Gündem

Ahlak üzerine

'Ahlaksızlık diye bir şey var ve bu şey, en kötü ahlak ile bile kıyaslanamayacak şekilde daha berbat, daha derman yetmez bir şeydir'

12 Kasım 2013 19:09

Murat Kapkıner

Oscar Wilde; anımsamıyorum ya da Bernard Shaw: “Bir insanı yetiştirmek için onun büyük annesinden başlamak gerekir” demiş. Acaba neden büyükbabası değil de büyükannesi dedi.

Acaba çocuğun büyükbabasına güvenmedi mi. Bu büyükbaba geri zekâlı da ona laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan zor mu göründü. Ayrıca çocuğun ana-babası dururken niye doğrudan büyükanneye kafayı taktı. Bu büyükanne çok mu yetenekliydi.

Sosyolog Bernard Lewis’ye Müslüman gazeteci mealen sormuş : “Üstad! Müslüman toplumlar her anlamda Batılı toplumlardan geri. Eğer doğruysa bu neden böyle”

Gene mealan yanıt şu:

Müslümanlar sekiz asırdır kadını eve hapsetti. Kadın eve hapsedilince cahil kaldı. Çocuğu anne yetiştirdiğinden, kadın-erkek bütün ümmet cahil yetişti.”

Almanya’ya her gittiğimde o zamanlar iki yaşındaki kızımı çok sık çocuk bahçelerine götürürdüm. Alman çocukların elinde kendisinde olmayan bir oyuncak görmesin; ellerinden almaya çalışıyordu. Elbet annesiyle ben olaya el koyup kızımızı ‘sağduyu’ ya davet ediyorduk. Bu birkaç kez oldu ve her defasında Alman anneler de kendi çocuklarını ‘sağduyu’ ya çağırarak oyuncağı geçici olarak vermeleri gerektiğini söyleyip duruma el koydu.

İstanbul’a döndük. Anacağım olay gerçekleştiğinde Almanya çocuk parklarındakileri henüz unutmamıştım.

Kızımı Üsküdar Belediyesi önündeki havuzun başında bırakıp kenardaki banktan izlemeye koyuldum. Kendi gibi iki yaşlarında bir erkek çocuk elindeki yarılanmış dondurma külahını kızıma uzatıyordu. Israrla. Bizim Sılagül ne yapacak diye merakla beklerken…( Eğer dondurmayı alacak olursa oğlanı oracıkta vuracak, kızı da ebediyen eve hapsedecektim.)

Beklerken…

Oğlanın nereden çıkıp geldiğini fark edemediğim annesi aniden yanında bitiverdi. Kaşlarını çatmış, oğlanın boy hizasına kadar çömelmiş:

“Niye veriyorsun oğlum, niye! Kendin yesene! Niye veriyorsun!” diye handiyse bağırıyordu. Bu kadın Roman değildi. Eğer öyle olsa haklı olurdu. Çocuğu ömürde bir dondurma bulmuştu; elbet kendisi yemeliydi. Ama bu kadının İstanbul’un ortadireğine ait bir ailenin annesi olduğunu kılığı-kıyafeti, her şeyi basbas bağırıyordu.

Demem o ki bugünkü Alman’ı bir zamandır yukarda andığım anneler, coğrafyamızın bireyini  de uzun zamandır şimdi andığım Roman olmayan  anneler yetiştiriyor.

Çocuğu yetiştirecek olanın baba değil esasen anne olduğu konusunda umuyorum kimse benimle tartışmaz.

Alman yalan söylemeyi bilemiyor, beceremiyor. Çünkü ne anası ne babası ona yalan söyledi…

Aklıma gelmişken… Şu şey,gâvur filmlerinde sık sık olur…Rastlamışsınızdır: Oğlan kıza bir kez yalan söyler (ya da kadın kocasına, koca kadına), bütün ilişki biter. Kişisel olarak ben hep alınmış, öfkelenmişimdir. Bir yalanla  bir dolanla koca ilişki bitirilir mi.

Bizde bitmez ama Batı’da biter. Çünkü yalan, İslamiyet’te olduğu gibi şahsiyet kusurudur ve yalan söyleyen (meselâ) inanırlığı inandırıcı değildir.

İslam’da bütün edimsel günahlar kişisel, dolayısıyla inanca zarar vermezken, yalan söylemek, emanete riayet etmemek, sözünde durmamak, nifak (küfür, kâfirlik) ile ilişkilendirilmiştir.

Yani yalan söylediği için kocasının üzerine Alman kadın bir çizgi çekiyorsa bir mümine gibi davranıyor.

İmdi. Çocukken annesine ait bir hatayı babasının duymaması için, annesinin tehditi ve dayağı ile, babasına ait bir hatayı annesinin duymaması için babadan gözdağı yiyerek, okul çağında arkadaşlarının kopyasını öğretmeninin duymaması için ezilip dövülerek, askerde takım komutanının hatasını bölük veya tabur komutanının duymaması için dayak yiyerek, askerî personel ve mesela daha ast ise üstünün duymaması için yalan söyleyerek, üstse astının duymaması için yalan söyleyerek yetişen birey kimdir. Son birkaç yıl içinde Ülkemiz, kısmen İtalya’nın başardığına benzer bir ‘temiz eller’operasyonu geçirdi. Hangi kurumların ne derece tefessüh ettiğini gördükçe şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüyor insan.

Bu birey kimdir.

Bu birey, bu ülkede cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanı, anayasa mahkemesi üyesi, parlemento üyesi, parti başkanı olabilen potansiyel bireydir.

Saydıklarım ve aşağı doğru sizin saymanıza emanet ettiğim bu makamları bu birey işgal ederse ne olur, yukarıda andığım Alman annenin yetiştirdiği çocuk işgal ederse ne olur.

Bu ülkenin çok, çok az da olsa , çocuklarını etik değerlere önem vererek yetiştiren kimi soylu aileleri bu yazının muhatabı olmaktan arıdır.

İki yetiştirme- yetiştirilme tarzından bahsettim.

Oscar Wilde inşallah yanılmıyordur da birkaç kuşak sonra çocuklarımızı eğitecek kişilere kavuşur, sonra ilk kızımızı eğitir daha sonra da meselâ beşinci kuşakta artık yalan söyleyemeyen, aldatamayan, sözünde duran, ilkeli bireylere sahip,  insan,  uygar, demokrat, özgür bir ülke oluruz.

Ülke’miz Müslümanlarının temel sorunlarından biri değil; tek sorunu, yaklaşmaya çalıştığım etik konusu: ahlaksızlığı kötü ahlak ile karıştırmak, daha da kötüsü günahı ahlaksızlık, günahkârı ahlaksız sanmak.

Ahlaksızlık diye bir şey var ve bu şey, en kötü ahlak ile bile kıyaslanamayacak şekilde daha berbat, daha derman yetmez bir şeydir.

Eskimo, (rivayet doğruysa) geleneğine uyup karısını misafirine ikram ettiği sürece ahlaklı (ilkeli) ve fakat kötü ahlaklı olabilir. Bir başka ilke için olmaksızın bu ahlakını (ilkeliliğini) terk ettiğinde ahlaksızdır.

Bir eski Roma efsanesine göre de  gelenek üzere, yaşlanan babayı, oğul, perçeminden sürükleyerek kapı eşiğine kadar getirir orada boğazlarmış. Bu ilke bozulmadığı sürece o insanlar ilkeli (ahlaklı)dir ama bu kötü bir ahlaktır. Birilerini düşleyiniz ki kendisine ait bir ilkesi, ilkeleri olmadığı gibi, kendisini bağlayan bir başka ilke de yok: Ahlaksız budur ve ahlak, şarap içmemek, zina etmemek gibi kişisel günahlara bulaşmamak değil; ilkeli olmaktır. Türklüğün (sürüp gelen ilkeleri varsa) ilkeleri onu bağlamıyor. Müslümanlık bağlamıyor; ona mustar kalmışsa Kitab’ı kendine uyduruyor. Türküm-Müslüman’ım diye övünenlerden,  maalesef Ülke’mizde mebzul kimi tiplerden  bahsediyorum: Maddi-manevi kişisel çıkarı için, üste çıkmak için, satmayacağı, arkadan vurmayacağı kimse ve değer, çiğnemeyeceği ilke yok. Bernard Shaw, belki 100 yıl önce benzer şeyleri İngiliz halkı için söylemişti.

Asaletin (soyluluk) iyi-kötü ahlakla bire bir ilintili olduğunu burada zikretmeyeceğim çünkü bu konuyu da bir yerlerde yazmış, yayınlamıştık. O yazı ile bu yazı bir seridir; tekrar bulup okuyabilirseniz. Şu kadarını hemen söyleyebiliriz: Ahlaksız bireyin soylu olması olanaksızdır. Ahlaksız, aynı zamanda soysuzdur.