Dünya

ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan insan hakları raporu: Türkiye'de keyfi tutuklamalardan azınlık haklarına onlarca başlıkta sorunlar var

31 Mart 2021 10:31

T24 Dış Haberler

ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından 2020 Türkiye İnsan Hakları Raporu'nda 2018'de geçirilen terörle mücadele kanunu kapsamında Türkiye'da hükûmetin temel özgürlükleri sınırlamaya devam ettiğini ve hukukun üstünlüğünü baltaladığı değerlendirmesinde bulunuldu.

Bakanlık, önemli insan hakları konularıyla ilgili sorunların bildirildiğini ifade etti. Raporda insan haklarıyla ilgili gündeme getirilen soru işaretlerini şöyle listeledi;

"Keyfi cinayetlerle ilgili iddialar, gözaltındaki kişilerin şüpheli ölümleri, insanların zorla kaybedilmesi; işkence; keyfi gözaltılar ve aralarında muhalif siyasetçiler ve eski milletvekilleri, avukatlar, gazeteciler, insan hakları aktivistleri ve ABD'nin Türkiye diplomatik misyonu çalışanları da bulunan binlerce kişinin 'terör' gruplarıyla bağlantılı olduğu iddiası veya mantıklı barışçıl ifadeleri nedeniyle hâlâ gözaltında tutulması; aralarında seçilmiş siyasetçiler de bulunan siyasi tutukluların varlığı; ülke dışındaki bireylere siyasi gerekçelerle verillen karşılıklar; yargının bağımsızlığı ile ilgili ciddi problemler, ifade özgürlüğüne, basına ve internete ciddi kısıtlamalar, bunun zaman zaman gazetecilere yönelik şiddet ve tehdite varan yollarla, aynı zamanda basın organlarının kapatılması, hükûmeti veya yetkilileri eleştirdikleri için gazetecilerin haksız yere tutuklanması veya yargılanması, sansür, sitelerin kapatılması ve mevcut karalama yasalarının varlığıyla yapılması; toplanma, birleşme ve hareket özgürlüğüne getirilen ağır kısıtlamalar; bazı sığınmacıların geri gönderildiği durumlar; LGBTİ ve diğer azınlıklara şiddet uygulanması"

ABD Dışişleri Bakanlığı incelemeleri sonucunda Ankara'nın insan hakları ihlallerinden sorumlu güvenlik güçleri mensupları ve diğer yetkilileri soruşturmak, yargılamak ve cezalandırmak için sınırlı adım attığı belirtildi.

Raporda PKK'nın sivilleri hedef alan saldırılar düzenlemeye devam ettiği ifade edilirken; insan hakları gruplarının hükûmetin PKK ile mücadelesinde sivilleri korumak için yeterince önem almadığını belirttiği aktarıldı. Bakanlık Türkiye'nin PKK'ya yönelik operasyonları ve PKK'nın terör saldırıları ile ilgili örnekler ve veriler de paylaştı. 

Raporda Türkiye'nin yasalarının işkenceyi yasakladığına dikkat çekilse de bazı yerli ve uluslararası insan hakları gruplarının polis memurları, hapishane yetkilileri, ordu ve istihbarat birimlerinin hâlâ bu yöntemlere başvurduğunu iddia ettiğini aktardı. Bu grupların PKK'lı ve 'FETÖ' mensubu olmakla suçlanan insanların işkenceye maruz kalma olasılığının daha yüksek olduğunu söylediği aktarıldı.

Bakanlık, Türkiye'deki hapishanelerin altyapı ve temel ekipman konusunda gerekli fiziksel standartları karşılasa da Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi'nin aşırı doluluk nedeniyle birçok hapishanedeki durumun "insanlık dışı olduğu" sonucuna vardığını ifade etti.

Osman Kavala ve Demirtaş vurgusu

Bakanlık, bazı gözlemcilerin Türkiye'de belli davaların sonuçlarının önceden belirlenmiş göründüğüne veya yargıya müdahale olduğuna dair işaretler gördüklerine dair endişeler dile getirdiğini ifade etti. Raporda buna örnek olarak iş insan Osman Kavala'nın yaşadığı süreç örnek gösterildi.

Raporda Şubat ayında mahkemenin 2017 yılından bu yana gözaltında tutulan Osman Kavala ve sekiz kişiyi 2013’teki Gezi Parkı protestolarını hükümeti devirmek için kullanmaya teşebbüs suçlamasından akladığı, serbest bırakılmasına hükmettiği; ancak Kavala’nın aynı gün bu kez casusluk suçlamaları ve 2016 darbe girişimiyle bağlantılı olarak devlet düzenini devirmek suçlamasıyla gözaltına alındığı hatırlatıldı.

Anayasa Türkiye'de herkese adil yargılanma hakkı tanısa da raporda baroların ve hak gruplarının yargıya müdahalenin arttığını ifade ettiğini aktardı.

 

Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın 2016'dan beri tutuklu bulunduğuna dikkat çekilen raporda Türkiye'nin 2018 ve 2020'de alınan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarına uymadığı ifade edildi. Bakanlık, aynı zamanda Erdoğan'ın AİHM'i "bir teröristi savunmakla" suçladığını yazdı. Raporda Leyla Güven ve Enis Berberoğlu gibi isimlerin milletvekilliğinin düşürüldüğüne dikkat çekildi.

ABD Dışişleri Bakanlığı, hükûmetin 2020 boyunca ifade özgürlüğü ve basını kısıtladığını ifade etti. Raporda Anayasa'nın da ifade özgürlüğüne belli sınırlar içinde izin verdiği ifade edildi. 

Raporda yüzlerce kişinin ifade özgürlüğü nedeniyle hapis cezasına çarptırıldığı ifade edildi. Bakanlık, hükûmetin tutuklu gazetecileri çoğunlukla "terörist" olarak nitelendirdiğini ifade etti. Journalists Association'a göre yargılanacakları korkusuyla ülkeye dönmeyen gazeteciler de oldu.

Raporda birçok kişinin yargılanma riskiyle karşı karşıya kalmadan devlet ve hükûmeti eleştiremediği ifade edildi.

"Yolsuzluk ve hükûmette şeffaflık eksikliği"

Raporda, yasaya göre yolsuzluk durumunda cezai yaptırım uygulansa da hükûmetin bu yasayı etkili bir şekilde uygulamadığı ve yolsuzluğa karışmış bazı yetkililerin cezasız kaldığı belirtildi. Sayıştay’ın devlet kurumlarının gelir ve giderlerini takip ettiği ancak bu sistem dışında, yolsuzlukla suçlanan bireyleri soruşturma, tespit etme ve hüküm vermekle yetkili oluşturulmuş bir mekanizma olmadığına dikkat çekildi. Yolsuzluk davalarında yargının tarafsızlığına dair endişeler olduğu belirtildi. 

Raporda, “hükûmetin yıl boyunca yolsuzluk bağlantılı soruşturmaları sürdüren yetkilileri, hakim ve savcıları “FETÖ' için hareket ettikleri” gerekçesiyle suçladığı,  yolsuzluk suçlamalarını haberleştiren gazetecilerin de cezai suçlamalarla karşılaştığı” belirtildi. 

Rapor, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2019 yılında Diken ve T24’ün aralarında bulunduğu haber sitelerine 2014-2016 yılları arasında “Fuat Avni” mahlasıyla kurulan Twitter hesabından yapılan paylaşımları haberleştirdikleri için açılan soruşturmaya da yer verdi. 

TBMM’nin basit çoğunluğu sağlayarak Cumhurbaşkanı ve bakanlarla ilgili yolsuzluk suçlamalarını araştırmak üzere komisyon oluşturabileceğini ancak bu mekanizmanın kullanılmadığı belirtildi. 

"STK'lar baskı gördü"

Raporda, yıl boyunca Türkiye’de sınırlı sayıda yerel ve uluslararası sivil toplum kuruluşunun çalışabildiği, pek çoğunun da hükûmetten baskı gördüğü ifadeleri yer aldı. Bazı kuruluşların İçişleri Bakanlığı’ndan gerekli izinleri alamadığı, bazılarının ise organizasyonlarını yürütürken kısıtlayıcı yasalarla karşılaştığı belirtildi. İnsan hakları örgütleri ise görüşme taleplerine karşı hükûmetin yanıt vermediğini ifade etti. 

Raporda, Türkiye’de çalışan bazı uluslararası ve Suriye merkezli sivil toplum kuruluşlarının hükûmete resmi kayıtlarını yenileme sürecinde sorunlar yaşadığı belirtildi. 

İnsan Hakları Eylem Planı

Raporda, Adalet Bakanlığı’nın son versiyonunu sunduğu İnsan Hakları Eylem Planı’nı hazırladığı, insan hakları örgütlerinin ise bu planı uluslararası insan hakları standartları için yeterli bulmadığı belirtildi. İnsan hakları örgütleri, planın bu sene içinde uygulanmadığını da ekledi. 

Ayrımcılık, toplumsal istismar ve insan kaçakçılığı

Raporun 6. bölümünde ilk olarak kadın meselesine geniş yer verildi. Kadın cinayetleri ve şiddetin arttığına dair verilerin yer aldığı raporda, yasalara göre kadına şiddet ve cinsel tacizin 2’den 10 yıla kadar hapis cezası, tecavüz ve cinsel saldırının da en az 12 yıla kadar hapis cezası öngördüğü belirtildi. Hükûmetin bu yasaları etkili ve tam bir şekilde uygulamadığı, mağdurları yeterince korumadığı belirtildi. Yasanın tüm kadınları koruduğu, polis ve yerel yetkilileri de şiddet tehlikesi altında olan ya da gören kişilere çeşitli seviyelerde koruma sağlama sorumluluğu verdiği vurgulandı. 

Raporda şu ifadeler yer aldı: “Kadına karşı şiddet, eş şiddeti dahil olmak üzere, hem kentsel hem kırsal bölgelerde geniş ve ciddi bir problem olarak sürüyor. Pandemi bağlantılı karantinna önlemleri ev içi şiddet ihbarlarını artırdı.”

Raporda, Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu kadını her türlü şiddetten korumak, aile içi şiddeti önlemek amacıyla hazırlanan, toplumsal cinsiyet eşitliğini merkeze alan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi yönünde hükûmet kanadından talepler olduğuna, sözleşmenin “Türk aile değerlerine” uygun düşmediği yorumlarının yapıldığına yer verildi. 

Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle duyurduğu çekilme kararının yer almadığı raporda, geçen yaz Sözleşme’den çekilme çağrılarına karşı başlayan protestolar ve protestolarda yaşanan gözaltılara değinildi. 

Rapora katkıda bulunan sivil toplum kuruluşları Türkiye’de “namus cinayetlerinin” hâlâ yaşandığı ve cinsel tacize karşı da yeterli adımların atılmadığı görüşünü belirtti. 

Raporda kadınların yasaya göre erkeklerle aynı haklara sahip olduğu ancak toplumsal ve resmi ayrımcılığın geniş olduğu belirtildi. Kadınların, iş yerlerinde ayrımcılıkla karşılaştığı belirtildi. 

Raporun çocuklarla ilgili bölümünde çocuk istismarı, eğitim, çocuk evliliği, çocuk işçiler gibi konulara değinildi. 

Etnik azınlıklara yönelik ayrımcılık başlıklı bölümde ise, Türkiye’de 15 milyon Kürt vatandaşı olduğunun tahmin edildiği, PKK’ya yönelik operasyonların ise kırsal bölgelerde Kürt topluluklarını da etkilediği belirtildi. Kürt çoğunluklu bölgelerde hükûmetin operasyonlar sırasında uyguladığı sokağa çıkma yasaklarının olduğu belirtildi. Çok sayıda Kürt sivil toplum kuruluşu ve siyasi partinin toplanma ve örgütlenme hakkıyla bağlantılı sorular yaşadığı tespit edildi. 

Türkiye’deki Ermeni azınlık gruplarının ise nefret söyleminde artışla karşılaştığı belirtildi. 

Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerine yönelik şiddet, suçlama ve diğer istismarlar

Rapor, Türkiye’de LGBTİ+’nin yıl boyunca ayrımcılık, korkutma ve şiddet suçlarıyla karşılaştığına yer verdi. İnsan hakları grupları, polis ve yargının LGBTİ+ bireylere yönelik şiddeti takip etmekte başarısız olduğunu ve saldırganın açıklamalarını kabul ettiğini, saldırganın nadir tutuklandığını söyledi. Tutuklama durumunda ise saldırganın “haksız tahrik” savunmasında bulunduğu ve bunun genel olarak kabul edildiği belirtildi. 

Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi destekleyen kesimlerin de LGBTİ+ karşıtı retoriğe başvurduğu belirtildi. LGBTİ+ karşıtı söylemlerin üst düzey hükûmet yetkilileri tarafından da kullanıldığı vurgulandı.

Raporun 7. bölümünde işçi hakları kapsamında, örgütlenme özgürlüğü, toplu pazarlık hakkı, zorunlu işçilik yasağı, çocuk işçi yasağı ve kabul edilebilir çalışma koşulları mercek altına alındı.