Evrensel yazarı Erkan Aydoğanoğlu, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonuna sunulan 2018 bütçe tasarısını inceledi. Türkiye'nin iç ve dış borçlanmaya dayanan, yabancı sermaye girişine bağımlı ve istihdamı geri plana iten "çarpık" bir büyüme stratejisi izlediğini söyleyen Aydoğanoğlu, "2018 bütçesi, asgari ücretliler başta olmak üzere, işçilerin ve kamu emekçilerinin en temel ekonomik taleplerinin yok sayıldığı, emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını dikkate almayan bir bütçe olarak dikkat çekiyor" dedi.
2018 bütçesinin merkezinde "yüksek maliyetli borçlanmaların, yerli ve yabancı sermayeye daha fazla kaynak transferlerinin, askeri ve güvenlik harcamaların" olduğunu söyleyen Aydoğanoğlu, "2018 başından itibaren temel tüketim mallarına yeniden değerleme oranında yapılacak ‘otomatik’ zamlar, 2018 yılının özellikle ücretli emekçiler açısından geçmiş yıllarla kıyaslanamayacak kadar zor geçeceğini gösteriyor" ön görüsünde bulundu.
Aydoğanoğlu'nun "2018 bütçesi ne getiriyor?" başlığıyla yayımlanan (26 Ekim 2017) yazısı şöyle:
Bir ülkenin gelirlerinin kimlerden nasıl toplanacağı, toplanan gelirden hangi kesimlere ne kadar pay ayrılacağının önceden belirlendiği bütçeler, siyasi iktidarın hangi sınıfın çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini gösteren, en somut ekonomik ve siyasal metinler olarak bilinir.
2018 bütçe maratonu, bütçe tasarısının Meclis Plan ve Bütçe Komisyonuna sunulmasıyla başladı. 2018 bütçesine genel olarak bakıldığında, AKP hükümetleri tarafından hazırlanan bütçelerin ana karakterinin değişmediği görülüyor.
2018 bütçesi, yüksek maliyetli borçlanmaların, yerli ve yabancı sermayeye daha fazla kaynak transferlerinin, askeri ve güvenlik harcamalarının merkezinde olduğu bir bütçe olarak dikkat çekiyor. 2018’de temel tüketim maddelerine yapılacak zamların otomatiğe bağlanması ve halkın ödediği dolaylı vergilerin belirgin bir şekilde artması kaçınılmaz görünüyor.
Türkiye, büyük ölçüde iç ve dış borçlanmaya dayanan, yabancı sermaye girişine (sıcak paraya) bağımlı ve istihdamı geri plana iten çarpık bir büyüme stratejisi izliyor. Bu strateji, üretimden çok tüketime dayandığından ‘istihdamsız büyüme stratejisi’ olarak adlandırılıyor. Türkiye G20 ülkeleri içinde büyüme rakamları açısından Çin, Hindistan ve Endonezya’nın ardından dördüncü sırada olmasına rağmen, son açıklanan resmi işsizlik oranı temmuz 2017 itibariyle yüzde 10.7. Resmi işsiz sayısı ise 3.5 milyona dayanmış durumda.
2018 bütçesinin genel görünümü
Bütçe kaynaklarını halkın, emekçilerin günlük yaşamını kolaylaştırmak yerine yerli ve yabancı sermayeye aktarmayı hedefleyen, her bakımdan sermaye güçlerinin çıkarlarını korumayı temel alan bir mantıkla hazırlanan 2018 yılı bütçe harcamaları iktidarın önceliklerini bütün açıklığıyla gösteriyor.
2018 bütçesi, 762 milyar 753 milyon lira olarak belirlenirken, orta vadeli mali programda milli gelirin (GSYH) 3 trilyon 446 milyar TL olacağı açıklandı. 2018 bütçe tasarısında yer alan bütçe ödenekleri içinde en fazla pay 203 milyar 780 milyon lira ile Maliye Bakanlığına ayrılırken, 1 milyonun üzerinde eğitim emekçisi (öğretmen, memur, teknisyen, yardımcı hizmetli vb.) ve 18 milyona yakın öğrenciye hizmet veren Milli Eğitim Bakanlığına (MEB) 92 milyar 529 milyon lira bütçe ayrılmış, Sağlık Bakanlığı bütçesi 37 milyar 571 milyon lira olarak belirlenmiş.
Toplumun tüm kesimlerini ilgilendirmesi açısından sadece eğitim ve sağlık bütçelerine ayrılan payın nerelere harcandığına baktığımızda karşımıza bambaşka bir tablo çıkıyor. Şöyle ki, 2018 MEB bütçesinin ayrıntıları, Hükümetin yıllardır ‘Bütçeden en çok payı eğitime ayırıyoruz’ söyleminin tamamen propaganda amaçlı olduğunu gösteriyor. MEB’in 2018 bütçesinin yüzde 69’unu personel giderleri, yüzde 11’ini sosyal güvenlik devlet primi giderleri oluşturuyor.
MEB bütçesinin yüzde 80’ini personele yönelik harcamalar oluştururken, 2018’de MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan payın geçen yılın da (yüzde 8.51) altına gerileyerek yüzde 8.36 olarak belirlenmesi, Hükümetin eğitim alanına ilişkin vaatlerinin (Okul öncesi eğitimin zorunlu olması ve tam gün eğitime geçilmesi) gerçekleşmesinin imkansız olduğunu gösteriyor.
Sağlık bütçesinin önemli bir bölümünü ilaç tekellerine yapılacak ödemeler, özel sağlık kuruluşlarından yapılan ‘hizmet satın alma’ uygulamaları ve tedavi hizmetlerine gidecek. Sağlık bütçesinin nerelere harcandığına bakıldığında, önümüzdeki dönemde hasta sayısının daha da artması kaçınılmaz görünüyor.
Sosyal Güvenlik Kurumunun prim alacakları geçtiğimiz yıl itibariyle 121 milyar lira olmasına rağmen, 2018’de bütçeden sosyal güvenlik sistemine en az 90 milyar lira aktarılması öngörülüyor. Bu rakamın neredeyse Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi kadar olması dikkat çekici.
İktidarın bütçedeki öncelikleri
Geçmiş yıllardaki bütçelerde yer almayan, ilk kez 2018 bütçe kalemleri içinde gösterilen ve Kamu Özel Ortaklığı (KÖO) çerçevesinde yapılan köprü, tünel, otoyol ve şehir hastaneleri ile ilgili olarak hükümetin öngördüğü ve ‘garanti ödemesi’ olarak bilinen taahhüt miktarı şimdilik 6 milyar lira olarak belirlenmiş. Taahhüt miktarı dolara endeksli olduğu için 2018’de dolar kurunda yaşanacak muhtemel artışlar sonrasında halkın cebinden çıkacak olan ‘garanti ödemesi’ miktarının daha da artması kaçınılmaz görünüyor.
Bütçe artış oranları açısından 2017 bütçesi ile 2018 hedeflerini karşılaştırdığımızda ise karşımıza bambaşka bir tablo çıkıyor. Örneğin MEB bütçesinde 2018 yılı için oransal olarak yüzde 8.80’lik bir artış hedeflenirken, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesindeki artış oranı yüzde 13.20. 2018 bütçesi açısından en dikkat çekici artış kalemleri ise savunma ve güvenlik harcamalarında. 2018’de Milli Savunma Bakanlığı bütçesi 2017’ye göre yüzde 41, Jandarma Genel Komutanlığı bütçesi yüzde 42 oranında arttırılıyor.
2018 yılında savunma ve güvenlik harcamalarındaki belirgin artış, Hükümetin OHAL koşullarını kullanarak hem içeride daha baskıcı ve otoriter bir yönetim sergileyeceğini, hem de dışarıda yeni ‘operasyon’ ve ‘işgal’ planlarını hayata geçirmek istediğini gösteriyor. Bu açıdan bakıldığında, 2018 bütçesinin kelimenin tam anlamıyla bir ‘savaş bütçesi’ olarak hazırlandığını gösteriyor.
Bütçenin yükü emekçinin sırtında
2018 bütçesinde, tıpkı geçmiş yıllardaki bütçeler gibi, gelirlerin büyük bölümünün vergiler üzerinden halktan toplanması hedefleniyor. 2018 bütçe gelirlerinin yüzde 86’sını vergiler oluşturuyor. Toplanan verginin yüzde 60’ı dolaylı, yani tüketim üzerinden alınıyor. Türkiye’de vergi gelirlerinin önemli bir bölümünün toplam istihdamın üçte ikisini (yüzde 65) oluşturan ücretli emekçilerden karşılandığı dikkate alındığında 2018’de vergi yükünün yine emekçilerin sırtına yıkılacağı anlaşılıyor. Yıllardır izlenen, işçi ve emekçileri sürekli ezen geleneksel vergi rejiminin sürdürülmesi, iktidarın emekçilerin üç kuruşluk kazancına bile göz diktiğini gösteriyor. Toplam vergi gelirlerinin yüzde 60’a yakınını oluşturan ÖTV ve KDV’nin yanı sıra, artan oranlı vergi dilimi uygulamasının sürdürülmesi nedeniyle, 2018 ücret/maaş zamları daha ceplere girmeden buharlaşmış durumda.
2018 çok zor bir yıl olacak
2018 bütçesi, asgari ücretliler başta olmak üzere, işçilerin ve kamu emekçilerinin en temel ekonomik taleplerinin yok sayıldığı, emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını dikkate almayan bir bütçe olarak dikkat çekiyor. İktidarın 15 yıllık bütçe pratiğine baktığımızda, istihdama yeterli kaynak ayırmak, en azından asgari ücreti vergi dışı bırakmak, sürekli artan dolaylı vergileri azaltmak, temel tüketim mallarından alınan KDV’yi sıfırlamak, ücretli emekçilerin temel ihtiyaçlarını karşılayacak ücret politikaları uygulamak (Artan oranlı vergi dilimi uygulamasına son vermek) gibi bir derdinin olmadığı anlaşılıyor.
Hükümet yıl sonu enflasyon hedefini yüzde 9.5 olarak belirlenmiş olsa da, TÜİK verilerine siyasi müdahale olmaması halinde, yıl sonu enflasyonunun çift haneli olması kesin gibi. Yüksek büyüme hedeflerine rağmen işsizlik oranlarındaki artışın sürecek olması, 2018 başından itibaren temel tüketim mallarına yeniden değerleme oranında yapılacak ‘otomatik’ zamlar, 2018 yılının özellikle ücretli emekçiler açısından geçmiş yıllarla kıyaslanamayacak kadar zor geçeceğini gösteriyor.