Gündem

8 gazeteden 14 köşe yazarı gündem için ne dedi?

Okay Gönensin: Toplum gerilim ve çatışma ortamına itildiği sürece bunun çok tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini krizi yönetemeyenler göremedi

15 Temmuz 2013 10:37

Yeni Şafak’tan Yasin Aktay, Abdülkadir Selvi; Zaman’dan Ali Bulaç, Ekrem Dumanlı; Radikal’den Yetvart Danzikyan, Uğur Vardan; Hürriyet’ten Taha Akyol, Mehmet Y. Yılmaz; Milliyet’ten Mehmet Tezkan, Vatan’dan Okay Gönensin, Ruhat Mengi; Sabah’tan Hasan Bülent Kahraman; Taraf’tan Cafer Solgun, Semih İdiz gündeme dair yazdı, önemli tespitlerde bulundu.

İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:

 

Yasin Aktay – Yeni Şafak
Mısır’ı kim kaybetti? Kim kazandı?
Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin darbeden hemen sonra devreye soktukları yardım paketleri nasıl bir panik içinde olduklarını gösteriyor. Bu panik sizce darbeden kazançlı çıkmışlığın sevincini ve heyecanını mı yansıtıyor? Şu anda Mısır meydanlarını dolduran ve bölge tarihinin gördüğü en görkemli direnişe imza atan Mısır halkı hiç sevinç ve heyecan bırakır mı onlarda? Arap Baharı sürecinde gelişen demokrasi rüzgarlarının kendi ülkelerine de uğramalarından yana duydukları bu korku onlara sürekli kaybettirmeye devam edecektir. Korkununsa ecele faydası olmayacaktır.
Mısır'da bir darbenin ardından Türkiye'nin neler neler kaybetmiş olduğunun tasasına düşenler bir zahmet bu süreçten kimin ne kazanmış olduğunu da söyleseler de bilsek?
 
Abdülkadir Selvi – Yeni Şafak
35. Madde kaldırılırken neler tartışıldı?
Meclis, darbelerle mücadele adına önemli bir değişikliği gerçekleştirdikten sonra tatile girdi.
Popüler deyimle sezon finali muhteşem oldu.
27 Mayıs'tan bu yana darbecilerin sığındığı TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. Maddesi kaldırıldı.
Dahası Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görev tanımındaki rejimi koruma ve kollama ibaresi çıkarıldı. Ayrıca askerliğin tanımındaki, rejimin bekçiliği bölümü tarihin tozlu raflarında yerini aldı.
Darbe mağduru olan ülkemiz açısından tarihi bir adım.
 
Ali Bulaç – Zaman
Darbe garantili demokrasi!
Şimdiye kadar gözlemlendiği kadarıyla Müslüman Kardeşler krizi iyi yönettiler. Esasında 85 yıllık derin toplumsal kökleri olan bir hareketten başka şey beklenemezdi. Ancak her geçen gün biraz daha kritik bir sürece girildiğinin de farkında olmak lazım. Eğer Müslüman Kardeşler, biri yakın diğeri orta vadede vukuu mümkün iki tehlikenin farkında olurlarsa hepimiz için yeni bir dönemin kapısı aralanır: (1) Şiddetten ve silahlı mücadeleden uzak durmak. Suriye’de Körfez’in patronları haklı direnişi terörize etmeyi başardılar, Türkiye ve İran ‘stratejik hesapları’ merkeze alıp işbirliği yapmadılar, iç savaş on binlerce insanın hayatına mal oldu, güzelim Suriye harabeye döndü, mezhepçilik fitnesi her yeri sardı. Kahire’de 84 kişinin öldürüldüğü olay ilk büyük provokasyondu, Müslüman Kardeşler tuzağa düşmedi, şehitlerinin cenazelerini vakarla defnettiler. (2) Mısır’da darbecilerin geleceği yoktur. Darbe’nin Batılı destekçileri bunun kesin farkındadırlar. Ama bizim 28 Şubatımız gibi İhvan’ı “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” isteyebilirler. Eğer İhvan 28 Şubat’ın doğru kritiğini yapamazsa Türkiye modelini tekrar etmiş olur.
 
Ekrem Dumanlı – Zaman
Nedir bu şımarıklık Allah aşkına?
Manzara ortada: Başbakan Erdoğan, çekilme sürecinin yüzde 15 gibi küçük bir rakama tekabül ettiğini söylüyor. Bu arada PKK silahlı militan sayısını artırıyor. Bölgedeki kaynaklara göre kış üslenmesine başladı bile. Basına yansıdığına göre Cizre'de ve Diyarbakır'da kolluk kuvvetlerini oluşturdu örgüt. Son 10 günde 47 şiddet eylemi gerçekleştirdiler. BDP Van Milletvekili Nazmi Gür, katıldığı cenaze töreninde dört parçadan oluşan büyük Kürdistan'ın kurulacağını ilan etti. KCK başkanlığından alınıp silahlı birimin (HPG) başına atanan Murat Karayılan, hükümete bir hafta süre tanıdıklarını, aksi takdirde sürecin tıkanacağını söyleyerek adeta tehditte bulundu. Yeni KCK eşbaşkanlarından Bese Hozat, Öcalan'ın özgürlüğüne kavuşmadan sürecin devam edemeyeceğini söyledi... Yeni KCK yönetiminin beyan ettiği stratejilere bakar mısınız: İran'la ateşkese devam edilmesi, Suriye'nin kuzeyinde özerk yönetim kurulması, Kuzey Irak'taki Barzani yönetimine alternatif bir yapının inşa edilmesi ve Türkiye'de halkın sokağa dökülmesi. Ne anlaşılıyor bu kararlardan? Belli ki örgüt yeni bir belanın peşinde; üstelik sadece Türkiye'de oynanmayacak yeni senaryo.
 
Yetvart Danzikyan – Radikal
Suçlu yakalansın diye takılan kameralar
Kameralar polis şiddetini kaydettikçe “devlet” için bir baş belası haline geliyor. Ve devlet, gerekli gördüğü durumlarda bu kamera kayıtlarını imha ediyor, kaybediyor, bozuyor, açısını değiştiriyor. En kritik davalarda kamera kayıtları buharlaşıyor. Evet elde kalan bile kamuoyuna bir fikir veriyor ama “delil” olma özelliğine gelince, görünmez bir el işin içine giriyor. 
Velhasıl yaşanan, memleketin halini de özetliyor. Kameralar, polisin, devletin başına beladır. Suçlu yakalasın diye konan kameralar, Türkiye’de nasıl bir polis şiddeti yaşandığını gözler önüne sermiştir. Daha doğrusu serme potansiyeline sahiptir, “kaybedilmedikçe”.. Bilemiyorum kameraları kentlerin dört bir yanına monte eden “sistem”in aklında böyle bir ihtimal var mıydı.. 
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 
Uğur Vardan – Radikal
Çare Bayram gazetesi
Bir başka teklifim de sürekli sopaya, palaya sarılan ve ‘esnaf’ olduğu iddia edilen arkadaşlarla ilgili. Öncelikle ‘Gezi direnişi’ sayesinde AVM projesinden vazgeçildiğini ve bu sayede ticari geleceklerinin kurtulduklarını hatırlatırım. Ama onlar anladığım kadarıyla geleceğini değil şimdiki zamanı istiyorlar. Üstelik saldırdıkları kişiler de her daim ‘gerçek’ müşterileri. Neyse, madem görüşleri böyle o zaman bildiğim kadarıyla ‘Esnaf ve Sanatkârlar Odası’ adı altında örgütleri var. Esnaf kardeşlerimiz örgütleri vasıtasıyla sokağa çıksın, dertlerini ‘demokratik’ yoldan ifadeye soyunsun, sıkıntılarını pankartlara, sloganlara döksün. Üstelik kendilerine, sırtını dayadıkları ‘Devlet ve onun polisi’ destek de verir, yürüyüşlerine kimsenin engel olacağını sanmıyorum. Zaten engel olurlarsa, siz de ‘direnişçiler’e katılırsınız, biter!
 
Taha Akyol – Hürriyet
Mısır ve Tahrir
Mısır’daki darbeyi Türkiye’nin kınaması doğrudur. Fakat Mısır’ın darbeden demokrasiye geçmesi için Türkiye’nin yapabileceği tek şey, darbeyi kınamaktan ibaret değildir.
Nitekim hükümet Mısır’daki darbeyi ağır dille eliştiriyor fakat Kahire’deki büyükelçimizi çekmiyor! Hatta Mısır’la diplomatik ilişkilerin devam edeceğini de açıkladı. 
Hükümet etmekle köşe yazarlığı veya STK sözcülüğü yapmak 
çok farklı şeylerdir. İtidal, Mısır’la ilişkilerimizi kesmemek elbette iyi oldu; hem yeni yöneticilere diplomatik kanallardan söyleyeceğimiz şeyler 
olur, hem Mısır’la önemli iktisadi bağlarımız vardır. 
 Dahası, Türkiye tehevvürle hareket eden bir ülke izlenimini bırakmaktan sakınmalıdır; sadece Batı dünyasında değil, İslam dünyasında da... Öyle bir izlenim Türkiye’yi başka ilişkilerinde de sıkıntıya sokar.
İtidal, iç politikada da dış politikada da daima iyidir.
 
Mehmet Y. Yılmaz – Hürriyet
Kafasını kaldırana terörist damgası
Gezi Parkı protestoları başladığında, bu eylemleri Mısır’da Mübarek diktatörlüğünün yıkılmasını sağlayan Arap Baharı ve Tahrir Meydanı ile benzeştirme çabalarının nafile olduğu çok yazıldı, çizildi.
Gezi protestolarının hükümetin meşruiyetini tartışmadığını, daha çok özgürlük, her türlü görüşe ve doğaya saygı gibi talepleri olduğu söylendi. Mısır Baharı’nın Tahrir eylemleri ise meşru olmayan Mübarek diktatörlüğünün yıkılmasını hedefliyordu.
Geçen gün Başbakan’ın bir iftar konuşmasında, Gezi eylemlerini, Mısır’da darbe ile sonuçlanan sürecin içindeki Tahrir eylemlerine benzettiğine tanık oldum.
Bu benzetmeden yola çıkarak Gezi protestolarını da “darbecilik heveslerine” bağlamaya çalışıyor. 
Oradan hop diye de “tencere–tava” eylemlerine geçiyor. Bir başka iftar konuşmasında da “Bununla ilgili talimat verildi, yasa uygulanacak” diyor.
Savcılara talimat vermeye ne kadar meraklı, görüyorsunuz. İşin ilginci bazı savcılar da hükümetten talimat almaya meğerse ne kadar eğilimliymiş!
 
Mehmet Tezkan - Milliyet
Gezi ruhuna zarar veriyor
Her gün çata pata hali, Gezi Ruhu’na zarar veriyor.. Polisin Gezi’de bıraktığı kötü izleri siliyor.. Hoyratlığını, orantısız güç kullandığını, insanların gözünün içine biber gazı sıktığını, yerde yatanlara bile tazyikli su sıkarak cezalandırdığını, daha fazla zarar versin tazyikli suyun içine ilaç kattığını gölgeliyor..
Unutturuyor..
İstiklal’de atılan her taş, her sopa artık Gezi Ruhu’na zarar veriyor.. Gezi’nin yarattığı o devasa sempatiyi törpülüyor..
Protesto eylemleri durup dururken yapılmıyor ki, haklı gerekçeleri var, denilecek..
Doğru.. Yüzde yüz katılıyorum..
TMMOB’a gece yarısı kesilen ceza protesto nedeni..
Taksim Dayanışması üyelerinin gözaltına alınıp, gözaltında kötü muamele yapılması, kadınların çırılçıplak soyulması protesto nedeni..
Ali’nin polis kılıklı kişiler tarafından dövülerek öldürülmesi.. Kamera görüntülerinin bir kısmının silinmesi.. Eskişehir Valisi’nin, arkadaşları yapmıştır açıklaması protesto sebebi..
Tamam.. Protesto edelim ama eski yöntemle değil..
Gezi’nin Ruhu’ndan çıkan yeni yöntemle..
 
Okay Gönensin – Vatan
Pala, sopa derken…
Palalı şahsın serbest bırakılmasını, “eylemcilere saldıranlar korunacak” diye algılayan çok kimse olacaktır. Çünkü gerçekten de eylemcilere karşı harekette bulunanlara hoşgörülü davranıldığı görüntüsü hemen her olayda ortaya çıktı.
Toplum gerilim ve çatışma ortamına itildiği sürece bunun çok tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini krizi yönetemeyenler göremedi. Göremedikleri için yönetemediler, biber gazı çaresizliğinde kaldılar.
Yarın “mağdur esnaf” kendi tepkilerini giderek daha örgütlü bir şekilde ortaya koymaya başlarsa oluşacak yeni çatışma alanının boyutlarını kimse tahmin edemez.
Bunun gibi kıvılcımların, belli desteklerle yangına dönüşmesini toplum olarak çok yaşadık.
Bu tehlikeli gelişmeleri öngörmek ve sağduyuyu harekete geçirmek için önce yönetimde sağduyuya ihtiyaç var. 
 
Ruhat Mengi - Vatan
Korku ve ileri standart
“Herkes kişi özgürlüğü ve güvenceye sahiptir” deniyor, parkta bile devlet güçlerinin “sadece ağaçların kesilmemesi için orada duran” gençlere tazyikli su ve biber gazıyla saldırıp hastanelik etmesi, başına gaz kapsülü atarak veya ateş ederek öldürmeleri bu maddenin hangi kısmına girmekte?
“Herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız gösteri hakkına sahiptir” deniyor, yolda yürüyen ve dahi “DURAN” adamlara, gençlere bile polis ordularıyla saldırıyı nasıl bağdaştıracağız? (Bu maddenin arkasına eklenen “devlet gerekli görürse müdahale edebilir” anlamındaki 2 madde, gayet belirsiz tanımlarla “birinciyi tamamen etkisiz” hale getirmiş, bunlara dikkat edildi mi?)
“Hiç kimseye aynı suçtan 1’den fazla ceza verilemez” maddesi Batı ülkelerinde olabilir zira o ülkelerde zaten birinci suçta hak edilen ceza mutlaka verilir. Bizde ise en az 10-20 yıl hapis cezası alması gereken suçlarda hakimler suçluyu salıveriyor. Aynı suç “tecavüz hatta cinayetler” bu nedenle defalarca aynı kişiler tarafından tekrarlanıyor. Muhalefet partileri bunları görmedi mi, bu nasıl anayasa yapmaktır?
Komisyondan geçmiş maddeler “herkes uyurken” geçmiş, benim gördüğüm bu, yazıklar olsun!
 
Hasan Bülent Kahraman – Sabah
Cumhuriyet mi demokrasi mi, Mısır mı?
Halk egemenliği yani cumhuriyet düşüncesi Rousseau'nun şekillendirdiği genel irade kavramından türemiştir. O da baskıcı bir yapıya tekabül eder. İnsan, genelin iradesinde kendisini erittiğinde özgürleşecektir der Rousseau. Oysa demokraside böyle bir iradecilik söz konusu değil. Çünkü demokrasi böyle bir genel iradeye dayanmıyor. Demokrasi çoğunluk yönetimidir ama bu tanım eksiktir. Tersine, bir ülkede demokrasinin işlediğini gösteren en ciddi karine artık çoğunluk değil azınlık iradesidir.
Dolayısıyla Başkanlık sistemi iyi bir cumhuriyet modelidir ama her şartta iyi bir demokrasi modeli olmayabilir.
Erdoğan, Laiklikle İslam bir arada olabilir diyerek Mısır'daki devrim ateşinin fitilini yakmıştı. Şimdi, Başkanlık dışında daha geniş bir demokratik çerçeveyi savunarak, o 48 madde talebi bana göre bu manaya gelir, Mısır'a ikinci kere yol gösteriyor olamaz mı?
Tabii önce Mursi'ye özgürlük şartıyla...
 
Cafer Solgun – Taraf
Değişim, iktidar, statüko
“Ustalık” döneminde ise AKP artık bir iktidar partisidir, “baş” olmuştur, “dindar nesiller yetiştirmek” istemektedir, insanları neye nasıl inandıklarına göre tasnif etmekte bir beis görmemektedir, Kürt sorununda “bir adım ileri iki adım geri” temposunda duruma göre renk alan tutumlar sergilemektedir, yandaşları “AB ülkelerinde de bu tür kanunlar var” şeklinde PR kampanyaları yaparken Meclis’ten geçirdiği alkol yasasını “dinimizin emri” olarak gerekçelendirebilmektedir, Gezi Parkı olayına müdahalesi “orantısız şiddet”in yanında “yüzde 50’yi zor tutuyoruz” şeklinde olmaktadır ve daha neler neler... Bu tabloda özellikle dikkat çekmek gereken, kuşkusuz Gezi Parkı sürecidir. AKP’nin “ne iken ne olduğunun” en net şekilde kendisini ortaya koyduğu bir anlamı olduğu için...
 
Semih İdiz – Taraf
TC dış politikasına dönme zamanı geldi
Dışişleri Bakanı Davutoğlu hafta içinde Ortadoğu ülkelerinin yanı sıra ABD, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, İngiltere, Fransa, Almanya, BM ve NATO nezdinde görev yapan büyükelçilerimizle bölgesel gelişmeler üzerine 13 saatten fazla süren bir değerlendirme toplantısı yaptı. Toplantı sonrasında, zarar görmeye başlayan ulusal çıkarlarımızı kollayan gerçekçi dış politika revizyonlarına gidilip gidilmeyeceği ise belli değil.
Fakat Ankara’nın önünde gözardı edilemeyecek bazı gerçekler duruyor. Mısır’da saati Mursi ve destekçilerinin lehine geri çevirmek mümkün değil artık. Bizde ânında suçlanan Batı’dan ziyade, bunu engelleyecek olan bölgesel güçlerdir. Bu İhvan’ın Mısır siyasetinden dışlanması anlamına gelmiyor tabii. ABD bile “İhvansız olmaz” diyor. Ama tek başına ve kontrolsüz İhvan iktidarı dönemi, zorla da olsa, sona erdirildi.