27 Mayıs 1960 darbesinin ülkeye getirdiği en radikal düzenleme hiç kuşkusuz 1961'de halkoylaması ile kabul edilen yeni anayasadır. 1961 Anayasası çeşitli açılardan son derece önemliydi. Bu anayasayla güçler ayrılığı ilkesi derinleştiriliyor, yürütmenin gücünü azaltacak, sınırlayacak çeşitli önlemler getiriliyordu. Örneğin hükümet karşısında bir kuvvet olabilecek Anayasa Mahkemesi kuruldu, üniversiteler ve TRT gibi kurumlar özerkleştirildi. Ayrıca millet meclisinin yanında seçkinlerden oluşan bir senato kurularak iki meclisli yasama sistemi*ne geçildi. Basın yayın, insan hakları gibi konularda önemli atılımlar gerçekleştirildi. Amaç, seçilmişlerin, yani siyasetçilerin güçlerini sınırlamaktı. Sonuçta yeni anayasa, gelecek için bir öngörüden çok, DP dönemi uygulamalarına tepkiyi dile getiriyordu. DP gibi halkın büyük çoğunluğunun desteğini alsalar bile, siyasal partilerin gücünün kırılması öngörülüyor, özellikle de kırsal nüfusun siyasal partiler üzerindeki etkisinin azaltılması hedefleniyordu. Bir anlamda 1960 hareketi kırsal ve kentsel çıkarların çatışmasını simgeliyor, kentsel azınlığın haklarını ve çıkarlarını gözetmeye çalışıyordu. Sonuçta o yılların Türkiyesi'nde oy verenlerin ezici çoğunluğunu hala köylüler oluşturmaktaydı. Kültürden eğitime, iktisat politikalarından siyasete kentsel Türkiye'nin çıkarları öne çıkarılacak, örneğin sanayi kesimine özel bir önem veren iktisat politikaları gündeme getirilecekti. Ancak 1961 Anayasası'nın getirdiği özgürlük ortamı, sendikalar ve sol hareketler gibi farklı sosyal ve düşünsel grupların da siyaset meydanına çıkmasını sağlayacak, 1960 ve 1970'lerde biraz da bunlara tepki olarak gelişen siyasal çalkantılara yol açacaktı. Bu nedenle birçok siyasetçi 1961 Anayasası'nın ülkeye "lüks" olduğunu söylediler ve anayasayı değiştirmeye çalıştılar.