Gündem

17-25 Aralık süreci medyayı nasıl etkiledi?

'17 Aralık sonrası 'Cemaat medyasının' da muhalif kampa katılmasının bir yenilik'

16 Aralık 2014 18:38

BBC Türkçe

Mahmut Hamsici

17 Aralık 2013'teki operasyon yapıldığında Fatih Yağmur, Radikal gazetesinde çalışıyordu. O günlerde operasyonla ilgili birçok haber yapıyordu. Yağmur bu haberleri nedeniyle o dönemde bazı gazetelerin muhabirlerinin, hakim ve savcılara kendisini "bir KCK'lı ve görüşülmemesi gereken biri" olarak tanıttığını söylüyor.

Daha sonra ise bu muhabirlerin operasyonlarla ilgili haber yapan gazeteciler hakkında listeler hazırladığını, bunu yeni atanan savcılara verdiklerini ve bu gazetecilerin haber yapmalarının engellediğini belirtiyor.

Yağmur o dönemde hakkında yapılan haber ve sosyal medya yorumları nedeniyle akrabalarının dahi kendisine "Cemaatçi, Paralelci" demeye başladığını aktarıyor.

1 Ocak'ta "MİT Tırları" haberinin ardından üzerindeki baskıların arttığını ve Ağustos ayında ise işten çıkarıldığını belirtiyor Yağmur:

"Gazete yönetimi, gelinen süreçte istememelerine rağmen beni işten çıkarmak zorunda olduklarını ifade etti. İsmimin daha önce de bir kaç kez geldiğini ancak engel olduklarını, fakat bu sefer engel olamadıklarını söylediler. Bunun da 'kurum sağlığı' açısından gerekli olduğu belirtildi."

 

'Başkaları girsin, biz alıntı yaparız'

 

Yağmur o dönem bazıları dışında birçok yayın organında muhabirlerin yolsuzluk iddialarıyla ilgili haber yapamadığını, sansüre uğradıklarını söylüyor ve ekliyor:

"17-25 Aralık'tan sonra muhabirler haber yapmaya çekinir oldu, başlarına geleceklerden endişeli oldukları için. Yaşanan baskıların ardından şöyle bir yayın politikası gelişti: Muhabirlere 'Bu haberi biz girmeyelim. Başka yer girsin, biz onlardan alıntı yaparız' denildi. Amaçları hükümet tarafından hedef alınmamaktı. Bugün merkez medyada çıkan bu tür haberlere baktığınızda da başka medya kuruluşlarından yayınlanan ve alıntılanan haberler."

Bazı gazetecilere yolsuzluk haberleri nedeniyle davalar açıldığını da ekleyen Yağmur daha sonra tepkisini şu sözlerle dile getiriyor:

"Artık kendimi savunacak takatim de kalmadı. Bazen bu mesleği yaptığıma pişmanlık duydum. Böyle bir ülkede yapılacak bir meslek değil."

Türkiye'deki siyasal hayatı derinden sarsan 17-25 Aralık operasyonları ve ardından yaşanan süreç, medyayı da ciddi olarak etkiledi.

17-25 Aralık sonrası medya üzerindeki iktidar baskısının arttığı iddiası, bu sürecin medyayı nasıl etkilediğine dair en önemli tartışma başlıklarından.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün (RSF) Türkiye temsilcisi, gazeteci Erol Önderoğlu Yağmur'un yorumlarına katılıyor.

17-25 Aralık sürecinden sonra, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları söz konusu olunca gazetecilerin suçlamalara konu iktidar karşısında da daha hedefe açık hale geldikleri kanısında Önderoğlu.

RSF Türkiye temsilcisi, Türkiye'deki ana akım medyayı hükümeti destekleyenler, çeşitli yatırımlarını gözeterek iyi ilişkiler korumak isteyenler ve daima eleştirel pozisyon almış ticari gruplar olarak üçe ayırıyor ve ikinci grup bünyesinde çalışıp da habercilik yapmak isteyenlerin oto sansürü en ağır şekilde hissettikleri günlerden geçtiklerini belirtiyor.

 

'Yolsuzluk iddiaları engel olmadan yayınlandı'

 

Bünyesinde hükümete yakın yayın kuruluşlarından birçok önemli ismi barındıran Medya Derneği'nin Genel Sekreteri İbrahim Altay'a göre ise medyada yolsuzluk iddialarının yayınlanmaması gibi bir durum söz konusu değil.

Aynı zamanda Sabah gazetesi yazarı olan Altay şu yorumu yapıyor:

"Tirajlarına baktığımızda günlük gazetelerin yüzde 60'tan fazlasını hükümete muhalif gazeteler oluşturuyor. Meslek örgütleri, diğer medya kuruluşları ve köşe yazarları için de benzer bir orandan söz edebiliriz."

"Bu gazeteler 17 Aralık 2013'ten beri her türlü yolsuzluk iddiasını seslendirdiler. İllegal yollarla elde edilen ve sızdırılan ses kayıtlarını yayınladılar, özel dosyalar hazırladılar. Hatta kimi zaman muhalif olmak adına masumiyet karinesi ilkesini çiğnediler ve özel hayatın mahremiyetini ihlal ettiler. Yargısız infazlar yaptılar, eleştiri ile tahkiri birbirine karıştırdılar. Halen de bu yayın politikalarını herhangi bir engelle karşılaşmadan sürdürüyorlar."

Altay ayrıca "Ben kendi adıma herhangi bir baskıyla karşılaştığımı söyleyemem. Herhangi bir yönlendirmeye muhatap olmadım. Yazılarıma müdahale edilmedi" diyor.

 

Medyada taraflar sertleşti

 

17-25 Aralık sürecinin medya ortamına bir diğer büyük etkisinin ise hükümete yakın ve hükümete mesafeli medya organlarının birbirlerine yönelik tavırlarının sertleşmesi olduğu düşünülüyor.

Erol Önderoğlu da, İbrahim Altay da bu sertleşmeye dikkat çekiyor. Ama eleştirdikleri taraflar farklı.

Önderoğlu bu konuda asıl olarak hükümete yakın medyayı ve hükümeti eleştiriyor:

"Hükümete eleştirilerini sürdürmüş medya organları, hükümet yetkililerine yönelik yolsuzluk iddialarını haberleştirmeyi, bunların gizlenmeye kalkışıldığı oranda daha sert eleştirmeye başladı. Bu süreçte, yeni kurulan tartışmalı Sulh Ceza Hakimlikler üzerinden, örneğin Meclis Soruşturma Komisyonu haberlerine yayın yasağı getirilmesi, muhalif ve eleştirel medyanın medya özgürlüğü bakımından iktidara karşı açık tutum almasını da doğurdu."

"Ayrıca son yıllarda iktidarın, her durumda bir başka medya çevresini yayın yasaklarıyla, akreditasyon yasağıyla veya kitlesel yargılamalarla Türkiye ana gündeminden dışladığını görüyoruz."

Altay ise hükümete muhalif medya organlarında öfkenin hakim olduğunu ve bir linç kültürünün geliştiğini belirtiyor:

"Bu dönemde muhalefet ve eleştirinin totaliterleşmesi söz konusu... Medya diline öfke hakim oldu ve bir linç kültürü gelişti. Nesnel ve fiziksel gerçekliğin yerini algısal gerçeklik oluşturma çabası aldı. Bütün konular taraftarlık ve karşıtlık atıflarıyla tartışılmaya başladı."

Medya Derneği Genel Sekreteri Altay, bütün bunların yaşanmasında darbe girişimi olarak tanımladığı 17-25 Aralık'ın bir katalizör olduğu görüşünde:

"Kuruluşundan itibaren bir ideolojik aygıt olarak tasarlanan Türk medyası bu dönemde söz konusu işlevini daha derinliksiz bir boyuta taşıdı. Analizin yerini sloganlar aldı. Muhalif medya organları kendi içlerindeki farklı seslere bile tahammül etmeyip birçok ismi bünyelerinden attılar. Kopuş ve çözülmeler yaşandı. Bu bağlamda 17-25 Aralık darbe girişimleri katalizör rolü oynadı."

Erol Önderoğlu ise ortadaki kutuplaşmada hak ihlallerinin de payı olduğunu söylüyor:

"17 Aralık'tan bu yana kutuplaşma belirginleştiyse, bunda 10 yıl boyunca işlenen yüzlerce ihlalin payı var. Medya politik çatışmalardan etkilendikçe ve örneğin hükümetin uluslararası siyasetini, güvenlik, finans ve kentleşme politikalarını eleştirdikçe, yolsuzluk iddialarının üzerine gittikçe bu gerginlikler had safhaya ulaştı. Medyanın bir kesimi kamu kaynak ve olanaklarından şüpheli tarza olabildiğince yararlandırılırken, 'yola gelmeyen', 'dış odaklı' diğer karşıt medya unsurları, günlük sözlü saldırılar, akreditasyon, keyfi gözaltı ve tutuklamalar veya sistematik suç duyurularıyla hırpalandı; dışlandı."

 

'Cemaat medyasının' tavrında değişim

 

Gülen Cemaati'ne yakın olduğu belirtilen medya organlarının hükümetle ilgili yayınlarındaki farklılık, 17-25 Aralık sürecinin medya ortamında neden olduğu bir başka değişiklik oldu.

Altay, 17 Aralık sonrası "Cemaat medyasının" da muhalif kampa katılmasının bir yenilik olduğunu söylüyor:

"17 Aralık sonrasında medyadaki kutuplaşma haritası değişti. AK Parti iktidarını 10 yıl boyunca desteklemiş olan cemaat medyası bir bütün olarak muhalif kampa katıldı.

Çözüm süreci hakkındaki farklı düşünceler, Ergenekon, Balyoz ve KCK davaları hakkında ortaya çıkan şüpheler ve gizlenemeyen vesayet arzusu bu grubun savrulmasına neden oldu. Hükümetin özel dershaneler alanında yaptığı düzenlemeden sonra bu medya organları bütün yayın ve bültenlerini hükümet karşıtlığı üzerine inşa etmeye başladı."

 

'14 Aralık' nasıl tartışılmalı?

 

Son operasyon ise 17-25 Aralık sonrası süreçte basın özgürlüğünün nereye gittiğine dair yeni bir tartışma açmış durumda.

Bu konuda operasyonun basın özgürlüğüne saldırı olduğunu görüşünü dillendirenler de var, bunun basın özgürlüğü bağlamında tartışılamayacağını savunanlar da.

RSF Türkiye temsilcisi Önderoğlu 14 Aralık operasyonunu basın özgürlüğü bağlamında ele alanlardan:

"Son yaşananlar, suça müdahale iddiasıyla medya temsilcilerini gereksiz şekilde, Ergenekon, Devrimci Karargah ve KCK dosyalarında olduğu gibi, medya özgürlüğü ve her bir kesimin haber alma gereksinimlerini gözetmeden, operasyonlara dahil etme alışkanlığıdır."

"Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın internet sansürü, sosyal medya, tutuklu gazeteciler, köşe yazarlarıyla ilgili her gün yaptığı sert açıklamaları, onlarca gazeteciyi adliyelik etmesinde, Gezi sürecindeki polis şiddetinde bir baskı konusu görmeyenlerin, son operasyonu da medya özgürlüğü bakımından zararsız bulmalarına şaşırmayız."

İbrahim Altay'a göre ise konuyu bu kapsamda tartışmak için erken:

"14 Aralık'ta başlayan soruşturmayı siyasi bir dava olarak görmek ya da basın özgürlüğüne yönelik bir darbe olarak nitelemek için erken. Savcıların iddialarını incelemek ve dosyadaki delilleri tartışmak gerekir. Duygusal tepkiler vermek yerine yargılamanın şeffaf, adil ve hızlı bir şekilde sonuçlanmasını beklemeliyiz."

17-25 Aralık operasyonları Türkiye siyasetini etkilemeye devam ediyor.

Medyanın da bu süreçten derinden etkilenmeye devam edeceğini tahmin etmek zor değil.