Kolay olsaydı kutsal kitaplara, peygamberlere gerek olmazdı. Ama kutsal kitaplara, peygamberlere rağmen toplumlarda adalet duygusu hâkim duygu olamamıştır. Eşitlik nosyonu keşfedilmiştir, tıpkı özgürlük gibi ama her zaman bazıları daha eşit, bazıları daha özgür olmuşlardır. Kardeşiz dendiği yerde kardeş kavgaları eksik olmamıştır.
Şiddete karışı oluş da bu bapta mütalaa edilmelidir.
Şiddet uyguluyor diye iki tarafa da eşit mesafede karşı çıkmak, eşit mesafede durmak iki taraftan da saldırıya uğramak açısından en zoru gibi görünse de aslında etik açıdan en kolayını seçmek demektir. Oysa asıl zor olanı ahlaki olarak karşı olmanıza rağmen (şiddete) eşit mesafe koymamak, eşitsiz durumda olanın yanında olmaktır. Bu tutum ahlaktan farklı olarak etik tutumdur. Zira böyle yapmak muktedir olduğunuz imkânı kullanmak anlamına gelir, öteki ise tutumsuzluktur.
Eşit mesafede durma yaklaşımındaki yanlışın görülmesini şiddete karşı olma gerekçesi gölgeler. Zira buradaki yanlış, şiddete karşı çıkmanın rahatlığıyla eşitsizliğe karşı tutum almadığımızı, aksine bilmeden de olsa eşitsizliği gizlediğimizi görememektir. Ortada bir eşitsiz hâl varken tarafların aynı günahı işlemesi bizi aldatmamalı. Günahkâr diye iki tarafa da karşı olmak günah olgusu nedeniyle “ahlâki” bir duruş olabilir ama eşitsizliği gizlediği için etik tutum sayılamaz.
Buradaki korku, korkumuz “günaha bulaşma” korkusudur. Benim “steril demokratlık!” dediğim temelde bu korkunun ürünüdür. He zaman doğrunun tarafında olmak refleksinin sonucudur. Bu refleks aslında iyi bir reflekstir, iç eleştiriyi canlı tutar ama hayat ne yazık ki steril değildir. Bu nedenle ilkeler önemlidir ama hayat ilkelerin içine tıkılamaz. Aynı nedenle öğretici olan doğrularımız değil yanlışlarımızdır.
Elleri bağlı boksör!
Zor olan tutum, günahı eleştirirken günaha rağmen eşitsizliğe karşı çıkan bir çizgide tutum almalardır. Açık ama ben yine de yanlış anlamalar olmasın diye tasrih ederek söyleyeyim, eşitlik denklemini günahlar arasında kuruyor değilim, hangi günahın daha az olduğunu söylüyor değilim; taraflar arasındaki eşitsizlikten söz ediyorum. Bu muhasebeyi yapmadan gerçekten yana olmaktan nasıl söz edilebilir?
İncil’de Hz. İsa şöyle der: “Ey insanlar günahkâr olan sizler değilsiniz. Musa yasak koymasaydı bu kanunları çiğnediğiniz için günahkâr olmayacaktınız. Ben yasakları kaldırmaya geldim.”
1987-90 yılları arasında DGM’de “komünist partisi” davasında tutuklu yargılanırken savunmamın bir yerinde mahkeme heyetine şöyle bir örnek vermiştim: Bir boksörü ringe elini bağlayarak çıkarıyorsunuz, boksör kendini rakibinin yumruklarından koruyabilmek için ayağıyla vurunca “faul yaptın” diye cezalandırıyorsunuz. Ben illegal komünist partisinin genel sekreteriyim bu nedenle 141-142. maddelere yani kanunlara göre suç sayılan bir fiil işlemiş oluyorum ama ben bu kanunlara itiraz ediyorum, bunların kalkmasını istiyorum, bu yasaklar kalksın diye geldik.”
Yukarıdan beri söylediklerim Kürt sorunu ve PKK konusundaki farklı yaklaşımlarımızın kaynağına inebilmek için bir girizgâh olarak okunmalı. Ama spesifik olarak birilerini, bir çevreyi düşünerek yazdığım şeklinde okunmamalı. Zira şiddeti eşitleme diye özetleyeceğim yanlışı zaman zaman kendi yazılarımda da görüyorum. Fakat yine de şunu tasrih ederek söylemeliyim: Taraf gibi tarafsızlığı seçmemiş bir gazetenin çizgisinde bu yanlış kendini daha açık gösteriyor. Bu nedenle bu dediklerim yazarı olmaktan sevinç duyduğum gazetem Taraf’ın çizgisine yönelik bir eleştiridir aynı zamanda.
Yazdığım yazılarda pek çok şey eleştirilebilir ama doğrusu “KCK operasyonlarına verilecek destek bilinmelidir ki BDP’nin kapatılmasına verilmiş destektir” sözümün üstelik de bir Taraf yazarı tarafından eleştirilmesine çok şaşırmış olduğumu söylemeliyim. Üst üste yazdığım yazılarda kimleri kastettiğim Melih Altınok’u tahmin zorunda bırakmayacak kadar açıktır. Üstelik “iktidara yakın yazarlar” diye açık ifademe rağmen. Bunların listesini vermediğim için mi yanlışım?
Altınok’un polemik cümlelerini atlıyorum, bu cümlelere esef ettiğimi söylemekle yetineceğim. Açıkça “KCK operasyonları” dediğim cümleden zorlansa bile operasyonlarla KCK eleştirileri birbirine karıştırılamaz. Ama ne yapalım ki Altınok karıştırmış.
Beni asıl şaşırtan BDP için “AK Parti’nin boykot bitsin de Meclis’e dönsünler diye çırpındığını” söylemesidir. Çırpınış vardı da ben mi görmedim? AK Parti içinde dönsünler diyen vardı elbette ama Başbakan’ın BDP’yi Meclis’e davet edici değil tersine itici söylemleri ortadayken ve Başbakan bugün de benzer şeyler söylüyorken böyle bir cümle nasıl kurulabilir? Bunları unutursanız elbette KCK operasyonlarına destek olanların kimler olduğunu bana sorar veya daha da kötüsü tahmin zorunda kalırsınız.
Başbakan’ın AK Parti ve medya üzerindeki “vesayetini” görmezseniz, BDP üzerindeki KCK vesayetiyle, BDP’nin devlet tarafından kapatılması olasılığını demokrasi açısından eşdeğerde günah olarak görebilirsiniz?
Evet. Adil olmak zor zanaat vesselam.
Nabi Yağcı/Taraf/19.11.2011