Gündem

Abdülkadir Selvi: AKP döneminde cemaat en az 15 kat büyüdü

Selvi: Her operasyon karşısında hükümet tedbir almakla yetindi. Daha büyük dalgayla yüz yüze kaldı. En sonunda dalgalar gelip Başbakan'a dayandı

07 Ocak 2014 19:04

Yeni Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi  Abdülkadir Selvi, “Erdoğan döneminde Gülen Hareketi en az bunu altını çizerek söylüyorum en az 15 kat büyüdü. Bunlar, bu hizmetin karşılığı olarak mı reva görüldü? Her operasyon karşısında hükümet tedbir almakla yetindi. Daha büyük dalgayla yüz yüze kaldı. En sonunda dalgalar gelip Başbakana dayandı. Ötesi yok” dedi.

Dershane tartışmasıyla gün yüzüne çıkan ve yolsuzluk iddialarına yönelik operasyon ile tırmanan AKP Gülen cemaati gerginliği devletin çeşitli kurumlarında yaşanan görevden almalar ve demeç savaşları ile sürüyor.

Yeni Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi  Abdülkadir Selvi, yargı üzerinden devlet krizine dönüşen AKP Gülen cemaati kavgasıyla ilgili bir yazı kaleme aldı.

Abdülkadir Selvi’nin Yeni Şafak’ın bugünkü (7 Ocak) nüshasında yayımlanan, “Önce sulhname sonra operasyon” başlıklı yazısı şöyle:

 

Önce sulhname sonra operasyon

 

Dolmabahçe'deki görüşme sırasında Sabah Gazetesi Yazarı Mahmut Övür, lafı hiç dolandırmadan Başbakan Erdoğan'a sordu:

'Paralel devlet, Oslo görüşmelerinden beri operasyon yapıyor. Devlet olarak siz ne yapıyorsunuz?'

Başbakan ayrıntılı cevap verdi. Hatta bir çetele çıkardı.

Oraya geçmeden önce, 'Mektup tartışmaları' ışığında bu soruyu açmak istiyorum.

7 Şubat'ta MİT Müsteşarına yönelik operasyon yapıldı.

Kültür Bakanı Ömer Çelik'in deyimiyle Türkiye Cumhuriyeti tarihinde devletin karşı karşıya kaldığı en ağır travmalardan biri yaşandı.

Başbakan ne yaptı. Hayatının en ciddi ameliyatlarından birine girerken sürece müdahale etti, Cumhurbaşkanı ve Başbakan dayanışması yaşandı ve yasa değiştirilmek suretiyle, Hakan Fidan örgütlü yapının elinden alındı. Tasfiye edilmesi amaçlanan çözüm süreci ve Hakan Fidan süreçten güçlenerek çıktı. Peki, ondan sonra ne yapıldı?

Başbakanlık ve MİT, elimizdeki imkânları dindarlara karşı kullanmayacağız konseptine döndüler.
Dershane tartışması başladı.

14 Kasım'da MGK belgesi, kasetler ve fişlemelerle tetiklenen, beddua ile devam eden, milletvekili istifaları ile siyasi bir operasyona dönüşen, 'Hiçbir meşru sınırımız yok' tehditleri ile derinleşen nahoş bir sürece girildi.

Bakanların çocuklarının gece yarısı yataklarından alındığı 17 Aralık'ta ise iktidara karşı güçlü bir meydan okuma yaşandı. Başbakan, uzun süredir varlığını kabullenmek istemediği devlet içindeki örgütlü yapı gerçeği ile yüz yüze kaldı.

'Paralel devlet' teşhisi bunun üzerine geldi. Bu yapının sadece polis ve yargıdan ibaret olmadığı, yüksek yargı destekli, ekonomik ve siyasi sonuçlar almayı hedefleyen, uluslararası bir operasyon olduğu fark edildi.

Durum ciddiydi.

Ecevit'in tasfiye edilmeye, DSP'nin parçalanmaya çalışıldığı sürecin bir başka versiyonu yaşanıyordu.
İlk rauntta da 29 Mart yerel seçimlerinde AK Parti'ye diz çöktürmek hedeflenmişti. Erdoğan'sız AK Parti ve Erdoğan'sız Çankaya planları için düğmeye basıldığı anlaşılıyordu.

Başbakan ne yaptı?

Başbakan operasyonun nihai hedefinin kendisi olduğunu ilan etti, idare müdahalelerde bulundu. İstanbul Emniyeti'nde görevden almalar yaşandı. Ama operasyon gerçekleşti, tutuklanmalar yaşandı. Kabine değişti.

Sonra?

Bu arada, 'Paralel devlet'in, devlet geleneğimizde örneğine az rastlanır şekildeki saldırısı, Başbakan'ın mücadeleyi seçmesi ve medyadaki sert tartışmalar üzerine, yüreğine ateş düşenler harekete geçti.
Fethullah Gülen Hocaefendi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e hitaben, Başbakan Erdoğan'ın da okumasını talep ettiği, 'Islak imzalı' bir sulh mektubu yazdı.

22 Aralık tarihli mektupta Hocaefendi, 'zatı alinizin uzattığı eli tutarız' derken, daha mektubun mürekkebi kurumadan üç gün sonra 25 Aralık tarihinde Başbakan Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ı tutuklamayı amaçlayan ikinci dalga operasyonu başlatıldı.

Başbakan Erdoğan'a kadar Cumhuriyet tarihinde tam 27 Başbakan geldi geçti. İçlerinde Yüce Divan'da yargılananı da oldu, idam edileni de... Başarısız olup silinip gidenler de oldu, ara dönemlerde göreve çağrılanlar da. Ama bin yıllık devlet geleneğinin üzerine inşa edilen Cumhuriyet tarihinde, örgüt şemaları çizilip, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanları hiçbir zaman, 'Örgüt başı' olarak gösterilmek istenmedi.

28 Şubat'ta Erbakan'a çok zulmedildi ama bu yapılmadı. Hatta idam edilen Menderes dahi Anayasayı ihlalden suçlandı ama örgüt başı ithamına maruz bırakılmadı. Darbelerle devrilen Süleyman Demirel'e hiçbir zaman örgüt başı suçlaması yapılmadı. Hamzakoy'da gözetim atında tutuldukları zaman, 'Eski Başbakan' nezaketi ile davranıldı. 27 Mayıs çapulcuları bir yana ara dönemlerin dahi ahlaki vardı.

Erdoğan'dan önce 27 başbakanımız oldu ama hiçbirinin oğlu ya da kızı bir gece yarısı alınmak istenmedi. En son 28 Şubat sürecinde Merve Kavakçı'nın kapısına dayanmıştı Nuh Mete Yüksel.

Erdoğan'dan önce 27 Başbakanımız oldu. İçlerinde, Türkiye'yi ekonomik krizlere sürükleyeni, ülkeyi demir yumrukla yöneteni, Dersim Kürtlerini fare gibi zehirleteni, ülkeyi faili meçhul cinayetler cehennemine maruz bırakanı oldu. Ama hiçbiri Recep Tayyip Erdoğan'ın maruz kaldığı muameleye maruz kalmadı.

Recep Tayyip Erdoğan ne yaptı da bunu hak etti?

Başka göstergelere bakmaya gerek yok. Tek bir gösterge vereceğim.

Erdoğan döneminde Gülen Hareketi en az bunu altını çizerek söylüyorum en az 15 kat büyüdü. Bunlar, bu hizmetin karşılığı olarak mı reva görüldü?

Her operasyon karşısında hükümet tedbir almakla yetindi. Daha büyük dalgayla yüz yüze kaldı. En sonunda dalgalar gelip Başbakan'a dayandı.

Ötesi yok.

Sulhnamelerle yeni bir rehavete girilirse, dördünce dalganın daha şiddetli olacağından şüphem yoktur.