Almanya'nın yeniden birleşmesinin ardından oluşan doğu eyaletleri Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin kalesi konumunda. Doğudaki kaleleriyle AfD bugün Almanya'da belirli bir "Visegrad zihniyetini" temsil ediyor. Almanya'nın doğusunda, Visegrad ülkeleri Çekya, Polonya, Slovakya veya Macaristan gibi Orta Avrupa ülkelerindekine benzer bir siyasi yönelim sözkonusu.
Bunu, Almanya'nın doğusunu ve AfD'yi çok iyi tanıyan biri söylüyor: Frauke Petry. Partinin eski lideri Petry, 2014 yazında Saksonya eyalet seçimlerinde AfD'yi neredeyse yüzde 10'luk oy oranıyla ilk kez bir Alman parlamentosuna sokmayı başarmış ve uluslararası ortamda partinin tanınan yüzü haline gelmişti. ABD'de yayınlanan The New Yorker dergisi bile kendisi hakkında 20 sayfalık bir haber yayınlamıştı.
Petry, DW'ye yaptığı açıklamada, "Doğu Avrupa, Visegrad devletleri ve kullandıkları etkin dil, kapınızın önünde hissediliyor. Bu yüzden de Almanya'nın doğusu üzerindeki kültürel etkileri şaşırtıcı değil" diyor. Petry, bu yüzden "siyasi tartışmaların daha acısız geçtiğini" ve AfD'nin daha radikal kanadının doğuda "batıya göre daha az kişiyi korkuttuğunu" belirtiyor.
AfD'deki dönüşüme Petry neden oldu
Biraz geçmişe bakalım... 2014 sonbaharında, yani AfD'nin kuruluşunun üzerinden yaklaşık bir buçuk yıl geçtikten sonra, Çekya ve Polonya'nın yanıbaşındaki Saksonya eyaletinin başkenti Dresden'da "endişeli vatandaşlar" yeni sağcılarla ilk kez yan yana sokağa çıktı. AfD'nin Saksonya'daki lideri Petry, Pegida (Batının İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar) hareketinden faydalanmayı bildi. Hızla popülerleşen Petry, 2015 yazında federal düzlemde AfD yöneticiliğine yükselmeyi başardı. Bunu mülteci krizi ve toplumsal kutuplaşma süreci takip etti ve AfD hızlı bir biçimde sağa kaydı.
1975 doğumlu Petry bugün mecliste ancak AfD üyesi olarak değil. Parti ona göre çok radikalleşti. Petry, partiden ayrıldığından beri herhangi bir meclis grubuna dahil değil. "Maviler" (Die Blauen) isimli yeni bir parti inşa etme teşebbüsü ise pek başarıya ulaşmışa benzemiyor. AfD artık onun rakibi. Tam da bu nedenle AfD'nin Almanya'nın doğusunda batısından neden iki kat daha başarılı olduğu sorusuyla ilgileniyor.
Şimdi söz "AfD jenerasyonu"nda
Doğudaki eyalet Mecklenburg-Vorpommern'in de Visegrad ülkesi Polonya'yla sınırı bulunuyor. Oradaki AfD eyalet teşkilatı başkanı Leif-Erik Holm, DW'ye verdiği mülakatta, Polonya sınırına yaklaştıkça AfD'ye verilen desteğin arttığını söylüyor. 24 Eylül'deki seçimden bu yana mecliste koltuğu bulunanlardan biri olan Holm'ün, AfD'nin doğudaki gücüne dair daha elle tutulur bir açıklaması var: AfD seçmenlerinin çoğu 40-60 yaş grubunda bulunuyor. Yani genel olarak toplumu yaş ve etki bakımından şekillendirenler grubunda.
Doğu ile Batı Almanyanın yeniden birleşme dönemine atıfta bulunan Holm, "Bu tam da 1989 yılında siyaseten sosyalleşen dönüşüm jenerasyonu" diyor. Kazanılmış özgürlüğün verdiği müthiş hissiyat ve nihayet her şeyi söyleyebiliyor olmak, Holm'e göre bu jenerasyonun iliklerine işlemiş. Öğrenci olduğu dönemi gayet iyi anımsıyor: "Konuşma özgürlüğünü bir daha asla teslim etmeyiz" denilen yılları. Peki ya şimdi? Holm, günümüzdeki durumu o günlere benzetiyor. "Özgürlüğün alanı yeniden daraltılıyor" şeklinde konuşan Holm, toplum ve medya tarafından kınanmaktan korktukları için birçok kişinin artık belirli konuları gündeme getirmeye cesaret edemediğini belirtiyor.
Diktatörlüğü deneyimleyen Petry de, genel olarak doğulu Almanların neden medyaya eleştirel yaklaştıklarını anlayabildiğini söylüyor.
Visegrad ve Almanya'nın doğusunda benzer biyografiler
AfD'nin "yalancı basın" sloganının şu anda Almanya'nın doğusunda son derece verimli bir zemin üzerinde yeşeriyor olması, pekala 1989-1990 yıllarında yaşanan siyasi kırılmanın artçı bir sonucu da olabilir. Ancak hakikati anlayabilmek için bundan önceki dönemi de hesaba katmak gerekiyor.
Gerçekten de "AfD nesli", eski Almanya Demokratik Cumhuriyeti'nde (DDR) olsun, Polonya'da olsun, çocuklukları ve gençliklerinde diktatörlüğü deneyimlemiş olan ve bu çerçevede otoriter bir biçimde şekillenmiş olan son nesil. Nitekim bu da AfD gibi neo-otoriter bir parti ya da Polonya'da iktidarda bulunan milliyetçi-muhafazakar Hukuk ve Adalet Partisi'ne (PiS) meyletmeyi psikolojik olarak açıklıyor.
Visegrad ve Almanya'nın doğusu arasındaki ortak yönlerin sayısı daha fazla. Birçok insana göre kırılma deneyimine o dönemde yapılmış çok sayıda ekonomik ve toplumsal yanlış da dahil. Tarihçi Ilko-Sascha Kowalczuk, Berlin'de katıldığı bir etkinlikte, "Almanya'nın doğusundaki neslin tamamı çalışma süreçlerinden kopartıldı" diyor. Visegrad ülkelerinde durum çoğunlukla daha da zordu. Siyasi kırılmaya bir de hiperenflasyon eklendi. Ve o dönemde onlara para akıtan zengin bir batı yoktu.
Federal Alman Meclisi: AfD için hem fırsat hem zorluk
Benzer bir "Visegrad mentalitesi", mülteci politikası konusunda da kendini gösteriyor. Berlin Bilim ve Politika Vakfı'ndan (SWP) Kai-Olaf Lang bir röportajında, Visegrad ülkelerinin soruna "Önce güvenlik" mantığıyla, öncelikli olarak "koruma ve güvenlik prizmasından" baktığını söylüyor. Lang'a göre, bu ülkelerde öncelikli olarak riskler ve tehditler görülüyor ve "etkili bir savunma politikası, daha fazla kontrol ve daa iyi sınır güvenliği" isteği de bu yüzden ortaya çıkıyor.
Peki ya Almanya'nın doğusunda durum ne? AfD'li Holm, "İç güvenlik ve göç konularında her şey şekillenecek" diyor. Başka bir deyişle "önce güvenlik"ten bahsediyor. Bu mentalite uzun süre boyunca Almanya'daki diğer partilerin de siyasi gündeminin bir parçası olageldi. Ancak şu an için diğer partiler AfD'yi birlikte koalisyon kurmaya uygun bir parti olarak görmüyor. Gelecek beş yıl halledilecek iş bu olabilir. AfD'nin diğer partilere ne kadar eklemlenebilir olduğuna ve mecliste kendisini kanıtlayıp kanıtlayamayacağı ortaya çıkacak. Bu da her şeyden önce, AfD'nin ultra sağcı kanadını ne kadar kontrol altına alabileceği ve protestonun yanı sıra kendi siyasi konseptlerini geliştirip geliştiremeyeceği sorusunu gündeme getiriyor.
Kay-Alexander Scholz
© Deutsche Welle Türkçe