05 Kasım 2010 02:00
T24- TÜSİAD ile Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu-UNFPA tarafından ortaklaşa başlatılan proje kapsamında, 2050 yılına doğru nüfusla ilgili gelişmelerin eğitim, işgücü, sağlık ve sosyal güvenlik sistemine yansımaları ele alındı. Sabancı Center'da kamuoyuna açıklanan rapora göre 2050 yılında, bugün 28 olan yaş ortalaması 40'a ulaşacak. Nüfusu 100 milyon civarında olacak Türkiye’nin sorunlarını çözmüş, çocuk ve yaşlı nüfusuna gerekli hizmetleri verebilen bir ülke olabilmesi için 'eğitim'e yatırım yapılması gerektiği vurgulandı.
Boyner: Türkiye büyük bir demografik değişim geçiriyor
Demografik fırsat çağı
Toplantının açılış konuşmasında TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, Türkiye'de 2050 yılına kadar sürecek "demografik fırsat çağı"nı değerlendirdi. 15 ile 64 yaş arası çalışma çağındaki nüfusun genel nüfusa oranla en yüksek değere ulaştığı bu çağa ülkelerin tarihlerinde bir kez girdiğini belirten Boyner, 2050 senesine kadar sürecek bu nüfus avantajının cinsiyet eşitliğine ve eğitimin modernleşmesine harcanması gerektiğini, yoksa "maliyetinin ülke ekonomisine ağır olacağı" uyarısında bulundu.
Yılmaz, nüfus avantajını değerlendirmek için gençlerin nasıl istihdam edileceği üzerine düşünülmesini, işgücü piyasasında genç nüfusu kapsayacak "daha esnek ve farklı reformların" olması gerektiğini savundu. Demografinin iş gücü piyasasını şekillendirmesine örnek olarak artan 65 yaş üstü nüfus ile birlikte yaşlılara yönelik sağlık hizmetlerinin artacağını belirten Devlet Bakanı, doğan bebek sayısının geçtiğimiz yıla kıyasla 40,000 azaldığını ekledi.
“Güneydoğu’da 3.5 milyon kişi nüfus sayımında kayda geçmedi”
Başkent Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Şeref Hoşgör, rapora temel olarak 2000 yılı nüfus sayımını aldıklarını belirtti.Türkiye'de 2007 genel nüfus seçimlerinde kullanılan"adrese dayalı nüfus kayıt sistemi" için öncelikle eksikliklerin giderilmesi gerektiğini çünkü 2007'de yapılan son genel nüfus sayımında UNICEF'in raporlarına göre Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da doğan çocukların %38 'inin nüfus kayıtları olmadığı için genel nüfus sayımında yok sayıldıklarına dikkat çekti. “Bizdeki verilere kıyasla,TUİK raporlarındaki 3.5 milyon nüfus farkının sebebi, genel nüfus sayımında yok sayılmalarıdır” dedi.
Bahçeşehir Üniversitesi, Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, tartışma oturumunda “Güneydoğu’dur tüm gerilimin nedeni” diyerek genel nüfus sayımında Güneydoğu Anadolu’da kaydedilmeyen 3.5 milyon insana dair “devekuşu politikası yaparak görmezlikten geldik, okul yapsan öğrenci bulamazsın. Kapalı toplumun maliyeti bugün çıkıyor ” dedi.
Gürsel, nüfus projeksiyonlarını iyimser bulduğunu belirtti.” Devlet ve vakıf üniversitelerinin kontenjanlarının kullanılmıyor” açıklamasından sonra “yüksek öğretimin götürüsü, getirisini karşılamıyor. Çocukları ‘Okuyacak da ne olacak?’ diye düşünüyor insanlar” diyerek sözlerini sürdürdü.
TÜBİTAK ve UNFPA’nın sunduğu projeksiyonlara bir diğer eleştiri Yrd. Doç. Dr. Galip Yaman’dan geldi. Yaman, “Güç dengeleri de önemli, Türkiye’de pastanın nasıl paylaşıldığının da belirlediği eşitsizliği göz ardı edersek bu projeksiyonlar işe yaramaz” dedi.
2050 yılına doğru nüfusla ilgili gelişmelerin, eğitim, işgücü, sağlık ve sosyal güvenlik sistemine yansımaları konusunda şu bilgiler verildi:
İşte 2050 Türkiye'sinden rakamlar
• En düşük ve en yüksek projeksiyonlarda 2050 yılında kadın nüfusu sırasıyla 48.983.000 ile 52.301.000; erkek nüfusu ise 46.082.000 ile 53.713.000 arasında tahmin edildi. Toplam nüfus tahmini ise 2050 yılında en düşük projeksiyon için 95.065.000, en yüksek projeksiyon da ise 106.015.000 olarak hesaplandı.
• Türkiye’de, son on yılda okul öncesi eğitimdeki öğrenci sayısı büyük bir sıçrama göstermiş ve yaklaşık dört katlık bir artış olmuş ve kırsal kesimdeki çocukların katılım oranı yükseldi
• Bu gelişmelere karşın Türkiye’de okul öncesi eğitime katılım düzeyi, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ortalamalarındanoldukça uzaktır. OECD ülkelerinin çoğunda öğrencilerin hemen hemen tamamı 5-6 yaşlarında, %70’ten fazlası da 3-4 yaşlarında okula başlamakta.
• Örgün yükseköğretimdeki öğrenci sayısı bir milyon 15 binden bir milyon 781 bine yükselirken AÖF dahil edildiğinde bu sayı üç milyona yaklaşıyor
• Eğitim alanındaki cinsiyet eşitliğine bakıldığında; Türkiye son on yılda cinsiyet eşitliği bağlamında önemli mesafeler almış olmasına karşın sadece ilköğretim kademesinde cinsiyet eşitliğine yakınlaştı. (0.98). Ortaöğretim (0.89) ve yükseköğretimde (0.81) Herkes İçin Eğitim (EFA) hedeflerinin oldukça gerisindedir ve her iki kademede de 2015 yılı hedefini yakalaması güç görünmekte.
• Türkiye’de özel yükseköğretim kurumlarının payı (%9) OECD ortalamalarının (%23) gerisindedir. OECD ülkeleri içindeki en yüksek oranlar Japonya (%75), Güney Kore (%75), Şili (%45) ve Polonya (%33)’ya ait.
• Türkiye’nin eğitim harcamalarıyla ilgili son yıllardaki durum şöyle:- Türkiye’de öğrenci başına eğitim harcamaları; ilköğretimde 1130, ortaöğretimde 1830, ükseköğretimde (Ar-ge hariç) 4650 ABD dolarıdır. OECD ülke ortalamaları sırasıyla, 6 437, 8 486 ve 8 455 ABD doları.
• - GSYİH içinde eğitimin payı son on yılda %2.6 ile %3.3 arasında değişti. 2008 yılı değeri % Merkezi bütçe içinde eğitimin payı son on yılda %9.2 ile %13.6 arasında değişti. 2008 yılı değeri %13.6’dır.
• 6. Eğitim Sektörü İçin Politika Önerileri:
Türkiye, öncelikle ulusal politika belgelerinde ekonomi ve eğitim alanındaki öngörülerine paralel olarak, 2010-2050 dönemini ve tüm eğitim kademelerini kapsayan bir “Eğitim Ana Programı”nı oluşturmalı ve uygulamaya koymalıdır. Bu program kısa (2010-2015), orta (2016-2023) ve uzun (2024-2050) vadeli olmak üzere üç dilimde tasarlanmalı.
- Nüfusbilim ve eğitim sektörü arasındaki ortaklıkları güçlendirme
- İzleme ve değerlendirme sisteminin kurulması
- Eğitimi yaygınlaştırma
- Zorunlu eğitim süresinin uzatılması
- Eğitimin niteliğini iyileştirme
- Nitelikli öğretmen gereksiniminin karşılanması
- Eğitimde eşitliği sağlama
- Cinsiyet eşitliğini sağlama
- Ek finansman sağlama ve kaynakların etkin kullanımı
- Özel öğretim kurumlarını yaygınlaştırma
Projede nüfus yapısındaki değişimlerin yansımaları şöyle anlatıldı:
İşgücü Piyasasına Yansımaları
Türkiye’de önümüzdeki yıllarda nüfusun yaş yapısında önemli değişiklikler beklenmektedir. Özellikle, çalışma çağındaki nüfusunu oluşturan 15–64 yaş grubu nüfusu yıllar içerisinde artmaya devam edecek, 2041 yılında 65,3 milyon ile en yüksek değerine ulaşacaktır. Bu tarihten sonra azalmaya başlayacak ve böylece Demografik Fırsat Penceresi ortadan kalkacaktır. Bu yaş grubunun toplam nüfus içerisindeki payı ise 2020 yılında yüzde 68,6 ile en yüksek değerini aldıktan sonra azalmaya başlayacaktır fakat mutlak nüfus 2041 yılınakadar artmaya devam edecektir.
Nüfusun yaş yapısında beklenen bu değişiklikler, Türkiye’ye önemli fırsatlar sunduğu kadar yöneticilere de bazı önemli görevler yüklemektedir. Ülkelerin tarihlerinde sadece bir kez karşılaşılabilen Demografik Fırsat Penceresi’nden nasıl yararlanılabilir? Çalışma çağı nüfus artarken, istihdam fırsatlarının gelişmesi ile bu nüfusun istihdamı mümkün olacaktır. Eğer gerekli istihdam imkânları yaratılamaz, işgücüne olan talep, çalışma çağındaki nüfustan az olursa işsizlik ortaya çıkacaktır. Ayrıca, çalışma çağındaki nüfusun eğitimi ve sağlığı önem kazanacaktır. Bu yaş grubunun eğitim düzeyi ve becerileri artırılabildiği takdirde istihdam edilebilirlikleri de artacaktır. Günümüzde çok düşük olan kadınların işgücüne katılma oranlarının ve istihdam oranlarının artması beklenir ve bu arzu edilen bir durumdur:
Bir taraftan azalan doğurganlık kadınların işgücü piyasasına yönelmelerini kolaylaştıracaktır, diğer taraftan eğitim düzeylerinin yükselmesi kadınların işgücüne katılımını artıracaktır. İşgücü talebinin yaratılabileceği bir ortam geliştirmek için işgücü piyasasında gerekli düzenlemelerin yapılması gerekecektir. Bunların yanında makroekonomik istikrarın sağlandığı kuvvetli ekonomik büyüme, üretkenlik artışı ve yatırımlar istihdamın artmasını sağlayacak temel unsurlardır.
Sağlık Sektörüne Yansımaları
Türkiye’de daha uzun bir süre genç nüfusun toplam nüfus içindeki payı önemini koruyacaktır. Bunun anlamı; bu yaş grubunun gereksinimi olan sağlık eğitimi, sağlığın geliştirilmesi ve aile planlaması dahil üreme sağlığı hizmetlerinin de koruyucu önlemlere ağırlık verilerek sürdürülmesi gerekeceğidir. Kuşkusuz, bütün bu planlamalarda gerek duyulan uygun nitelikli insangücü dahil, sağlık altyapısı, uygulanması gereken hizmet yaklaşımları ve programları, bütün bunların gerçekleştirilebilmesi için ihtiyaç duyulan sağlık bütçesinin de nüfusbilim verilerine dayalı objektif olarak planlaması gerekmektedir.
Sosyal Güvenlik Sektörüne Yansımaları
“Türkiye’de Nüfusbilim ve Yönetim” başlıklı ana rapor, 2050 yılına yönelik projeksiyonlarında Türk sosyal güvenlik sisteminin işleyişini etkileyecek sonuçlar ortaya koymuştur. Buna göre; Türkiye, nüfus artış hızındaki düşmenin geri dönüşü olmayan bir eğilime dönüştüğü, genç bağımlılık oranının azaldığı ve nüfusun durağanlaşarak yaşlanmaya başladığı bir ülke haline gelmiştir. 2000 yılında % 5,7 olan 65 yaş üstü nüfus payı 2050 yılında % 17,3 olacaktır. 2000 yılında 70,8 yıl olan ortalama yaşam ümidi 2050 yılında 77,8’e yükselecektir. Nüfusun 2010 yılında 28 olan ortalama yaşı ise 2050 yılında 40’a yükselecek ve yaşlı nüfus niteliği belirginleşecektir.
Bunların anlamı, 5510 sayılı Kanun ile getirilen emeklilik yaşı ile ilgili düzenlemelerin yapılmaması durumunda, sosyal güvenlik sisteminin daha fazla sayıda emekliye daha uzun sürelerle aylık ödemek zorunda kalacağı ve yükselen bu finansman ihtiyacını karşılamak üzere toplanacak primleri ödeme yaşında olan kesimlerin nüfus payının azalacağıdır. Benzer biçimde, nüfus yaşlanmasına bağlı olarak sosyal güvenlik kapsamında finanse edilmesi gereken sağlık harcamaları artarken, bu harcamaların finansmanına ödeyecekleri primler yoluyla katkıda bulunma yaşında olan kesimlerin nüfus payı azalmaktadır.
Demografik yapıdaki değişmenin sosyal güvenlik sistemi üzerindeki nihai etkilerinin tespiti, ana raporda sunulan temel göstergeler yanında işgücü piyasaları ile ilgili verileri de göz önüne almayı gerekli kılmaktaysa da Türkiye’nin önünde olan bu değişim sürecinin sosyal güvenlik sisteminin finansal dengelerini bozucu yönde bir baskı yaratacağı açıktır. 4447 sayılı Kanunla erçekleştirilen kademeli emeklilik yaşı artışı düzenlemesi ve 5510 sayılı Kanunun 2037 yılından itibaren emeklilik yaşını tekrar yükselten düzenlemeleri, yaklaşan bu baskıyı karşılamak üzere atılan önemli adımlar olmuştur. Ancak sosyal sigorta kurumlarının finansman açıklarının halen artmaya devam ettiği ve milli gelir içinde arzu edilenden daha yüksek paylara ulaştığı bir gerçektir. Bu noktada, sosyal güvenlik sisteminin iyileştirilmesine yönelik emeklilik yaşı düzenlemelerinin; işgücüne katılım oranının yükseltilmesi, işsizlik oranının uzun dönemde % 6–8 oranına çekilmesine yardım edecek önlemlerin aktif istihdam politikaları ve eğitim reformu dahil alınması, kayıt dışı çalışma ile güçlü biçimde mücadele etmek üzere gereken, vergi reformu da dahil, önlemlerin alınması, prime esas kazanç sınırlarının belirlenmesi ve prim oranlarının yeniden düzenlenmesi, aylık bağlama ve hesaplama şartlarının yeniden belirlenmesi gibi düzenlemelerle tamamlanması gerekmektedir.
Genel Değerlendirme
Türkiye’de nüfusbilimden yararlanma sınırlı düzeyde, temelde makro ekonomik planlamada gözlenmektedir. Kalkınma planlarında sektörel izlemler ve hedefler bağlamında bazı nüfusbilim göstergelerinin yer aldığı bilinmektedir. Bunun yanı sıra Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası anlaşma ve sözleşmelerin takibi için de nüfusbilim göstergelerinden yararlanılmaktadır. Ancak bunun ötesinde kısa ve orta vadeli sektörel hizmet planlamalarında, yatırımlarda, genel ve bölgesel nüfusbilim verilerine gerektiği kadar başvurulduğundan söz etmek güçtür. Nüfusbilim ile planlamanın ilişkisi, günümüze dek daha çok, nüfus büyüklüğüne yönelik plan ve müdahalelerle sınırlı bir yaklaşımla ele alınmıştır. Nüfusbilim verilerinin kullanılarak hizmet sunumunun nüfus yapısına göre planlanmasına önem verilmesiyle, planlamada insan hakları temelli yaklaşımın yerleşmesi mümkün olacaktır.
2050 yılına doğru durağanlaşan ve yaklaşık 100 milyon civarında olacak Türkiye nüfusu, kalkınma hamleleri ve iyi ekonomi yönetimi sonucunda yaşam kalitesi her geçen gün daha yükselen bir nüfus olmalıdır. Türkiye 2050 yılına kadar olan demografik gelişimini dikkate alarak, Avrupa Birliği ile paralel konumda fırsatları da değerlendirebilecek şekilde, bir nüfus planını gerekçeleri ile beraber ortaya koymalı ve kendi Beyaz ve Yeşil kitaplarını (White Paper, Green Paper) gönüllü toplum kuruluşları ile işbirliği içinde hazırlamalıdır. Sonuç olarak 2050 yılı Türkiye’sinin sağlıklı, eğitimli, işgücü piyasasındaki sorunları çözmüş, çocuk ve yaşlı nüfusuna gerekli hizmetleri verebilen bir ülke olması mümkündür. Bunun için bugünden başlayarak planlar yapılmalı ve planlara yönelik uygulamalar yöneticiler tarafından titizlikle hayata geçirilerek takip edilmelidir.
© Tüm hakları saklıdır.