Magazin

"Yıldırım aşkına inanmıyorum"

Birbirinden farklı kadın hikyelerini beyaz perdede canlandıran genç oyuncu Pelin Batu, Star gazetesine verdiği röportajında yıldırım aşkına inanmadığını söyledi.

13 Eylül 2008 03:00

Pelin Batu, rol aldığı farklı filmleri ile her dönem kendinden söz ettiren bir oyuncu. Cüretkar rolleri, cesur fikirleri ve dürüst diyaloglarıyla ilgi çekici bir isim. Ocak ayında vizyona girecek olan Yağmurdan Sonra filminin Gökçeada’daki setinde Star gazetesinin sorularını cevaplayan güzel oyuncu filmdeki Sumru karakterinin yaşadığı yıldırım aşkının gerçek hayatta yaşanacağına inanmadığını söylüyor. Batu, adada bulunmanın filmin atmosferine büyük etkisi olduğunu, Gökçeada’da hapishanede geçen öykünün evlilikleri tutsaklığa dönmüş insanların hikayesini anlattığını söyledi.

Pelin Batu’nun röpartajı:

Filme nasıl dahil oldunuz?

Berlin Amsterdam arası gidip gelmeyi planlarken elime geldi proje. Sade ve iddiasız olması çok hoşuma gitti. Çünkü son zamanlarda birbirine benzeyen ve abartı iddialı şeyler gelmesinden çok sıkılmıştım.

Hayatımız gridir

İddialı derken?

Aynı tür roller. Asıl kız, karakter değil karton roller. Çok fazla rengi olmayan, filmin asıl kahramanı ama özelliksiz. Dolayısıyla burada teklif edilen Sumru rolü beni çok heyecanlandırdı. Bir yanda mutsuz giden bir evlilik, diğer tarafta başka bir adama aşık bir kadın. Oyunculuk adına bir sürü şeyler yapılabilir diye düşündüm. Ayrıca 12 Eylül dönemine parmak basıyor. Her ne kadar propaganda tarzı siyasi bir film değilse de, o dönemde yaşanan şeyleri hissettiriyor. Bence bu konuda ne kadar çok film yapılırsa o kadar iyi çünkü çok kötü şeyler yaşanmış ülkemizde ama bunlar yaşanmamış gibi davranılıyor. Dolayısıyla ben de böyle bir şeyin parçası olmak istedim. Yani beni hem işin politik kısmı ilgilendiriyor hem de karakter kısmı.

Rollerde dikkatimi çeken ne kötü adam tam kötü, ne iyi kız tam iyi. Yönetmenin ilk filmi ve ilk senaryosu. Bu konuda bir çekinceniz oldu mu?

Gençlerle çalışmayı çok seviyorum. Onlarda acayip bir tutku ve heyecan görüyorum. Bazen korkuyor tabii insan istediği gibi bir şeyler çıkmayacak mı ya da dediğiniz gibi siyah beyaz oluyor bazı şeyler ve o siyah beyazlığın içinde bir sürü şeyler kayboluyor. Gerçek hayatta her şey gridir, hiçbir şey çok iyi ya da çok kötü değildir, önemli olan onu yansıtmaktır. O anlamda evet benim içimi rahatlattı. Ama dünyanın en iyi yönetmeniyle de çalışsanız saçma sapan bir şey ortaya çıkabilir.

Öteki adama kaçış

Yağmurdan Sonra’da evlilik dışı bir ilişki söz konusu, karakterinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Beni bu filmde aslında en çok etkileyen aşk hikáyesinden çok yürümeyen ilişki hikayesi olması. Bir oyuncu olarak bakarsanız yürümeyen bir şeyi oynamak ve o gerginlik bana daha zor ve keyifli geliyor. Aşkta yürümeyen bir ilişki sonucunda başka bir adama sarılma duygusu. Nuri karakteri benim aşık olduğum adam ama o olmasa da başka biri olurdu. Çünkü o kadar mutsuz bir evlilik ki, kadının bir şekilde kaçması lazım. Şunu biliyorum bir yerde mutsuzluk varsa başka bir yerden çıkar bu. Kadın zaten adada bir hapis hayatı yaşıyor, onun hapishanede yaşayanlardan bir farkı yok. Dolayısıyla başka bir adam onun için bir kaçış. Aşktan çok kadının kaçışı bence hikaye. Bazen bu karakterler nasıl bu kadar sürede áşık oluyorlar diye kendime soruyorum. Çünkü ben birbirini görür görmez aşık olmaya inanmam. Olan vardır eminim ama çok nadirdir.

Sinema dizi ilişkisi daha sıkı olmalı

Şu an Türk sinemasının oyuncu tabanını dizi oyuncuları oluşturuyor. Peki bu sinemadan ne götürüyor?

Dizi piyasasının bence iyi bir yönü de var, oyuncu olmayan insanlar orada pişiyorlar. İyi ya da kötü ama en azından bir endüstri oluşuyor. Ben bazen kendimi kötü hissediyorum, dizilere hep bir laf sokulması gibi oluyor. Bence bu iyi bir şey değil. Önce bir endüstri oluşması lazım, adam karnını da doyurabilecek ki öteki tarafta güzel şeyler yapabilsin. Ben bazen dizileri yargılıyorum doğruyu söylemek gerekirse. Zor şartlarda çalışıyorsunuz, ister istemez o hızda bir şeyler çekince iyi şeyler çıkmıyor, insanlar popüler oluyor, para kazanıyor ama her şey koşturma içinde olduğu için oyunculuk adına belki de bir tat almıyor. Ama şunu umut ediyorum. Bu kadar eleştirirken bunun içinden endüstrileşmek çıkıyor. Dizilerden kazanılan paralar sinemaya gitmeli. Hem oyuncusu hem yönetmeni hem yapımcısı için. Sinema gerçekten pahalı bir sanat ve parasız yapılmıyor. Para gerektiren bir meslek bu ve ne yazık ki para televizyonda. O yüzden ikisinin ilişkisi bence daha sıkı olmalı. Şahsen sinemayı tercih ediyorum.

Bu yıl bir filminiz daha vizyona girecek. Ondaki karakteriniz nasıl?

Bundan önce Barut diye bir filmde Rus fahişeyi canlandırdım. Çok zevkliydi. O yüzden bu aralar Rus filmlerine taktım kafayı. Onların ritmini, konuşma dilini kapmaya çalışıyorum. Bir arkadaşımın arkadaşı Rusça hocası, ondan ders falan aldım. Hocayla Türkçe aksanlı konuşma çalıştık. Barut’taki rolüm de çok hüzünlü bir karakter. Çok kısaydı ama farklı bir tat bıraktı bende.

Hayat kadını çok klişe bir rol olabilir. Bu noktada neden sakındınız?

Kendi adıma şunu düşündüm, tamam bu ben değilim ama kendimden de bir şeyler kullanmam lazım. Kadını abartısız oynamaya çalıştım. Çünkü Rus deyince insanların aklına gelen belli şeyleri yapmamaya çalıştım. Yönetmen de oyuncu olduğu için abartıya kesinlikle yer vermedi. En azından benim sahnelerimde ve çok yardımcı oldu. Türklerin Rus kadına bakış açısı olmadı yani. Bu yüzden klişe değil bence.