T24 - Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), kamuoyuna açıkladığı yeni raporunda, geçen yıl dünyada 44 gazetecinin öldürüldüğünü, 145 gazetecinin tutuklandığını açıkladı.
CPJ'nin yönetim kurulu başkanı Joel Simon ve yardımcıları tarafından Birleşmiş Milletler'de (BM) açıklanan ''2010 Yılında Gazetecilere Saldırılar'' adlı raporda, dünyada BM ile diğer küresel ve bölgesel örgütlerin dünyada basın özgürlüğü ve gazetecileri korumada yetersiz kaldığı bildirildi.
Raporda, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 100'ün üzerindeki ülkedeki basın özgürlüğü ve gazetecilerin durumlarıyla ilgili detaylı bilgiler sunuldu.
Joel Simon, geçen yıl dünyada 44 gazetecinin öldürüldüğünü, en çok gazetecinin öldürüldüğü ülkenin Pakistan olduğunu belirtti.
Simon, 1996'dan bu yana ilk kez geçen yıl hapse atılan gazeteci sayısının bu kadar yüksek olduğunu belirterek, bu yıl tutuklanan 145 gazetecinin 34'ünün Çin'de, 34'ünün de İran'da bulunduğunu ve bu iki ülkede bu yıl hapse atılan gazeteci sayısının en yüksek olduğunu bildirdi.
Bu iki ülkeyi Eritre, Myanmar ve Özbekistan'ın izlediğini belirten Simon, bu yıl Küba'da 17 gazetecinin hapisten çıkarılmasının iyi haber olduğunu ifade etti.
Simon, bu yıl hapse giren gazetecilerin yarısının internet gazeteciliği yapanlar olduğunu da belirterek internet gazetecilerinin de korunmasının şart olduğunu söyledi.
Mısır'daki protestolar sırasında 52 gazeteciye saldırıldığını, 76 gazetecinin tutuklandığını belirten Simon, tüm gazetecilerin daha sonra serbest bırakıldığını söyledi.
Türkiye'deki durum
Joel Simon, Türk gazetecilerin Türkiye'deki basın özgürlüğüyle ilgili sordukları sorular üzerine yaptığı açıklamada, CPJ'ye ilk girdiği zamanlarda Türkiye'nin basın özgürlüğü kapsamında geride olduğunu, o dönem çok fazla gazetecinin hapiste olduğunu söyledi.
''Türkiye'nin bu kapsamda karnesi son dönemde eskiye kıyasla çok büyük oranda iyileşme gösterdi. Türkiye'de bugün çok daha canlı, açık bir basın var'' diyen Simon ancak gazetecilerin tutuklandığına yönelik haberler de aldıklarını bildirdi.
Simon, dün ''Ergenekon'' soruşturması kapsamında Odatv'nin yöneticisi gazeteci Soner Yalçın'ın da aralarında bulunduğu 4 kişinin tutuklanmasıyla ilgili ne düşündüğünün sorulması üzerine, olayın tüm detaylarını tam bilemediklerini ama olaydan rahatsızlık duyduklarını ifade etti.
Normal kanun yollarına uyulması gerektiğini, bu kapsamda olayı izlediklerini ve olaydan endişe duyduklarını belirten Simon, son dönemde bu tür tutuklama olaylarının Türkiye'de basın özgürlüğü yönünde bugüne kadarki kazanımların ''saldırıya açık ve zayıf'' olduğuna yönelik bir düşünce yaymasından da endişelendiklerini söyledi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta olmak üzere Türkiye'de üst düzey yetkililerin basın ve ifade özgürlüğü kapsamındaki olumlu açıklamalarından haberdar olduklarını ancak bunun yeterli olmadığını söyleyen Simon, ''Bu açıklamaların desteklenmesi lazım'' dedi.
Türkiye'de gazeteciler için yasal ortamın da ''oldukça istikrarsız'' olduğunu ve ''Türkiye'de bazı hassas konularda yazı yazan gazetecilerin hala kendilerine karşı dava açılabileceği korkusunu duyduklarını'' ileri süren Simon, bu kapsamda Türkiye'deki yetkililere yıllardır çağrıda bulunduklarını ancak halen yasal ortamın gazeteciler açısından güvenilir olduğunu düşünmediklerini belirtti.
Simon, Türkiye'de bazı yayın kurumlarına karşı vergi davaları açılmasına yönelik soru üzerine ise bunun dünyada pek çok ülkede görüldüğünü, bunun küresel bir strateji olduğunu, bu tür yasal stratejilerin basına karşı ülkelerde kullanıldığını, Türkiye'deki medyanın sıkıntılarından haberdar olduklarını, bu durumdan endişe duyduklarını kaydetti.
CPJ'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika Programı Koordinatörü Muhammed Abdel Dayem de Doğan Medya Grubu'na yönelik vergi davasıyla ilgili soru üzerine, bu davadan endişe duyduklarını, herkesin elbette vergilerini ödemesi, sorunların hukuk yoluyla çözülmesi gerektiğini ancak bu konuda hukukun seçici ve politik olarak uygulandığını düşündüklerini söyledi.
Türkiye'de tutuklanan gazetecilerle ilgili sorular üzerine, Türkiye'de mahkemelerde gazetecilere karşı açılan davaların sayısının da son derece yüksek olduğunu ve davaların sonuçlanmasının uzun sürdüğünü bildiren Dayem, bazı gazetecilere karşı yüzlerce dava açıldığını, bunların artık gazetecilik görevlerini yerine getiremediklerini, zamanlarını mahkeme salonlarında geçirdiklerini ve yazılarında kendilerini sansürlemek zorunda kaldıklarını ileri sürdü.
Türkiye'de geçen yıl Terörle Mücadele Kanunu'nun gazetecilere uygulanmasıyla ilgili olarak raporlarında 4 dava yer aldığını söyleyen Dayem, terör örgütü PKK ya da diğer terör örgütleriyle ilgili tarafsız haber yazmanın terör suçu olmadığını söyledi. Dayem, ancak bu tür yazı yazanlara karşı dava açılması durumlarına pek çok ülkede rastlandığını da kaydetti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün basın özgürlüğüyle ilgili olumlu sözlerinin hatırlatılması üzerine ''Cumhurbaşkanı Gül'ün gerçekten tüm doğru şeyleri söylediğini'' vurgulayan Dayem, ''Kendisini tebrik ediyoruz ama şimdi harekete geçme zamanı. Bu sözler ve olumlu açıklamalar yerine getirilmeli'' dedi. Dayem, bu kapsamda hem Cumhurbaşkanı Gül'ü hem de diğer hükümet yetkililerini yaptıkları olumlu açıklamalardan dolayı tebrik ettiklerini ve somut adımlar görmek istediklerini yineledi.
''Türkiye'yi basın özgürlüğü açısından özgür ülke olarak tanımlayıp tanımlayamayacağı'' yönündeki soruyu ise Dayem, bu tür katagoriler kullanmadıklarını belirtti. Türkiye'de son yıllarda medyada önemli iyileşmeler sağlandığını ancak gidilmesi gereken uzun bir yol olduğunu söyleyen Dayem, ''Türk hükümetinin somut olarak yapabileceği çok şey var, aslında zaten hem Cumhurbaşkanı hem de hükümet bu adımların bazılarını kendileri de zikretti. Şimdi somut adımlar atılmalı'' diye yanıtladı.
Mavi Marmara baskını
Dayem, İsrail'in Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırıda gazetecilerin ellerindeki malzemelere el koymasıyla ilgili soru üzerine, CPJ'nin bu olayı, gazetecilerin İsrail tarafından tutuklanmasını, malzemelerine el konulmasını ve bu malzemelerin seçilerek daha sonra İsrail tarafından propaganda amaçlı kullanılmasını kınadıklarını söyledi.
Raporun Türkiye'yle ilgili bölümünde ''Türkiye'de gazetecilere karşı Terörle Mücadele Kanunu, hakaret, devlet güvenliğine yönelik suçlar'' kapsamında davalar açıldığının, AB'nin Türkiye'nin basın özgürlüğü karnesini eleştirdiğinin, gazeteciler için yeterli yasal garantiler bulunmadığı belirtildi.
12 Eylül 2010'da yapılan referandumda kabul edilen anayasal değişikliklerin ve reformların basın özgürlüğünün üzerindeki ciddi kısıtlamaları kaldırmadığı iddia edilen raporda, anayasanın 26. maddesinin ifade özgürlüğü hakkının kullanılmasına kısıtlamalar getirdiği öne sürüldü.
''Ergenekon'' soruşturmasıyla ilgili yazılar yazan gazetecilere karşı da dava açıldığı belirtilen raporda, bazı gazetecilerin ''hakaret ve devleti aşağılama'' suçlamalarıyla hüküm giydiği belirtildi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin geçen yılın eylül ayında aldığı kararda Türkiye'nin gazeteci Hrant Dink'in yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü hakkını koruyamadığını belirttiği yazan raporda, Türkiye'de devam eden Hrant Dink davasını eleştiren yazılar yazan gazeteci Özgür Topsakal'a elektronik postayla Dink'in ölmüş bedenine ait bir resmin gönderildiği yönünde haber aldıkları kaydedildi.
Doğan Medya Grubu'na yönelik vergi davasından da söz edilen raporda, ''davanın pek çok kişi tarafından siyasi amaçlı görüldüğü'' yorumu da yapıldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün geçen yılın ekim ayında yaptığı konuşmada gazetecilere yönelik açılan davaların sayısının yüksek olduğunu kabul ettiği bildirilen raporda, Gül'ün bu davaların mahkemelerde hallolacağına inandığını söylediği belirtildi.
Türkiye bölgesel profilini yükseltti
CPJ raporunun Türkiye'yle ilgili bölümünün sonunda, raporun yazıldığı dönemde Türkiye'nin bölgesel profilini yükselttiği kaydedildi.
Türk hükümetinin geçen yılın nisan ayında İran ile uluslararası toplum arasında İran'ın nükleer programına ilişkin ara buluculuk yapmayı önerdiği, geçen yılın temmuz ayında Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın ''Türkiye'nin Suriye ile İsrail arasında anahtar ara bulucu olduğunu, diğer ülkelerin ise sadece destekleyici rol oynayabileceklerini'' söylediği, geçen yılın kasım ayında da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Lübnan'da siyasi gruplar arasındaki çıkmazın aşılmasını sağlamak için ara buluculuk için Beyrut'a gittiği belirtildi.