T24- Yazar Cengiz Çandar, "Kadına yönelik şiddet meşrulaştırılamaz" ifadesinin ön plana çıktığı konuşmada, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın“Artıyormuş gibi gösterilen şiddet aslında azalmaya başlayan vak’aların abartılmasından başka bir şey değildir” ifadesini kullandığına da dikkat çekti. Çandar, "Başbakan, katliam boyutlarına varan “kadına şiddet” konusunu, bir 'hükümet performansı' ve 'istatistik ölçüsü' olarak değerlendiriyor" dedi.
Çandar'ın Radikal gazetesinde yayımlanan (8 Mart 2011) şöyle:
“Kadın Katliamı’nı Önleme Günü”...
Bugün 8 Mart. Dünya Kadınlar Günü. Türkiye, bugünü yüzü ak kutlayamıyor. Kısa bir süre önce Nuriye Akman Türkiye’deki durumu “afet boyutlarında” diye nitelemiş ve “kadın katliamı”ndan söz etmişti.
Başbakan Tayyip Erdoğan, dün Türk Metal Sendikası 16. Kadın Kurultayı’na katıldı ve kadına yönelik şiddetin azaldığını söyledi. “Artıyormuş gibi gösterilen şiddet aslında azalmaya başlayan vak’aların abartılmasından başka bir şey değildir” dedi.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, “Kadın Katliamı”nın Türkiye’sinde Başbakan’dan beklenen vurgu böyle olamazdı. Olmamalıydı.
Tabii ki, Tayyip Erdoğan, kadına yönelik şiddete ağır sözler yöneltti. İşte bu yöndeki ifadesi: “Buradan annelerimizi, evinde çocuğunu yetiştiren hanım kardeşlerimizi selamlıyorum. İstismarın, ucuz işgücünün mağduru yapılmak istenen, alçakça cinayetlere kurban giden kadınları selamlıyorum. Dünyanın her yanındaki ezilmiş kadınları selamlıyorum.”
Ve ekledi: “Bu yılın cinayetlerin tükenmesine, tecavüzlerin tükenmesine, barışa vesile olmasını temenni ediyorum... Kadına yönelik şiddet alçaklıktır... Hiç kimse kadına yönelik şiddeti adına töre, gelenek, namus davası diyerek meşrulaştıramaz.”
Son 8 yılda yapılanlar
Başbakan’ın “kadına şiddet” konusunda duyarsız olduğu da söylenemez. Nitekim, “8 yıldır işkenceye nasıl sıfır tolerans gösteriyorsak, aynı şekilde kadına yönelik şiddete sıfır tolerans gösteriyoruz. Kadına yönelik şiddetin her zaman üstü örtüldü. İlk kez bizim dönemimizde mesele ciddiyetle ele alındı... 1 Haziran 2005’te TCK’yı değiştirdik ve töre cinayetlerine müebbet hapis cezası getirdik.
Referandumla kadına yönelik pozitif ayrımcılık getirdik. Anayasal teminat altına aldık. Evinde şiddete uğrayan kadınlara sahip çıkmak adına sosyal hizmet sağlayan evler inşa ettik” diye konuştu.
Bunlar doğru ve iyi şeyler. Ancak, yeterli oldukları kuşkulu. Yeterli olsaydı, Türkiye, bugün bir “Kadın Katliamı” ülkesi haline dönüşmezdi.
Sorun, Başbakan’ın birçok konuyu olduğu gibi, Türkiye’de kadına katliam boyutlarına varan “kadına şiddet” konusunu da, bir “hükümet performansı” ve “istatistik ölçüsü” olarak da değerlendirmesinde.
Aksi halde “artıyormuş gibi gösterilen şiddet aslında azalmaya başlayan vak’aların abartılmasından başka bir şey değildir” demezdi.
Kaldı ki, öyle olsa bile, kadına şiddet vak’aları azalmaya başlamış olsa bile bu konu “abartma”yı kaldırır. Kadına şiddet konusunun abartılmasının kime ne zararı olabilir?
Kadına şiddet: Cinayetin yanında dayak
İşin en kötü yanı, rakamların “abartma”ya gerek bıraktırmayacak ölçüde vahim olması. Rakamları kimse uydurmuyor. Bir soru önergesi üzerine Adalet Bakanı’nın verdiği rakamlar ortada. Kadın cinayetlerinin 2002’den 2009’a yüzde 140 oranında arttığını, 2002’de 66 kadın öldürülürken, bu sayının 2009’un ilk yedi ayında 953’e ulaştığını açıklamıştı.
Başbakan, anladığımız kadarıyla emniyet yetkililerinin 2009 sonrası verilerini esas alıyor. Çünkü, emniyet yetkililerine göre, toplam kadın cinayeti olaylarında bir önceki yıla oranla yüzde 3. Bu arada da, 2010 yılında da 2009’a oranla yüzde 12 azalma var.
Buna bir de şu istatistik ekleniyor: 2009 ve 2010’daki toplam cinayetlerin kadına düşen oranı yüzde 20. Yani öldürülen her 5 kişiden biri kadın sadece.
Yani, neredeyse bu manzaradan “mutluluk” üretmek gerektiği önerilecek!
Ayrıca, TÜİK yetkilileri de kendilerine atfen verilen “kadın cinayetleri son yedi yılda yüzde 1400 arttı” haberlerini töre ve namus cinayetlerine ilişkin idari kayıtlardan ya da ankete dayalı herhangi bir veri derlenmediğini belirterek yalanlıyorlar ama bütün bu istatistiki kafa karışıklığı durumun vahametini ortadan kaldırmıyor.
Şiddet cinayetten ibaret değil. Kadın cinayetleri başlı başına insan ve vicdan sahibi herkes için bir infial ve affedilmezlik hali ama kadına şiddetin cinayetten başka bir göstergeleri de var:Dayak.
Kadını, insanlığın yarısını, yarının anasını, kızkardeşini, kızını aşağılamanın en aşağılık şekli olan dayak da “kadına şiddet’in en iğrenç göstergelerinden biri.
Kadın ve “kadına şiddet” konusu çok boyutlu olarak ele alınmalı, bu konuda hangi yasalarda ne değişiklik ya da yeni yasa olarak ne çıkarılması gerekiyorsa, öncelikli olarak bunlar yapılmalı.
Seferberlik ilanı
Konu, -önemsiz olmasa- da kaç kadının milletvekili adayı gösterilmesinden daha önceliklidir. Nuriye Akman’ın değerlendirmesine dönersek, “... Ortada adına ‘kadın katliamı’ diyebileceğimiz büyük bir afet olduğu kesin. Acilen bir seferberlik ilan edilse yeridir. Hiç değilse bir kriz masası oluşturulması ve ilgili tüm kurumların 7 gün 24 saat esasıyla acil müdahale yapabilme imkanına kavuşması şart.”
Gün, “mazlumla omuz omuza olma” günü. Başta Kürtler, Alevilere, dindar Müslümanlara, gayrımüslimlere mağduriyetlerinden ötürü nasıl ilgi gösteriyorsak, bu ilgide “kadın” en başa oturmak zorunda.
Kadın, yani anne; yani kızkardeş; yani kız evlat...
Kadını mazlum bırakan, mağdur eden hiçbir toplum iflah olmaz.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, kuru bir anma gününü aşıp, Türkiye’de “Kadın Katliamı’nı Önleme Günü”ne dönüşmek zorundadır...