Gündem

AB’de resmî dil olması beklenen, Kıbrıs’ın öteki dili Türkçe

“UNESCO Dünya Kitap Günü” vesilesiyle kaleme alınan bu yazının Yunanca bir versiyonu “Çözümlenebilir Bir Sorun Olarak Kıbrıs’ın Öteki Dili Türkçe” başlığı altında ve K24 ve T24’le eşzamanlı olarak Güney Kıbrıs ile Yunanistan okurları için Politis gazetesinde yayımlandı

23 Nisan 2023 18:14

Mehmet Yaşın*

İlk kez Kıbrıslırum basınına bir yazı yazıyorum. Türkiye basınında ise, bu can alıcı konuyu Yunanca yazımdan hareketle ilk kez gündeme getiriyorum. Çünkü Türkçe konuşan yurttaşların,[1] Türkçenin AB dili sayılması yönündeki hukuken haklı ama siyaseten gerçekçi olmayan veyahut kısa sürede gerçekleşmesi mümkün olmayan boş girişimlerle harcayacak zamanı kalmadı. Türkçe, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasına göre Yunanca yanında Kıbrıs’ın öteki resmî dilidir ve AB dili olması gerektiği halde Lüksemburgca yanında henüz resmiyet kazanmayan iki Avrupalı dilden biridir. Türkçeye AB dili statüsünü kazandırmanın sürüncemede kalmasının başlıca nedeni, Kıbrıslırum tarafının güç paylaşımına dayalı bir antlaşma imzalamaktaki cesaretsizliğini fırsat bilen Türkiye hükümetinin Kıbrıs’ı AB şemsiyesi altında yeniden birleştirecek bir çözümden uzaklaşmasıdır.

Toplumsal varlıkları “üvey-anavatanları” Türkiye’nin yeni kolonyalist politikasıyla yok edilmekte olan Kıbrıslıtürklerin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin[2] bir parçası olarak varlığını sürdürmesi amacıyla “üvey-anadilleri” Türkçe için belli alanlarda somut ve uygulanabilir adımlar atılmasına ihtiyaç var. Bu, birleşik Kıbrıs idealinin yaşatılmasında Kıbrıslırumlar için de ihtiyaç.

Türkçenin resmî AB dili, hiç değilse Yunanistan dahil diğer üç üye ülkedeki gibi AB’nin ayrıcalıklı azınlık dillerinden biri olarak kabul görmesi meselesinden önce bazı pratik iyileştirmelere gidilmesi düşünülmelidir. Bu amaçla Kıbrıs Cumhuriyeti’ne aktarılan dil, eğitim, basın-yayın ve kültür amaçlı AB fonlarında, Türkçenin özel durumu gözetilerek yeni düzenlemeler yapılabilir. Böylece Kıbrıslıtürk vatandaşların Türkçenin AB’den ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki birçok alandan dışlanması nedeniyle uğradıkları mağduriyetler kısmen giderilebilir.

Brüksel’de Türkçe için pankart açmaya giden AB’de mevki sahibi kimi Kıbrıslıtürk kökenli politikacı dostlarımızın,[3] yol boyunca inşaatlarda çalışan Kıbrıslıtürk işçilerin dilinde hiçbir iş güvenliği yazısı bulunmayışından, kaza geçiren işçilerin gittiği hastanelerin acil servislerinde bile Türkçeye yer verilmeyişinden, Larnaka Uçakalanı’nda ise Türkçe yönlendirme levhalarına ve Kıbrıs uçaklarını kullanan sayısız Kıbrıslıtürk yurttaşın anlayabileceği anonslara rastlanmayışından rahatsızlık duymaması ve daha kolay çözebilecekleri bu meseleler için Kıbrıs Cumhuriyeti içinde bir girişim yapmaması şaşırtıcıdır. Çünkü Türkçenin resmî AB dili olması, AB Konseyi’nin kabul ettiği 1 Numaralı Yönetmeliğin uhdesinde olup, Kıbrıs Sorunu’nun gidişatına, ayrıca Türkiye ile ilişkilere bağlı karmaşık bir konudur.

Kıbrıs’ı uluslararası platformlarda temsil eden bir şair, yazar, akademi ve kültür insanı olarak, ülkem AB üyesi iken yazı dilim Türkçenin AB dili sayılmamasından ötürü sadece sıkıntılarla karşılaşmayıp, insanı gülümsetecek olaylar da yaşadığım vakidir. İngiltere’nin AB içinde yer aldığı 26 Nisan 2004 tarihindeki The Guardian gazetesi, “Yeni Avrupalı Akrabalarımızı Tanıyalım” başlığıyla AB’ye yeni üye olan 10 ülkenin yazarlarından birer yazı istemiş, Kıbrıs’ı ise benim makalemle tanıtmıştı. Orada, Türkçenin AB dili sayılmamasının yarattığı sorunlardan ve Kıbrıs’ı Avrupa’ya tanıtırken Türkçe konuşan bir Kıbrıslı yazar olmamın paradoksundan söz etmiştim. Ama o kadar uzağa gitmeye gerek yok: 26 Kasım 2022’de AB Komisyonu’nun girişimiyle gerçekleşen Tokyo Avrupalı Edebiyatlar Festivali’nde, Türkçe yazan bir şairin ilk kez tek başına bir uluslararası toplantıda Kıbrıs Cumhuriyeti’ni temsil etmesinden rahatsızlık duymayarak ileri bir adım atan Kültür Yardımcı Bakanlığı[4] davet edilişime onay vermişti. Ben de Japonya’da diğer AB’li yazarların beklemediği bir biçimde, AB dili olmayan Türkçeyi, İngilizce ile Yunancaya karıştırmak durumunda kalmıştım.


Bunlar gibi birçok uluslararası toplantı vesilesiyle, Türkçenin Kıbrıs Cumhuriyeti ve AB içindeki yeri konusunda öteden beri girişimler yapmam gerekti. 1997-2001 arasında Kıbrıs’ın AB’ye tam üyelik sürecinden sorumlu Brüksel’deki birimle beş yıllık bir sözleşme imzalayarak tüm Kıbrıslıların dillerini ve kültürlerini birbiriyle buluşturup Avrupa’ya bağlayan yayınlar, çeviriler, şiir okuma günleri, akademik konferanslar içeren bir dizi projeyi yönetmiştim. Bu amaçla, B2 düzeyi organizasyonların başındaki Brüksel avrokratı M. Combescot ile işbirliği içinde çalışmıştım. Hem Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmî dillerinden hem de Kıbrıslıların edebiyat dillerinden biri olan Türkçenin AB’de nasıl yer alacağı o yıllarda hararetli bir tartışma konusuydu.

“Üveyanadil” kavramını da 1997’de Londra Middlesex Üniversitesi’nde öğretim üyesi olduğum aynı dönemde söz konusu AB projesi çerçevesinde düzenlediğim konferans konuşmalarını derleyen Step-Mothertongue: From Nationalism to Multiculturalism Literatures of Cyprus, Greece and Turkey adlı kitapta kullanmıştım. Bu başvuru kitabı bazı ülkelerde ders kitabı olduğu ve İtalyanlar “üveyanadil” kavramını “matrignalingua” olarak literatüre aktardığı halde henüz Yunancaya çevrilmedi. Ama üveyanadil, edebiyat teorisi ve Kıbrıs Edebiyatı üstüne incelemelerimi içeren Kozmopoetika adlı kitap için bir Atina yayıneviyle sözleşme imzalandı. Bunu da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk yazarlara ait eserlerin Yunanca ile Türkçe arasında çevrilmesi için oluşturduğu programa borçluyuz. Halen Kültür Yardımcı Bakanlığı’nın yönettiği Yunanca-Türkçe çeviri ve yayın programı, burada ele alacağım Türkçenin temsili hakkındaki sorunların çözümü açısından iyi bir örnektir.

Kıbrıs basınında, özellikle ülkenin Türkçe gazetelerinde gördüğüm “Türkçenin AB dili olması için Brüksel’de gösteri yapıldı”, “AB makamlarına Türkçeyi tanımaları için mektup yazıldı,” vb. başlıklı haberler çözüm üretmekten çok siyasi propaganda izlenimi veriyor. Hiçbir şey yapılmadan “Türkçe için bir şey yapıldığı” yönünde kanaat yaratmaya dönük Brüksel’de çekilmiş fotoğrafların muhatabının AB değil, ama Türkiye ve Kıbrıslıtürk kamuoyu olduğu hissediliyor. Halbuki Türkçeye yer açılması maksadıyla kısa sürede atılabilecek adımlar için somut ve pratik öneriler hazırlanıp Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sunulması en öncelikli, en mantıklı ve en sonuç alıcı yoldur.

1963 Kanlı Noeli ve 1974 İşgali’yle birlikte Türkçenin Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki konumunun ciddi biçimde zedelenmesi yüzünden özellikle mağdur olan kesimlerle, hem uzman isimler hem de onları temsil eden sivil toplum kuruluşları düzeyinde görüş alışverişinde bulunmak gerekir. Örneğin: Kıbrıslıtürk yazarlar, yayıncılar, basın mensupları; AB organlarında çalışabilecek donanıma ve hakka sahip olup da iyi Yunanca bilmeyen genç Kıbrıslıtürk profesyoneller; resmî evraklar, daireler ve mahkemelerde karşılaşılan dil sorunlarından şikâyetçi Kıbrıslıtürk avukatlar, kayıt işleri takipçileri; Güneyde çalışan Kıbrıslıtürk işçiler ile sendikaları; eğitim, araştırma, kütüphane, gibi kurumlarda Yunanca yetersizliği nedeniyle yer bulamayan Kıbrıslıtürk uzman ve akademisyenler; ayrıca, Kıbrıslıtürklere ilişkin Türkçe yayınların ve çeşitli arşiv malzemesinin kaybolmaması, derlenip kayıt altına alınması için çalışan kültür aktivistleri, vb.

Kıbrıslıtürk toplumunda onca farklı kesimin Türkçe nedeniyle karşılaştığı sorunları dinlemeden, onları temsil eden kurum ve kuruluşlardan çözüm önerisi içeren raporlar talep etmeden AB organlarında siyasi konum sahibi kimi Kıbrıslı bireylerin Türkçenin AB dili olması için yaptığı açıklamaların inandırıcılığı olabilir mi? Sonuç üretmekten çok ortadaki sorunun kişisel siyasi kariyer çalışması amacıyla kullanıldığı kuşkusu yaratan kulağa hoş içi boş sözlere güvenilebilir mi?

***

 Belirtmeye gerek yok ki, 1980’lerden beri Türkçe yazan tam-günlü profesyonel bir Kıbrıs vatandaşı şair ve yazar olduğumdan Kıbrıs Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği’nde Türkçeye yer açılması beni yakından ilgilendiriyor. Daha yirmili yaşlarımdayken 1988’de, George Vasiliou’nun Cumhurbaşkanlığı sırasında kendisine yaptığım ziyarette ve sonradan danışmanlarıyla görüşmelerimizde bu konuyu gündeme getirmiştim. 1990’ların başında yeniden gerek Lefkoşa’da, gerekse Brüksel’de görüşmeler yaptım.

O dönemde bana Kıbrıs’ta[5] söylenen “Kıbrıslırum tarafının Türkçenin AB dili olmasına sıcak baktığı, ama Yunanca zaten AB dili olduğundan diğer Avrupa ülkeleri ile AB makamlarının isteksiz davrandığı” yönündeydi. Şayet Türkçe AB dillerinden biri olacaksa, adaptasyon çalışmaları için kurulacak birimin Kıbrıs Üniversitesi[6] bünyesinde olması, bütçe ile organizasyonun Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından denetlenmesi hakkında konuşmalar yapıldığını hatırlıyorum. Buna en şiddetli itiraz ise Rauf Denktaş yönetiminden gelmişti.

Türkiye makamları da Türkçenin, Türkiye Cumhuriyeti üzerinden değil de, küçük Kıbrıslıtürk toplumu ve “Kıbrıslıtürkçesi”[7] üzerinden, üstelik tanımadığı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin inisiyatifiyle AB dili olmasını istemiyordu. Türkiye’nin politika yapıcıları, Türkçenin AB resmî dili olarak kabul görmesinin, kendi ülkelerinin sosyal gelişimine ne büyük olanaklar sunacağını değerlendirmekten halen uzak görünüyorlar. Oysa Türkiye’nin AB’ye tam üyelik perspektifi de artık kalmadığından Türkçenin yakın zamanda ancak Kıbrıs Cumhuriyeti nedeniyle resmî AB dili olabileceği aşikârdır.


Öte yandan, Türkiye dahil AB içinde kimsenin Türkçeyi federal bir siyasi çözümden önce resmî AB dili yapmak istemediğini gayet iyi bilen Kıbrıslırum makamları, 2016’da Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in yaptığı gibi, dönemin Hollanda Dışişleri Bakanı ve AB Konsey Başkanı Bert Koenders’e laf ola çeşitli mektuplar gönderip “Türkçeyi AB dili yapın” diye tekrarlayacaklardı. Bert Koenders ise AB Konsey Başkanı sıfatıyla 12 Nisan 2016’da verdiği resmî cevapta, “Kıbrıs’ın yeniden birleşmesinden sonra Türkçenin AB’nin resmî dillerinden biri olmasının gereğini ve önemini kavradığını ve bu konudaki hazırlık çalışmasını AB Komisyonu ile Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti arasında başlatmaktan mutluluk duyacağını” belirtecekti. Bu son yazışmalar, Kıbrıs Sorunu’nun çözümüyle beraber Türkçenin AB dili olacağı konusunda kuşkuya yer bırakmıyor.

Ama 2017’de Cras Montana’daki barış görüşmeleri sonuçsuz kalınca, Türkiye, federal çözüm tezini terk etti. Yalnızca güney yarısı değil, Türkiye’nin de facto kontrolü altındaki kuzey yarısı da de jure anlamda Avrupa Birliği toprağı sayılan Kıbrıs’ta, Kıbrıslıtürk halkına sormaksızın “ayrı bir egemen Türk devletinin tanınması” gibi akıldışı taleplerde bulunmaya başladı. Bu yüzden de, Türkçeyi AB dili yapmak için başlaması öngörülen hazırlıklar yine ertelenmiş oldu.

Hal böyle iken asıl anlamakta zorlandığım, Türkçenin mevcut siyasi koşullarda AB dili yapılamayacağını bile bile, bu konuyu gerek Lefkoşa’da gerekse Brüksel’de kimi federal Kıbrıs savunucusu Kıbrıslı politikacı dostlarımızın ne diye tekrarladığıdır. Acaba Kıbrıslıtürk ve Türkiye kamuoyunda pozitif bir imaj yaratıp popülarite kazanmak için mi bunu yapıyorlar? Yoksa bütün bu tuhaflıklar, iş somut siyasi uygulamaya gelince risk almaktan kaçınırken “Kıbrıslıtürk kardeşlerimiz” retoriğini de sürdüren bağlantılı oldukları bazı Kıbrıslırum partilerinin bilgisiyle mi yapılıyor?

Kısa süre önce yaşadığım bir olay, Türkçe için dışarıdan yapılan bu beyhude girişimlerin asıl amacını anlayabilmemi iyice zorlaştırdı. Çünkü ülke içinde yapılacak çalışmalara ağırlık verilirse ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yetkili organlarına belirli alanları kapsayan somut ve uygulanabilir önerilerle gidilirse, Türkçe açısından bazı kazanımlar elde edilebileceği yönünde bir kanı edinmeme yol açtı:

Kıbrıs Cumhuriyeti Kültür Yardımcı Bakanlığı’nın yalnızca Yunanca eserlerin yabancı dillere çevirisi için fon vermesi nedeniyle kitaplarımı çevirenlerin başvurularının geri çevrilmesini ilk kez 2022 sonlarında ve dolaylı biçimde gündeme getirdim. Çeyrek yüzyıldır birçok dile kitaplarımı çevirmeye çalışanlara, “Kıbrıs Cumhuriyeti Yabancı Dillere Çeviri Programı”na Türkçe dahil olmadığı gerekçesiyle hiçbir katkı yapılmamıştı. Son olarak kitabımı Türkçeden değil, ama Yunanca üzerinden çeviren Arnavut çevirmenler de reddedilince, onların hazırladığı itiraz dilekçesine destek mahiyetindeki kısa bir mektubumu dosyaya iliştirdiler. Bu vesileyle çeviri programında, “Kıbrıslıtürk yazarların Türkçe yazdığı ve Yunancaya çevrilmiş bulunan eserlerine de fon verileceği” yönünde değişiklik yapıldı. Elbet orijinal dili Türkçe olan bir eserin Yunanca çevirisi üzerinden sponsorluk alması yetersizdir. Ama Kıbrıs Cumhuriyeti’nin attığı iyi niyetli yeni bir adımdır.

“TÜRKÇENİN AB DİLİ OLMASI 85 MİLYONLUK TÜRKİYE İLE AB ÜLKELERİNDEKİ 7 MİLYONLUK TÜRKÇE KONUŞAN KESİMİN DE MENFAATİNEDİR VE TÜRKÇE RESMÎ AB DİLİ OLUNCA MUHTEMELEN KIBRISLITÜRK CEMAATİNDEN ÇOK DAHA FAZLA AB İMKÂNI ONLAR TARAFINDAN KULLANILACAKTIR.” 

Bu son olayla gördüm ki, eğer mevcut siyasi şartlar altında uygulanabilecek bazı net öneriler sunulursa bunların Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından dikkate alınması mümkün olabilir. Halbuki Brüksel’de “Türkçe AB dili olsun” diyen AB’deki mevki sahibi Kıbrıslıtürk kökenli sevgili siyasetçi dostlarımız, kendi cemaatlerinden yazarların ricalarına rağmen bu meseleye ülke içinde maalesef ilgi göstermediler. Kıbrıslıtürkler için Türkçeye alan açılması amacıyla Kültür Yardımcı Bakanlığı ile temas kurmama dahi Yunanistan’dan gazeteci arkadaşlarım yardımcı oldular.

Kıbrıs Sorunu’nun bugünkü çıkmazında, hele Türkiye’nin Kıbrıslıtürklerin kültürel varoluşunu silmeye çalıştığı son dönemde, öncelikli talebimiz Kıbrıslıtürklerin dil ve kültür haklarını korumak olmalıdır. Çünkü Türkçenin AB dili olması 85 milyonluk Türkiye ile AB ülkelerindeki 7 milyonluk Türkçe konuşan kesimin de menfaatinedir ve Türkçe resmî AB dili olunca muhtemelen Kıbrıslıtürk cemaatinden çok daha fazla AB imkânı onlar tarafından kullanılacaktır. Dolayısıyla Türkiye kamuoyunu bu konuda aydınlatmak, Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinden Türkçenin AB resmî dili olacağı bilgisini Türk basınında paylaşıp, Kıbrıs’ın adil ve kalıcı bir çözümle yeniden birleşmesi için desteklerini kazanmak gerekir. Zaten 25 yıl önceki deneyimlerden biliyoruz ki, Türkiye makamlarıyla şöyle ya da böyle resmî temaslar kurulmadan Türkçenin AB dili olması için ciddi adımlar atabilmek çok zordur.

AB Komisyonu’nun, 2004’te Annan Planı ile Kıbrıs yeniden birleştiği takdirde Türkçeye resmî dil statüsü verileceği yönünde açıklamalarını da hatırlamak gerekir. Halen AB makamları, Kıbrıs’a AB şemsiyesi altında federal bir çözüm bulunur bulunmaz Türkçenin resmî AB dili olacağını her fırsatta tekrarlıyorlar. Gerçekten de Kıbrıslıtürklerin varlığı nedeniyle Türkiyeli ve Türkçe konuşan Avrupalı toplumlar için Türkçenin resmî AB dili olması sağlanacaksa, bunun Kıbrıs’ı birleştirecek adil ve kalıcı bir çözümle koşut gitmesi, benim gibi varoluşu Türkçeye bağlı birine bile daha uygun görünüyor.

“Bile” dedim, çünkü kitaplarımın telifiyle ve şair-yazar kimliğiyle yaptığım işlerle hayatımı idame ettirdiğimden, bir Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşı olarak Yunanca yazan meslektaşlarımın yararlandığı haklardan mahrum oluşum, yalnızca eserlerimin daha yaygın şekilde okurlara ulaşması gibi noktalarda değil, ama hayatımı idame ettirmemde açmazlar yaratıyor. Yunanca yazan Kıbrıslı vatandaşlarımın yanı sıra, vatandaşlık bağımız bulunmayan Türkiyeli yazarlara göre de birçok dezavantaj içinde oluşuma rağmen, çevrilen kitaplarımın hem Kıbrıs hem Türkçe edebiyatları adına dolaşımda bulunmasının Türk ve Yunan milliyetçiliği eksenli resmî dil ve edebiyat politikalarını kendiliğinden sorgulattığını Atina’da kitaplarımı inceleme konusu yapanlar da görebiliyor.

Türkçeye AB içinde alan açılması gibi önemli bir konunun, Kıbrıs’taki Toplumlararası Görüşmeler veya “İki-Toplumluluk” ötesindeki temel bir yurttaşlık ve insan hakkı olduğunu da belirtmek gerekir. O bakımdan “Kültürel Yakınlaşma” adımlarına bile bağlanamaz, ama yakınlaşma için güven verici bir adım olur.

***

Gerek kültürel yakınlaşma çalışmalarında gerekse Türkçeye AB üyesi Kıbrıs’ta alan açılmasında, Türkçe yazan bir Kıbrıslı şair ve yazar olarak beni temsil etmesi beklenen öncelikle Kıbrıs Cumhuriyeti’dir. Çünkü vatandaşıyım. Ada’daki Toplumlararası Görüşmeler yeniden başlasa ve “İki-Toplumluluk” esasında kültür komiteleri kurulsa da benim haklarımın korunmasını Kıbrıslıtürklerin seçmediği Ersin Tatar’dan değil, hiç değilse AB’nin tanıdığı 1960 anayasasına göre tüm Kıbrıs’ın Cumhurbaşkanı sıfatıyla seçilmiş Nikos Hristodoulides’ten beklemem daha gerçekçi ve hukukidir.

Türkiye’ye ilhakın ön adımı olan kuzeydeki ayrılıkçı devlet yerine bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti çerçevesinde çözüme ulaşılmasını savunan birçok Kıbrıslıtürk kültür insanı gibi ben de, Türkçe yazıyor olsam bile, KKTC’den destek bekleyemem. Dünyaya Kıbrıslıtürkler adına kurulduğu propagandası yapılan KKTC, Kıbrıslıtürk toplumunu temsil etmek bir yana, kültürel kimliğini silmek, toplumsal varlığını ortadan kaldırmak doğrultusunda bir işlev görüyor. Hele Mustafa Akıncı’dan sonra Kıbrıslıtürk tarihinde ilk kez tamamen kukla bir idare oluşturulduğu için Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kıbrıslıtürklere sahip çıkması yönündeki beklenti artmıştır.

Kaldı ki Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı döneminde de Kıbrıslıtürk dili, edebiyatı ve kültürünü desteklemesi imkânsız hale getirilmişti. 2018’de ofisine gidip, dil, edebiyat ve çeviri projeleri önermiş ve Kıbrıslıların Türkçe eserlerini koruyacak kültürel bir organizasyon başlatmıştım. Mustafa Akıncı’nın ekibi projeleri samimi bir heyecanla desteklemiş ve bana resmî onay mektubu göndermişti. Ama bütçeleri “TC Büyükelçiliği Yardım Heyeti” adlı yeni bir oluşuma bağlandığı ve Türkiye tarafından yalnızca “KKTC’yi Tanıtım Fonu”yla edebiyat ve kültürü destekleme şartı konduğu için benim gibi birleşik Kıbrıs yanlılarına, hele Türkiye hükümetinin günden güne artan despotik tahakkümünü açıkça kınayanlara katkı yapamıyorlardı.

AB içinde çözüm umudu bulunduğu Mehmet Ali Talat döneminde Kıbrıslıtürklerin kültürel hayatı Türkiye tarafından bu derece baskı altına alınmamıştı. Şimdilerdeyse Türkiye hükümetinin gözünde “sakıncasız” tek Kıbrıslıtürk aydını kalmadı. Oysa Mehmet Ali Talat’ın Kıbrıslıtürk liderliğinde, partisinin ise yönetimde bulunduğu yıllarda, Kıbrıs’ın birleştirilmesi ve askersizleştirilmesi yönündeki “ama…”sız tutumum bilindiği halde benden muhtelif danışmanlık hizmetleri alıyorlardı.

Kıbrıslırum makamlarının geldiğimiz bu yeni siyasi noktada, “İki-Toplumluluk” söylemiyle Kıbrıslıtürklerin dil, edebiyat ve kültürünü kuzeye havale edebileceği resmî bir Kıbrıslıtürk muhatabı kalmadığını görmesi gerekir. Ne var ki Kıbrıslırum siyasiler arasında Türkçeyi, Helenizm tasavvuruyla yaklaştıkları Kıbrıs Cumhuriyeti devletinden dışlama alışkanlığı 1960’lardan beri süregeldiği için neredeyse normalleştirildi. Diğer taraftansa, kendilerini Kıbrıslıtürk halkının meşru sözcüsü diye sunan KKTC üst düzey idari makamları son birkaç yıldan beri Kıbrıslıtürklerin çıkarları aleyhine adeta kin ve nefretle çalışan, tümüyle Türkiye hükümetinin müdahalesiyle atanmış ya da doğrudan gönderilmiş ekipler tarafından işgal edildi. Uluslararası toplumun nazarında gayrimeşru oluşlarından daha önemlisi, en milliyetçisi dahil Kıbrıslıtürk halkı için de artık meşruiyetlerini yitirmiş olmalarıdır.

“TÜRKÇEYE AB İÇİNDE ALAN AÇILMASI GİBİ ÖNEMLİ BİR KONUNUN, KIBRIS’TAKİ TOPLUMLARARASI GÖRÜŞMELER VEYA “İKİ-TOPLUMLULUK” ÖTESİNDEKİ TEMEL BİR YURTTAŞLIK VE İNSAN HAKKI OLDUĞUNU DA BELİRTMEK GEREKİR.”

Dolayısıyla, ulusal bayrağını bile bir Kıbrıslıtürk ressamın çizdiği Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sadece Kıbrıslırum toplumunu değil, kurucu ortak Kıbrıslıtürk toplumunu da temsil etmesi her zamankinden daha acildir. Bu temsiliyet kâğıt üstünde kalmamalı, yasal düzenleme ve örgütlenmeleri içerecek adımlarla hayata geçirilmelidir.

Türkçeye AB çerçevesinde ne şekilde alan açılabileceğine dair çalışmalar yürütmek üzere bir Ad-Hoc komite kurulabilir, danışmanlar istihdam edilebilir. Diğer bir aciliyet ise Kıbrıslıtürk dili ve kültürüne ait eserlerin arşivlenmesi ve Kıbrıs kültürünün bütününe entegresidir. Bu konuda, Kıbrıs Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nde aralıklarla ders verdiğim 2006-2011 yıllarından beri, birçok yüksek lisans öğrencisi ve genç edebiyat insanının katılımıyla hazırlanmış, ama ne zamanın Eğitim ve Kültür Bakanlığı’ndan, ne resmî akademi ve medya kurumlarından destek görmüş projeler bilgisayar dosyalarında duruyor. Kıbrıslıtürk toplumu için hazırlanan böylesi projelere uluslararası kuruluşlarda kapı açacak olanakların araştırılması da Türkçe için yapılacak girişimler çerçevesinde ele alınabilir.

Çünkü Kıbrıslıtürk toplumu hiçbir uluslararası kurumsal temsilciye sahip değil. Kıbrıslıtürklere ait çeşitli eski kurumsallaşmalar, örneğin Evkaf, Maarif Dairesi, belediyeler, meslek birlikleri, eğitim kurumları, kültür vakıfları, Din İşleri Dairesi, halk sanatları kuruluşları, resmî ve özel müzeler, vb. Türkiye hükümetinin artan müdahalesiyle özerk işleyişini yitirdi. Alternatif eğitim, kültür, edebiyat, vb. sivil toplum kuruluşlarının çoğu ise gerek siyasi baskılar, gerekse maddi imkânsızlıklar yüzünden etkin çalışma sürdüremiyorlar.

AB ve BM gibi kaynaklardan uluslararası fon bulabilen dil ve kültür projelerinin neredeyse hepsi “İki-Toplumluluğa” dayanıyor. Anayasal ve temel bir hak olan Türkçenin Kıbrıs Cumhuriyeti’nde temsili gibi önemli konular ise, AB’den fon alınamadığı için geçiştiriliyor. Bu noktada öncelikle AB yetkililerine sormak gerekir:

AB üyesi Kıbrıs’ın resmî destekle yalnızca Yunanca basılan kaynak niteliğindeki ve bilgilendirmeye dayalı yayınlarına, ülkenin resmî dillerinden Türkçeyi konuşan vatandaşların erişim olanağı bulamayışı bilgi alma hakkını engellemiyor mu? “Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıslı, Kıbrıs” gibi adlar altında esasen Yunan kültürü çerçevesinde Yunanca basılan ansiklopedilerden, antolojilerden, referans kitaplarından da, Türkçenin hem yayın dili olarak dışlanması hem 500 yıllık Türk kültür tarihine, yazınsal kaynaklarına dair referanslara yer verilmemesi kültürel ayrımcılık yaratmıyor mu?

Edebiyat, sanat ve akademide dahi “İki-Toplumluğu” mutlaklaştırıp, bunun iki ayrı devletin kültürel ve düşünsel zeminini inşa noktasına vardırılması tehlikelidir. Normal bir Avrupa ülkesindeki gibi çok-toplumlu bir edebiyat seçkisi, müzik ya da resim koleksiyonu hazırlayamaz hale gelecek kadar her şeyin üzerine “Kıbrıslırum - Kıbrıslıtürk” yazılması özcü bir kimlik politikasına dönüşmek üzeredir. Birkaç ay önce ilk kez röportaj verdiğim RİK televizyonunda[8] da söylediğim gibi “İki-toplumluluğu ancak reel uluslararası politikayla açıklamak mümkün olabilir ki mantıklı görünsün. Yoksa Ada’daki pek çok şey gibi mantıkdışıdır.”

2023’ün küresel dünyasında, kendi kaderinin bir etnik-dinî cemaatin hayalî kimliğine bağlanmasına izin vermeyen diğer AB yurttaşları gibi, ben de “Kıbrıslıtürklük” tasavvuruyla Türkiye’nin savaş rehinesi olmayı da, Kıbrıs’ta ikinci sınıf muamelesi görmeyi de kabul edemem. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin farklı dilleri ve toplumlarıyla tek bir bütün olarak varoluşuna herkes saygı göstermeli. Umarım dile getirdiğim görüş ve dilekler bazı olumlu adımlar atılmasına katkı yapar.


 

NOTLAR:

[1] AB üyesi Kıbrıs Rum Yönetimi’nin pasaportunu taşıyan otantik Kıbrıslı Türkler.

[2] Kıbrıs Rum Yönetimi’nin uluslararası platformlardaki adı.

[3] Kıbrıs Rum Yönetimi çerçevesinde Güney Lefkoşa ile Brüksel’de faal Kıbrıs Türk siyasileri.

[4] Kıbrıslı Rum Kültür Bakanlığı.

[5] Kıbrıs Rum kesimi kastediliyor.

[6] Lefkoşa’nın Rum kesiminde bulunan Ada’nın en büyük kamu üniversitesi.

[7] Bazı AB ve İngiliz Uluslar Topluluğu kaynaklarında “Kıbrıslıtürkçesi” ayrı tasnif ediliyor.

[8] Kıbrıs Rum kamu televizyonu.


“UNESCO Dünya Kitap Günü” vesilesiyle kaleme alınan bu yazının Yunanca bir versiyonu “Çözümlenebilir Bir Sorun Olarak Kıbrıs’ın Öteki Dili Türkçe” başlığı altında ve K24 ve T24’le eşzamanlı olarak Güney Kıbrıs ile Yunanistan okurları için Politis gazetesinde yayımlandı.


*Mehmet Yaşın Kıbrıslı Türk şair ve yazar