16 Eylül 2019 11:14
Geçen yıl gözaltına alınıp tutuklanan Adnan Oktar ve lideri olduğu grubun birçok üyesi, 17 Eylül'de ilk kez hâkim karşısına çıkıyor.
Dava kapsamında hazırlanan 3 bin 908 sayfalık iddianamede grup, 'Adnan Oktar Silahlı Suç Örgütü' olarak tanımlanıyor.
226 şüpheli hakkında 24 ayrı suçlama yer aldığı dava kapsamında toplam 125 mağdur-müşteki bulunuyor.
İstanbul'da, Silivri Ceza İnfaz Kurumları karşısındaki büyük salonda yapılacak duruşmaların haftalarca sürmesi bekleniyor.
Peki Adnan Oktar, grubu ve davanın içeriğiyle ilgili bilinenler neler?
1956 yılında Ankara'da doğan Oktar, 1979'da İstanbul'a giderek Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü'ne kaydoldu.
Faaliyetlerine dini sohbetler üzerinden bu okulun Fındıklı'daki kampüsü ile yakınlardaki cami ve evlerde başladı. Yavaş yavaş çevresinde bir cemaat oluşturdu.
Kendisinin mehdi olduğunu ima eden, evrim ve masonluk karşıtlığını öne çıkaran Oktar, özellikle maddi durumu iyi ailelerin lise ve üniversitede okuyan çocuklarını gruba katmaya başladı.
1980'ler İstanbul'unda onun adı, orta ve üst sınıf aileler arasında tedirginlik yaratan bir şehir efsanesine dönüştü.
O yıllarda Oktar basında da görülmeye başlıyor ve "Adnan Hocacılar" ismi alttan altta yayılıyordu.
1987'de, daha sonra da kullanacağı Harun Yahya takma adıyla 'Yahudilik - Masonluk' isimli bir kitap yazan Oktar tutuklandı ve dokuz ay cezaevinde kaldı.
Cezaevi sonrasında ise "şizofreni" teşhisi ile Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde 10 ay kalan Oktar, Adli Tıp Kurumu'nun teşhisi "İdealist Pasoni"ye (liderlik hezayanına sahip) çevirmesiyle tahliye oldu.
1990 yılında kurduğu Bilim ve Araştırma Vakfı'yla grup faaliyetlerine vakıf çalışması görüntüsü verildi.
Akit ve Milli Gazete'de yazıları yayımlandı.
"İslami yaratılış" adını verdiği teoriyi savunan ve Darwin'in evrim teorisini çürüttüğünü öne süren Oktar 1990'larda ve 2000'lerin başında evrim teorisine karşı başlattığı kampanya kapsamındaki yazıları, konferansları ve ücretsiz dağıtılan kitaplarıyla gündemdeydi.
1999 yılında bir kez daha tutuklanan Adnan Oktar hakkında o dönemde başlatılan Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) yargılaması iki yıl sürdü.
Özellikle kalın ciltli, renkli 'Yaratılış Atlası' kitabının okullara dahi gönderilecek ve yurtdışında da yabancı dillere çevrilip üniversitelere yollanması dikkat çekici bulunuyordu.
Daha küçük kitaplar ise caddelerde, okul kapılarında, alışveriş merkezlerinde bedava elden dağıtılıyordu.
Grup tarafından 2011 yılında kurulan A9 TV kanalı, Oktar'ın kamuoyunda daha fazla tanınmasının ve tartışılmasının önünü açtı.
Özellikle medyada 'kedicikler', grup içinde ise 'bacılar' olarak tanınan; kimi zaman erotik giyimli ve yoğun makyajlı kadın grup üyeleriyle programları tartışma yarattı.
Bu dönemde yine bu TV'de mason diplomasını aldığını iddia etti ve İsrail'le bağlantısı olduğunu düşündürten konuşmalar yaptı.
Adnan Hoca grubu üyeleri, Oktar'a bağlılık üzerinden bir araya gelmiş ve kapalı bir kült sistemi içinde yaşayan insanlardan oluşuyor.
Bu kişilerin dışarıdan evlenmelerine izin verilmiyor, evlilik yapılırsa grup içinde yapılıyor. Dışarıdan evlenmiş olanlardan boşanmaları isteniyor.
Yoğun cinsel istismarın yaşandığının belirtildiği grup içinde birçok kadının Oktar ile dini nikah kıydıkları da biliniyor.
Kamuoyunun gözü önündeki erkeklerin yakışıklı, kadınların güzel olması; şık giyimli ve bakımlı olmalarına dikkat ediliyor.
Üyeler ağırlıklı olarak grubun evlerinde kalıyor. Bunların en önemlisinin 2018'de operasyon yapılan Kandilli'deki köşk olduğu aktarılıyor.
Erkek üyelerden askere gitmemeleri isteniyor ve üniversite öğrencisi olanların genelde okullarını bıraktığı belirtiliyor.
Grup üyelerinin hem ailevi malvarlıklarını gruba vermeye hem de grup için mali çalışmalar yapmaya ikna edildiği belirtiliyor.
Zaten hem mevcut hem de eski üyeleri arasında bazı varlıklı ailelerin mensupları da yer alıyor.
Örneğin Babuna ailesinin bazı mensupları bu isimler arasında yer alıyor.
Üyelerin aileleriyle sorun yaşaması durumunda, ilişkilerinin tamamen kesilmesi isteniyor ve hem hukuki hem de medya-sosyal medya yoluyla aileler korkutulmaya çalışılıyor.
Grup mensupları sosyal medyayı yoğun olarak kullanıyor. Öyle ki grup üyeleri özellikle operasyondan önce dönem dönem Twitter'da bazı etiketlerini TT listesine sokmayı başardı.
İddialara göre ayrılmak isteyenler tehdit ediliyor, grup tarafından hedef alınıyor ve haklarında kamuoyu önünde de "FETÖ mensubu", "eskort" gibi propagandalar yapılıyor.
Birçok ifadeden, özellikle de kadınların korkularından gruptan ayrılamadığı anlaşılıyor.
Yapılanma içinde bir yandan grup üyeleri faaliyet gösterirken, diğer yandan da kitapların dağıtımından konferanslara katılmaya kadar farklı konularda faaliyetlerde bulunan bir sempatizan kitlesi oluşturulmuş durumda.
İddianameye göre soruşturma, Başbakanlık İletişim Merkezi'ne yapılan bazı ihbarlar ve eski grup üyelerinin mağdur-müşteki ifadeleri üzerine başlatıldı.
Operasyon kamuoyunda "Uzun süredir göz yumulan gruba neden şimdi operasyon başlatıldı?" sorusuna neden oldu.
2017'nin Ekim ayında, Oktar'ın çevresindeki önemli isimlerden Oktar Babuna'nın annesi Semin Babuna'nın grupla ilgili bir dosyayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a verdiğini açıklaması bu kapsamda önemli bulunuyor.
Babuna görüşmeden sonra basına "FETÖ yargısı koruyordu. Şimdi onlar yok ve gereği yapılır diye ümit ediyorum. Tayyip Bey'in onlardan hazzetmediğinin şahidiyim" açıklamasını yaptı.
Operasyondan kısa süre önce Oktar ile Diyanet İşleri Başkanı (DİB) arasında tartışma yaşanması da dikkat çekici görülüyor.
Oktar'ın "Maaşını kerhaneler ödüyor" dediği DİB Başkanı Ali Erbaş, "Tamamen akli dengesi herhalde bozulmuş" yorumunda bulundu, kısa süre sonra Oktar'ın kanalını hedef alan bir düzenleme yapıldı.
Bir görüşe göre ise hükümet, Gülen yapılanması ve 15 Temmuz darbe girişiminden yola çıkarak çıkardığı dersle, Türkiye'deki farklı cemaat yapılanmalarını kontrol altına almak için bir süreç başlattı ve operasyon bu sürecin parçası olarak yapıldı.
Geçtiğimiz aylarda basına sızan ancak hazırlanış tarihinin daha eski olduğu anlaşılan, resmi kurumlar tarafından ne doğrulanan ne yalanlanan, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın gizli dini oluşumlar raporu da bu görüşe dayanak olarak kullanılıyor.
Türkiye'deki tüm tarikat ve cemaat yapılarının haritasının çıkarıldığı raporda, 15 Temmuz ardından bu yapıların kontrol altına alınması gerektiğine vurgu yapılıyor.
Oktar ve diğer şüphelilere toplam 24 ayrı suç isnat ediliyor. Bu suçlar şöyle:
İddianamede örgütte tek hakim liderin Adnan Oktar olduğu ve örgüt içinde mehdi olarak görüldüğü belirtiliyor. Buna göre örgüt, Oktar'a mutlak itaat üzerinden faaliyet gösteriyor.
Grubun amacıyla ilgili uzun bir tanım yapılıyor. Kısaltılmış haliyle amaç şu cümlelerle tanımlanıyor:
"Örgütün sözde Mehdiyet hükümlerince, kendi ideolojileri doğrultusunda tevil ettikleri dini esaslara dayalı bir oluşum içerisinde olduğu ve sözde 'münafık' olarak nitelendirdikleri kendilerine tabi olmayı kabul etmeyen vatandaşlara karşı gerçekleştirilecek her türlü gayrimeşru faaliyetin doğru olarak kabul edildiği; ayrıca toplumdan izole bir şekilde, lüks, şatafat içerisinde, maddi her türlü ihtiyacın kural tanımaksızın giderildiği; cinsellik de dahil olmak üzere her türlü dünyevi beklentinin, geleneksel normlar ve inanışların uzağında yaşandığı; bütün bunları sağlamak için de suçun her türlüsünün mübah sayıldığı örgütsel yapının devamının amaçlandığı..."
Grup üyeleri arasında iş bölümünün yapıldığı belirtilen iddianameye göre bu görevlendirme ve iş bölümlerinden bazıları şunlar: Emniyet imamı, adliye imamı, para imamı; hukuk grubu, kız getirme grubu, ticari işler grubu, kitap yazma grubu.
Örgütün iki numaralı yöneticisinin Ulviye Didem Ürer, üç numaralı yöneticininse Tarkan Yavaş olduğu iddia ediliyor.
İddiaya göre Oktar grubunun silahlı bir varlığı da bulunuyor. Silahlanma, örgüt tarafından muhaliflerini yıldırma maksatlı kullanılıyor.
İddianamede grubun, "FETÖ ile iltisak ve irtibat halinde olduğu da" belirtiliyor.
Mali gelir konusunda ise iddianamede, örgüt mensupları tarafından gerek ticari faaliyetler çerçevesinde, gerek yasa dışı zeminde yapılan faaliyetlerle, gerekse de örgüt üyelerinin zenginliklerinden elde edilen gelirlerin infak adı altında örgüte aktarıldığı ve büyük bir mali havuz oluşturulduğu yazıyor.
Cinsel saldırı ve taciz, Oktar ve grubuna yöneltilen ve kamuoyunda da operasyon başlamadan önce sık sık dile getirilen suçlamalar.
Grup içinde olan veya daha sonra ayrılan birçok kız çocuğu ve kadının bu saldırılara maruz kaldığı belirtiliyor.
İddianamede grubun üye kazanmak için 1990'lı yıllardan itibaren "turnike sistemi" adı verilen bir cinsel sömürü yöntemine başvurduğu belirtiliyor.
Bu sisteme göre kız çocukları ve kadınlar, grubun yakışıklı erkekleri tarafından ikili ilişki kurulduğu görüntüsü verilerek ve dini telkinlerle cinsel istismar ve tecavüze uğradı, psikolojileri yıpratılarak ve istismar videolarıyla şantaj yapılarak gruba dahil olmaya zorlandı.
Bu kız çocukları ve kadınlar daha sonra başka grup üyeleriyle de ilişkiye zorlandı.
Kadınlar daha sonra Oktar'ın huzuruna çıkarılarak, yaşadıkları travma ardından onu kurtarıcı olarak görüp benimsemeleri sağlanıyor ve sonrasında Oktar'ın tacizlerine de maruz kalıyorlardı.
İddianamede, bazı annelerin kız çocuklarını Oktar'a getirdiklerine dair iddialar da yer alıyor.
Davanın müştekileri arasında grubun eski üyeleri, ailesinin mensupları grupta bulunanlar, gruptan zarar gördüğünü belirtenler ve itirafçılar yer alıyor.
Soruşturma sürecinde şüphelilerden 25'i etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak için başvuruda bulunup bu konuda beyanlarda bulundu.
Eski üyeler ve itirafçılar arasındaki özellikle kadınların anlattıkları, grup içinde yoğun bir cinsel istismar yaşandığına işaret ediyor.
Kadınlardan bazıları grup içindeki hayatlarını "esir hayatı", "kölelik" gibi kavramlarla tanımlıyor.
İtirafçıların vurguladıkları şeylerden biri de gruptan ayrılmak isteyenlerin baskı ve şantajla karşılaştıkları, buna rağmen ayrılanların ise yoğun bir kara propagandaya maruz kaldıkları yönünde.
Yine anlatılanlar, grubun bir istihbarat örgütlenmesi gibi çalıştığı, elinde birçok gizli ses ve video kaydının olduğunu ortaya koyuyor.
Grup üyelerinin Ergenekon davası savcılarından Zekeriya Öz'le birkaç kez görüştükleri, hatta Ergenekon davasına müdahil olmak için kendisine dilekçe verdikleri de itirafçıların ifadeleri arasında bulunuyor.
Oktar, 11 Temmuz 2018'de gözaltına alınıp sağlık kontrolü için hastaneye getirilirken "İngiliz derin devletinin oyunu bu" dedi.
Oktar, İstanbul Sulh Ceza Hakimliği'ndeki savunmasında ise suçlamaları reddetti ve ortadakinin bir örgüt değil, "arkadaş grubu" olduğunu savundu. Oktar "Dürüst insanlarla yaşamayı seven, dost olmayı seven, arkadaş çevresi olan bir kişiyim" ifadelerini kullandı.
Ayda 3 bin 500 TL gelirinin olduğunu belirten Oktar kendisini, "Ben kanuna, hukuka uygun yaşayan bir kişiyim, halkın içinde yaşayan bir kişiyim, milletin içinde yaşayan, TV'de yaşayan bir kişi olmakla herkes, halk da beni görür tanır. Gizli, anlaşılmaz örgüt lideri bir kişi değilim" sözleriyle anlattı.
Oktar kendisini ayrıca, "Atatürkçü, milliyetçi bir kişiyim" diye tanımladı.
Taciz iddialarını "iftira" olarak değerlendiren Oktar bir komplo ile karşı karşıya olduğunu belirtti:
"Müştekiler bana kumpas kurmuşlardır. Bize karşı atak yapan bu grup 25-30 kişilik bir gruptur."
"Bu kız çocuklarına tecavüz olaylarını ise kesinlikle kabul etmiyorum. Bu da iftiradır. Buna aşırı bir abartı yapılmaktadır. Kız çocuklarının ailelerine 50 bin TL para vererek onları aldığımıza dair iddialar vardır. Halbuki ben hayatımın her evresinde dikkatli olduğu gibi kız çocukları konusunda da son derece dikkatli olarak ilişki kuran bir kişiyimdir."
Davadaki diğer şüphelilerin de savunmalarında "arkadaş grubuyuz", "Atatürkçüyüm", "Bize kumpas kuruldu" gibi benzer ifadeleri kullanması dikkat çekiyor.
© Tüm hakları saklıdır.