Dünya
Deutsche Welle

"Göç Paktı uzun vadede bağlayıcılık kazanabilir"

BM Göç Paktı'nın hukuki bağlayıcılığının olmadığı her fırsatta tekrarlanıyor. Devletler hukuku uzmanı gazeteci Çiğdem Akyol göç ile ilgili niyet açıklamasının da uluslararası normlar arasına girebileceği görüşünde.

10 Aralık 2018 16:52

Birleşmiş Milletler (BM) Göç Paktı yıllarca süren çetin tartışmaların ardından Temmuz ayında kabul edildiğinde, Genel kurul salonu tokalaşmalar, sevinç gösterileri ve alkışlara sahne olmuştu. New York’taki BM merkezinde büyük bir uluslararası başarıdan söz edilirken Almanya’da karşıt görüşler dile getirilmekteydi. Pakta karşı olanlar ulusal egemenliğin tehlikede olduğunu savunuyorlardı. Alman Meclisi’nde paktın bağlayıcı olmadığının vurgulandığı bir karar alındı. Ancak konu bu oylamayla kapanacak kadar basit değil.

Göç Paktı devletlerin egemenlik haklarını gerçekten kısıtlamıyor. Ancak göç hukuku birçok farklı alanı ilgilendiriyor. Normlar bağlayıcı olmamakla birlikte kesin sonuçlar doğurabilir. Kurallar, ilk aşamada bağlayıcılığı olmayan kararların devletler hukukuna göre tanımlanış şekli olan ‘Yumuşak Yasa’ ya da ‘Esnek Yasa’ kavramına uygun düşüyor.

Ahlaki 'uyma' baskısı

Bu tanımlama bağlayıcı hukuk normlarıyla bağlayıcı olmayan açıklamalar arasındaki esaslar için kullanılıyor. Bir devletin kararlaştırılan standartlara uymaması durumunda devletler hukukuna göre yaptırım uygulanmasının öngörülmediği bir niyet açıklaması şeklinde de yorumlanabilir. Zorla kabul ettirilemese de yasal açıdan önemsiz sayılmaz. 'Yumuşak Yasa' takip edilme baskısı yaratır. İçeriği benimsendiği takdirde devletler tarafından imzalanan bu gibi anlaşmalar devletin uygulamaları arasına girerek ulusal hukukun bir parçası olur. Esnek hukuk belgeleri aynı zamanda uyulmasını garanti eden birtakım enstrümanlar da ihtiva eder. Yayınlanan raporlara göre derecelendirme yapılır ve böylece normların uygulanması için manevi baskı yaratılmış olur.

Hukuki uygulamaların yıllarca sürdürülmesi sonucu yeni teamüller ortaya çıkabilir ve uygulama sonucu doğan haklar için zemin yaratılmış olabilir. Bağlayıcı olmayan anlaşmalar böylelikle hukuksallaşma sürecine girebilir. Örneğin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 1948 yılında kabul edilmiş, aradan geçen on yıllar zarfında devletler beyanname maddelerinin bağlayıcı normlara dönüşebileceğine kanaat getirmiş ve 1966 yılında da bağlayıcı nitelikte iki ayrı Birleşmiş Milletler antlaşması imzalanmıştı.

Ancak bu uzun bir süreçtir ve hem uygulamaya hem de devletin bir kuralın bağlayıcı olması gerektiğini idrak etmesini gerektirir. „Esnek Yasanın" kabulü, kurallara bağlayıcılık kazandırmak istenmediğinin ve alışkanlıktan doğan hukuka elverişli ortam yaratılabilmesi için yıllara ihtiyaç olacağını gösterir. Devletler uzun süre kurallara uydukları takdirde siyasi bağlayıcılık hukuki bağlayıcılığa dönüşebilir ama bunun için on yılların geçmesi gerekir. Ancak çoğunluk Göç Paktı’na uymadığı takdirde alışkanlık hukuk doğurmaz, dolayısıyla pakt Almanya için bağlayıcılık kazanmaz.

Hâlbuki Göç Paktı’ndaki maddelerin hiçbiri Almanya için yeni sayılmaz. Çünkü Avrupa’da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi geçerlidir. Strasburg mahkemesi bir Afgan ailesinin belli şartlar altında Almanya’dan sınır dışı edilip İtalya’ya gönderilemeyeceğini hükme bağladığı takdirde mahkemenin kararı bağlayıcılık kazanır.

Bundan iyisi olamazdı

BM Göç Paktı’na karşı olanlar, neden yeni hakların soyut korkuya yol açtığını kanıtlayabilmiş değil. Avrupa Birliği hukuku, İnsan Hakları Konvansiyonu ve İşkenceye Karşı BM Sözleşmesi’nden farklı olarak Göç Paktı’nın Almanya’nın hukuk içtihadına zarar vereceğini sanmak saçmalıktır. Göç sınırları aşan bir konu, dolayısıyla da uluslararası zeminde ele alınmayı gerektirir. Devletlerin küresel hukukun bağlayıcılığından çekindikleri günümüzde Göç Paktı’ndan daha iyi bir sonuç elde edilemezdi.

Çiğdem Akyol

© Deutsche Welle Türkçe

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştirDeutsche Welle