Politika

6-7 Eylül olayları: Azınlıkları tasfiye hareketi

Atatürk'ün doğduğu evin bombalandığı yalanıyla kışkırtılanlar, 6-7 Eylül 1955'te İstanbul'da azınlıkların yaşadıkları yerleri yağmalad

07 Eylül 2009 03:00

Selanik'te Atatürk'ün doğduğu evin bombalandığı yolundaki yanlış haber gerekçe gösterilerek , 6-7 Eylül 1955'te başlatılan Rumlara yönelik tahrip ve yağma hareketi Türkiye tarihine kara bir leke olarak düştü. İstanbul ve İzmir'de sıkıyönetim ilan edildi.



Genç Siviller Üyesi Pınar Akyasan, "Kıbrıs Türktür" sloganıyla azınlıkların bu topraklarda kurdukları hayatları yağmalayan ve kendini milliyetçi olarak adlandırılan grupların yaşattıklarını kaleme aldı.

İşte o yazı:

6-7 Eylül 1955'te elinde kazma, kürek, Türk bayrağı, Atatürk'ün ve Celal Bayar'ın fotoğrafları olan makbul vatandaşlar, "Kıbrıs Türktür" sloganıyla azınlıkların ya da 'medeni kanun vatandaşlarının' bu topraklarda kurdukları hayatları yağmaladılar. Türkiye tarihin en karanlık günlerinden birinde kendilerinden geçerek önce milliyetçilik, sonra girdikleri evlerdeki, dükkânlardaki Rum vatandaşların mallarını çalarak hırsızlık yaptılar. O gün, kontrolden çıkmış bu grupların, öfkelerinin şiddete dönüştüğü an olarak, saat 13.00'da devlet radyosunda yayınlanan bir haber gösterilir: "Selanik'te, Atatürk'ün doğduğu eve menfur bir saldırı düzenlenmiştir". Öğleden sonra İstanbul Express gazetesinin bu haberi vermek için iki ayrı baskı yapması, haberin ve haliyle öfkenin yayılma hızını arttırır ve insanların İstanbul Express Gazetesi ellerinde sokaklara dökülmesine yol açar. Akabinde, çeşitli öğrenci birlikleri ve Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin Taksim'de miting çağrısı yapması, kalabalığın bir araya gelmesine ve olayların hızlanmasına neden olur. Rumlara ait dükkânların tahrip edilmesiyle başlayan olaylar, kısa süre içerisinde çapulculuğa ve kundakçılığa dönüşür ve saldırılar sadece Rumların değil, Ermeni ve Yahudilerin dükkânlarına, evlerine, ibadethanelerine ve mezarlıklarına yönelir.



Sorumlu(lar) kim(ler)?

6-7 Eylül olayları, 'Türklük ideali/bilinci' zihinlerine inceden inceye işlenen bir Cumhuriyet kuşağı tarafından gerçekleştirilir. Taşlarla, odunlarla, marşlarla gayrimüslimlerin evlerine, işyerlerine, okullarına, ibadethanelerine ve hatta kadınlarına saldıranlar jandarmalar ve polisler değil (Onlar sadece izliyorlar ve saldırganların işlerini kolaylaştırıyorlardı) halkın ta kendisidir. Uzaydan bir günlüğüne yağma ve saldırı için getirilmedilerse, o gün sokaktaki saldırganlar bu ülkenin Türk vatandaşlarıdır. Tek değillerdir elbette! Organizasyon işine devlet, göz yumma işine ise DP hükümeti bakmaktadır. Kısacası, ortağı çok olan bu kara sayfanın yazanı bellidir, okuyanı belli…



6-7 Eylül olayları, Osmanlı'nın son döneminden ve erken Cumhuriyetten itibaren Devlet eliyle gerçekleştirilen Türkleştirme politikalarının somut adımlarından hem nitelik, hem de nicelik açısından farklıdır. Ermeni Tehciri, Nüfus mübadelesi ve 1942 Varlık Vergisi devlet eliyle uygulanmışken, 6-7 Eylül olayları 'vatandaşın' azınlıkları yağmalamasıyla ve devletin buna göz yummasıyla gerçekleştirilmiştir. Devlet önce olayların kahramanı bu neslin sahip olduğu zihniyeti, inandığı değerleri eğitim, basın gibi çeşitli kanallarla zihinlerine yerleştirmiş, sonra da nihayet bu yapı harekete geçtiğinde buna göz yummuştur. 'Suçlu'nun, Rum terzinin, Rum doktorun camına taş atan döpiyesli ve topuklu ayakkabılı Cumhuriyet kadınından, bilmem nerdeki köyünden kamyonun arkasına doluşup gelen bir çiftçiye, esnafa, öğrenciye, özel harpçilere kadar geniş bir kesimi temsil eden bir kelime olduğu bu olayda, mutlak tespitlerle konuşmak pek kolay değildir. Zaten, açıkçası bu yazının meselesi olayların tüm suçlularını bularak asıl yapılması gerekeni yapmak değil, DP'nin suçlu ilan edildiği bir ortamda DP'nin hakkını DP'ye vermektir. Öyleyse, DP'nin bu tertibin neresinde ne sebeple yer aldığı ve gerçekten böyle bir Türkleştirme niyeti taşıyıp taşımadığı sorusunu sormak lazımdır.



DP 6-7 Eylül'deki olaylarını dudak ucuyla desteklemiş ve olaylar çığırından çıktığında kontrolü sağlayamamıştır. Yine de katı bir ideolojisi olmayan, iktidar merkezli ve hızla değişen koşullara pragmatik bir biçimde uyum sağlayan bu partinin şayet sahiden de tertipte parmağı varsa bile- ki buna dair de söylemler dışında yazılı ya da somut bir kanıt bulunamamıştır, farklı grupları bünyesinde barındırdığı düşünüldüğünde Türkleştirme amacı güttüğü pek inandırıcı değildir. Zaten, DP'nin azınlık politikalarına bakıldığında, 1955 yılına kadar Demokrat Parti'nin azınlıklara yönelik saldırganlığını kanıtlayacak herhangi bir somut olay yaşanmamıştır. DP azınlıkları oyları kazanılması gereken bir seçmen kitlesi olarak gördüğünden, muhalefetteyken de, iktidardayken de teveccühlerini kazanmak için elinden geleni yapmıştır. Dolayısıyla da 6-7 Eylül olaylarının DP tarafından Türkçü ideallerle tertiplendiğini söylemek dayanağı olmayan bir iddiadır. Kaldı ki eldeki veriler, azınlıkların 1956 seçiminde oylarını, olaylar ve hafızaları bu kadar tazeyken dahi DP'ye verdiklerini söyler. Bu trajik hadiseden sonra, hükümet gayrimüslimlerin göç etmesini engelleyecek bir uygulama başlatmış ve hatta resmi makamlar göç etmek isteyenlere pasaport vermeyi reddetmişlerdir. Ayrıca iddia edildiği gibi büyük dalgada göçlerin, bu hadiselerden sonra olmadığını da söylemek gerekir.

DP görmezden gelmiştir

DP'nin bu dönemde milliyetçi bir şiarla hareket ettiğini ve hatta olayların çıkış noktası olan Kıbrıs meselesiyle ilgili konuşmalarda dahi halkı sokaklara dökecek kadar sistematik bir siyaset izlediğini söylemek doğru olmaz. Milliyetçilikten farklı amaçlar güttüğü açıktır. Bu amaçların en kaba ifadeyle, popülist bir bakış açısından mülhem olduğu söylenebilir. Zaten, 1950'li yılların siyasi hayatına hükmetmiş, her kesimden oy almış ve sonraki merkez sağ partileri de derinden etkilemiş olan Demokrat Parti ve Menderes'i, şüphesiz kafatasçı bir milliyetçilikle suçlamak pek ikna edici değildir. Her ne kadar, DP'liler de CHP'liler gibi, siyaset ruhsatını vatanperverliğe bağlasalar da milliyetçiliklerinin doktriner bir milliyetçilik olduğunu söylemek zorlama bir iddia olur. Bilakis Menderes'in milliyetçiliği tamamen popülist bir söylem içinde ele alması ve ciddiyetsizleştirmesi 1950'li yıllarda doktriner milliyetçiliğin gelişmesini dahi engellemiştir. Dolayısıyla Demokrat Parti'nin olaylardaki rolünü inkâr etmeden, tertipte parmağı yoksa bile, gözlerini kapadığı ve bunu yaparken popülist ve pragmatik davrandığını iddia etmek yanlış olmaz.

Suçlu kim olursa olsun, 6/7 Eylül olayları Türkiye tarihindeki lekelerden biridir. Bu olaylar, devletin bir kesim vatandaşlarını diğer vatandaşlarının saldırısından koruyamadığının ya da makbul vatandaşın misafir olarak görülen "azınlık vatandaşı" canı istediğinde sopalamasına izin verildiğinin en önemli örneğidir. Trakya olaylarıyla ve 1942 tarihli Varlık Vergisinin adaletsizliğiyle ümitlerini ehven-i şer olarak DP'ye bağlayan azınlıklar, 1955 tarihindeki 6/7 Eylül Olaylarının yarattığı hissiyatla geleceklerine dair besledikleri umudu ve devlete olan itimatlarını tamamen kaybetmişler ve varlıklarının medeni kanun vatandaşlığından ibaret bir mağdurluk ve yabancılık olacağını fark etmişlerdir. Devlet tarafından ödeneceği vaat edilmiş tazminatların birçoğu ödenmemiş ve hatta devlete, evleri, işyerleri ve ibadethaneleri makul vatandaşlarca yağmalanmış bu insanlardan bir özür dilemek bile devlete çok gelmiştir.