Kültür-Sanat

6-7 Eylül olayları beyazperdede

Bu hafta merakla beklenen Tomris giritlioğlu'nun 'Güz Sancısı' filmi vizyona girdi.

23 Ocak 2009 02:00

Bu hafta Mürekkep Yürek, Largo Winch; yerli yapımlar Güz Sancısı ve Pandora’nın Kutusu ve son olarak animasyon Despero filmleri vizyona girdi

Fragmanlar için tıklayın - VİDEO

Güz Sancısı

Tomris Giritlioğlu sinemayla dizi sektörünü birbirine fazlasıyla harmanlamış bir isim… Bu yüzden Güz Sancısı, yapımcısı olduğu Hatırla Sevgili’nin farklı bir yanı gibi… Oyuncular aynı, tarihi fonlar aynı, aynı gülümsemeler, aynı ağlatışlar… Uzun zamandır yönetmenlik yapmayan, son filmi Salkım Hanımın Tanelerini on yıl önce çeken Giritlioğlu yine Ermeni meselesini alıyor filminin ana eksenine… Milliyetçi Behçet ile Rum Elena arasında yaşanan önlenemez aşk ve o dönemde yaşanan karmaşalar… Sene 1955… Ermenilerin dükkanları, evleri yağmalanır aşırı milliyetçiler tarafından… Hatta Ermenilere destek olan, aydın düşünen Türkler bile cezalandırılır, öldürülür… Sanat yönetiminin bütün enerjisinin sokak sahneleri için kullanıldığı film ne yazık ki teknik, duygu ve oyunculuk açısından beklentilerin altında kalıyor… Ermeni şivesi, Beren Saat’in yorumunda çocukça birtakım seslere kayabiliyor… Aslında hamaset duygusunun yersizliğini, zararlarını ve zavallılığını göstermeye çalışan Giritlioğlu Güz Sancısı’nın sancısını bize hissettiremiyor…

Largo Winch

Largo Winch aslında bir roman kahramanı olarak, sonrasında çizgi film kahramanı olarak 18 yıldır durmadan çizilen, yenilenen bir karakter… Karakterin ortaya çıkış cümlesi bizdeki deyişiyle ‘parayla saadet olmaz’ cümlesi… Hikayenin bir tarafı çok modern, küreselleşme ve tüm gücü ellerinde tutan büyük holdingler var. Ama bir diğer yanı kaderine karşı gelen bir kralın oğlunun ölümsüz hikayesi. Largo Winch çok zengin bir adam tarafından gizlice evlat edinilen, adamın ölümü sonucu ortaya çıkan bu gizemli varisin hayatını anlatıyor. Aslında efsanevi bir yanı olmasına rağmen, bizim daha çok modern yanını gördüğümüz hikaye, aslında çok da istediğimiz tarzda ilerlemiyor… Kocaman bir şirkete varis olan, hayatı rahat koşullarda Winch’in hayatı değişiyor ama biz filmden çok tatmin olmuş bir şekilde ayrılamıyoruz… Kahraman hikayelerine farklı da olsa doyduk sanırım…

Despero / The Tale of Despereaux

Despero koca kulaklı, sezgilerı güçlü ve korku duygusu fazlaca gelişmemiş olan, önüne gelen her şeye merak duygusuyla atlayan çok sevimli bir fare yavrusu… Yazarı onu 2003 yılında yarattığında hemen kült mertebesine erişti bu fazlaca küçük ve sevimli fare yavrusu… Filmde fareler ve sıçanlar iki ayrı cins olarak anlatılıyor… Sıçanlar fakir, çıkarcı ve pisler… Fareler ise tam bir beyefendi hayatı sürüyorlar, temiz ve güzeller… Despero hem sıçanlarla arkadaş olmaya çalışıyor hem de Dor krallığının prensesini sıçanların elinden kurtarıyor… Filmde bir anlatıcı sesiyle beraber köyün sokakları arasında, köyün simgesi haline gelen çorbanın kokusu arasında ilerliyoruz. Sonra çorbaya bir sıçan düşüyor ve o zaman felaket başlıyor… Öykünün bütün seyri değişiyor… Filmde zaten biraz bunun üzerine… Despero sadece sevimli bir araç… Çocukların ilgisini çekeceği aşikar… Bu senenin OSCAR adayı animasyonları arasında…

Inkheart:Mürekkep Yürek / Inkheart

Mürekkep Yürek de piyasaya çıktığı 2004’de en çok satanlardan biri… Gerçek dünyanın bilindik işlerliğine karşı, fantastik dünyanın şaşırtıcılığı her zaman galip geliyor… Mürekkep Yürek de bu tarz kitaplardan… Kitaplar dünyasının birbirine karıştığı, sadece büyülü dile sahip olanların okudukça kitaplardaki dünyayı gerçek kıldığı bir masal dünyası… Büyülü dilden dökülen cümlelerle romanlardan çıkan karakterler, kendi dünyalarını kuruyor anında… Bir de bir karakter, diğer bir karakteri başka bir yere yolluyor… Anlayacağınız fantazyanın tam ortasındayız… Taş evlerin, dar sokakların, karlı dağların hakim olduğu bir ortamda, herkes kendi romanına, kendi dünyasına dönmeye çalışıyor… Tabii karmaşa had safhada… Görsel efektler dozunda kullanılmış ve masal dünyası olabildiğince gerçekçi yaratılmaya çalışılmış yönetmen Iain Softley’e göre… Helen Mirren huysuz ihtiyar rolünde…

Pandora’nın Kutusu

Yeşim Ustaoğlu ismi düşüncelerinin peşine takılıp giden ve bundan fazlaca taviz vermeyen, hatta sakin ve soğuk havasıyla yanına pek fazla yaklaşılamayan bir ismi temsil ediyor. Onun filmleri toplumsal sancıları kişisel bir bakışla temsil eder ve derin bir yolculuk barındırır içinde. Güneşe Yolculuk insan hakları ihlalleri ve Kürt sorununa değindiği bir filmdi. Bulutları Beklerken bir çocuk vasıtasıyla geçmişinin peşine düşen Eleni / Ayşe’yi anlatıyordu. Buradaki sorunda insanları birbirinden sorumsuzca koparan mübadele sorunuydu.
Bu sene İspanya’nın önemli festivali San Sebastian’dan Altın İstiridye’yle dönen Pandora’nın Kutusu ise, kesinlikle haklı bir ilgi buluyor. Yine bir içsel dönüşüm, yine bir yolculuk hali var filmde. Konu çok kişisel değil ama herkesi bir yerlerinden yakalayıp, derinden bir hesaplaşmanın tam da ortasına itiveriyor. Bunu o kadar doğal, o kadar zorlamadan yapıyor ki, filmi izlerken bir yandan da kendi iç hesaplaşmanızın içinizi en derinden kemirdiğini duyuyorsunuz.