Kültür-Sanat

'Abluka' ile Venedik'ten ödülle dönen Emin Alper: Filmin uğursuz olduğunu düşünmeye başladım

"İçinde bulunduğumuz durumun basit bir terör meselesinden ziyade bir iç savaş olduğunu düşünüyorum"

01 Kasım 2015 14:26

Venedik ve Altın Koza gibi festivallerden ödülle dönen yönetmen ve tarihçi Emin Alper, yoğun bir politik şiddet ortamında ayakta kalmaya çalışan iki kardeşin hikayesini anlattığı ‘Abluka’ adlı film için “Filmin uğursuz olduğunu düşünmeye başladım. Venedik Film Festivali’nde ana yarışmaya davet almamızın ertesi günü Suruç patlaması oldu. Ardından tam vizyona girecekken Ankara patlaması oldu” dedi.

Habertürk’ten Kübra Par’a konuşan Alper, filmi çekerken bu kadar karamsar olmadığını söyleyerek, “Maalesef filmin öngörüsünün bu kadar doğru çıkması bizim için üzücü bir ironi oldu” dedi.

“Tam anlamıyla gerçeklikle bağını koparmayan ama gerçek bir fotoğraf da ortaya koymayan, karanlık bir dünya çizmeye çalıştık“ dediği filmin hazırlık aşamasında çöplerden çıkan hangi materyallerin bomba yapımında kullanılabileceğini araştırdığını söyleyan Alper, “Önce başımız belaya girer diye internetten araştırmaya korkup polisten yardım istedik” dedi.

Habertürk’te yayımlanan (1 Kasım 2015) röportaj şöyle:

En klişe soruyla başlayacağım. Terör-devlet ve insan karakteri üzerine bir film çekmek nereden geldi aklına?

Gecekondu mahallelerindeki çöpleri koklayarak bomba yapımında kullanılan materyalleri bulup, bu şekilde teröristleri avlama yöntemi geldi ilk önce aklıma. Aslında bunu da devletimizin tırnak içinde terörizmle mücadelede düştüğü çaresizliğin ifadesi olarak düşündüm. Terörün bir güvenlik meselesi olarak görülüp, bu sorunu çözme hamlelerinin sürekli başarısız olduğu 90’lı yıllarda büyüdüm ben. Her gelen siyasetçi “Bu sorunu kökünden çözeceğiz” derdi. Sonunda silahla çözümün imkânsız olduğu ortaya çıktı. Bu film devletin güvenlikçi perspektifinin acziyetinin bir ifadesi olarak görülebilir...

“90’lardan bu yana onca insanı teröre kurban verdik ama geldiğimiz noktada çözüm olarak hâlâ güvenlikçi politikalar konuşuluyor” diyorsun yani..

Evet, işte bu karamsarlıktan yola çıktım. Geçmişte böyleydi, gelecekte daha kötü olabilir... Tam da bu yüzden bu filmi soyut, zamansız ve mekânsız tasarladım. İzleyenler, 1970’ler mi, 12 Eylül sonrası mı, 90’lar Gazi Mahallesi mi olduğunu anlamakta zorluk çekiyor. Hem hiçbiri hem hepsi, belki de gelecek... Ama itiraf etmeliyim ki filmi çekerken bu kadar karamsar değildim. Maalesef filmin öngörüsünün bu kadar doğru çıkması bizim için üzücü bir ironi oldu. Özellikle geçtiğimiz temmuzdan beri çok karamsar bir tablonun içindeyiz. Hatta filmin uğursuz olduğunu düşünmeye başladım. Venedik Film Festivali’nde ana yarışmaya davet almamızın ertesi günü Suruç patlaması oldu. Ardından tam vizyona girecekken Ankara patlaması oldu

Peki, filmde bize anlattıklarınla Ankara ya da Suruç patlamaları arasında paralellik kuruyor musun?

Aslında filmin post-apokaliptik ve distopik olmasını istemiştim ama tüm bu olaylar filme yüklemek istemediğim bir gerçekçilik yükledi. Arkadaşlarım Venedik’te filmi Suruç saldırısını düşünerek daha farklı bir psikolojiyle izlediklerini, Ankara saldırısından sonra ise daha farklı bir psikolojiyle izlediklerini söylediler. Bu olaylar filmin üzerine ağır bir yük bindiriyor.

Abluka filminde Mehmet Özgür, Berkay Ateş ve Tülin Özen rol alıyor

“Apokaliptik ve distopik” derken neyi kastediyorsun?

“Post apokaliptik” derken bir kıyamet ortamını kastediyorum. “Distopik” derken de ütopyanın tam tersini anlatmak istiyorum. Tam anlamıyla gerçeklikle bağını koparmayan ama gerçek bir fotoğraf da ortaya koymayan, karanlık bir dünya çizmeye çalıştık. Arabaları ve teknolojik aletleri seçerken filmin zamansızlığıyla çelişmemesine dikkat ettik. Köpek vurma pratiğinin de geçmişte kalan bir teknik olması, filmi hem zamansız yapıyor hem de tekinsiz bir kıyamet sonrası fotoğraf çıkmasını sağlıyor.

Filmde “Terörist kime denir? Devlete isyan etmek nedir? Kim iyidir, kim kötüdür?” gibi kavramsal sorular üzerine de düşündün mü?

Elbette... Bu film üzerine konuşanlar “Terörizm” diyor ama ben terörizmi tırnak içinde kullanıyorum. Başıma Tahir Elçi’nin başına gelenler gelmez umarım, ama şunu söylemeliyim; Kürt meselesine terör meselesi olarak bakmak güvenlik perspektifinin bir uzantısıdır. 30 yıldır Kürt sorununun arkasında kitlesel bir destek olduğunu biliyoruz. Hatta içinde bulunduğumuz durumun basit bir terör meselesinden ziyade bir iç savaş olduğunu düşünüyorum.

Ama bu terörü romantize etmek değil mi? Terör dediğimizde içine DHKP-C de giriyor, IŞİD de, PKK da...

Kesinlikle haklısın, silahlı mücadelenin romantize edilmesine kesinlikle karşıyım. Ama silahlı mücadeleyi eleştirerek bir yere varamayız. Vatandaş olarak biz devletle muhatabız. Sonuç olarak bu mesele devlet politikalarında düğümleniyor. Reform süreçlerinde devlet gönülsüz ve isteksizdi. Barış sürecinin başlatmak gibi parantezler oldu ama bu parantezler hep çok sorunluydu. Şahsen 2009’daki başlangıç süreci hariç hiçbir zaman tam anlamıyla umutlanamadım. Saydamlık eksikliği beni hep korkuttu. Konuya diz çöktürme perspektifiyle yaklaştılar. Bölge çok karışık. İçinde bulunduğumuz politik durum ülkeyi daha da kırılgan hale getiriyor. Türkiye, Ortadoğu’da yaşanan sürece reformlarını yapmış bir ülke olarak girseydi kırılganlıkları minimuma indirebilirdi.

Son günlerde IŞİD’e katılan gençleri konuşuyoruz. Abluka’yı çekerken insanların hangi saiklerle canlı bombaya dönüştüğü üzerine kafa yormuş muydun?

Filmde bunlar sadece arkada dolaşan hayaletlerdi. Ama bu benim de çok merak ettiğim bir konu. Açıkçası buna net bir cevap vermek çok zor. Kuşatılmışlık hissi çok önemli sanırım. Girilen sosyal çevre insanı bir anda kuşatmaya başlıyor ve sıradan insanların konuştuğu gerçekliği tümüyle sahte olarak görüyorlar. Başka bir boyuta geçiyorlar, bir şeylere kendilerini inandırmaları kolay hale geliyor. Bunu canlı bombalar için söylüyorum. PKK daha kitlesel bir olgu, ona daha farklı yaklaşmak gerekiyor.

 

“İnsanların birbirine güvensizliğinin altında göç sorunu yatıyor”

 

Başrolde Mehmet Özgür’ün canlandırdığı karakterde müthiş bir güvensizlik, paranoya ve şüphe var. Buna biraz da “Çağın insanlara verdiği huzursuzluk” diyebilir miyiz?

Bu bizim toplumumuzda yaygın bir şey. İnsanlara karşı güven eksikliği sorunumuz var. Son yıllarda bunun üzerine siyasal kutuplaşma da eklendi. Siyasal çatışma insanları güvensiz, şüpheci ve paranoyak hale getirdi. Hızlı göçün de bunda çok büyük etkisi var. Köylerden kopup şehirlere geliyorlar. Geleneksel akrabalık bağları yerine yeni bağlar kuramıyorlar, eski bağlar da şehir yaşamıyla örtüşmüyor. Akrabalık, kapitalist rekabet ortamında işlemez hale geliyor. Kardeşler bile birbirine küsüyor. Avrupa son 200-300 yıldır bu soruna çözüm üretmeye çalışıyor. Sendikalar, dernekler açıyor. Küçük bir Alman şehrinde bile 20 tane spor kulübü, kilise korosu vardır. Bütün bunlar insanların kamusal alandaki ilişkilerini güçlendirir. Biz bu tip modern dayanışma bağlarının karşılıklarını kuramadık.

Filmde Tülin Özen’in canlandırdığı tek kadın karakter, güvenilmez ve şuh bir kadın olarak resmedilmiş. Bu şekilde ele almanın nedeni toplumun kadına bakışını yansıtmak mı yoksa sen de böyle mi düşünüyorsun?

Meral karakterini tamamen Kadir’in gözünden görüyoruz. Kadir de film boyunca güvenilmez bir gözlemci olarak temsil ediliyor. Kadir’in bakışı, ortalama muhafazakâr bir erkeğin bakışını yansıtıyor. Hapishaneden çıkıyor ve alışık olmadığı kadar rahat tavırları olan bir kadınla tanışıyor. Kendini ona karşı hem arkadaşça duygular hem de seksüel arzular içinde buluyor. Böyle hissetmekten rahatsız da oluyor, çünkü Ali’ye karşı suçluluk hissediyor...

 

“Ödül beklemiyorduk ama Venedik’e gidince havaya girdik”

 

Hazırlık aşamasında neler yaptın? Örgütlere gizlice girip çıktın mı? Bomba yapmayı öğrendin mi? Çöpleri kokladın mı!

Sol hareketin içinden geldiğim için örgütlerin davranışları aşağı yukarı bildiğim şeylerdi. Sanat yönetmenimiz İsmail’le çöplerden çıkan hangi materyallerin bomba yapımında kullanılabileceğini araştırdık. Önce başımız belaya girer diye internetten araştırmaya korkup polisten yardım istedik. “İnternetten bakın, kimin hangi siteye girdiğini takip etmiyoruz” dediler de rahatladık! (Gülüyor)

Filmi yaparken daha önce izlediğin ya da okuduğun şeylerden etkilendin mi?

Ahmet’in hikâyesini Thomas Mann’ın ‘Tobias Mindernickel’ adlı hikâyesinden esinlenerek yazmıştım. Etkilendiğim politik romanlar da oldu. Joseph Conrad’ın ‘Under Western Eyes’, ‘The Secret Agent’ gibi çok sevdiğim politik romanları var. Fyodor Dostoyevski’nin ‘Cinler’ romanını çok severim. Bu kitaplarda da yeraltı dünyası klostrofobik şekilde anlatılır. Karakterleri yaratırken bunlardan etkilendim. Sinemasal anlamda psikolojik gerilim deyince aklıma gelen Roman Polanski’nin ‘Repulsion‘, ‘The Tenant’ ve ‘Rosemary’s Baby’ filmlerinden de etkilendim.

Filmi nerede çektiniz?

Küçükçekmece Gölü’nün hemen üzerinde Şahintepe Mahallesi’nde çektik.

Oralarda filmde canlandırdığın türden hayatlar yaşanıyor mu?

Şahintepe’de ağırlıklı olarak Kürtler yaşıyor. Politik bir şey olduğunda ilk etkilenen mahallelerden biri. Aslında oldukça karışık bir mahalle.

Venedik Film Festivali’nden ödülle döndünüz. Jüride Nuri Bilge Ceylan vardı, size torpil mi yaptı yoksa? Şaka bir yana, ödül sürpriz oldu mu sizin için?

Ödül beklenmez ama gelince de çok sevinirsiniz. Biz de arzu ediyorduk. Venedik, ilk başvurduğumuz festivaldi. Hiçbir zaman beklentiye girilmez ama oraya gidince de havaya girilir. Biz de havaya girdik.

Film 6 Kasım’da vizyona giriyor. Hangi salonlarda oynayacak?

Kaç kopya gireceğimiz henüz belli değil. Başka Sinema dışındaki salonlarda da girmek istiyoruz. Hedefimiz 25-30 kopyayla girmek.

Film hangi festivalleri dolaştı?

Venedik, Toronto, Busan (Kore) ve Tokyo’daki uluslararası film festivallerine katıldık. Bu hafta Viyana’da olacağız.

Yeni film projesi var mı?

Aklımda 2-3 alternatif var ama henüz tam karar vermedim.

 

Emin Alper kimdir?

 

Karaman Ermenekli. Taşranın Cumhuriyet eliti bir ailesinde büyümüş. ”Dedem ve annem öğretmendi. Babam avukattı. Batılılaşmış ama muhafazakârların Cumhuriyet elitlerine atfettiğinin aksine memleketine yabancılaşmamış bir aileydi” diyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde iktisat ve tarih okumuş. Modern Türkiye tarihi üzerine doktora yapmış. İTÜ’de İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde ‘Dünya Tarihi ve Modernitenin Oluşumu’ dersi veriyor. İlk filmi ‘Tepe’nin Ardı’ ile Berlin Film Festivali başta olmak üzere pek çok festivalden ödüller aldı. Film çekmeye hevesli gençlere senaryo yazmalarını tavsiye ediyor. “Herkes oturduğu yerden ufak tefek senaryolar yazıp filmi nasıl görselleştirebileceğini düşünebilir. Ben öyle yaptım” diyor...