve öfke bulsun?

O çocuk, o pideden ilk lokmayı ısırdığında, içinde herhangi birine karşı en küçük bir kızgınlık hissetse, nasıl dehşetli bir günah korkusuna kapılır biliyor musunuz, o anda birine kızmanın büyük bir günah olduğuna inanır çünkü, o an herkesin kendisini sevdiği ve kendisinin herkesi sevdiği andır, tanrının onun başına dokunduğu, ona gülümsediği andır, böyle bir anda nasıl kızgınlık hissedilir?

Ve, eğer bu anın sonsuzluğa uzanması değilse din, din nedir?

Elbette bu sorunun, benim cevabımdan daha doğru cevapları vardır.

Ben onları bilmiyorum.

O sıcak pideden ilk lokmayı kopardığım anı biliyorum yalnızca, hissettiğim mutluluğu biliyorum, o mutluluğun sonsuzluğa yayılmasındaki sevinci biliyorum.

Ben bunun için dindarlara gıpta ediyorum.

Ben bunun için ramazan pidesini o kadar çok seviyorum.


(Ahmet Altan - Taraf - 5 Eylül 2010)