Politika

Ahmet Altan: İktidar sarhoşluğuyla zebun ettiler memleketi

'Başbakan kürsü kürsü dolaşıp bağırıyor. Bağırmakla memleket yönetilseydi bozacıları başbakan yaparlardı.'

11 Aralık 2012 13:10

Ahmet Altan, “ecdadımız ata mı binerdi, haremi mi giderdi” tartışmasını memleketin birinci sorunu sayıyorlar dedi ve dış politikada ve iç politikada yaşananları sıraladı. Ve ekledi; "İktidar sarhoşluğuyla zebun ettiler memleketi."

İşte Ahmet Altan'ın Taraf gazetesinde bugün (11 Aralık 2012) yayımlanan "Zıvana" başlıklı yazısı:

 

Geçen gün Hasan Cemal, “işler zıvanadan çıktı” diye yazıyordu.
Çıktı gerçekten.
Siyasetin böylesine madara olduğu bir döneme rastlamak zordur.
Bir yanda dağ gibi sorunlar dururken iktidar partisinin “televizyon dizilerini” kendine birinci mesele yaptığı, çizgi filmleri yasakladığı bir siyaset macerasının kendisi çizgi filme döndü.
 
Dış politika baştan aşağıya dökülüyor.
“Ortadoğu’nun ağası” olacağız derken bakanımızın uçağını uçuramaz duruma düştük, herhalde olabilecek en hakaretamiz jestlerden birini yapan Irak, Enerji Bakanı’nın uçağının kendi hava sahasına girmesine izin vermedi.
İran her gün yeni bir tehdit yayınlıyor.
 
Dün Temel İskit, Neşe Düzel’le yaptığı muhteşem konuşmada, “Dış politikayı Sünniliğe sıkıştırırsanız başarısız olmak kaçınılmazdır” diyordu.
Ne kadar doğru söylediği zaten yaşadıklarımızdan belli.
Avrupa’dan kopup, Ortadoğu’da “Sünni Osmanlı İmparatorluğu’nun” mirasçısı olup herkese nizam vereceğiz derken esamisi okunmayan bir ülke hâline getirdiler Türkiye’yi.
Ortadoğu’da Türkiye’ye tokadı çakmayan ülke kalmadı neredeyse.
 
Gemimizi vurdular, uçağımızı düşürdüler, bakanı tersyüz edip yolundan döndürdüler, her gün ayağını denk al diye tehdit ediyorlar.
Sanki Türkiye bu zelil duruma düşmemiş gibi memleketi yönetenler “ecdadımız ata mı binerdi, haremi mi giderdi” tartışmasını memleketin birinci sorunu sanıyorlar.
Böyle sarhoş gibi davranan bir iktidar partisinin örneğini yeryüzünde bulmak gerçekten zor.
 
İç politika da dış politikadan daha iyi değil.
Uludere katliamının sorulusunu aradan bir yıl geçmesine rağmen açıklamıyorlar.
İktidar partisinin yöneticileri ve hükümet üyeleri bu Uludere katliamından dolayı bir gün yargılanacaklarının farkında da değiller.
Kürt sorunu tamamen “asma, kesme, hapsetme” düzeyine indirildi.
Her gün yeni Kürtleri hapse atıyorlar.
Başbakan kürsü kürsü dolaşıp bağırıyor.
Bağırmakla memleket yönetilseydi bozacıları başbakan yaparlardı.
Aklı fikri yasaklamada.
Dizilerle, çizgi filmlerle dövüşüyor.
Bizim o pek sevdiğimiz, “Bizans çökerken papazlar iğnenin üstünde kaç melek vardı diye tartışıyorlardı” kalıbı, “memleket eleğe dönmüşken Türk yöneticileri dizi filmler için kavga ediyorlardı” kalıbına dönecek bu gidişle.
 
Başbakana en yakın gazetenin internet sitesi, “zorunlu din dersine” karşı çıktı diye Hilâl Kaplan gibi bir dindar yazarı bile andıçlıyor.
“Kim yönetimi eleştirirse onu andıçlarız” şantajlarını yapanlarla, onları destekleyen, halen süren “andıç” davalarına da bir göz atsalar iyi olacak.
28 Şubat türü rezilliklerinin her renginin büklüm büklüm döküleceğini şimdi de “muhafazakârların 28 Şubat’ı” gösteriyor bize.
Bir ekonomi iyi gidiyordu dün gelen rakamlar büyümede de Türkiye’nin çakıldığını ortaya çıkardı.
Bunun sorumlusu olarak bu hükümeti göstermek haksızlık olur, ekonomi işinde gerçekten iyiydiler ama dünyanın içinde bulunduğu kriz Türkiye’yi de kuşatınca, bunca sefaleti halk açısından “kabul edilebilir” hâlde tutan son kale de yıkılıyor.
Büyümenin daralmasının sonuçlarını herkes günlük hayatında hissetmeye başladığında feryatlar daha da artacak.
 
Muhteşem Yüzyıl’la dövüşüp, Simpsonlar’ı yasaklamak da bir işe yaramayacak.
“Cumhuriyet tarihinin en başarılı” iktidarı denen bir iktidarı, bir buçuk yılda “Cumhuriyet tarihinin en beceriksiz iktidarı” hâline getiren akıl nasıl bir akıl bilemiyorum.
Hem kendilerine, hem de ülkeye bunu niye reva gördüler onu da bilmiyorum.
Ortadoğu’da Sünni imparatorluk kurmak hayallerinin peşine düşmek, ülkede “dindar nesiller” yetiştirme hedefini benimsemek, topluma “dindar bir Kemalizmin bütün zorbalıklarını” yaşatmak, kendine benzemeyeni yasaklamak, kendini eleştireni andıçlamak, işkenceciyi müdür, Dink’e ölüm yolunu açanı ombudsman yapmak, Kürt meselesini sadece tehdit ve şantajla bitirmeye uğraşmak, halkın zevklerine karışmaya kalkışmak, “yargıya talimat verme” pervasızlıklarına kapılmak, Uludere’nin sorumlularını saklamak sonunda Türkiye’yi zıvanadan çıkardı gerçekten.
 
Avrupa Birliği üyesi, dünyanın tek demokrat Müslüman ülkesi olma amacından niye vazgeçtik biz?
Ne zararını görmüştük o amaç peşinde yürümenin?
Ortadoğu’nun da, dünyanın da en saygın ülkelerinden biriydik, sorunların demokrasi ve hukuk içinde çözümleneceğinden umutluyduk, toplum kendine güveniyordu.
 
Bir de şimdiki hâlimize bak.
İktidar sarhoşluğuyla zebun ettiler memleketi.