04 Eylül 2014 17:46
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır, AB ile Aralık 2013'te imzalanan Geri Kabul Anlaşması ile birlikte yeni bir sürecin başladığını belirterek, "Bu süreç, anlaşmanın imzalanmasını takip eden üç sene içinde vizelerin tamamen kaldırılmasını öngörüyor. Eğer üç yıl içinde vizeler kalkmazsa geri kabul anlaşmasını ve bu süreci başlatırken varılan mutabakata göre altı ay içinde anlaşmayı feshetme yetkimiz var" ifadesini kullandı.
Bozkır, 8 Ekim'de açıklanacak olan ilerleme raporuyla ilgili olarak da "2000 yılında çok kötü bir rapor yazmışlardı. Raporu genç bir çocuk yazmış. Bu seneki rapor da, 2000 yılındaki gibi çıkarsa da -o raporu layık olduğu yerde sakladığımı söylemiştim- bu raporu da onun yanına koyarız' dedi.
AB Bakanı ve Başmüzakereci Bozkır, AA muhabirinin sorularını şöyle yanıtladı:
Türkiye'nin AB üyeliğinin sekteye uğradığı yönünde kamuoyunda yorumlar yapılıyor. Bu görüşe katılır mısınız?
-Kamuoyundaki kanaatler ve oluşmuş algılar önemli. Bu algıların, gerek Türk insanının, gerek AB üyesi ülkelerin doğru fotoğraflara bakamadıklarından kaynaklandığını düşünüyorum. Öyle bir dönem yaşadık ki Türkiye'de fasılların açılamamış olması, bir anlamda sanki sürecin yavaşladığı, durma noktasına geldiği şeklinde Türk insanında kanaat oluşturdu. Ben buna kesinlikle inanmıyorum. Çünkü siyasi kriterlerin yerine getirilmesi sırasında, siyasi reformlar, insanların çok daha ilgisini çekecek bir cazibe konusuydu. AB konularını, üyelik sürecini daha fazla içinde hissediyordu insanlar. Ama müzakereler başlayıp teknik konulara geçildiği zaman, bu cazibe ve ilgi kaybının olması, her zaman bütün dünya ülkelerinde görüldü. Fakat bizim görünmeyen işler, yani denizaltı faaliyetlerimiz son derece yoğun bir şekilde devam ediyor. 2006'da 8 faslı askıya aldığımızda, Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakan iken Brüksel'e gelmişti bir vesileyle. Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla biz bu fasılları Türkiye'de açtık. Türkiye'de de kapatmak üzere faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Yani 14 fasıl açıldı, bir fasıl kapandı, bu resmi tablodur. Ama eğer bu resmi tablo olmaksızın gerçek tabloya bakarsak, bugün 28 faslı açmış, 14 faslı da kapatmamız gerekirdi.
Fasılların açılmasını ben şöyle önemsiyorum: Faslın açıldığı hükümetlerarası katılım konferansı, Türkiye ile müzakerelerin devam etmesi için siyasi iradenin tekrar teyit edildiği bir ortam yaratıyor. İnşallah İtalya'nın dönem başkanlığında fasıl açarız. AB müzakere süreci bir okyanus ise fasıl açmak bunun üzerinde bir kağıt teknedir. O kadar başka yapılacak işler var ki önce içimizde bu üyeliği özümsememiz lazım. Bu müktesebatın Türkiye'ye yarar getirdiği konusunda, gerçekten buna inanmamız lazım. Bu inanç oluştuğu takdirde... Fasıl açılmadan zaten Türkiye'yi biz belli bir noktaya doğru getirdik ve bundan sonra da getireceğiz. Esas önemli olan budur. Önümüzdeki dönemde ilk yapmak istediğim şey; önce bu yanlış algıyı giderecek etkinlikler yapmak, temaslarım o yönde olacak. AB'nin Türkiye ile ilgili doğru resme bakmasını, Türk insanının da bu 3 sene ile ilgili olarak doğru resme bakmasını sağlamamız lazım. Bundan bir enerji ortaya çıkacaktır. Bu enerjiden yararlanarak yeni adımlar atılabilir. Sayın Cumhurbaşkanımız, en sıkıntılı anlarda direktifler vererek, sıkıntılı olan her konuyu rayına oturtarak, zaman zaman siyasi riskler alarak bu konuyu buraya kadar getiren kişidir. Sayın Cumhurbaşkanımız, AB sürecinin başından beri, bütün önemli olayların içinde olmuştur ve çok önemli katkılar sağlamıştır. Konuyu en iyi bilen ve bu konuya en çok inanan insanların başında gelir. Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımızın verdiği mesajlar, hükümet programı ve devir teslim töreninde AB'nin stratejik bir hedef olduğu ve buna ulaşmak için her türlü adımın atılacağı beyanları, gerçekten Türk insanını da heyecanlandırmıştır. Yapılacak kamuoyu yoklamalarında da göreceksiniz ki yaklaşık 2-3 ay sonra, Türk insanının AB'ye olan inancının daha da artacağından, bundan büyük mutluluk duyacağından eminim.
Yapmayı planladığınız etkinliklerden bahsedebilir misiniz?
-Önümüzde ilerleme raporu var, onunla ilgili tedbir alıyoruz, katkılarımızı gönderdik. Ben yazılı katkının her zaman şahsi temaslarla desteklenmesinin yararlı olduğuna inanıyorum. Onun için müsteşar yardımcımızın başkanlığında bir heyeti Brüksel'e gönderiyoruz, önümüzdeki günlerde gidecekler. Katkımızı izah edecekler, eksik varsa tamamlayacaklar, karşı tarafın ilerleme raporuna yazmayı düşündüğü - tenkit olsun, takdir olsun - onları anlamaya çalışacaklar. Tekrar bir bilgi akımı gerekiyorsa onu yapacaklar. Sonra da ben ve AB Bakanlığı Müsteşarı Brüksel'e gideceğiz, bizim de temaslarımız olacak. Bu ilerleme raporunun AB ve Türkiye bakımdan yaşanabilir bir belge olması önemli. Yani AB ilerleme raporu AB'nin kağıdı değildir, bu bizim ortak kağıdımız. 'Kalem ben de ben yazarım, sen de okursun, ne yaparsan yaparsın‘ gibi bir tarz olursa, bunun ne AB'ye ne de Türkiye'ye faydası olmaz. Bunun bizim ortak kağıdımız olması lazım. Orada gayet tabi ki tenkitler olacak. Biz ilk defa ilerleme raporu görmüyoruz. Her türlü ilerleme raporu yazıldı ama birçoğunu biz yaşanabilir rapor olarak nitelendirdik. Orada yapıcı olan tenkitleri aldık, uygulamaya çalıştık. Kabul edemeyeceğimiz tenkitler ile ilgili de gittik, konuştuk. 'Yazmışsınız ama şöyle şöyle nedenlerle bu tenkitleri biz içimize sindiremiyoruz' dedik, ikna etmeye çalıştık. Böyle bir mantık ve psikoloji içinde bir kağıt hazırlanırsa, ben bu ilerleme raporunun yaşanabilir olabileceğine dair ümidimi muhafaza ediyorum ama inşallah içinde Türkiye'yi kırıcı kelimeler yer almaz. Öyle bir zor konuyu, o kadar münasip kelimelerle ifade edersiniz ki o zor konu yine tenkit olarak girer ama üslup itibariyle de bu, yaşanabilir olarak değerlendirilebilir. Ama çok basit bir konuyu da çok kötü kelimeler kullanarak problem haline getirebilirsiniz. İngiltere AB Bakanı tebrik için telefonla aradı, ona da bunu ifade ettim. O da tamamen bizimle aynı şekilde düşünüyor.
İlerleme raporu geçen sene bayramın ortasında yayımlandı. Bizim 'bunu bugün yayınlamayın' itirazlarımıza rağmen yayınlandı. Tabiri caizse araya gitti. Tatil olan bir Türkiye'de ilerleme raporu yayınlamanın bir faydası yok. Bunun olması gerektiği gibi tanıtımının yapılması, Türk insanına açıklanması lazım; yararlarının, tenkitlerinin ne olduğunu. Eskiden ilerleme raporları yayımlandığı zaman, ben Brüksel'de AB Daimi Temsilcisi iken, televizyonlar dokuz saat canlı yayın yapardı, giren çıkan herkese mikrofon tutulurdu. Türkiye'de birkaç kanal o canlı yayını sürdürürdü. Ama şimdi ilerleme raporu öyle bir hale geldi ki kimse ne okuyor, ne heyecan duyuyor ne umursuyor. Bunu tekrar insanların merak ettiği, umursadığı ve bizim de yararlandığımız kağıtlar haline getirmemiz lazım.
İlerleme raporu 8 Ekim'de yayınlanacak. Dengeli bir rapor bekliyor musunuz, mercek acaba bu sefer doğruyu gösterir mi?
-Raporun çıkana kadar ne olacağını tahmin etmek zor. Ama öyle olmasını temenni ediyorum. İlk rapor 2000 yılında yayımlandığı zaman, Genel sekreter yardımcısı idim. Çok kötü bir rapordu. Brüksel'e gittim ve 'bunu kim yazdı?' dedim. Beni bir odaya götürdüler, genç bir çocuk, 'sen mi yazdın?' dedim o da 'ben yazdım' dedi. 'Türkiye'ye hiç gittin mi?' dedim, 'Hiç gitmedim' dedi. Ortaya çıktı ki bu rapor, öyle bir kötü ortamda yazılmış. Daha sonra biz bir sürü mekanizma kurduk. Biz bilgilendirme faslını düzgün yapıyoruz. Ama ona rağmen AB'nin sırf Türkiye'yi rencide ve aşırı derecede tenkit etmek için bir rapor yazmakta olduğu düşüncesinde değilim. Yaşanabilir bir belge ortaya koyacaklarını ümit ediyorum ve buna inanıyorum. Ama eğer şeytan doldurur derler ya; 2000 yılındaki gibi bir rapor çıkarsa da - o raporu layık olduğu yerde sakladığımı söylemiştim - bu raporu da onun yanına koyarız.
Türkiye'nin AB üyeliği, Türkiye için olmazsa olmaz mıdır?
-Hiçbir şey Türkiye için olmazsa olmaz değildir. Türkiye, bugün artık başka bir Türkiye. 1963 Ankara Anlaşması'nı imzalayan Türkiye'ye baktığımız zaman, kişi başına düşen milli gelir 320 dolar, yedi tane üniversite var, 8 milyon dolar turizm geliri, 1 milyar dolar ticaret hacmi var. Böyle bir Türkiye için AB üyeliği, ne pahasına olursa olsun, mutlaka üye olunması gereken bir üyelikti. Bugün aynı Türkiye'ye baktığınızda kişi başına düşen milli gelir 11 bin 500 dolar, Türkiye 820 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşmış vaziyette. Turizm gelirleri 50 milyara doğru gidiyor, ticaret hacmi 300 milyar dolar, üniversite sayısı 180'in üzerine çıktı. Bütün civarımızda iç savaşlar ve depremler yaşanırken Türkiye bir huzur adası, siyasi ve ekonomik istikrar adası olarak devam ediyor. Böyle bir Türkiye için olmazsa olmaz yok. Ama biz istiyoruz ki Türkiye AB müktesebatını özümsesin ve bu medeniyet seviyesine ulaşsın. Çok az bir mesafe kaldı. Ondan sonra, AB Türkiye'yi üye yapar mı yapmaz mı?... Yapmazlarsa hata yaparlar. Biz üye olamazsak bizi çok fazla rencide etmez ama üye olursak memnun oluruz, AB de bizi üye olarak alırsa memnun olacaktır. Böyle bir Türkiye'yi dışarıda bırakma lüksüne AB sahip değildir. Onun için ben karşılıklı çıkarlarımız olan AB'nin yanlış karar vermeyeceğini düşünüyorum, ümit ediyorum, vermemesini de temenni ediyorum.
Geri kabul anlaşması imzalandı. Türk vatandaşları AB'de ne zaman vizesiz dolaşacak?
-Geri kabul anlaşmasının (Aralık 2013’te) imzalanmasıyla birlikte bir süreç de başladı. Bu süreç, anlaşmanın imzalanmasını takip eden üç sene içinde vizelerin tamamen kaldırılmasını öngörüyor. Şu ana kadar yürütülen bütün müzakereler gayet iyi gidiyor. İki taraf da anlaşmanın onay sürecini tamamladı, gayet iyi bir adım da atılmış oldu. Eğer üç yıl içinde vizeler kalkmazsa geri kabul anlaşmasını ve bu süreci başlatırken varılan mutabakata göre altı ay içinde anlaşmayı feshetme yetkimiz var. Bunu arzu etmiyoruz. Geri kabul anlaşması, sadece Avrupa'nın illegal olarak göç etmiş kişileri Türkiye'ye iade etmesine imkan veren bir sistem değil. Burada Türkiye'nin sınır güvenliği, bütün hudutlarda yeni bir sistemin kurulması, biyometrik pasaportlar sayesinde Türk insanının cebinde taşırken iftihar ettiği pasaportlara kavuşması da önemli. Ayrıca bu pasaportlar, bizim yurtdışına gidişlerimizde vatandaşlarımızı kontrol eden kişiler bakımından da kolaylık sağlıyor. Bütün bu sistem içinde, bir anlamda biz kendi düzenimizi de güçlendiriyoruz. Bu sayede Türkiye çok daha iyi bir konuma gelecek. İllegal göç, sadece AB'nin değil, Türkiye'nin de sorunu. Türkiye ne kadar az illegal göçle karşılaşırsa, ne kadar az illegal göç Türkiye'den kaynaklanmazsa, Türkiye'nin de kendi içinde daha huzurlu yaşaması, bu işten para kazanan illegal göç örgütlenmesini yapan kişilerin bir süre bu işe tevessül etmemesini sağlayacaktır. İnşallah üç yıl sonra... Türk insanının kendisini en kötü hissettiği anlar vize başvurusu yaptığı anlardır. Burada görevli iken ya da Dışişleri Komisyonu Başkanı iken, milletvekillerinden veya dostlardan aldığım en büyük talep, vize konusunda yardımcı olunmasıydı. Gidip o sefaret önünde beklemeler, iyi muamele etmemeler... O durumlar artık kalkmalı.
Türk insanı belli bir refah seviyesine ulaştı. AB'nin zannettiği gibi AB kapıları açınca, vizeyi kaldırınca milyonlarca insanın Avrupa'ya gidecek, iş piyasasını ve şehirleri işgal edecek hali yok. Türkiye bugün altyapısını, birçok Avrupa şehrinden daha geliştirdi. Türkiye'de iş dolu. Belçika'da bir yılda 10 bin firma iflas etti, işsizlik had safhada; Fransa'da öyle, İtalya'da öyle. İspanya'da yüzde 20 işsizlik, Yunanistan'da yüzde 25 işsizlik var. Vizeleri kaldırsalar, böyle bir niyet olsa insanlarımız gidip iş bulamayacak. Niye gitsinler? Bir tarafta ekonomik büyüme sıfır, eksi; Türkiye'de ise ekonomik refah artıyor. Oradan bu yana baskı olacaktır. Espri mahiyetinde söylüyorum; belki Avrupa ülkelerinden Türkiye'ye doğru gelenleri önlemek için biz kapıları kapatacağız. Ben ona inanıyorum. AB'nin hiç bir endişe duymasına gerek yok, Türkiye'de iş çok.
AB yolunda birçok fasılda engel var, Kıbrıs da bunlardan bir tanesi. Siz de diplomaside yıllarca çalıştınız ve tecrübelisiniz. Bu engeli nasıl ortadan kaldırabiliriz?
-Adadaki müzakereler... Onun kendi parametreleri var. Kıbrıs sorununun çözümü için bazı unsurlar var, bunun içinde toprak ve limanlar unsuru da var. Adadaki sorunun çözümüne ilişkin müzakereler ve onun unsurlarıyla, Kıbrıs sorununun AB müzakere sürecine etkilerini hep ayrı tutmaya gayret ettik. Bir fasıl açmak için Magosa Limanı'nın açılması şartı geçersizdir, hiçbir şekilde uygulama kabiliyetine sahip değildir, fasıl açmak için de yeterli bir konu değildir. Maraş'ın ikamete açılması, bazı toprak değişimleri... Onların hepsi o sepette kalmalı ki Kıbrıs sorununu çözebilelim. O sepetin içindeki önemli unsurlardan birini bir tane fasıl açmak için, - üyelik için olsa neyse de - fasıl açmak için Türkiye'nin verebileceği hiçbir şey yok. Bunu izah ediyoruz. Kıbrıs sorunu kendi parametreleri içinde kalmalı ve çözülmeli.
ABD buradaki çıkarları gördü ve eskisinde çok daha ağırlıklı olarak buraya müdahale ediyor. O müdahale sayesindedir ki Kıbrıs'ta ilerleme kaydedilmeye başlandı. AB'nin yapamadığını, yapmak istemediğini ABD yapıyor. Çünkü bu gelişmeler, ABD'nin çıkarlarına uygun gelişmeler. Almanya, Kıbrıs'ın bu blokajını kırabilecek güce ulaşmış vaziyette. İstese Kıbrıs'ı yarın 10 faslı açmaya razı edebilir ama bunu yapmıyor. Almanya'nın şu andaki yönetimi maalesef Türkiye'nin AB üyeliğine sıcak bakmayan bir yönetim. Ama bu olaylar kişilerle kaim değil. Fransa'da o kişi gitti, başka bir kişi geldi; Fransa bugün Türkiye'nin AB üyeliğine çok daha müzahir bakar hale geldi. Almanya, Kıbrıs sorunu çözüldüğü zaman, esas istemeyenin kim olduğunun ortaya çıkmasından belki de endişe ediyor. Ama bunda endişe edecek bir şey yok. Kıbrıs'ı çözün. Ne bölge için ne Avrupa için, Türkiye gibi bir ülkeyi dışarıda tutmanın yarar getireceğine inanmıyorum.
(Kıbrıs'ta limana liman, yola devam) deniliyordu. Kıbrıs'ta, liman ve havaalanı gibi yerlerin açılması mümkün olabilir mi?
-50 yıllık bir sorundan bahsediyoruz. Referandumda eğer evet çıksaydı, çözülmüş olacaktı bu sorun. Çok formüller geliştirildi. Ama her formül o günün şartlarına göre formüldür. O günün şartlarında bunlar konuşuldu. Bugünün şartlarında artık sadece ambargonun kalkması, Türkiye'nin de o sayede fasıl açması noktasında değiliz. Biz artık diyoruz ki 'bırakın artık bu limana limanları, şunları bunları, sen bu sorunu tamamen çöz.' Çözdüğün zaman zaten ne liman sorunu, ne ticaret sorunu, ne kimlik sorunu kalacak. Biz GKRY demekten vazgeçeceğiz, sen KKTC belki demeyeceksin, kurulmuş bir devletten bahsedeceğiz. İki toplum burada kurucu olarak yer alacak.
Meclis'in Genel Kurul'a en çok tasarı sevk eden Dışişleri Komisyonu'nun başkanıydınız. Çok yoğun bir temponuz vardı. Aynı yoğun tempo burada da devam edecek mi?
-15 senesi büyükelçi olmak üzere, 38.5 yıl Dışişleri'nde görev aldıktan sonra iç siyasete atıldım. Dışişleri Bakanlığı mensubu olmanın bir disiplini vardır. Komisyonda da o disiplini uyguladım ve olumlu sonuç verdi. Bunu askeri ya da otoriter disiplin olarak değil, bunu izah ederek anlatmaya çalıştım. Çok iyi de sonuçlar aldık.
© Tüm hakları saklıdır.