Selin Nasi
Haftalar süren müzakereler sonucunda Ankara ve Washington, İncirlik üssünün IŞİD karşıtı koalisyon güçlerinin kullanımına açılmasına ilişkin anlaşmanın detaylarını belirledi. Türkiye’nin NATO müttefikleri ile Temmuz ayında anlaşmaya varması ardından, ilk kez geçtiğimiz hafta Amerikan pilotları IŞİD'i bombalamaya başladı. Ancak Türkiye’nin Suriye’deki savaşın patlak verdiği ilk günlerden itibaren ısrarla savunduğu “güvenli bölge” meselesi konusunda taraflar halen uzlaşmış değil.
Operasyon detaylarına ilişkin birbiriyle çelişen resmi beyanatlar, Türkiye’nin IŞİD karşıtı koalisyona katılma kararına rağmen Suriye konusunda ABD ile ayrı hedefler ve stratejilere sahip olduğunu gösteriyor. Obama yönetiminin ısrarla reddettiği güvenli bölge talebi, sahadaki muhalif grupların hareketliliğiyle tezat bir görünüm oluşturmakta. Türk yetkililer ya anlaşmadan istedikleri tavizi aldılar -ki bu zor bir ihtimal- veya gerekirse kendi başlarına devam etmeyi düşünüyorlar. Her halükarda, Suriye ile sınır boyunca oluşturulacak bir tampon bölge-ister güvenli bölge ,ister IŞİD’den arındırılmış bölge olarak tanımlansın- Türkiye’yi Suriye bataklığına çekme riski taşıyor.
Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun daha sonra geri alınan beyanatlarından da anlaşıldığı üzere Ankara IŞİD’den arındırılmış bölgenin aynı zamanda PYD’den de arındırılmasını istiyor. IŞİD’le mücadelede Suriye’deki yegane kara gücünü oluşturan PYD’nin hedef alınması da ABD’yi haliyle sıkıştırıyor.
Ne var ki Türkiye’nin, PKK ile organik bağı olan PYD’yi IŞİD kadar hatta ondan daha fazla tehlikeli gördüğünü kabul etmek gerek. Bu tehdit algısı kolay kolay değişecek gibi değil çünkü ABD’nin Kobane ve Tel Abyad’da PYD’nin yardımına koşması sayesinde birleşen iki kanton, ABD eliyle oluşturulan Kuzey Irak’ta uçuşa kapalı bölgenin Kürdistan’a eviriliş hikayesini çağrıştırıyor.Türkiye’nin güvenli bölge için bu kadar diretmesi, sadece 1.9 milyondan fazla mültecinin yükünü azaltmak için değil, PYD’nin Fırat’ın batısına geçerek Kobane, Cizre ve Afrin kantonlarını birleştirip Akdeniz’e kıyısı olan Suriye Kürdistan’ı kurmasını engellemek.
İki müttefik güvenli bölge ile farklı şeylerden bahsededursun, sahadaki muhalif güçlerin ilerleyişi fiili bir güvenli bölge oluşturmaya başladı bile. El-Kaide bağlantılı El Nusra’nın, emperyal güçlerle aynı tarafta savaşmayı caiz bulmadığından Halep’in kuzeyinden çekildiğini ilan etmesiyle, boşalan alanı Türkmen tugayları ve ılımlılığı tartışmalı Ahrar uş Şam doldurmaya girişti. Planlara göre eğit donat ekibinden de katılım bekleniyordu. Ne var ki, büyük bir hezimete uğrayarak askerilerinin bir kısmı El Nusra’ya esir düşen 30. Bölük Suriye jungle’ında sadece iki hafta dayanabildi.
Güvenli bölgeye ilişkin en önemli sorun, insani koridor olarak tasarlanan bu alanın IŞİD’den arındırıldıktan sonra, güvenliğinin hangi koşullarla sağlanacağı. Mültecilerin sözde güvenli bölgeye yerleşmek isteyip istemeyeceklerini bir yana koyalım, orada asayişin sağlanmasından, gündelik hayatın idaresine dek birçok sorunun cevabı yok. Üstelik, tanımı gereği tarafsızlığını muhafaza etmesi gereken güvenli bölgede silahlı muhalif grupların varlığı daha en başından bu alanı hedef haline getirir.
Türk askerlerinin Türkmen Tugaylarına katılarak Öncüpınar/Bab-el Salam kapısından Suriye tarafına geçtiği iddiaları, hükümet yanlısı gazetelerin “82. Vilayet: Halep” başlıkları attığı düşünüldüğünde ürkütücü bir resim çıkıyor karşımıza. Türkiye’nin dış politikada dara düşünce sarıldığı Türkmen kartı bir kez daha masada. Ve sürpriz olmayacak şekilde milliyetçi duygular yine yükselişte iken... Güvenli bölgede Türkmen kardeşlerimiz hedef alındığı takdirde parlayacak bir kıvılcım Türkiye’yi savaşın içine sürükleyebilir.
Türkiye uzunca bir süredir ABD Başkanı dahil olmak üzere sınır güvenliğini sağlamak konusunda üzerine düşeni layığıyla yapmadığı için eleştirilere maruz kaldı. IŞİD karşıtı koalisyona geç de olsa aktif bir şekilde katılma kararı, Batı’yla ilişkilerini onaracak, güçlendirecek bir hamle olarak yorumlanmıştı. Ancak 33 sivilin hayatını kaybettiği Suruç’taki terör saldırısını takip eden süreçte Suriye’de IŞİD’den çok Kuzey Irak’taki PKK kamplarının hedef alınması, PYD desteğini kaybetmekten çekinen ABD tarafında hayal kırıklığı yarattı. Türkiye’nin bu kez de IŞİD’le mücadeleyi kendi Kürtleriyle savaş için paravan olarak kullandığı görüşü hakim.
Suriye’ye gelince... Bundan böyle üniter devlet yapısının korunması bir hayal. Suriye’nin geleceği ve nasıl bölüneceği konusunda diplomatik pazarlıklar sürerken, Türkiye de diğerleri gibi kendi çıkarlarına uygun bir parça koparma peşinde. Ancak bu tampon bölge, güvenlik sağlamak yerine savaşı kendi toprağımıza sıçratarak, başımıza daha büyük dertler açabilir.
Sonuçta sormamız gereken soru: 82.vilayet için sahiden savaşmak istiyor muyuz?