Gündem

AB Bakanı Çelik'ten AP Başkanı'na 'Cumhuriyet' tepkisi: Bizim de kırmızı çizgimiz Cumhurbaşkanı'dır

"Şimdi burada idam cezası bir caydırıcılık sağlar mı sağlamaz mı?"

04 Kasım 2016 14:55

Avrupa Birliği (AB) Bakanı Ömer Çelik,  "Murat Sabucu ve Cumhuriyet'teki diğer gazetecilerin gözaltına alınması, Türkiye'de ifade özgürlüğüne ilişkin kırmızı çizginin bir kez daha aşılması anlamına geliyor"  ifadesini kullanan Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz'a tepki gösterdi. 
“Şimdi Cumhuriyet gazetesi meselesiyle ilgili eleştirebilirler, eleştiri haktır, bizim de onlara eleştirilerimiz var, ama bu konuda kullandıkları cümlelerin sertliği kadar darbe girişimine karşı cümle kurmadılar. Üstelik basın özgürlüğü konusunda da ilkeli davranılmıyor" diyen Çelik, "Kendileriyle temas eden bazı gazeteciler var onlar için seslerini yükseltiyorlar ama ideolojik olarak aynı perspektifte olmadıkları gazeteciler söz konusu olduğunda öyle yaklaşmıyorlar. Bizim için de devletin ve milletin birliğinin sembolü seçilmiş Cumhurbaşkanı’dır, ona karşı saygın olmayan bir üslup kullanılması da bizim kırmızı çizgimizdir" ifadesini kullandı.

Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan'a konuşan Ömer Çelik'in açıklamaları şöyle:

Yunanistan'a kaçan darbeciler: Yunanistan siyasi çevreleri bu adamları asker olarak görmüyor bunlar terörist adamlar. 7’sinin başvurusu reddedildi, bir de birkaç güne kadar sonuçlanır, temyiz aşaması var. Herhangi bir sorun olacağını sanmıyorum, biraz vakit alacak.

AB’nin sığınmacı desteği: Türkiye’ye bütün dünyadan gelen para 520 milyon dolarcivarında, bu da 25 milyar doların yanında hiçbir şey. AB bu konuya normal bir yardım gibi bakıyor, bir acil durum mekanizması oluşturamadı. 3 milyar euro taahhütleri vardı, ne oldu? Diyorlar 2.4 milyar euro taahhüt ettik. sanki hepsi Türkiye’ye gelmiş gibi algı yaratıyor ama sahaya yansıyan miktar 182 milyon euro. Avrupa Birliği ve küresel sistem açısından büyük bir ayıp. 

Açın fasılları, konuşalım: Türkiye-AB ilişkisinin ne olacağı artık Türkiye’nin meselesi olmaktan çıktı, Avrupa’nın geleceği meselesi haline geldi. Biz AB değerlerini niye paylaşıyoruz, hukuk devleti ve demokraside daha ileriye gitmek için. Oysa siz Türkiye’yle hiçbir konuda ilerleme peşinde değilsiniz, ama sürekli Avrupa’nın değerlerini Türkiye’ye eleştiri konusu olarak kullanıyorsunuz. Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü diyorlar; biz de diyoruz ki dosyaların içeriğini bilmeden konuşuyorsunuz biz çekinmiyoruz, açalım 23 ve 24. fasılları somut bir şekilde bunları konuşalım. Ek protokolden 8, Güney Kıbrıs blokajından da 5 fasıl halen kapalı. İlerleme sağlanamasa da neden ısrar ediyoruz, çünkü biz bir Avrupa ülkesiyiz, Avrupa’nın güvenliği ve geleceği bizi ilgilendiriyor. Avrupalılar, AB projesini bir felakete doğru sürükleme eğilimine girerlerse buna karşı bizim onlara bir çıkış yolu göstermemiz lazım. Kim ne derse desin biz bir Avrupa gücüyüz. 
 

Geri kabul ve vize: Bize en son kağıt gönderdiler. İnceliyoruz, pozisyonlarını katı bir biçimde koruyorlarsa yani terörle mücadele yasasının değişmesi konusunda, bunu kabul etmeyeceğiz. Yeni bir tablo ortaya çıkmazsa bu senenin sonunda bu süreç ölür. Geri Kabul Anlaşması’nı da feshederiz. 65 ülkenin koalisyon kurup mücadele edemediği DEAŞ’a karşı Türk ordusu içeriye girdi ve NATO sınırlarını DEAŞ’tan temizledi. 1295 km sınırımızın öbür tarafında bir ulusal orduyok, polis gücü yok. Bu tabloda terör yasası değişikliği istemek çok absürt. Herhangi bir Avrupa ülkesinde bu olsa onlara bunu teklif eder misiniz? Bu anlaşmaların sona ermesi Türkiye’ye bir zarar vermez. Asıl AB açısından problem olur. (AB Komisyonu’nun önerisi, sorunu çözecek nitelikte mi?) Arkadaşların ilk incelemesi daha önce spesifik olarak ortaya konmuş birtakım ifadelerin daha genel geçildiği yönünde. Ama terörle mücadele yasasında bir değişiklik olmazsa vize serbestisine geçilmez konusu duruyor. Dikkatli bir şekilde inceleniyor. Bizim açımızdan bir kayıp yok, bakacağız.
 

Dünya yalnız bıraktı: Türkiye büyük bir tehlike atlatmış, 241 kişi şehit olmuş, binlerce yaralı var ve Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı çok yönlü bir terör saldırısı var. Ve nereye giderseniz vatandaştan böyle bir talep (idam) geliyor. Nihayetinde siyasetçinin patronu halktır, vatandaştır. Vatandaşın dediğine kulak vermek zorundadır siyasetçi. Vatandaşın bu noktaya gelmesinde de dünyanın en haklı olduğu konuda Türkiye’yi yalnız bırakması etkili oldu. darbe girişiminin üzerinden kaç ay geçti, Avrupa Komisyonu’nun başkanı Türkiye’yi ziyaret etmedi. Oysa Türkiye’de halkın AB’ye itibar etmesinin en önemli nedeni vesayet rejimine, darbelere karşı destek arayışıydı. Zaten ilk büyük hayal kırıklığı Mısır darbesinden sonra AB ‘taraflara itidal’ tavsiye edince yaşanmıştı. 
 

Vatandaşın talebi: Şimdi burada idam cezası bir caydırıcılık sağlar mı sağlamaz mı, idam cezası suçu, suç oranlarını azaltır mı azaltmaz mı? Bu zaviyelerden daha çok değerlendirmeler yapılıyor ve  gördüğüm kadarıyla da görüşler karşı karşıya. Yani bu şekilde olur diyenler de var, bu şekilde olur diyenler de var. Gelinen mesele de şu, bizim kişisel görüşlerimizden ziyade, bugünvatandaşın talebi şeklinde ortaya çıkan bir şey var. Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde ilk şehitler toplantısı yapıldığında tekerlekli sandalyede gazi bir arkadaşımız “Sayın Cumhurbaşkanım” dedi “Biz idam istiyoruz, ama devletimiz için başka bir yol faydalıysa onu da siz bilirsiniz.” Nihayetinde vatandaşın böyle bir talebi var, siyaset de bunu bir şekilde konumlandıracaktır. Süreci biraz izlemek lazım. (Başbakan’ın sınırlandırılmış düzenlemeden bahsettiğinin anımsatılması üzerine) Evet. Darbe gibi terör gibi suçlarla ilgili konuşuluyor ama bunun teknik tartışması daha sürer.

Kökü kazınıncaya kadar: (OHAL’in süresi daha da uzayacak mı?) Sürenin uzun ya da kısa olmasından ziyade bizim karşı karşıya olduğumuz bu tehdidi bertaraf edeceğimiz bir düzene ulaşmamız lazım. Şu soru akla geliyor hâlâ darbe tehdidi var mıdır yok mudur? Mesele bu değil. Biz hiç kimsenin hesap edemediği ve olay olduktan sonra hala herkesin şaşırdığı bir girişimle karşı karşıya kaldık. Türkiye’deki generallerin üçte ikisi bu darbenin bir parçası haline geldiler. Ve hâlâ birtakım adamlar bulunup atılıyor. Bu süreç tamamlanmadan, bu süreç bir şekilde kendiliğinden bir düze çıkmadan… OHAL bu nedenle uzatılmıştır. Darbe girişimi olduğunda en üzüldüğüm şey şu oldu: Çok vahşi şeyler oldu vs. ama Türkiye’yi bazı Afrika ülkeleri gibi 3. sınıf bir lige iten son derece barbar işlerin yapıldığı bir görünüme soktular. Bunların yaptıkları bir tablo olarak önümüzde duruyor. Dolayısıyla bizim herhangi bir risk alacak ve zamanla hallolur diyebileceğimiz gibi bir davranış içerisinde olma lüksümüz yok. Açık şekilde net bunun kökünün kazındığına kani oluncaya kadar gitmemiz lazım. OHAL mekanizması da bunun için gerekli bir mekanizmadır. Başka bir enstrümanla da bununla mücadele edemezsiniz. 68 kuşağının bir lafı vardır; Paranoyak olmamamız takip edilmediğimiz anlamına gelmez. Tabii ki paranoya içinde yaşamayalım ama saf da olmayalım. Bu kadar büyük bir tehlike ortaya çıkmış ve bu fark edilememişse bizim burada uyanık olmamız lazım. Bu bir paranoya değil ancak takip edilmediğimiz anlamına da gelmez.

 

 

"Bizim kırmızı çizgimiz de Cumhurbaşkanı"

“Şimdi Cumhuriyet gazetesi meselesiyle ilgili eleştirebilirler, eleştiri haktır, bizim de onlara eleştirilerimiz var, ama bu konuda kullandıkları cümlelerin sertliği kadar darbe girişimine karşı cümle kurmadılar. Üstelik basın özgürlüğü konusunda da ilkeli davranılmıyor. Kendileriyle temas eden bazı gazeteciler var onlar için seslerini yükseltiyorlar ama ideolojik olarak aynı perspektifte olmadıkları gazeteciler söz konusu olduğunda öyle yaklaşmıyorlar. Bizim için de devletin ve milletin birliğinin sembolü seçilmiş Cumhurbaşkanı’dır, ona karşı saygın olmayan bir üslup kullanılması da bizim kırmızı çizgimizdir.”

"Atina’ya cami’ sözleşme aşamasında"

“Atina’da cami konusu önemli. Bir yasa geçirdiler. İnşat şirketi de sözleşme aşamasına gelmiş. Bir Avrupa başkentinde bir cami olmaması doğru değil. AB’de özgürlüklerden bahsediyoruz. Biz her zaman şunu söyledik: asimilasyonu reddediyoruz ama entegrasyonu destekliyoruz. Asimilasyon olmaması için iki şey gerekli: İnsanların ana dilini rahatlıkla öğrenebilecekleri bir ortam olması lazım. İkincisi de azınlıkların temsilcileri seçilmiş müftülerdi, bunları seçen otoriteye saygı duyulması lazım. Bunlar temel değerlerdir. Bizim Türkiye’de azınlıklara gösterdiğimiz hoşgörüyü göz önüne alırsak Avrupa’da bizim standartlarımızda ülke yoktur. En son Fransa’da bir kadının plajda kıyafetinin zorla çıkartılmasını düşünün, böyle bir şey Türkiye’de akla gelmez.”

"Başkanlığı asıl CHP’nin  istemesi lazım"

“Başkanlık da parlamenter sistem de meşru bir sistemdir. Fakat ne zaman başkanlık sistemi konusu açılsa, CHP bunu bir sistem tartışması olmaktan çok rejim tartışması olarak konumlandırıyor. Bu yanlış bir şeydir. Burada bizim bakmamız gereken şey şu: Bir, kimin getirdiği öneri daha çok kuvvetler ayrılığı prensibini sağlıyor. İki, kimin getirdiği öneri denge-denetleme prensibini daha çok sağlıyor? Bizim en büyük problemimiz şudur: Türkiye’de kuvvetler ayrılığı yok arkadaşlar. Türkiye’de kuvvetler birliği var. Parlamentoya hakim olan yürütmeye de hakim oluyor. Dolayısıyla Türkiye’deki sisteme kuvvetler ayrılığı var denmesi siyasi olarak da teknik olarak da doğru değil. Gerçek manada parlamenter sistemi savunusu söz konusu olsa o zaman başkanlık sistemiyle ilgili tartışma böyle yapılmaz. Biz siyasal olarak daha çok güç peşinde koşmak için başkanlık sistemi peşinde koşsak bizim aslında bu sistemin değişmesini hiç istememiz lazım. Çünkü bu sistemde CHP iktidar olarak çıkamaz. Başkanlık sistemini aslında CHP’nin istemesi lazım.”