Tarih profesörü İlber Ortaylı, "Bazı emareler gösteriyor ki şimdi askeri okullar, Harp Akademileri'nin alanı, Metris gibi yerler pekâlâ devletin elinde müze ve kültürel faaliyet alanı olarak kullanılabilecekken inşaat şirketlerinin hedefi konumunda. İstanbul'un zenginlikleri nasıl ve ne zaman teşhir edilecek?" diye sordu. Ortaylı, "20 milyonluk İstanbul'un neden hâlâ bir şehir müzesi yok?" başlıklı yazısında "Daha hâlâ bir şehir müzemiz yok. Yedikule gaz fabrikasının alanı niçin bir 'Şehir Müzesi' için düşünülmüyor?" dedi.
İlber Ortaylı'nın Hürriyet'te yayımlanan yazısı şöyle:
Türkiye müzelerinin tarihi genellikle geciktirilerek verilir. Yakın zamanda konuya doğrudan giren Semavi Eyice Hoca’ydı. Sonra bu konuda merhum Stanford Shaw’ın kızı Wendy Kural Shaw önemli bir çalışma yaptı.
Modern Türkiye müzeciliği ne zaman başlar? Fatih’in Çinili Köşkü’ndeki sergilemeleri, yine Fatih’in kendi sarayı Topkapı’nın bugünkü Hazine Dairesi’nde derlediği klasik heykeller, Rönesans tipi tablolar gibi kaybolan veya saraydan satılan eserleri hariç tutarsak, bu işin resmen başladığı ilk yer Topkapı’daki Aya İrini’dir. Aya İrini, Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa’nın gayretleriyle bir arkeoloji müzesinin oluşturulması demektir. Klasik koleksiyonlar önceden de vardı. Bulgularıma göre, mesela III. Selim devrinde bazı eserler saklanmıştır. 1846’dan beri Fethi Ahmet Paşa’nın gayretleriyle vilayetlere eski eserler taraması için yazılar yazıldı. Birtakım arkeologlara ruhsat verildi. Buna göre bulunan eserlerin üçte biri onlara ait olacaktı.
"Arkeolojiden anlarız"
Osman Hamdi Bey’in zamanında Türkiye müzeciliği, bugün Arkeoloji Müzesi olarak tanıdığımız Asar-ı Atika Müze-i Humayun’unu kazandı. II. Abdülhamid devri eseridir. Osman Hamdi Bey’in arkeoloji ve medeniyet dünyasına hediye ettiği Sayda (Sidon) kazılarında bulduğu lahitlerin tipinde, İstanbul’un seçkin mimarı şehrimizin Katolik cemaatinden Alexandre Vallaury’nin tersimi olan bir binadır. Bu müzede sadece Yunan-Roma ve eski Anadolu değil, aynı zamanda eski Şark, asıl önemlisi eski Fenike kültürü modern insanlığa tanıtılmıştır. Topkapı Sarayı, Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924 tarihinde ihdas edilen bir müzedir. Osman Hamdi Bey’in ve kardeşinin yetiştirmelerinden Tahsin Bey müzenin en önemli müdürüdür.
Türkiye müzelerinin tarihi üzerinde fazla duracak değiliz ama modern müzeciliğimiz 16’ncı asırda düzenlenen Papalık-Vatikan kadar değilse de modern Batı Avrupa ile tarih olarak eşzamanlıdır. Türkiye’de arkeologya biz Türklerin anlamadığı bir dal değildir. Aksine Türk arkeolojisi yabancı meslektaşların da söylediği gibi bir ekoldür. Genç mareşallerimizden, Sultan Hamid devrinin sadrazamı ünlü matematikçi ve askeri tarihçi Ahmet Cevat Paşa gibi arkeoloji müzesinin kütüphanesini yaratan meraklılar da vardır. Miras konusu problemi bütün Akdeniz’i kapsar.
Bugün Akdeniz dünyasında İsrail’in dışında Âsâr-ı Atika eserlerini koruyan, gözünü dikenin gözünün yaşına bakmayan ikinci bir ülke yoktur. Bütün dünya bu ülkeden kaldırılanlarla geçiniyor. En arsız olanı da Birleşik Devletler koleksiyonerleridir. Orada kayda değer koleksiyon toplayıcıları olduğu gibi Bağdat Müzesi’nin yağma eserleriyle geçinenleri de vardır. Bir tarafta eski Mezopotamya dillerinin lügati hazırlanırken Irak’a çıkan ordunun içinde doğru dürüst eski eser uzmanlarının bulunmadığı da bir hakikattir.
Bugünkü Türkiye’de müze konusu dengesiz bir görünümündedir. En büyük müzelerimizin yanında maalesef sorumsuzca çalışanlar vardır. Kültür Bakanlığı uzun zamandır ciddi müze uzmanı ve asistan olmak için gereken imtihanları yapmamıştır. Türkiye taşrasında göz yaşartacak kadar gurur duyduğumuz müzeler vardır. Skandallara konu olan, halkla temasa geçemeyenleri de gazetelerden okuyoruz.
Fetih Panoraması önemli ama yetmez
Belediye faaliyetleri de böyle; mesela son 10 senenin içerisinde Topkapı surlarının hemen dışında bir Panorama 1453 Müzesi kuruldu. Fetih panoramasını hazırlayanlar bu işin en iyi yapıldığı Sovyetler ülkesinden gelen uzmanlardır. Müzeye yapılan çoğu tenkidi isabetli bulmadığımı söylemeliyim. Halkın ilgisini çekti, belediyenin başarı hanesine yazılmalı lakin bu müzenin hemen yanındaki geniş araziyi bir yap-sat şirketine vermek, bu idarenin ve bu şehrin, müzeden ve parktan anlamadığını, eski İstanbul’u korumayı ve onun siluetine saygı göstermeyi düşünmediğini göstermektedir.
Bazı emareler gösteriyor ki şimdi göz dikilen askeri okullar, Harp Akademilerinin alanı, Metris gibi yerler pekâlâ devletin elinde müze ve kültürel faaliyet alanı olarak kullanılabilecekken inşaat şirketlerinin hedefi konumunda.
Acaba 20 milyona doğru tırmanan İstanbul’un nüfusunun hava alamadığını, sisli havaların kirlilik tabakası teşkil ettiğini görmüyor muyuz? İstanbul’un zenginlikleri nasıl ve ne zaman teşhir edilecek? Daha hâlâ bir şehir müzemiz yok. (Tabii bu şehir müzesinden Topkapı’nın arazisine dadanan Tarih Vakfı’nın sözde müzesini kastetmiyorum.) Yedikule gaz fabrikasının alanı niçin bir ‘Şehir Müzesi’ için düşünülmüyor? Samatya’da İmrahor Camisi’nin restorasyonunun ve etrafının park olarak planlanmaması, aynı şekilde Topkapı Sarayı’nın denize bakan geniş alanında Gülhane’nin devamı bir park olarak düzenlenmemesi, bazı harap eski eserlerin restorasyonunda basına yansıyan haberler bu bütün içerisinde düşünülmelidir.