Gazetelerde, web sitelerinde okumuşsunuzdur. Televizyon haberlerinde de duymuşsunuzdur. İngiliz araştırmacılar, İstanbul Boğazı’nda gizli nehir bulmuşlar. Haber gerçekten çok ilginçti.
Yani siz bu haberi okuduğunuzda ne anladınız?
Ben şunu anladım.
İstanbul Boğazı’nın altında yani deniz tabanının altında (karanın altında) bir yer altı nehri bulunmuş. Bir kere nehir olabilmesi için de tatlı su olması lazım.
Öyle değil mi?
Sonra yerin, yani deniz tabanının altında robot bir denizaltı aracıyla böyle bir nehri nasıl bulduklarını düşünmeye başladım. Sonra tabii ki merakımı yenemeyerek, bu konunun uzmanlarını arayıp bu haberin doğruluğunu anlamaya çalıştım.
Gerçekten haber doğru muydu?
Yoksa asparagas veya yanlış bir anlaşılma mıydı?
***
Şimdi gelelim, “bir deli kuyuya taş atmış; kırk akıllı çıkaramamış” misali olan bu haberin gerçekliğine…
Nasıl mı?
Bakın şöyle…
***
Hemen, ülkemizde deprem araştırmalarıyla tanınan deniz jeolojisi konusunda uzman olan İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür’ü aradım.
Görür, bana, konuya ilgi duyanların ve birçoğumuzun bildiği bilgiler verdi. O bilgiler içinden de yukarıdaki haberin ne anlama geldiği gayet net bir şekilde anlaşıldı. Yanılmamıştım; haber gerçekten bir çeviri hatasına kurban gitmişti.
"Boğazın kendisi orijinal olarak daha Marmara ile veya Akdeniz ile Karadeniz'in ilişkisi olmadan, yani bundan en az 12 bin sene önce bir akarsu yatağıydı. Son buzul dönemi sona erince 12 bin seneden günümüze de kadar dünya deniz seviyesi yükseldiğinden Akdeniz'in suları Karadeniz'e ulaştı. Ve bunu izleyen dönemde de Boğaz'da iki yönlü bir akıntı sistemi gelişti. Bunlardan daha tuzlu, dolayısıyla yoğunluğu daha fazla olan Akdeniz suları dipten Karadeniz'e doğru daha az tuzlu ve hafif olan Karadeniz suları ise üstten Marmara'ya doğru akmaya başladı. Bugün de bu akıntı sistemi mevcut. Bu akıntı sisteminin yani dip ve yüzey akıntılarının böyle olduğu 18. yüzyıldan beri bilinmekte ve hatta eski gemiciler denizin tabanına doğru birtakım ağırlıklar sarkıtarak Marmara'dan Karadeniz'e doğru gidişlerini hızlandırmışlardır. Ve nitekim bu akıntı sistemini bildiğimizden dolayıdır ki, İSKİ, İstanbul atıklarını bu dip akıntı vasıtasıyla Karadeniz'e ulaştırmaktadır. Dolayısıyla İngiliz araştırmacıların söylediği ve ölçtükleri, inceledikleri dip akıntının hızı, ne kadar Akdeniz suyunun Karadeniz'e doğru geldiğinin miktarı ve bunu da bir bakıma akarsuya benzeterek söylemiş olmalarıdır. Yoksa hiçbir bilim adamı veya bu konuya vakıf hiç kimsenin, bugünkü boğazı bir nehir olarak yorumlaması mümkün değildir. İki denizel ortamı birbirine birleştiren suyoluna boğaz adı verilir. Böyle bir suyoluna da kimse nehir demez. Nehirler karada doğan ve deniz ulaşan veya ulaşamayan aksulara verilen isimdir. Haberde sözü edilen şey bugün akan boğazın dip akıntısıdır, bunu akarsuyla karıştırmak mümkün değildir. Bu haberin, yanlış bir çeviriye kurban gittiği anlaşılıyor."
***
Naci hoca bana, “İstersen bir de Celal’e (Prof. Dr. Celal Şengör) sor” dedi. Hemen Celal hocayı da aradım. Çok meşguldü. Yardımcısına, “Eğer Önay bana, Boğaz’daki nehir konusunu soracaksa, ona söyle, o konu 18. yüzyıldan bire biliniyor. Kendisiyle görüşemeyeceğim, çok meşgulüm” demiş. Ben de teşekkür ederek telefonu kapadım. Aslında Celal hoca şunu söylemek istiyordu:
“Yahu! Beni böyle abuk sabuk konularla meşgul etmeyin!!!”
Hatta Celal hocanın, içinden de kıs kıs gülerek şöyle dediğini de duyar gibi oldum bir ara:
“Üç asırlık bayat bir haberi, yeni bir haber gibi sunuyorlar, pes doğrusu!!!”
***
Özetle bir çeviri hatasının nelere mal olduğunu görüyoruz. Medya olarak hem kendi bilim adamlarımıza, hem araştırmayı yapanlara, hem de dünyaya rezil oluyoruz…
Böylece saygıdeğer medyamızın, bilim dünyasıyla ne kadar yakından ilgili olduğunu da bir kez daha görmüş oluyoruz!..