Gündem

14 gazeteden 23 yazar, İran'daki protestolarla ilgili ne yazdı?

İran, 2018'e rejim karşıtı protestolarla girdi

02 Ocak 2018 19:18

İran, 2018'e ülke geneline yayılan ve 10'dan fazla kişinin hayatını kaybettiği rejim karşıtı protestolarla girerken, ülkede yaşanan olaylar tüm dünya gibi Türkiye'de de yankı uyandırdı. Hürriyet gazetesinden Ertuğrul Özkök, Ahmet Hakan, Taha Akyol ve Murat Yetkin, Sabah gazetesinden Mehmet Barlas, Haşmet Babaoğlu ve Salih Tuna, Habertürk gazetesinden Muharrem Sarıkaya ve Özcan Tikit, Posta gazetesinden Hakan Çelik, Yeni Şafak'tan Taşkın Koç, Karar gazetesinden İbrahim Kiras, Milliyet gazetesinden Güneri Civaoğlu, Birgün gazetesinden Nevşin Mengü ve İbrahim Varlı, Takvim gazetesinden Ergün Diler, Diriliş Postası gazetesinden Eray Güçlüer, Milat gazetesinden Hüsamettin Aslan, Ortadoğu gazetesinden Orhan Karataş, Akit gazetesinden Abdurrahman Dilipak, Ali Karahasanoğlu ve Muharrem Güneş, Yeni Mesaj gazetesinden Yusuf Karaca ve Murat Çabas İran'da yaşananları köşesine taşıdı. 

14 gazeteden 23 yazarın İran krizi için yazdıkları şöyle:

Kırık bir bilekle bile şaşırmadığım haber

Ertuğrul Özkök / Hürriyet

Kırık bacakla yatıyorum ama aklım bir yandan İran’da...

Yatağın etrafında yapılan konuşmalara bakılırsa insanlar İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin “Halkın gösteri yapma özgürlüğü vardır” demesinden çok etkilenmiş.

Bense şaşırmadım...

İlk seçildiği yıl Davos’ta küçük bir gazeteci grubuyla onunla sohbet etmiştik... Orada tanıdığım siyasetçi işte tam buydu...

İran patladı

Taha Akyol / Hürriyet

İran diğer Ortadoğu ülkeleri gibi klasik diktatörlük değildir, özgürlükçü demokrasi de değildir.

Seçimler yapılır fakat ağır bir teokratik vesayet vardır.

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le Şubat 2011’de İran’a gitmiştik. Dini Lider Hamaney’le görüşen Gül “Bütün İslam dünyasında meşruiyetin temeli halk idaresi olmalıdır”diye vurgulamıştı. (Milliyet, 16 Şubat 2011)

Aynı günkü yazımda ben de “İran’da patlamaya hazır bir toplum görüntüsü yok” tespitini yapmış fakat özgürlük taleplerini yansıtan muhalefetin güçlendiğini ve baskı altında tutulduğunu anlatarak şöyle yazmıştım:

“İran demokratikleşerek muhalefete sistem içinde yer vermezse, gerilim zamanla çok artar ve nereye varır bilinmez.”

Altı yıl geçti, işte toplumsal patlamalar başladı. Bu defa protestolar 2009’dakilerden daha içerikli, hatta radikal!

Yine bastırabilirler ancak özgürlük taleplerinin giderek daha da güçlenmesini önleyemezler.

DEMOKRASİ VE TEOKRASİ

İran’da meşruiyetin iki temeli var; biri teokratik, öbürü demokratik.

Demokratik meşruiyet belli: İran anayasasında “kuvvetler ayrılığı” maddesi var, parlamento seçimlerle oluşuyor.

Tunus hariç hiçbir Arap ülkesinde yoktur bunlar.

Fakat İran’da demokrasi ağır bir teokratik vesayet altındadır. “Dini Lider” anayasal kurumlara ve yargıya yaptığı atamalarla demokrasiyi “teokrasi” yani Ayetullah’lar ve müçtehitler egemenliği altında tutuyor.

Bundan başka “Şuray-ı Nigâhban” adlı gözcüler ya da koruyucular kurulu seçimlere girecek adayları ayıklamaktadır. 2016 seçimlerinde adaylık başvurusu yapan 12 bin aday adayından sadece 4700’ü onay alarak aday olabilmişti.

Demokratik temsilin teokrasi tarafından nasıl kısıtlandığını görüyor musunuz?

SERT KUTUPLAŞMA

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani iktidara “itidal” sloganıyla geldi. Ahmedinejat’ın yolsuzluğa batmış demagog yönetiminden bıkan halk “itidal”e oy vermişti.

Ruhani, protestolar karşısında da şimdiye kadar “itidal” ile davrandı, “İranlılar İran hükümetini protesto etmekte ve eleştirmekte özgürdür” diye konuştu. Protestocuları İran ve Ortadoğu’da yaygın olan “hain, satılmış” falan gibi kışkırtıcı sözlerle suçlamadı, protestoları körüklemekten sakındı. “Vandallık yapan ve çevreye zarar veren gruplara tolerans gösterilmeyeceğini” de söyledi haklı olarak.

Fakat İran’ın sorunu derindir: İtikaden ve güç ilişkileriyle teokrasiye bağlı kurumlar ve kitleler olduğu gibi gelişmiş demokrasilerdeki özgürlükleri ve refahı talep eden kitleler de vardır ve hareketlenmiştir.

Çok tehlikeli bir kutuplaşma...

‘İtidal’ devam etmelidir; körüklemek büyük çatışmalara yol açabilir...

İran’ın etnik bir mozaik olduğunu da unutmamak lazım.

Ortadoğu kültüründe rasyonel düşünceyle sorunları görme ve çözüm için rasyonel programlar geliştirme zihniyeti çok zayıftır.

İdeolojik tutkular, komplo vehimleri, taşkın duygular güçlüdür.

İran bundan sıyrılıp rasyonel düşünerek temel sorunlarını görür ve demokratikleşme yolunda reformlara yönelebilirse ne âlâ...

Yoksa, İran’ın işi çok zordur, zaten sorunlar yumağı olan Ortadoğu’da mevcut vahim sorun yetmiyormuş gibi...

İran’daki kalkışma neden başarılı olmaz?

Ahmet Hakan / Hürriyet

İran’daki protesto gösterileriyle ilgili olarak...

İran Cumhurbaşkanı Ruhani şöyle dedi:

“İranlılar, İran hükümetini protesto etmek ve eleştirmekte özgürdürler.”

*

Size bir şey söyleyeyim mi?

İran’daki son kalkışma başarılı olmayacaksa...

Cumhurbaşkanı Ruhani’nin işte bu sözü ve bu sözünün ortaya koyduğu bakış açısı nedeniyle olmayacak.

İran’da neler oluyor, ABD ne yapmaya çalışıyor?

Murat Yetkin / Hürriyet

Merak ediyorum, acaba ABD Başkanı Donald Trump İran halkını aptal mı sanıyor?

Başka türlü yılın son günlerinde İran’da baş gösteren protesto gösterileri üzerine “Arkanızdayız” türünden,  “Rejimin işi bitti” türünden açıklamalar yapmazdı.

ABD gibi İran konusunda çok kötü sabıkası olan bir ülkenin Başkanı olarak, bunun göstericilerin kendiliğinden Amerikan ajanı, dış güçlerin kuklası filan gibi sıfatlarla yaftalayacağını en azından düşünürdü.

Neden mi? Çünkü ABD istihbaratı CIA 1953 yılında, İngiliz istihbaratı MI6 ile birlikte İran’ın petrol zenginliği İran halkının olmalı diye millileştirme niyetini açıklayan Başbakan Muhammed Musaddık’ı derdi koltuk olan Şah Rıza Pehlevi’nin işbirliği ve kiralık sokak çetelerinin marifetiyle devirdi. Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı’nda ayrıntılarıyla yazdım, burada yerim yok ama bunun bütün belgeleri, kimin planlayıp uyguladığı, kaç para harcandığı gibi ayrıntılar elli yıl kadar sonra bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı.

Trump’ın bu çağrısı (benzeri “ha gayret” çağrısı bir de “Ama karışmıyoruz” diyen İsrail İstihbarat bakanı Israel Katz’dan geldi) yalnızca protestocuların “dış güçlerin ajanı” olarak damgalanmasına yol açmıyor, onları sokağa döken haklı gerekçeleri de lekeliyor.

Ne mi o gerekçeler? Örneğin diyorlar ki, biz dünyadan soyutlanmış halde işsizlik ve hayat pahalılığı ile boğuşurken neden Devrim Muhafızlarının Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de savaşması için devasa bütçeler tahsis ediliyor? Örneğin diyorlar ki, kadının neden adı yok İslam Cumhuriyetinde?

Burada şöyle bir ayrıntı var: Tam gösterilerin başladığı günlerde Tahran polisi artık başörtüsü takmayan kadınların tutuklanıp mahkemeye verilmeyeceğini açıkladı. Başörtüsü 1979 İslam Devrimi sonrası mecburi hale getirilmişti. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani tarafından alınan bu karar üzerine Dini “Yüce” Lider Ayetullah Ali Hamaney taraftarı mollalar itiraz etti. Ruhani‘nin bu kararı almasında sadece Suudi Arabistan’da kadınlara otomobil kullanma hakkı tanınmasına cevap kaygısı rol oynamamıştı. Ruhani, kadınlara ne giymeleri, ya da ne giymemeleri gerektiğini söylemenin bir sınırı, bir kullanım süresi olduğu kanısına varmış olabilir.

Bir başka ayrıntı da Devrim Muhafızlarının, İran’ın ikili yapısı gereği Cumhurbaşkanı başkanlığındaki hükümete değil, Dini Lidere, yani Hamaney’e bağlı olması. Ruhani Dışişleri Bakanı Cevad Zarif aracılığıyla dünyayla uzlaşma arayan dış siyaset izlemeye çalışırken Hamaney, Devrim Muhafızlarının Dış Operasyonlar Birimi olan Kudüs Gücü’nün komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani aracılığıyla Irak, Suriye ve Lübnan’da nüfuz savaşlarına giriyor.

Trump’ın sözleriyle rahatsız ettikleri arasında bölgedeki diğer yönetimler var; belki Suudi Arabistan, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi işbirliği yaptıkları dışında dememiz gerekiyor.

Çünkü, dedik ya 1953 hatırlanıyor diye, bölgedeki yönetimler Trump’ın bu sözlerinin ABD’nin 1950’lerden 1980’lere kadar izlediği hükümet darbelerini destekleme siyasetine dönüş işareti mi olduğunu sormaya başlamış olabilirler. (Nitekim Ürdün’de Kral Abdullah’ın kardeşini ve yeğenini görevlerinden azletmesi –tam da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile yakın Kudüs trafiğine girdiği bu günlere denk geldi.)

Bölge ülkeleri İran’ın dış siyasetini destekledikleri, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Filistin’in işlerine karışın Hizbullah’tan Hamas’a, Haşdi Şaabi’ye dek örgütlere askeri destek vermesinden memnun oldukları için değil, aynı akıbetle karşılaşmak endişesiyle rahatsız olurlar.

Dolayısıyla Trump’ın bir zararı da bölge yönetimlerinin ekonomi ve demokrasi taleplerinin dile getirileceği her türlü gösteriyi, arkasında Amerika olabileceği endişesiyle daha sert yöntemlerle bastırmaya kalkması olabilir.

Nitekim aklı başında Amerikalılar da Trump’a itirazlarını yüksek sesle dile getirmeye başladı. Örneğin Barack Obama’nın Orta Doğu Koordinatörü olan (Türkiye’yi de yakından tanıyan) Philip Gordon, 30 Aralık’ta New York Times’ta yayınlanan makalesinde, İranlı göstericilere verilecek Amerikan desteğinin faydadan çok zararı olacağını, en iyisinin “susup hiçbir şey yapmamak” olacağını yazdı.

İran’da en son buna benzer bir protesto dalgası 2009’da görülmüştü. O zaman İranlılar, Hamaney’e yakınlığıyla bilinen Mahmud Ahmedinecad’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilmesinde hile yapıldığı iddiaları üzerine ayaklanmış, 1979’daki İslam Devriminden sonraki bu en büyük protesto dalgasında 30 kişi öldürülmüştü. (Hatırlayacaksınız, Reza Zarrab’ın da dâhil olduğu Babek Zencani liderliğindeki mali suç örgütü Ahmedinecad zamanında İran devleti hesabına çalışıyordu. Ruhani, 2013’te iktidara gelir gelmez bu çetenin üzerine gitti. Zencani, İran’da yargılanıp idam cezası aldı, Zarrab, malum ABD’de itirafçı oldu, yarın (3 Ocak) yeniden mahkemeye çıkacak.)

Ruhani işbaşına gelince önce Obama ile el sıkıştı, sonra da BM ile –şimdi Trump’ın bozmak istediği Nükleer Anlaşmayı imzaladı.

Trump ve bölgedeki işbirlikçilerinin istediği, İran’ın gösterileri kanla bastırması ve böylelikle İran’daki durumun daha da keskinleşmesidir.

İşin ilginç yanı Hamaney de İslam Cumhuriyetinin selameti için göstericilere taviz verilmemesi, derhal sertlikle, gerekirse Devrim Muhafızları ve onların polis gücü Besiçler tarafından bastırılmasından yana.

İşte bu noktada Ruhani sürpriz bir hamle yaptı.

Çıktı “İran halkının protesto hakkı vardır” dedi. “Şiddete izin vermeyiz” de dedi gerçi ama asıl önemlisi ilk cümleydi. Örneğin, Hamaney kontrolündeki İslami İrşad Bakanlığı Twitter ve sosyal medyanın yasaklamaya çalışırken, Ruhani’nin kontrolündeki İran devlet televizyonu ve haber ajansı protesto gösterilerini haber yapmayı sürdürüyor. Ruhani “Bu durumu sistemi düzeltme için fırsat” olarak gördüğünü söylüyor ve aslında Hamaney’in devlet yönetimindeki rolünü azaltmak istiyor; bunun yolunun demokratik hakların kendi kontrolü altında genişletilmesinden geçtiğini düşünüyor.

Tuhaf bir durum ama zıt uçlarda olan Trump ve Hamaney, İran halkının ekonomik ve demokratik taleplerinin engellenmesi değirmenine birlikte su taşıyorlar.

Türkiye’nin yakından izlemesi ve kesinlikle müdahil olmaması gereken önemli bir süreç yaşanıyor komşuda.

Saldırgan bir süper güç

Mehmet Barlas / Sabah

Saldırgan bir süper güç

Güçlü olmayı saldırgan olmakla eşdeğer kılan davranışların sahibi ABD'nin son marifeti, İran'ın içişlerine açıkça müdahale niteliği taşıyan açıklamaların her kademeden yapılması değil midir? Trump'ın İran halkını ayaklanmaya çağıran mesajlarını, ABD Dışişleri sözcülerinin bu konudaki açıklamaları izlemekte. Bizim "Gezi kalkışması" sürecinde tanık olduğumuz sahneler, şimdi İran kentlerinde sahneleniyor.

Aynı hata

İran halkının mutsuzluğunu yine bu halk değerlendirecektir. Eğer rejim sağlam değilse, halka rağmen ayakta kalamaz. Ancak buna asla ABD karar veremez. Bu vesileyle bizim aynı hatayı Suriye'de "Muhalif gruplar" diye terör örgütlerine verdiğimiz destekle ve Esad rejimini bizim bir iç sorunumuz gibi görerek yaptığımızı unutmayalım. ABD hem BM ilkelerini ayaklar altına alırken, hem de bu kurumun faaliyetlerini boykot ederek iyice etkisiz hale getirirken, biz bu çizgiye asla girmeyelim.
 

Şu İran meselesi

Salih Tuna / Sabah

Şah'ın İran'ı, hem İsrail'in dostuydu hem de ABD'ye jandarmalıkta İsrail'le yarışacak düzeydeydi.

Humeyni, bu garabete 1979'da bir devrimle son verdi.

ABD, "sen misin devrim yapan" diyerek, İran'ın mal varlığını dondurdu.

Yetmedi, ambargo koydu.

ABD bugün nasıl ki Fetullah'ı iade etmiyor, dün de devrim sonrası ABD'ye kaçan İran halkının katili Rıza Pehlevi'yi iade etmedi.

Bunun üzerine, İranlı devrimci öğrenciler ABD elçiliğini basarak 52 "çalışanı" esir aldı.

ABD de "çalışanlarını" kurtarmak için Kartal Pençesi Operasyonu (Operation Eagle Claw) düzenledi.

Lakin hiç beklenmedik bir "kaza" gerçekleşti. ABD'nin C 130 Hercules uçağı ile 2 helikopteri akıl almaz bir şekilde çarpıştı ve 8 ABD askeri öldü.

Merhum Erbakan (TBMM'de yaptığı konuşmada) mezkur çarpışmayı "kaza" yerine, Allah'ın yardımı olarak değerlendirmişti.

Bu yardımı da, Ebabil kuşlarının Ebrehe'nin fillerini kızgın taşlarla bozguna uğratmasına benzetmişti.

Erbakan hiç kuşkusuz Ehli Sünnet istikametinde bir Müslüman'dı. (Keşke son yılların İran'ı da Erbakan gibi kuşatıcı olmayı başarabilse, mezhep taassubuna gömülmeseydi.)

Fakat mazlumlar söz konusu olduğunda mezheplerine meşreplerine bakmak aklının ucuna bile gelmezdi.

Hiç kuşkunuz olmasın...

Müstevliler de sömürecekleri insanların mezhebine meşrebine, diline ırkına bakmaz.

***

ABD, İran'ı kaybedince, kuşatma faaliyetine girişti. Mesela, "bizim çocuklar başardı" dedikleri 80 darbesini Türkiye'de gerçekleştirdi.

"Sömürge aydınlarının" o dönemdeki görevi, sosyolojiyi İran düşmanlığına hazırlamaktı.

(Bu aydınlar sosyolojiyi son yıllarda "Erdoğan nefretiyle" zehirleme görevini üstleneceklerdi.)

ABD, İran'a devrim yapmanın bedelini ödetmek için her yolu denedi.

Saddam'ın Irak'ını İran'a saldırttı.

"Bu savaşta kimin kazanmasını istiyorsunuz" sorusuna, Kissinger, "ikisinin de kaybetmesini" demişti.

Sonra da malumunuz, Irak'ı işgal edip 3 parçaya böldüler.

***

Obama döneminde ABD'nin tavrı şeklen değişti.

Nükleer anlaşmayı da vesile kılıp İran'ın "görece" önünü açtılar.

Maksatları...

11 Eylül 2001 saldırısının ardından, "Bundan sonra çatışma Müslümanların arasında olmalıdır" diyen Kissinger'ın çizdiği rotaya İran'ı sokmaktı.

Ötekini mezhep üzerinden tanımlayan Suudi Arabistan'ın rotası zaten çoktan belirlenmişti.

Erdoğan bu korkunç "mezhep savaşı" tuzaklarını da başlarına geçirdi: "Bizim Şiilik diye bir dinimiz yok. Bizim Sünnilik diye de bir dinimiz yok. Bizim tek dinimiz var, o da İslam'dır..."

Mezhep savaşını çıkaramadılar...

Taşeronlarıyla Türkiye'ye saldırdılar; rezil rüsva oldular...

Bu sefer de "özgürlük ve ekonomiyi" araçsallaştırarak İran'ı karıştırmaya başladılar.

Bizdeki bozguncuların tepkisinden, İran halkını topyekûn terörist ilan eden Trump'ın mezkûr gösterileri arkalamasına kadar her şey apaçık ortadadır.

Büyük fotoğraf şundan ibarettir:

ABD 79'da İran'ı kaybettiğinde nasıl ki 80'de Türkiye'de darbe yaptırdı; 15 Temmuz'da Türkiye'yi kaybedince de "mor beyinlileri" İran'da devreye soktu.

İran…

Haşmet Babaoğlu / Sabah

İran'da geçen perşembe başlayan olaylar dünyanın, bölgenin ve Türkiye'nin geleceği için çok kritik bir nitelik taşıyor.

En başta şunu vurgulayayım...

Yaygın bir entelektüel kanaat var; tarihsel ve kültürel dayanakları güçlü bir kanaat.

Deniyor ki, İran, bir imparatorluk bakiyesi. Kadim bir devlet birikimi ve çok derin/ dikey bir toplumsal kültürü var. İran genç kuşakların sandığı gibi Pehlevi hanedanı ve ardından gelen İslam Cumhuriyeti geleneğinden çok daha fazlasına sahip bir devlet.

Yani İran'da ortaya çıkan kaos kışkırtmaları daima bu derinliğe çarpar, kolay kolay Irak veya Suriye'ye benzemez.

Şimdi İran'dan gelen haberlere baktığımda, bu yaygın entelektüel kanaatin ciddi bir sınavdan geçmek üzere olduğunu düşünüyorum.

Acaba rejimin kitlede yarattığı yorgunluk bir yandan da bürokratik derinliği törpülemiş, toplumun sıkı dokunmuş bağlarını gevşetmiş midir?

Üstelik işin içinde çok ciddi bir dış parmak var!

Hepsini yaşayıp göreceğiz, sanırım.

***

Şimdi tablonun bir de "dış" tarafına hızla göz atalım...

Obama (ve küreselci merkez) yıllar boyu İran'la sessiz bir denge (detant) içinde sürdürdükleri ilişkiyi açık uzlaşmaya döndürmek istedi. Böylece İran uluslararası sistemin içine girecek, İpek Yolu projesinin açık istasyonu olacaktı. Nükleer anlaşması falan bunun içindi.

Trump'ın gelmesi işi değiştirdi. Trump'la birlikte hem "nasyonalist ABD" hem de AIPAC (ABD'deki İsrail) iktidar oldu.

Bu da İran'ın yeniden sistem dışına itilmesi demekti.

Şimdi anlıyoruz ki...

Bütün dünyanın gözleri Suud/ BAE/ Mısır operasyonlarına çevrilmişken (gözbağcılığa bakın siz!) birtakım güçler İran'da kitlelerin rejim yorgunluğunu ince ince işleyip isyan çalışması yapıyormuş.

Dün bazı bölgelerde göstericilerin ordu kışlalarına ve cephaneliklere saldırmaya kalkıştığı haberleri geliyordu.

Bu ciddi bir durum...

Belli ki, Arap Baharı'na Suriye'de verdikleri korkunç yönü andırır bir çalışma yapılıyor.

***

Yazıyı iki soruyla kapatayım...

İran bu krizden Hasan Ruhani'yle çıkabilir mi?

Malum 7. Cumhurbaşkanı Ruhani her ne kadar Kum'da yetişmişse de, daha sonra Glasgow Üniversitesi'nde siyaseten şekillenmiş birisi.

Yoksa son aylarda İran dışında dikkatimizi çeken gelişme içeriye de yansıyacak ve yöneticilerinin birçoğu Moskova eğitimli Devrim Muhafızları ve radikaller mi güçlenecek?

İran örneği: Çok bastırırsan patlar

Kadri Gürsel / Cumhuriyet

İran’da geçen perşembe ülkenin kuzeydoğusundaki Meşhed kentinde hayat pahalılığına karşı patlak veren protesto gösterileri rejim karşıtı bir karaktere de bürünerek iki gün içinde ülke sathında 30 kente yayıldı. İran İslam Cumhuriyeti tarihinde benzeri görülmemiş bir durum söz konusu.

İlginç çünkü gösteriler herhangi bir siyasi hareketin kontrolünde değil ya da bir siyasi gelişmeye tepki olarak ortaya çıkmadı. Aksine, kendiliğinden, örgütsüz gelişerek toplumun farklı kesimlerini içine alıyor.

İran’da daha önce genellikle başta Tahran’dakiler olmak üzere orta sınıftan insanların ve üniversite gençliğinin sokağa indiği görülmüştü. Bu kez protestoların muhafazakâr Meşhed’de başlayıp ertesi gün Şii ruhban sınıfının merkezi Kum’da da devam etmesi, patlamanın geniş bir toplumsal tabanda meydana geldiğini gösteriyor.

Meşhed’de sokağa inenlerin hatırı sayılır bir kesimi, ılımlı Ruhani iktidarına muhalif, “sertlik yanlısı muhafazakârlar” idi. Diğer taraftan, başka kentlerde rejimin sembolü dini lider Hamaney’in kişiliği de saldırıya uğruyor, aleyhinde sloganlar atılıyor, posterleri tahrip ediliyor.

Bu gösterilerin 2009’daki protestolardan bir farkı şu: Popülist İslamcı Ahmedinejad bir dört yıl daha koltukta otursun diye rejimin Haziran 2009’daki cumhurbaşkanı seçimine hile karıştırması üzerine ilk protestolar Tahran’da, liberal toplum kesimlerinin yaşadığı kuzey bölgesinde başlamıştı. Bu kez gösteriler taşradan kaynaklandı, Tahran üçüncü gün buna dahil oldu.

Paylaşılan teşhis şu: Bu ne bir devrim, ne de siyasallaşmış bir toplumsal hareket, bu bir patlama. Nedeni, özellikle gençlik kesiminde artan işsizlik, petrol-dışı ekonominin yavaşlaması, halkın alım gücündeki azalma, velhasıl dayanılmaz hale gelen geçim sıkıntısı...

Ama bir toplumsal patlama için sadece bu yetmiyor. Kötü yönetim, yaygın yolsuzluk, kamu kaynaklarının kötüye kullanımı ve rejimin sahipleri tarafından yağmalanması da var... Hele bütün bu suç ve kabahatin, üzerinde durduğu kaideyi din ile tarif eden, kısacası teokratik bir rejim tarafından işlenmesi, halkın öfke ve nefretini daha da artırıyor, toplumu patlatmak için adeta “fünye” işlevi görüyor. Rejimin dış politikası sorgulanıyor örneğin; insanlar, kendileri yoksulluk çekerken ülke kaynaklarının Irak ve Suriye’deki operasyonlar için harcanmasını da protesto ediyorlar.

İran’daki gösterilerin nereye doğru evrileceği, nerede ve nasıl duracağı ya da durdurulacağı öngörülemiyor. Yaygın kanaat, bu infilakın bir rejim değişikliğine yol açmayacağı...

Buraya kadar paylaştığım bilgi ve perspektifi hangi kaynaklardan süzerek elde ettiğimi öğrendiğinizde bazılarınız şaşırabilir. Kaynak dünya medyası değil. Farsça bilmediğim için de kaybım yok çünkü İran şehirlerinde göstericiler ve güvenlik güçleri karşı karşıya gelmiş halde iken yerel medyanın “penguen yayıncılığı” yaptığından da haberim var.

İran medyasından sağlıklı ve doğru haber almak mümkün değil. Rejim ülkede gazeteciliği öldürdü, bazı gazetecileri katletti, diğer bütün iyi gazetecileri de hapsetti ya da sürdü. Kendisini dış dünyaya başarıyla kapatan İran’da ülkenin nabzını tutup haber ve yorum konusu yapabilen iyi gazeteci kalmadığı için, bu sosyal patlama bir sürpriz etkisi yarattı.

İran’da nelerin olup bittiğini, neyin neden olamayacağını ya da olabileceğini, çeşitli İranlı gazeteci, akademisyen ve düşünce kuruluşu mensuplarının Twitter’da bu son gösteriler hakkındaki tartışmalarını izleyerek değerlendirdim. Onları anladım, çünkü iletişim dili olarak İngilizceyi kullanıyorlardı. Aralarından bazılarını şahsen tanıyor olmam işimi kolaylaştırdı. Bunlar, maruz kaldıkları türlü baskılar nedeniyle İran’ı terk ederek demokratik ülkelere sığınmak zorunda bırakılmış, iyi eğitimli ve nitelikli insanlardı.

Türkiye, demokrasi ve hukuk devleti olma yoluna en kısa sürede dönmezse, günün birinde İran’a benzer mi? İran’da olan bitenden payımıza düşen soru budur. Bunu tartışalım.

Bu bölgede Perslerin derin etkisi Türklerin Anadolu’ya gelmesinin çok öncesine, antikçağlara kadar gider. Osmanlı-Safevi dengesinde de etkileşim güçlüdür. Atatürk devrimleri İran’ı, İran İslam Devrimi de Türkiye’yi etkilemiş ve hatta dönüştürmüştür. İran’da olanlar kadar, olacaklar da bizi etkileyecektir.

İyi yetişmiş gazeteci ve akademisyenleri sürgün yollarına zorlayarak ülkeyi çölleştirmek, bunu yapanlar için çözüm değildir. Gün gelir insanların sabrı taşarsa, dünya ülkede neler olup bittiğini iktidarın medyasından değil sürgündekilerden öğrenir.

Ve uzun bir final cümlesi: Halkın yaşam standartlarındaki artış beklentisini karşılayamaz hale gelmiş bir iktidar, yolsuzlukların ve her türlü kayırmacılığın önüne geçemiyor, adalet sağlayamıyor, kötü yönetiminin doğurduğu tepkiye karşı tek çözümü, özgürlüklerin alanını daraltıp baskıyı artırmakta buluyor ve bütün bunların üstüne bir de dincilik yapıyorsa, işte orası İran’dır ya da İran olacaktır.

Yumurtadan çıkacaklar

Muharrem Sarıkaya / Habertürk

İ RAN’daki eylemler; başlangıç yerleri, tarafları ve karşı eylemcileri açısından tam çelişkiler yumağı...

Aykırılıkların içeriğine girmeden belirteyim, Ankara gelişmeleri “kaygı ve dikkatle” izliyor.

PKK’nın İran’daki kolu PEJAK’ın ve Suudi Arabistan desteğindeki grupların katkı vermesi, ABD ve İsrail’in destek mesajları izleniyor.

Ankara, İran yönetiminin eylemleri bastırma gücüne dikkat çekmekle birlikte, toplumsal hareketten çıkıp kitle eylemine dönüşmesinden kaygı duyuyor.

Tahran yönetiminin daha ileri gitmeden eylemleri bastırma gücü olduğuna vurgu yapılıyor.

 

Bu ihtimal yüksek olsa da 2009’daki eylemlerden sonraki en geniş protesto hareketine tanıklık ediliyor.

Ayrıca muhafazakâr ağırlığıyla bilinen Meşhed’de başlayıp aynı nitelikteki Kum gibi taşra illerinde yayılan gösterilerin omurgasını da yakın zamana kadar rejime destek verenler oluşturuyor.

Orta gelirli kentli kesimin politik dürtmesini de içermiyor.

Ancak, “yumurta fiyatlarının iki katına çıkması”, “işsizliğin artması” ve bunların “Suriye, Irak, Lübnan’daki askeri giderlere bağlanması”nı içeren ekonomik taleplerin ötesine geçip, politik kitle hareketine dönüşmesi ihtimalini içinde barındırıyor.

KİTLE HAREKETİ Mİ?

Eylem kırdan kente doğru yayıldığı için gücünü daha da artırıyor

Çünkü daha önceki kentsel protestolara duyarsız kalan kesim bu hareketi başlatanlar.

Daha önemlisi, hükümetin ekonomik uygulaması için Cumhurbaşkanı Ruhani protesto edilirken, dini lider Hamaney de aynı oranda nasibini aldı; Şah Pehlevi’ye övgüler düzüldü.

Bu da İran devletini, eylemleri farklı yöntemle bastırma yoluna itti.

Motosikletleri ve çivili sopalarıyla tanınan paramiliter grup Besiclerin saldırıp ölümüne neden oldukları kişiler aslında yakın geçmişe kadar onlara destek olanlar.

Eyleme yardımcı olanlar ise onların bugüne kadar kendilerinden saymadığı, ülkesi açısından “şeytan” gördüğü ABD, İsrail, Suudi Arabistan...

Bu çelişkili durumdan nasıl sonuç çıkar bilinmez, ancak kırsalda başlayan toplumsal hareketlerin hükümetler açısından en tehlikeli yönü kitle hareketine dönmesidir; çünkü kitlenin aklı yoktur, yıkıcıdır.

İRAN’I FRENLER

Prof. Dr. Mitat Çelikpala ile dün sohbet ederken Suriye’de DAEŞ’ın temizlenmesiyle birlikte bölgede ikinci raunda geçildiğinin belirtti, “Amaç İran’ı içişleriyle meşgul edip dıştaki yayılmasını kırmak” dedi.

Prof. Dr. M. Akif Okur çelişkili yapısının eylemlerin yayılmasının önündeki engel olduğunu vurguladı.

“PEJAK, ABD, İsrail gibi ekonomik argümandan çıkıp rejime karşı muhalif ittifakın girişimi diye bakılırsa ayaklanan kitlede düşme olur...”

İran üzerine çalışmalarıyla tanınan TOBB ETÜ’den Dr. Gülriz Şen ise eylemlerde Şah dönemine atıf yapılmasına dikkat çekip ekledi:

“Kum’daki İslam’a aykırı sloganlar önemli. Orta sınıf Ruhani ile rahatlamıştı, yoksul muhafazakâr kesim ekonomik nedenle ayaklandı. Askeri harcamaların eleştirilmesi de önemli. Nereye varacağını kestirmek zor.”

İran’da başlayan eylemlerin nasıl sonuç doğuracağı, iktidarın tutumuyla da paralellik gösterir.

Ancak İran yönetimini bölgedeki rahatlığından alıkoyar, içe kapar...

Batı ve İran muhalifi bölge ülkeleri açısından da beklenen sonucu doğurur...

İran’da ne oluyor?

Özcan Tikit / Habertürk

OTORİTER bir medya rejiminin olması nedeniyle olayların manası ve nereye gidebileceği açısından anlaşılması hayli zor bir ülkedir İran. Ülkeden haber alma imkânlarının kısıtlı olması, en çok da İran’da kaos eşliğinde bir rejim değişikliği hayal edenlerin işine gelir. Yıllarca İran’ı dünyaya ucube, zırcahil, sefaletin zirvede yaşandığı bir ülke olarak gösteren malum kesimler, Tahran’ın yol açtığı bu bilgi kirliliğini bugün de kendi amaçları doğrultusunda kullanıyorlar ne yazık ki.

Ülke, yönetimde bulunanların hatalı politik tercihleri ve bunun sonucunda hızla yükselmeye başlayan hayat pahalılığına tepkinin sokağa taşması nedeniyle çalkantılı bir süreçten geçiyor. Şaşırtıcı bir şekilde tepkiler önceki olayların aksine dini otoritenin merkezi sayılan Meşhed ve taşradan yükseliyor.

Normal şartlar altında İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin, bu süreçte tepkileri yatıştırabilecek bir rol oynaması beklenirdi. Ancak vaziyet Ruhani’nin de tepkilerin hedefinde olduğuna işaret ediyor.

Oysa Ruhani birkaç yıl öncesine kadar, bugün protesto gösterisi yapan kesimin en büyük umuduydu. Rejim 2009’da Mahmud Ahmedinejad’ın, refomcu aday Mir Hüseyin Musavi karşısında galip geldiği şaibeli seçimi iptal etmeyi reddetmişti. O vakit başlayan gösteriler de gayet kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Ancak şaşırtıcı bir şekilde 2013’teki seçimde aynı İran rejimi, aklını başına aldığına dair tutum takınarak Hasan Ruhani’nin 16 milyon değişim yanlısının oylarıyla iktidara gelmesine izin vermişti. Dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in bu süreçte Ruhani’ye verdiği destek 2009’da ezilen küskünlere yönelik bir açılım olarak okunmuştu.

Hayal kırıklığı yaşayan halka “umudun” simgesi olarak pazarlanan Ruhani’nin en büyük zaferiyse ABD ve diğer 5 büyük devletle imzalanan nükleer anlaşma olmuştu. 2015’te anlaşmanın imzalandığı gün İran’da bayram havası esmiş, özellikle Ruhani’ye destek vermiş reformcu kesimde geleceğe dair umutlar zirveye çıkmıştı. O gün için beklenen şey, bu anlaşmanın etkisiyle İran’ın bankalarda dondurulmuş yüz milyarlarca dolarının kullanıma açılması ve uluslararası yaptırımların kalkmasıyla birlikte ülkede ekonominin canlanıp işsizlik ve enflasyon gibi sorunların çözüm yoluna girmesiydi.

Aslında benzeri bir beklenti İran yönetimi tarafından da satın alınmıştı. Tahran, satın aldığı bu senaryoya göre planlar hazırlayıp cesur hamleler yaptı. Bunun en açık göstergesi, rejimin bölgesel dış politika konularında attığı adımlara yansıdı. Gayet savurgan bir yol izlenerek henüz gelmeyen paranın hayaliyle hesapsız harcamalar yapıldı.

İran’ın Suriye’deki Esad rejimine verdiği askeri ve ekonomik yardımlar, 2015’te Batı’yla yapılan bu anlaşmadan sonra zirveye çıktı. Aynı dönemde Yemen’e, Lübnan’a ve Irak’a el atıldı. Bu ülkelerdeki rejim ve milis güçlere verilen askeri ve ekonomik destekler içeride zaten büyük bir sıkıntıda olan ekonomiye ağır darbeler indirdi.

ABD’de Başkan Donald Trump’ın 2017’de iktidara geldikten sonra nükleer anlaşmayı onaylamayı reddetmesiyse önceden harcanan paranın İran hazinesine girme ihtimalini iyice düşürdü. Pozitif senaryoların suya düşmesi, halkta hayal kırıklığını artırdı. Günün sonunda ayağını yorganına göre uzatmayı bilmemiş her devlet gibi İran da faturayı kendi halkına kesti. İçerideki kaos ve karmaşa hali de zaten böyle başladı.

Elbette ki bu durum İran’ın mevcut krizin altında kalıp boğulacağı anlamına gelmiyor. Geçmişte büyük güçlükleri aşmasıyla bilinen İran, bu sorunu da aşacaktır muhtemelen. Ancak öncelikle ülkedeki ateşe benzin dökmeye çalışan diğer devletlere duyulan öfkenin, içeride meşru taleplerle gösteri yapan halka yönelmesinin engellenmesi gerekiyor. Zira bölgede son dönemde tanığı olduğumuz tüm krizler, rejimler bu yolu tercih edince sorunların aşılmasının daha da zorlaştığını gösteriyor.

İran’a dikkat!

Hakan Çelik / Posta

Güneydoğu komşumuz İran kaynıyor. Yönetim karşıtı gösterilerde şu ana kadar 10’dan fazla kişi hayatını kaybetti. Halk, hayat pahalılığı, işsizlik ve yolsuzlukları protesto etmek için sokakta. Ancak İran yönetimi çıkan olayların arkasında ülkeyi karıştırmak isteyen yabancı servislerin olduğunu ileri sürüyor.

İran’daki olayların arkasında doğrudan bir dış istihbarat kuruluşu var mı yok mu şu an bilmiyoruz ancak ABD ve İsrail’in gelişmeleri memnuniyetle izlediği açık. İran bölgenin en önemli ülkelerinden biri durumunda. Büyük potansiyeli ve ciddi petrol kaynağı bulunmasına karşın uzun yıllardır devam eden ambargolar ve ihtacat sınırlamaları nedeniyle ekonomi dibe vurmuş vaziyette.

Yeterince ihracat yapamıyorlar, tüketim mallarının temininde de ciddi sıkıntı var. Enflasyon ve işsizlik korkutucu seviyede. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Tahran hükümeti en az üç dört farklı cephedeki savaşları finanse ediyor.

Ülkenin belini büken asıl gelişme bence bu. Irak’ta merkezi yönetim, Yemen’de belli bir kesim İran tarafından finanse ediliyor.

Suriye’de Beşar Esad İran’ın kesintisiz desteği sayesinde ayakta kalabildi. Üç ülkedeki savaşın maliyetini karşılamak bırakın İran’ı ABD için bile kolay değil. Tahran bir taraftan da Suudi Arabistan ve İsrail ile dişe diş mücadelenin içinde.

Kısa süre içinde İran ekonomisinin düze çıkması zor. Zira ABD Başkanı Donald Trump önceki Başkan Barack Obama döneminde atılan bütün adımları tersine çevirdi ve İran’ı hedef tahtasına oturttu.

Komşumuz İran’ın kaosa sürüklenmesi bizi de olumsuz etkiler. İran ile önemli oranda ticaret yapıyoruz, yüzbinlerce İran vatandaşı Türkiye’yi ziyaret ediyor. Uzun yıllara giden tarihi ve kültürel bağlarımız var.

Zaman zaman Ankara ve Tahran arasında önemli konularda rekabet yaşansa da son dönemde iki ülke de ilişkilerin güçlenmesi için gayret gösteriyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son Tahran ziyareti de çok iyi sonuçlar vermişti.

İran ile istihbarat ve terörle mücadele konusunda da işbirliğimiz var. Ayrıca DEAŞ’a ve PKK’nın uzantılarına karşı ortak mücadele yürütüyoruz. Suriye konusunda da Astana ve Soçi süreçlerinde İran ve Türkiye yan yana.

“İran’da bu kötü gidişi engelleyebilecek bir kişi var mı?” diye sorarsanız buna yanıt vermek zor.

Din adamları ve Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani arasında ciddi görüş ayrılıkları var. Ülkeyi karıştırmak isteyenler bu ayrılıktan da yararlanmak istiyor.

İçerde ve dışarda bu kadar çok sorunla kuşatılan İran’ın bu açmazdan kurtulmasının tek yolu halkıyla doğru iletişimden geçiyor. Protestoların üzerine abartılı şiddet kullanarak gitmek çok daha üzücü gelişmelere neden olur.

Eğer İran’da yaşananlar bölgenin dışardan dizayn edilmesinin bir parçası ise Türkiye, İran’ın istikrarının yanında yer alır diye düşünüyorum.

İran sinema ve şiiri

Taşkın Koç / Yeni Şafak

Hani insan yılın ilk yazısında şöyle ağız tadıyla bir sinema sanat edebiyat kültür yazısı falan yazmak ister. Bir zamanlar öyle olurdu zaten.

Ben de şimdi son izlediğim Senin Dünyanda Saat Kaç isimli filmden bahsetmek isterdim doğrusu. Aşkı anlatan yüzlerce çok iyi film gibi bu da kendince çok iyi anlatıyor diye. Şiirsel duygusal komik ve alttan alta bir hüzün taşısa ve sonunda sevenler kavuşmasa da iç karartmayan bir film olduğundan söz edebilirdim. Müziklerinin ve çekimlerinin ayrıcalıklarından falan.

Lâf oradan açılmışken İran şiirine de uzanırdı giderdi yazı.

Ama bu eski komşumuzdan bahsedeceksek malûm gündem içeride yaşadığı karmaşa olmak zorunda.

Son birkaç aydır yazılarımda, dış dünyadaki gelişmelere bakarken sık sık İran ve İsrail’e de atıf yapmıştım. Her ikisinin de hedefleriyle eline geçen arasındaki büyük makasa dikkat çekmeye çalışmıştım. Güya büyük amaçlarının onlara çıkardığı ağır faturaya.

Bugün İran eksenli toplumsal olaylara bakınca da ister istemez bu “fatura”dan bahsetmek gerekiyor. Tıpkı, aslında dünya medyasında az yer tutan İsrail’deki günlerdir süren Netenyahu karşıtı eylemler gibi.

Hızlı bakıp hızlı karar verenlere uyarsak elimizde olup biteni değerlendirmek için iki temel görüş var; bunlardan biri ciddi bir Şii düşmanlığını da içeren İran yönetimi karşıtlığı üzerinden bütün Fars ve Şii dünyasına “başına ne gelirse gelsin, inşallah daha da kötüsü gelsin” bakışı.

Diğeri de madem hazır ABD yönetiminden İran’daki olaylarda göstericileri destekleyen açıklamalar var, o zaman elimizde bir de diğer uç, yani “Şeytani Amerikan emperyalizmi” kalıyor.

Fakat belli ki, tarih defalarca göstermiştir ki İran’da olup bitenlerle ilgili gerçek bu iki uç açıklamanın ötesinde bir yerde.

Evet, İran 1979’dan sonra tercih ettiği yöntem ve yolla kendine, halkına ve bölgeye iyilik etmedi.

Emperyalizmle mücadele adına yürüttüğünü söylediği politika halkına da daha yoksul daha içe kapalı daha dışlanmış bir hayat sundu. Ve bunu sürdürebilmek için doğal olarak daha baskıcı olmak zorunda kaldı, İslam Cumhuriyeti yönetimi de bunun aracılığı için biçilmiş kaftan oldu çıktı, üzerlerinde duruyor işte.

Şüphesiz bu duruşun bu tercihin ABD ve İsrail başta olmak üzere çok sayıda otomatik rakibi, düşmanı olacaktı. Oldu da…

Bu karşılıklı beslenme İran’ın ve halkının ve sonra sırasıyla bölge ülkelerinin hayrına olmadı.

Şimdi olup bitenler bu doğru olduğu gerekli olduğu çok şüpheli görünen kendi toprakları dışında bir savunma hattı kurmak, hinterlandını genişletmek, bir Şii kalkanı oluşturmakla ilgisi var. Çünkü bir yandan da ölümler ve yoksulluk getiriyor.

Ve 2017’nin geride kaldığı 21. Yüzyılın ortasına doğru ilerleyen dünyanın iletişim ve teknoloji sıçramasında kitlelerin bunları sorgulamaması imkânsız hale geliyor.

Bir yanıyla da Trump sonrası Amerikan politikalarında Ortadoğu’da İran, doğuda Rusya ve Uzakdoğu’da Çin karşıtı politikaların şiddetle görünür hale gelmesini de yok sayamayız.

Sadece ambargolarla bile dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz üreticisi İran’ın yıllık gayrısafi milli hasılasını Türkiye gibi neredeyse hiç petrol ve doğalgazı olmayan bir ülkenin GSMH’sının yarısından daha aşağıya çekmesini sağlayabilen bir baskıdan bahsediyoruz.

Kimsenin kimseye kolay kolay hele İran gibi büyük bir ülkeye silahla saldırması mümkün değil.

Ama onun hinterlandına, sınırları dışındaki operasyonlarına müdahale, ittifaklarına hücum, rakiplerine maşa olma fırsatı yanında işte yaptırımlarla bile boğazına basılabiliyor.

İranlılıkla büyük beceriyle içindeki onca küçük de olmayan azınlıkları bir arada tutmayı başaran İran, bunu koşullar kötüleştikçe ne kadar başarabilecek?

Üstelik şimdi olaylar gösterilerle ortaya çıkan, onların bildiği ama bizlerin az bildiği ciddi bir yolsuzluk, rüşvet çalkantısı rahatsızlığı görünür hale gelmiş iyice.

İran’ın iktidar tartışmaları bilinen ama ortalama vatandaşın elindeki yetersiz parayı geçinebilmek için faizle çevirmeye çalıştığını, bu yaygın yöntemin de geçtiğimiz yıl büyük fiyaskoyla sonunda patladığını da öğreniyoruz. Tıpkı bizim 1980’lerin başındaki Banker Skandalı’na benzeyen bir çökmeden bahsediliyor.

Velhasıl İran bu toplumsal tepkileri durduracak, büyümesini önleyecek durumda şüphesiz.

Ama sorunların kaynağına inip tekrarlanmasını önleyecek önlemleri alabilecek mi, asıl önemli olan bu.

Yoksa, toplumsal olanı durdursanız bile tarihin gittikçe kenarına itilmek, itildiğini görmemek veya umursamamak en büyük ceza zaten.

İran sineması, şiiri, kültürü, medeniyeti, insanı bunu hak ediyor mu gerçekten?

‘İran’ın binlerce yıllık devlet geleneği’

İbrahim Kiras / Karar

Dikkatinizi çekmiştir muhakkak, İran’da geçtiğimiz hafta başlayan -veya başladığı duyulan- sokak olayları yoğunluğunu her geçen gün arttırırken Cumhurbaşkanı Ruhani olayların dördüncü veya beşinci günü çıkıp ilginç bir açıklama yaptı: “Anayasaya göre halkın eleştiri ve protesto yapma hakkı vardır. Hükümet yasal eleştirilere ve protestolara alan sağlamalı.”

Gerçi yapılan eylemler hükümetçe yasadışı kabul ediliyor ve protesto gösterilerine katılanlardan şiddet esirgenmiyor ama yine de cumhurbaşkanının sözlerindeki rahatlık veya özgüven ilgi çekici. Bunu yalnızca dış dünyaya yönelik bir şov gibi de görmemek lazım. Birilerinin aklına Arap Baharı’nı, birilerinin aklına aynı ülkenin 40 sene önce yaşadıklarını getiren sokak eylemleri İran devlet kademesinde beklenen ölçüde paniğe yol açmış görünmüyor. Neredeyse her zamanki “Amerika düğmeye bastı” açıklamalarında ve sokağa yönelik tehditlerde bile panikten ziyade sükûnet var. Bu gerçekten ilginç.

Özellikle dışarıdan bakıp bu ülkede olup bitenlere ilişkin yorum yapanlar arasında 1978-1979’daki sokak hareketlerinin rövanşıyla karşılaştıklarını zanneden -veya ümit eden- bunca “İran uzmanı” varken…

Muhtemelen İran’ı yönetenler karşılarındaki sorunu henüz akut niteliği kazanmamış kronik bir sorun olarak görüyorlar. Çünkü sokaktaki insanların ortak bir hedefi, ortak bir talebi yok. Birbirleriyle ilgileri de yok. Dolayısıyla liderlikten mahrum durumdalar. (Bütün bu “yok”ların anlamı: ne kadar yaygın ve geniş ölçekte de olsa organize olmayan bir halk hareketinin organize devlet gücü karşısında başarıya ulaşma ihtimalinin olmayışı.)

1979’da durum öyle değildi. Sol ve liberal müttefikleri olsa da sokağın sahibi molla sınıfıydı ve İran’daki Şii molla sınıfı kendiliğinden bir hiyerarşiye sahip olduğu için zaten liderlik sorunu da söz konusu değildi.

Ama İran Cumhurbaşkanının rahatlığının tek sebebi bu değil herhalde. Ruhani siyasi çizgi olarak ülkede toplumun daha serbest, devletin daha az otoriter olmasını isteyen zümrenin temsilcisi. Toplumu baskı altında tutarak rejimi korumaya çalışmanın yanlış olduğunu, rejimin yeni ihtiyaçlar ve yeni taleplere uygun şekilde yenilenerek korunabileceğini savunuyorlar. Dolayısıyla sokaktaki olaylar “liberal” diye tanımlanan bu kesimin haklılığını gösterdiği için Ruhani ve arkadaşlarından ziyade “muhafazakâr” denilen kesimi kaygılandırıyor olmalı. Çünkü toplumun birtakım taleplerinin yerine getirilmesinin rejimin kaybı olarak görülmesi bir yana, liberal kanadın haklılığının ispatlanması ayrı bir mutsuzluk kaynağı bu kesim için.

***

Bu noktada şunu da hatırlatmak lazım: İran’ın mevcut siyasi sisteminde yönetimin liberal veya muhafazakâr kanatlarının etki gücü çok sınırlı aslında. Ülkede bütün ipler “dini lider”in elinde. Dini lider bazen bu kanatlardan birine yol veriyor, bazen öbürüne. Toplumdaki talepler, ihtiyaçlar, dalgalanmalar doğrultusunda ve tabii “seçim sandığı” aracılığıyla gerçekleşiyor bu nöbet değişimleri ama sandığın evrensel standartlarda adil ve güvenli olup olmadığı da büyük bir tartışma konusu İran’da. (Anlaşıldığına göre, bazı Asya ve Afrika diktatörlüklerinde olduğu kadar göstermelik değil sandık bu ülkede ama Avrupa demokrasilerindeki kadar şeffaf ve adil sayılması da mümkün değil.)

Haddizatında sağcılar da kazansa solcular da kazansa sonuçta “majestelerinin hükümeti” yönetiyor ülkeyi. Zaten oradaki cumhurbaşkanı yetkileri itibarıyla yarı başkanlık rejimlerindeki başbakan gibidir. Asıl güç dini liderde.

***

Sokak eylemlerinin gitgide yayılmasına rağmen İran’ı yöneten zümrenin rahatlığının bir sebebi de yukarıda sözünü ettiğimiz siyasi yapı. Yani merkezinde veya başında dini liderin oturduğu devlet mekanizması.

Bu mekanizmada dikkat çeken ilk nokta, görünüşte molla sınıfına dayanmasına ve demokrasinin daha ziyade şekil şartlarına uygun işlemesine rağmen İran’ın mevcut siyasi yapısının oligarşik bir mahiyette olmayışı. İkincisi, devlet kurumlarının varlığını ve bağımsız işleyişini iyi kötü sürdürüyor olması. (Tıpkı -yine demokrasinin ancak şekil şartlarına sahip olan- Rusya’da olduğu gibi…)

İkide bir kullandığımız “İran’ın binlerce yıllık devlet geleneği” klişesinin anlamı galiba bu noktada aydınlık kazanıyor. İran’da 1979’da gerçekleşen “İslam Devrimi” ülkenin siyasi rejimiyle birlikte neredeyse her şeyini değiştirdi. Ama devlet sisteminde kurumsal yapılar değişmedi. Daha doğrusu yeni hedefler, yeni araçlar ve bir ölçüde de yeni kadrolarla işlevini yerine getiriyor bunlar.

Söz gelimi 1979 Devrimi’nin ihdas ettiği dini liderlik kurumu aslında devlet hayatındaki “Şah figürü”nün yenilenmesinden ibaret. “Şah” figürü İran siyaset kültürünün vaz geçilmez esaslarından biri ve toplumda sınıfların, devlette kurumların birbirleriyle ahenk içinde varlıklarını ve işlevlerini sürdürmelerini sağlayan temel otorite. Şimdi adı değişti ama işlevi aynı. Devlet kurumları da toplumsal kurumlar da üç aşağı beş yukarı aynı anlayışla yenilendi.

Demek istediğim, kurumların işlediği ülkelerde sokaktan duyulan korku kurumların işlemediği ülkelerde duyulan kadar olmaz.

İran Baharı mı?

Güneri Civaoğlu / Milliyet

2018’e geçişte “Pando-ra’nın Kutusu” İran’da açıldı.

Ülkenin ikinci büyük kenti Meşhed’de başlayan sokak hareketleri başka kentlere ve Tahran’a da sıçradı.

“Arap Baharı” diye anılan ve Tunus’tan başlayarak Kuzey Afrika’da yönetimleri art arda deviren, sonunda Suriye’yi de iç savaşa sürükleyen sokak hareketlerinin bir yenisi mi?

..................

İran’da sokaklara çıkan göstericiler, “ekonomik sıkıntıları ve yolsuzlukları” protesto ediyorlar.

Tepkilerin adresinde dini lider, en yüksek otorite Ayetullah Ali Hamaney bile var.

Halk, ayrıca “Irak, Suriye, Yemen’de İran’ın savaşlara katılarak, ülkenin kalkınmasına tahsis edilmesi gereken mali kaynakların savrulduğu” görüşünde.

...................

Şah’ı deviren halk ayaklanması bu kez de İran’daki “Mollalar rejimini” devirebilir mi?

Şu aşamada böyle bir iddia “büyük abartı” olur.

Ama...

Bakın, sokaklar hâlâ hareketli... Protestolar yayılarak sürmekte.

Tahran yönetimi güvenlik güçleriyle olayları bastırmanın yanı sıra “Instagram” ve “Twitter” hesaplarını önce yavaşlattı, sonra da durdurdu.

Çünkü...

Arap Baharı’nın en etkin ateşleyicisi bu iki internet uygulamasıydı.

Kitleler internet yoluyla örgütleniyordu.

Toplanma yerleri, atılacak sloganlar böyle bildiriliyordu.

Fakat...

Görülüyor ki “yavaşlatma ve durdurma” yeterli olmamakta.

Güvenlik güçleri de sonuç alamıyor.

Hiç değilse şimdilik...

.....................

Şimdi...

Devreye, Mollalar rejiminin milisleri olan “Devrim Muhafızları” girmek üzere.

Bu “sivil örgüt” bir açıklama yaparak “sonuçları ağır olacak şiddet uygulayacağını” bildirdi.

“Sivilin sivili vurması” gibi bir durum çok tehlikeli.

Sokağa çıkan halk üzerinde patlama yaratacak fitilin ateşlenmiş olması gibi bir etki de yapabilir.

......................

ABD Başkanı Trump İran’da başlayan bu sosyal yangını alkışlar nitelikte tweet’ler atmakta.

Protestocuları desteklediğini ortaya koyarak “teşvik” etmekte.

Ortadoğu uzmanı yorumculara göre bu “sosyal yangınların arkasında ABD ile Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri” var.

İran’daki ajanları patlamaları ateşlemekte.

Ne var ki...

İran’da ekonomik sistemin çöküşü ve halkı derinden vurması yaşanmasaydı, bu sosyal yangınlar da çıkmazdı.

İran uzun süredir ABD ambargosu nedeniyle ekonomisi zayıflayan, halkın sıkıntıları artan bir ülke.

Üstüne “sesli gazete” denebilecek fısıltıların da “yolsuzluk” haberlerini yaydığını ekleyin.

Ve -her ne kadar Suriye, Irak ve Yemen’de İran milis güçlerinin bu ülkeler tarafından finanse edildiği iddia ediliyorsa da- İran halkı “kendi mali kaynaklarının sınırları ötesinde savrulduğu” kanısında.

.......................

İran binlerce yıllık büyük bir devlet.

Dışarıdan sokulan çomaklarla kolay kolay bir Suriye ya da Irak’a dönüşmez.

Ama...

Yukarıda belirttiğim gibi, İran’ı yönetenlerin yeteneksizlikleri asıl neden...

......................

Türkiye’nin çok dikkatle izlemesi gereken yeni bir süreç bu.

 

İran vesilesiyle; toplumsal olaylara nasıl bakmalı?

 

İbrahim Varlı / Birgün

1 - Toplumsal/siyasal olayları kafadan, doğrudan etiketleyip reddetmek de, koşulsuz canhıraş bir şekilde savunmak da doğru değil. İki uç eğilime de mesafeli yaklaşılmalı. Bir toplumsal hareketi baştan yaftalayandan da, aksini yapıp bayraktarlığına soyunandan da uzak durulmalı.

2 - Her toplumsal/siyasal meseleyi dakikasında emperyalizme bağlama yanılgısına düşmeden, ama emperyalizmin etkisini de unutmadan değerlendirmekte fayda var. Emperyalizm olgusunu ihlal ederek bir meseleye bakmak nasıl bir eksiklikse, her gelişmeyi buraya dayandırmak da yanıltıcı olur.

3 - Bir hareketin amaçlarına, taleplerine, isteklerine, ittifak yapısına, dış güçler ve emperyalistlerle kurduğu ilişkiye bakmadan değerlendirmek doğru sonuçlar üretmez. Yakın siyasi tarih bizlere bunu somut örnekleriyle göstermiştir.

4 - Hele ki söz konusu Ortadoğu’ysa emperyal merkezlerin niyetlerini bilerek, ama aynı zamanda bölge halklarının on yıllardır otoriter, baskıcı, teokratik, İslamcı rejimler altındaki yaşantısını da hatırlayarak gelişmelere yaklaşmak bir zorunluluk.

5 - İran’daki olaylara da bu çerçevede yaklaşılmalı. Katı bir teokratik rejimin hüküm sürdüğü molla rejiminin ekonomik, siyasi sorunları rejimin ABD karşıtlığı üzerinden temize çıkarılamaz. İran muhalefetine yönelik her yıl milyonlarca dolar yatırım yaptığı bilinen ABD’nin de sokağa dökülen kitlelere sunduğu destek görmezden gelinemez.

6 - Kapanmanın zorunlu olduğu, yaşam tarzının tepeden belirlendiği, yaşamın her bir hücresinin Şii şeriatına göre belirlendiği Molla rejimine, ABD karşıtlığı üzerinden hoş bakılamaz. ABD emperyalizminin de hedef tahtasına oturttuğu molla rejimi üzerinden “demokrasi havarisi” kesilmek istediğini bileceğiz.

7 - Molla rejiminin tüm kötülüğüne rağmen, Molla düzenine duyulan öfkeden yola çıkarak İran’da düzenlenen her eylemi koşulsuz desteklemek de, tarihten hiç ders alamamak demek. Halkın Molla rejimine olan haklı öfkesi ile Batı’nın ve bölgesel ayaklarının heveslerini birbirinden ayırmalı.

8 - Nesnel, gerçekçi değerlendirmeler için güçler dengesinin hesaba katılması gerekiyor elbette. Ancak jeopolitikçi, jeostratejikçi, güvenlikçi yaklaşım ve analizlerden mutlak suretle uzak durulmalı. “Bu eylemler İran’ı zayıflatıyor, öyleyse ABD ve İsrail’e hizmet ediyor” tarzı egemenler arası çatışmalar perspektifinden olaylara bakmaya cevaz verilmemeli.

9 - Rejimin sözcüleri dahi enflasyonu, yoksulluğu, açlığı ve sıkıntıları kabul ederken, sokağa çıkan kitleleri anladıklarını söylerken, hariçten gazel okunamaz. Buradaki İslamcı yandaşlar misali orada da Mollalar güruhu el koydukları ülke zenginliklerinin üzerinde kendi milli davalarını güdüyor. Zengin yeraltı kaynaklarına sahip ülkenin yoksulluğunun nedeni sadece ABD yaptırımlarına bağlanamaz.

10 - ABD ve Suudi Monarşisi’nin süreci manipüle etme yönündeki çabaları gözden kaçırılmamalı. ABD’nin İran muhalefetine yönelik her yıl milyonlarca dolar yatırım yaptığı bilinen bir gerçek. Ancak ABD’nin eylemlere anında destek açıklaması süreçle doğrudan bağı olduğunu göstermez, elbet aksini de. ABD, nihayetinde soldan olmadığı müddetçe İran’ı zayıflatacak tüm süreçleri destekler.

11 - Suudi Monarşisi de İran’a karşı uzun süredir açıktan iç karışıklık hazırlığı yapıyordu. Suud Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman (MbS) kısa bir süre önce, “Savaşı İran’ın içine taşımalıyız, bu tek yol” sözleriyle bunu açıkça ilan etmişti. Suudiler, Arap nüfusun yaşadığı Ahvaz bölgesi için düğmeye basmıştı. Ahvaz’daki eylemlerde Suud Kralı’na selam gitmesi de manidar.

12 - Ayetullahlar’ın hükmettiği Molla rejimi, bölgesel yayılma stratejisiyle sürekli dış düşmanlar üretiyor. Bunun ekonomik maliyetini de halk ödüyor. İranlıların “Gazze’ye, Suriye’ye, Hizbullah’a değil, halka para” sloganları bu nedenle dikkat çekici. Yoksullukla cebelleşen İranlıların rejimin Ortadoğu’nun dört bir tarafına milyonlar akıtmasını anlamamasını anlamalı! Rejimin “devrim ihracı” hedefi ya da “hegemonya kapışması” sıradan yurttaşlar için bir anlama gelmez.

13 - İran solunun, kitleleri Molla rejimine karşı sokaklara çıkmaya çağırması anlamlı. Ancak İran solu umut vermekten uzak. Yasaklı, ülke dışında yaşamak zorunda bırakılan solun, molla rejimine olan öfkeyle her türlü kalkışmanın yanında olması anlaşılır bir durum.

İran eylemleri 101

Nevşin Mengü / Birgün

İran’da eylemler Amerikan destekli mi?

Hepimiz oryantalistiz. “Doğu halkları ayaklanıyorsa, kesin ardında bir şey vardır. Kesin Amerikan parmağı vardır” diye düşünüyoruz ve çok büyük haksızlık ediyoruz. Çünkü insan sonunda insan. Ve İranlılar bu kadar büyük petrol ve gaz rezervlerine sahipken, neden bu kadar fakir olduklarına anlam veremiyor ve sinirleniyor. İranlılar, vergilerinin İran rejimi tarafından Suriye’de harcanmasına kızıyor, Hamas’a akıtılan paralara anlam veremiyor. Buna öfkeleniyorlar ve tepki veriyorlar. Bunun için illa Amerikan ittirmesine gerek yok. Baskıcı rejimler haksızlıklarla örülüdür ve haksızlıklar açlıkla birleşince insanları öfkelendirir.

Ha öte yandan protestocular Batı destekliyse rejim de Rusya ve Çin destekli. İran rejimi “tam bağımsız” değil, Batı karşıtı.

Kafamızdaki şablonda, “Bir şey Amerikansa kesin kötüdür” diye yazılı, peki Rusya kaynaklıysa illa iyi mi? Rusya rejimi kelebekler ve kuşlar mı?

Protestoların 2009’dan farkı

2009 yılında eylemciler solculardı, dolayısıyla muhafazakârlar için protestocuları Amerikan destekli hainler, başıbozuklar olarak nitelendirmek çok kolay oldu.

2017’de ise isyan ilk muhafazakâr kent Meşhed’den başladı. Eylemciler Ruhani karşıtlarıydı, hayat pahalılığına karşı ayaklanıyorlardı. Eylemler Tahran’a doğru yaklaştıkça farklı gruplar tarafından sahiplenilmeye başlandı ve sloganlar Ruhani’den dini Rehber Hamaney karşıtlığına döndü. Fakat yine de Ruhani iktidarında başlayan bu ayaklanmalar bir yandan hâlâ muhafazakârların işine geliyor o nedenle, ayaklananlar muhafazakârlar deyip kestirip atamıyorlar.

2009’da eylemcilerin lideri vardı. Şimdi ev hapsinde olan reformist Musavi ve Kerrubi. 2017’de ise bir lider yok. Ama öbür taraftan muhafazakârların da Ruhani karşısına çıkacak bir lideri yok. Eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad aradan kafasını uzatıyor ama Ahmedinejad, Dini Rehber Hamaney’e karşı bir cepheye geçtiği için İran siyaseti “meşru” zemininde siyaset yapması artık neredeyse imkânsız. Ancak bir rejim değişikliğinde mümkün, bu da işte kaderin cilvesi.

Sokaklara dökülen rejim yanlıları

Aynısı 2009’da da olmuştu. Gençler özgürlük talepleriyle sokaklara dökülünce, İran rejimi dünyaya kendi taraftarlarıyla şov yapmak istedi. Bu insanlar genellikle Tahran’a İsfahan’a yani büyük kentlere tahsis edilen araçlarla getirilir. Devlet memurlarının bu eylemlere katılması zorunlu kılınır. Öğrenciler toplanır, bu kalabalığa katılır vesaire. “Marg bar zıddı Velayet-i Fakih” yani “Dini Rehbere karşı olanlara ölüm” diye slogan attırılırlar, büyükçe bir kısmı da attığı bu slogana inanır.

He arkadaş ayaklanacaklar da n’olacak?

Valla arkadaş herhalde bir şey olmayacak, otokrasiler eylemlerle yıkılmaz. Diktatörler eylemle ve seçimle gitmez. Ancak ordu, polis vb kolluk kuvvetleri otokratlardan desteklerini çekerse giderler. Yoksa elbette rejim kolluk kuvvetleriyle sokağa dökülenleri ezip geçer. Otokrasi kötüdür arkadaşlar ve bir kere iktidara yerleşti mi, gitmesi çok ama çok zordur.

Acem baharı!

Ergün Diler / Takvim

2018'in herkese sağlık, huzur, mutluluk getirmesi dileğiyle kaldığımız yerden devam ediyoruz...

Daha önce yazdıklarımı hatırlatmak istemiyorum. Bazen mecbur kalıyorum. Yine öyle bir zaman diliminden geçiyoruz.

18 Ekim'de altını çizdim sanırım...

O gün şunları yazmıştım: MICHAEL D'ANDREA...

CIA'nın kara kutusudur.

D'Andrea'nın İRAN MASASININ başına geçmesi yeni bir dönemin habercisidir...

D'Andrea'nın göreve gelmesi, işlerin karışacağının göstergesi... Kaotik dönemin başlangıcı... D'Andrea, Farsça, Arapça ve Türkçe bilir... Şimdi Ortadoğu'da yeni bir düzen kurulacak.

Michael D'Andrea da bu düzenin mimarı olacak. Bu konunun uzmanı D'Andrea, 3 yıldır Pentagon'un emri ile bu planı hazırlıyor. Eşinin Müslüman olması, sonra kimse inanmasa da kendisinin de Müslümanlığı tercih etmesi, onun bölgede çok güçlenmesini sağladı...

D'Andrea İRAN'daki olayların gizli oyuncusu... Önümüzdeki dönemde muhtemelen ismini daha çok duyacağız.

Özel biridir. Çok özel bir eğitim almıştır.

Ve bunu şimdi sahada göstermektedir...

Peki İRAN'daki olaylar nasıl başladı?

Daha doğrusu bu karar ne zaman, nerede alındı? Cevabı bulunması gereken sorular bunlar...

8 Kasım 2016 günü hem ABD için hem dünya için önemli bir gündü! O günün gecesi daha da özeldi! O saatler özellikle İran için önem taşıyordu.

Trump seçilmiş ancak koltuğuna daha oturmamıştı. O gece İKİ ÖNEMLİ İSMİ seçim merkezindeki ofise çağırdı. GİZLİ YAPILAN görüşmede masada İRAN vardı. Gelenler CIA DİREKTÖRLÜĞÜNE gelecek olan Mike Pompeo ile kısa süre sonra İRAN MASASINI yönetecek olan Michael D'Andrea'ydı! Görüşme kararlılıkla başladı ve bitti!

90 dakika süren toplantıdaki tek konu İran'dı. Trump, göreve gelmeden önce İran konusunda en detaylı bilgiyi alan kişiydi. Çünkü İran, BAZI YAHUDİ LOBİLERİNİN en kısa sürede güçsüzleştirilmesini istediği bir ülkeydi. Trump da, 20 Ocak'ta görevi teslim aldıktan sonra ilk adım olarak Obama'nın İran'la yaptığı anlaşmayı çöpe atacağını söyledi. Hatırlayın! İşareti vermişti yani... İran'da rejimi değiştirmek için ne gerekiyorsa yapacaklardı. Bütün emirler ve alt yapı hazırdı! Pompeo henüz CIA Direktörü olmamıştı ama İran konusunda atılacak adımlar belirlenmişti.

Trump hızlı bir şekilde İRAN KARARLARI aldı. Michael D'Andrea, CIA İran Masası Şefi oldu. İLK İŞ OLARAK TAHRAN'DAKİ GİZLİ 2 CIA EVİNİ HAREKETE GEÇİRDİ!

Sonrasında İran'lı muhaliflerle bir araya geldi. 2018 yılında İran'da başlatılacak ayaklanmayı organize etti.

Tabii ayaklanma önemliydi.

Ancak ayaklanmadan sonra atılacak adımların da eksiksiz ve kesintisiz olması gerekiyordu. Eğer ayaklanma başlatılırsa ve ardından da ambargonun derinleştirilmesi hızlanırsa, İran rejiminin eli kolu bağlanacaktı. İlk adım geçtiğimiz Cuma günü atıldı. KAOS için start verildi.

Tahran, Reşt, Zencan, Kirmanşah, İsfahan, Hamadan ve Meşhed'de tam 40 noktada sokaklar karıştı. İranlı muhalifler sokaklara çıkarken ABD de sosyal medyadan aralıksız destek veriyordu.

İran'ın içindeki olaylar bir anda başlıyor ve uzaklardaki ABD'den an be an destek mesajları atılıyordu. EN üst koltuklardan!

Bu görev dağılımı nedeniyle birinci ve ikinci adım çok başarılı oldu. 3. adım olarak İran'ın uluslararası para dolaşımı engellenecekti. İran yönetiminin yurt dışındaki paraları açıklanmasa da bloke edilecekti. Belki de şu an edildi bile...

İran'la iş yapan ülkelere son bir uyarı daha gidecek. Eğer bu ülkeler hala İran'la iş yapmakta ısrar ederse, ayaklanma sonrası yaşanacak gelişmelerden etkilenecekler. Trump, 20 Ocak günü görevi teslim aldıktan sonra yaptığı ilk toplantıda "1 yıl sonra bu saatlerde İran'da rejimin değişeceğini biliyorum" demişti. Planları böyleydi! İran merkezde.

Büyük değişimi İRAN'dan başlatıp oyunlarını kurmak istiyorlardı...

Michael D'Andrea'nın ne kadar özel biri olduğu yine bir CIA yetkilisi tarafından da açıklandı. CIA ajanı Robert Eatinger, "Michael D'Andrea CIA İran Masası Şefi olarak atandı. Çünkü mezun olduğu dönemin en iyisi. En etkilisi. Hata yapmamasıyla ünlü. İran, bir süre önce Michael D'Andrea'nın bu özel göreve atanmasındaki planı anlayamadı. İran için zor günler o atamayla başladı. Ancak dikkatlice izlediğiniz zaman İran'ın bunu anlamadığını net olarak görebiliyoruz" dedi. Biz yazarken İran sanırım görmüyordu yaşanacakları...

İran'da İKİ CIA EVİ VAR! Bu doğru.

Ancak Michael D'Andrea'nın yönetebilme şansının olduğu ev sayısı 4 bin! Pek çoğu da TAHRAN'da! Biz bilmesek de şu an için ORTADOĞU'daki en tehlikeli isim Michael D'Andrea.

Bunu da yakında herkese göstermek niyetinde. İran, bu ayaklanmayı Avrupa ülkelerindeki halkların sokağa çıkması gibi algılayabilir. Eğer olaya böyle bakarsa büyük hata yapmış olur. Öyle olmadığını anladıklarında da iş işten geçmiş olur.

Arkada çok iyi düşünülmüş bir plan var.

İyi organize olmuş bir ekip var. Hedefleri de İRAN!

Madalyonun bir de öteki yüzü vardı tabii. DARBELERE GİDEN YOLDA HEP İÇERİDEN VE TEPELERDEN BİRİLERİ DESTEK VERİR! BU KURAL DEĞİŞMEZ... İran'a bakınca da bunu görmek zor değil...

Bugün İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin yanında bulunan birçok önemli isim de bu ayaklanmaya destek veriyor. Ortaya çıkın emri geldiği anda onları tüm dünya görecek. Bir iktidarı değiştirmek istiyorsanız hedef kişinin yanındakileri kendinize bağlamanız şarttır! Washington da öyle yaptı. SÖZ KESTİĞİ İSİMLER VARDI. Michael D'Andrea bunu da organize etti. Michael D'Andrea'nın kendi gibi özel biri olan eşi de bu plana çok önemli destekler verdi.

ABD, rejim değişikliğinden sonra göreve getireceği ismi bile hazırladı.

Yaptıkları plana sonuna kadar güveniyorlar. Yani Ruhani'den sonraki isimler bile hazır. Temas sağlandı söz alındı! Bu kişi Ruhani'ye uzak biri de değil. Arabistan'ın ılımlı İslam kararının benzerini Tahran'da göreceğiz.

Eğer KAOSTAN İSTEDİKLERİ SONUCU ÇIKARMAYI BAŞARIRLARSA TABİİ !

Eğer çok inandıkları planları öngörülemeyen bir noktada tıkanırsa bu kez D'Andrea'nın asıl planı devreye girecek! İran'ın istediği olmasın diye tansiyonu yükseltecekler. O zaman bölgede yaşanacak hareketlilik, İran dışında 4-5 ülkeyi daha etkileyecek.

Mezhep savaşı aslında ilk planda vardı.

Ancak İran'da rejimin değişmesi halinde bu planı rafa kaldıracaklardı. Çünkü mezhep savaşının yaratacağı etkinin boyutlarını bilecek bir bilgisayar veya yapay zeka henüz yok. ABD de, bölgeyi ele geçirmek isterken tamamını kaybetme riskini göze alamadı. O nedenle mezhep savaşı şimdilik rafta. Eğer ABD planlarında başarılı olamazsa, o zaman mezhep savaşı raftan iner. Bu da ikinci plan... Ve güncelliğini korumakta!

İKİNCİ PLAN GEREĞİNCE belirlenen 600 nokta var! Bu noktalara düzenlenecek saldırı ile bir anda mezhep savaşına uyanırız. Trump aslında göreve geldiği anda ilk isteği MEZHEP SAVAŞI oldu. Bunun başarılması halinde büyük planın da hızlanacağını düşündü.

Ancak Körfez ülkelerinde istenilen güce ulaşamayan ABD, mezhep savaşından vazgeçti. İran hala bu olayın ne kadar ciddi olduğunu kavrayamadı. İran'ın protestolara müdahil olacak güvenlik birimleri, hala olayların artacağını düşünmüyor. ABD, İran olayında tek taraf olmayı seçti. Yanına kimseyi de istemiyor. Ancak karşısında da kimseyi görmek istemiyor. Eğer İran'ı ciddi şekilde savunan bir ülke olursa, ABD mutlak bu ülkeyi de hedefe koyacak. Çünkü İran'da istenileni elde edemezse ABD'nin Ortadoğu planları birkaç yıl ertelenir.

Birkaç yıl içinde de Amerika Birleşik Devletleri'deki güç savaşları büyük planın unutulmasına neden olur.

Trump buna izin vermek istemiyor.

O nedenle agresifler... Bütün bunlar ABD'de yazılıyor çiziliyor...

İran'a bakın! İPEK YOLU'nun olmazsa olmazlarından... Bir taşla birden fazla kuş vurma amacındalar.

ORTADOĞU-AVRASYA-AFRİKA'yı kontrol etmek istiyorlar. SÜPER GÜÇ olabilmek ve kalabilmek için... 2018 çok ama çok önemli bir yol olacak. Çok şey yaşayacağız. DÜNYA DÜZENİ bu yıl kurulacak. Bu motivasyonla hareket eden KÜRESEL GÜÇLER var. Bu çekişmeyi hissetmeyen kalmayacak.

Amerikan sürprizi

Eray Güçlüer / Diriliş Postası

Öncelikle yeni yılın milletimize hayırlar getirmesini diliyorum. Tabi ki yılbaşının emniyet ve güven içinde geçirilmesini sağlayan Güvenlik Korucularımıza, Türk Jandarmasına, Türk Polisine, Türk Silahlı Kuvvetlerimize, Milli İstihbarat Mensuplarımıza ve diğer güvenlik birimlerimize şükranlarımı sunuyorum. Belki neden kurumların isimlerini bu kadar ayrıntılı yazdığımı merak eden olursa söyleyeyim, bir güvenlik uzmanı olarak her ne kadar dışarıdan çok fazla görülmese de bu ülkede huzuru ve asayişi temin etmek için verilen insan üstü çabaları anlayabiliyorum. Türkiye’yi terörle anılan bir ülke konumundan çıkarmak, ülkemizi huzurlu ve modern bir ülke durumuna getirmek için gecesini gündüzünü dağlarda Mehmetçikle birlikte geçirenleri bu millet asla unutmayacaktır.

Gelelim Amerikan sürprizine! ABD Büyükelçiliğince 28 Aralık 2017 tarihinde yapılan resmî açıklamayla Türkiye’ye yönelik uygulanan vize vermeme krizinin sona erdirildiği açıklandı. Hatırlarsanız vize krizi ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı M.T.’nin FETÖ üyeleri ile irtibatı ve yurtdışına çıkışları konusunda yardımcı olduğu iddiasıyla 4 Ekim 2017 tarihinde göz altına alınması ve akabinde tutuklanmasıyla başlamıştı. İşin magazin kısmı ABD Büyükelçiliğinin Türkiye’den güvence aldık demesi, bizimkilerin ise hayır böyle bir söz vermedik, her şey hukuk içinde yürütülür demeleriydi. Ama başta PYD/PKK’ya silah verme konusu olmak üzere, Kudüs kararına karşı 128 ülkeyi birleştirebilmiş Türkiye ile üst seviyeli kriz yaşayan ABD, neden vize krizini bir çırpıda “söz aldık, söz senettir” diyerek sonlandırdı? ABD ile yaşanan böyle bir kriz ortamında vize sorunun sona ermesi derinliği olan önemli bir konudur, yüzeysel bakılmamalıdır.

Bu konuda söylenebilecek üç husus var. Birincisi ABD’nin Türkiye’yi de kapsayan Ortadoğu Politiğini sadece Donald Trump’a indirgemek yanlış olur. Zira ABD’nin Ortadoğu politikası kendi Küresel Stratejisinin en önemli parçası olup, bu konudaki planlamalar yeni ABD başkanından çok önce yapılmış ve dolayısıyla Trump’ı da aşan bir özelliğe sahiptir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken en önemli ayrıntı; Donald Trump’ın göreve geldiği günden beri hatta daha öncesinden itibaren kendinden önce Ortadoğu politikasını yapanlarla şiddetli bir yönetimsel mücadele içerisinde olmasıdır. İşte bu mücadelenin bazen Türkiye’ye gri bir alan açabildiğini görmekteyiz. İkinci olarak da daha öncede ifade ettiğim gibi 15 Temmuz’dan sonra Suriye ve Irak özelinde Ortadoğu’ya yönelik tehditlerin Türkiye’den ziyade İran’ı önceler bir hal almasının somutlaşmaya başlamasıdır. İran’a karşı S.Arabistan liderliğinde bir koalisyon kurulması ve hatta Arap NATO’su teşkil edilmeye çalışılması, bunun için önce S.Arabistan yönetiminde operasyon yapılıp bir trilyon dolardan fazla bir savaş bütçesi oluşturulma girişimleri, İran’da daha önceden ABD istihbarat raporlarında yazdığı gibi iç kargaşalıkların başlaması, İran’ı önceleyen küresel emperyal tehdidin somutlaşmasına örnek gelişmeler olarak kayda giren hususlardır. Ancak tehdidin 15 Temmuz’da Anadolu coğrafyasından sekerek İran’a yönelmesi kadraj içinde Türkiye’nin de olduğu gerçeğini bize unutturmamalıdır. Hep birlikte bu süreçleri yaşarken veya izlerken Ortadoğu bağlamında İran’daki durumun geliştirilebilmesi için ABD’nin Türkiye’ye en azından belirli ölçülerde Türkiye’nin tarafsızlığını sağlayabilmek adına ihtiyacı olduğunu söyleme yanlış olmaz. İran’daki gelişmelerin Türkiye’yi doğrudan ilgilendirebilecek olması, ikna edilemese bile Türkiye’nin tarafsız kalmasını sağlayabilmek için ABD’nin önümüzdeki süreçte Türkiye’ye yönelik uygulayacağı yeni politikasının adı olabilir. Üçüncü ve son husus olarak da Rusya diye belirtmek gerekir. Çünkü askerlerini Suriye’den muhtemelen Ukrayna’ya kaydıran Rusya’ya karşı, ABD yönetiminin geçtiğimiz hafta Ukrayna’ya “Geliştirilmiş Silah Sistemleri” verme kararı alması, Avrupa’daki kriz merkezi durumunda olan Ukrayna’da yeni ve daha büyük çatışma riskinin habercisi olabilir. Bu nedenle alan odaklı politikalar üreten ABD’nin Türkiye ile bütün bağları koparmak istemediğinin de bir göstergesi olarak vize krizini kısa sürede ve başka krizlere yol açmadan sonlandırdığı düşünülebilir.

Son olarak yeni yıla şiddet eylemleri ile giren İran’daki gelişmelere değinmek istiyorum. 6 Haziran 2017 tarihinde Tahran’da İran Ulusal Meclisine yönelik silahlı IŞİD saldırısı ve aynı saatlerde yine Tahran’daki Ayetullah Humeyni türbesinde bombaların patlamasıyla aslında bugün yaşanan şiddetin fitili ateşlenmiş oldu. Hemen bu tarihten sonra yayımlanan ABD istihbarat raporlarında önümüzdeki birkaç aylık süre içinde İran’da terör eylemelerinin olabileceği belirtiliyordu. Ve öyle de oldu. Bundan sonraki süreç; İran’ın göstericilere karşı orantısız güç kullanması, İran devletinin Suriyelileşmesi ve İran üzerinde uluslararası baskının artması şekline dönüşebilir. Umarım küresel güçlerin istediği bu senaryo gerçekleşmez, bunu izleyip göreceğiz ama her halükârda gelecekte bu olayların bizi olumsuz etkilememesi için gerekli tedbirler düşünülüp planlanmalıdır.

İran’da Hedef; Rejim değil, Ruhani

Hüsamettin Aslan / Milat

İran son günlerde, sokak gösterileriyle Dünya’nın bütün sinir uçlarının dikkatini çekti. Tansiyonun artmasına neden olay -görünürde- Yumurta fiyatlarına yapılan zammın ardından, halkın ekonomi temelli, talepleri olarak gözüküyor. İran gibi ‘Demir yumrukla’ yönetilen bir ülkede bırakın rejim karşıtı sokak gösterisi, slogan atmanın bile ağır yaptırımlar uygulandığı ülkede, Humeyni ve Hamaney’nin fotoğrafları yakılmış. Bazı şehirlerde de kamu kurumları ateşe bile verilmiş durumda. Hattı zatında 50’den fazla gösterici ‘sert slogan’ attığı için gözaltına alındı bile. (Ancak şahsi kanaatim, bu gösterilerin çok fazla devam etmeyeceği yönünde) Sokak gösterilerinde, atılan sloganlarda İran rejimini ve rejimin Ortadoğu politikasındaki ekonomik yardımları hedef alıyor!

Arap Baharı sürecinden hemen sonra Ortadoğu’da alan kazanan İran’ın içeride aynı heyecanı yaratmadığını da biliyoruz. Ancak İran’daki gösterilerde bazı detaylar, gösteri(ci)lerin başka bir amaca hizmet ettiğini gösteriyor.

Birazda detaylar üzerinden değerlendirmeyi açalım. Tansiyonun yüksek olduğu şehirlerde, son genel seçimlerde Ruhani’nin karşıda yer alan Muhafazakar İbrahim Reisi’nin yüksek oy aldığı veya başa baş yarıştığı Meşhed, Kirmanşah gibi şehirlerde yapılıyor. Sokak gösterilerine Şii Kürtler destek verirken, Sunni Kürtler sakin pozisyonlarını koruyor. Benzer itidalli pozisyonu Azeri Türklerin yoğun yaşadığı şehirlerde gösteriyor. Mesela Urmiye, Erdebil ve Tebriz gibi. Öyle ki İran rejiminin Horosan’a sürdüğü Şii Kürtlerde protesto gösterilerine katılmıyor. Belucistan’da da sakin bir hava var. Yani gösterilerin yoğun seyrettiği şehirlerde zaten Ruhani karşıtı bir zemin var. Rejimi hedef alması gereken şehirlerde –istisnalar hariç- ciddi bir hareketlilik yok. Yani buradan ‘Rejim karşıtı’ bir değişim çıkmaz.

Ruhani, zaten ekonomi temelinde yoğun bir şekilde eleştiriliyordu. İşsizlik resmi rakamlara göre %13’e yakındı. Enflasyon yükselmiş, su sorunu ve hayat pahalılığı artmıştı. Son olarak İranlıların batık finans kuruluşlarına para kaptırmasına, Ruhani hükümetinin sessiz kalması, ülkede ciddi bir rahatsızlık yaratmıştı. İran’da rejim yanlısı/karşıtları Rejimin özellikle de ‘Banker Bilo’ gibi Suriye, Lübnan, Yemen ve Irak’ta para saçmasından zaten rahatsızdı. Bu bileşenleri Batı yanlısı Ruhani’nin karşısında yer alan Muhafazakarların eleştirisi de eklendi.

İran’da yolsuzluk haberleri, malumun ilanıydı. Çünkü Mollaların desteği olmadan ciddi bir ticaret yapılamıyordu.

İran gibi Ordusu ve çeşitli istihbarat servislerinin güçlü olduğu ülkede yönetim karşıtı gösteriler yapılamazdı. Hele hele ülkenin fay hatlarının kırılgan olduğu şehirlerdeki insanlar, bu gösterilere destek vermiyorsa gösterilerin Ruhani Hükümetini hedef aldığı apaçık ortada bulunmaktadır.

Ruhani ile Rejim arasındaki kriz, 2017 yılında yapılan seçimde Ruhani’nin % 57 gibi net bir sonuçla kazanmasının ardından, -var olan- yolsuzluk iddialarının ayyuka çıkmasıyla başladı. Özellikle Obama döneminde, İran dış ve iç siyasetinde heyecan getiren Ruhani, Trump döneminde ciddi bir eleştiriye maruz kaldı

Özetle, İran sokak gösterileri, İran’ı şuan için mezhep, etnik ve ideolojik kırılmalarını hedef almamıştır. İran’da ABD ve İsrail destekli -en azından şimdilik- silahlı bir kolektif hareketin de bulunmaması mevcut sokak gösterilerinin İran Rejimini değil, Ruhani Hükümetini hedefe koyuyor.

Burada iki ihtimalden bahsedebiliriz. Birincisi, zayıf bir ihtimal hatta komplo olarak bile değerlendirilebilir. İyice yaşlanmış olan dini lider Hamaney’in olası ölümü durumunda, dini lider seçilebilecek kişiye karşı, olası reformist isimlerin tasfiyesi olabilir. Örneğin Rafsancani’nin ölümü gibi (Ölümü kalp krizi olarak lanse edilse de, vücudunda normalin 10 kat radyasyon çıkmıştı)

İkincisi ise kuvvetli ve dönem dönem İran’ın başvurduğu bir yöntem. İran sokakları, Rejim tarafından var olan homurdanmaları Ruhani üzerinden bir hesaplaşma yürüterek, rejimin/devletin güvenliğini ve bekasını gözden geçiriyor olabilir. Ancak kontrollü gerilim, kontrol altına alınamayıp, ülkenin fay hatlarını harekete geçirip, -uluslararası bir destek de kazanırsa- bu gösterilere daha büyük anlamlar yüklemiş olacağız.

Mevcut durum, 2006 yılındaki ‘Hamam böceği’ olayı gibi karşımızda değil.

İran’ı kim karıştırıyor?

Orhan Karataş / Ortadoğu

Yeni yılda ülkemizin, bölgemizin ve dünyanın daha huzurlu olmasını istiyor ve bekliyoruz. Ancak, gelişmeler bunun hiç de kolay olmayacağını gösteriyor. Dünya yeniden şekilleniyor. Yeni ittifaklar, yeni arayışlar öne çıkıyor. Mevcut durumdan memnun olan ve bunu devam ettirmek isteyenler, yeni gelişmelerden son derece rahatsızlar ve kurdukları kirli ve kanlı düzeni sürdürebilmek için her yolu deniyorlar.

ABD VE İSRAİL NİYE MEMNUN?

İran bir hafta içinde aniden karıştı, daha doğrusu karıştırıldı. Gizli bir elin devrede olduğu çok açık.Ne olup bittiğini anlayabilmek için ABD ve İsrail'in tavrına ve açıklamalarına bakmak yeterlidir. Bu kan emici şer ortakları ve onların etrafındakiler İran'ın karışmasından memnun olduklarına göre, demek ki bu işin içindeler ve bizim durup düşünmemiz gerekiyor. ABD ve İsrail'in içinde olduğu hiçbir şeyden, ne muhatap olan ülkelere, ne bölgeye, ne de dünyaya hayırlı bir sonuç çıkması mümkün değildir.İran yönetiminin yanlışları, eleştirilecek tarafları elbette olabilir. Ancak, bu ortada kanlı ve yeni bir oyun olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kaldı ki, bölgemizdeki her huzursuzluk, her istikrarsızlık, her olumsuzluk bizi birinci derecede etkiliyor ve yeni bedeller ödemek zorunda kalıyoruz.

ÖRTÜŞEN MENFAATLERİMİZ

Bölgede değişen dengelere bağlı olarak İran'la verimli ve faydalı bir döneme girmiş durumdayız.Örtüşen menfaatlerimiz ortak hareket etmemizi gerektirmiş ve kolaylaştırmıştır. Barzani'nin ihanetini, İsrail uydusu bir terör devleti kurma girişimini bu birliktelikle savuşturmak çok daha kolay oldu.Kudüs kalleşliğine karşı ABD'yi dünyada yalnız bırakmak konusunda çok tarihi bir sonuç alındı.PKK, PYD, DEAŞ gibi terör örgütlerine karşı işbirliği her iki ülkenin de yüksek menfaatinin gereğidir ve bu yolda çok önemli gelişmeler kaydedildi.  Bunu daha da ileri götürmek ve bunun üzerinde bölgedeki devasa sorunların çözümünde etkinliğimizi arttırmak mümkündür. Bütün bunlara bir de iki ülkenin ekonomik menfaatlerini ve gittikçe artan ticaret hacmini eklemek gerekiyor. İran doğalgazı, enerji ihtiyacımızı karşılamanın en önemli ve en yakın kaynağıdır.   

SIRA TÜRKİYE'YE GELİR

Bir ilginç durum da, Rıza Sarraf davası ile İran'daki karışıklığın üst üste gelmesidir. Davada her ne hikmetse bir türlü karar açıklanamadı ve muhtemelen yarından itibaren her şey kaldığı yerden devam edecek. Bu davanın asla iyi niyet taşımadığı, hukukun çok dışına çıkıldığı, bir baskı aracına dönüştürüldüğü ve bunun üzerinden bir takım hesaplar içine girildiği artık kesinleşmiştir. Bu hesap her ne kadar Türkiye üzerinden görülüyor gibi görünse de, merkezinde İran vardır. İran ve Türkiye'yi aynı anda sıkıştırmak için özel bir gayret gösterildiği de yine dikkatlerden kaçmamıştır. İran'daki gelişmeler bu yönüyle de bizi birinci derecede ilgilendiriyor. Irak ve Suriye'den sonra bu şer ortakları İran'da da istedikleri sonucu alırlarsa, artık sıranın hepten Türkiye'ye geleceğini anlamak için kahin olmak gerekmiyor.

CİDDİ SORUNLARIMIZ VAR

ABD'nin aniden vize krizini sonlandırması bizi yanıltmasın. Yeni ve sıcak mesajların gelmesi de kuvvetle muhtemeldir. Anlaşılan, Türkiye'yi İran'dan uzaklaştırmak için yeni taktikler deneyecekler ve sureti haktan görünecekler. Müttefik olduğumuzu söyleyip, ağzımıza bir parmak bal çalmayı deneyecekler. Çok dikkatli olmak gerekiyor. ABD ile ciddi sorunlarımızda henüz hiçbir gelişme kaydedilememiştir.FETÖ bütün imkanlarıyla ABD'de bulunmaktadır ve oldukça faal durumdadır. Bu kanlı örgütün elebaşının Türkiye'ye iadesi konusunda bütün girişimler sonuçsuz kalmıştır. Bir ilerleme olması yönünde hiçbir işaret yoktur. Kudüs kararı gibi bir kalleşliğin hala dumanları tütmektedir ve bu BM kararlarına rağmen en küçük bir geri adım atılmamıştır. Rıza Sarraf davasında tanık ve sanık olanlar ibret vericidir. DEAŞ'ı nasıl kullandıklarını ve işi bittiğinde de geri çektiklerini bütün dünya ibretle izlemiştir. PKK uzantıları ile işbirliği artarak devam etmektedir. Sayın Cumhurbaşkanına açıkça söz vermiş olmalarına rağmen PYD'ye her türlü silahı veriyorlar ve bir ordu kurduracak seviyeye getirdiler. Bu terör örgütü Suriye'nin geleceğinde söz sahibi olacak bir konuma ulaştırmaya çalışıyorlar. Bütün bu gelişmeler Türkiye'yi doğrudan ilgilendirmektedir ve hiçbirisi de lehimize değildir. Bu şartlarda ABD ile buzların eridiğini söylemek saflığın ötesindedir.

MENFAATİNİZİN GEREĞİNİ YAPALIM

ABD, Rusya ve özellikle Çin'le girdiği bilek güreşinde Ortadoğu kilit konumdadır. Enerji hatları üzerinde mümkün olan en yüksek etkinliği oluşturmak istiyor. İyice yalnızlaşan İsrail'i korumak ve işgallerine devam etmesini sağlamak ABD'nin bir diğer önceliğidir. Bunun için de kanlı planlarına arttırarak devam ediyor. Terör örgütleri üzerinden vekalet savaşları yürütüyor. Bu vahşet ve zulüm karşısında herkesin kendini koruması ve güvenceye alması en doğal hakkıdır. Hükümet son dönemlerde doğru ve haklı bir çizgide yürüyor. Bunun devam ettirilmesi şarttır. Sadece Türkiye için değil, bölgenin ve özellikle bize inanan ve güvenen ülkelerin selameti ve geleceği de buna bağlıdır.ABD ile bütün ilişkilerimizi koparmak gerekmediği gibi, Rusya'ya da teslim olmayalım. Menfaatlerimiz, güvenliğimiz, huzurumuz neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edelim. İran'daki gelişmeleri doğru okumak, doğru değerlendirmek ve doğru pozisyon almak hayati önemdedir. Biz sağlam durmaya devam edersek, bölgenin diğer ülkeleri de bize göre pozisyon alacaklardır.

Yeni yıldan ümitli olmak istiyoruz, ama ne yazık ki, gerçekler hiç de öyle değil. Yine zor, yine sorunlarla boğuşan, ihanetin, terörün, kanın, gözyaşının eksik olmayacağı bir yıl dünyayı bekliyor.Biz ülke olarak bunun ne kadar dışında kalabilirsek, huzura ve refaha da o kadar yakın oluruz.

Sıradaki ülke: İran

Abdurrahman Dilipak / Akit

İran miladi yeni yıla şiddet olayları ile girdi. Birçok şehirde farklı gruplar sokaklarda.

Özgür İran Hareketi lideri Meryem Rajavi “şiddeti artırın” çağrısında bulundu. Meryem Rejavi özellikle seküler kesimi temsil etmesi yanında batı medyası için de İran’daki ayaklanmanın adeta ekran yüzü haline getirilmeye çalışılıyor.

ABD açıkça bu hareketlere destek veriyor. ABD vatandaşı olan ve CIA ile doğrudan ve dolaylı olarak bağlantılı birçok halkın mücahidi üyesi, ya da Arap, Kürt, Türki bölgede. Bu unsurlar bir süreden beri İran’a giriş yapıyorlardı. Kim STK üyesi, kimi gazeteci, kimi iş adamı kartviziti kullanıyor. Ve İran’daki dindar, laik, etnik gruplar her kesimden insanlarla yakın ve sıcak bir temas kurmuşlar.

Tabi, işin içinde İsrail de var, Suudi Arabistan da, BAE de!

Sokak gösterilerine katılanlar “Filistin’i bırak, bize bak!” diye slogan atıyor. İsrail’i, Irak’ı, Lübnan’ı, Suriye’yi, Yemen’i bırak” demiyorlar. “Bu komplonun arkasında kim var“ sorusunun cevabı bu tespitte gizli.

Bugünkü eylemlerin zamanlaması da ilginç. Birçok yönden 2009’a benzemiyor. Birçok noktada birden, dini, etnik, ideolojik ve politik birçok grup sokağa çekilmiş. Yolsuzluk ana tema ve tabi özgürlük ve demokrasi talepleri ile devam ediyor göstericilerin istekleri. Gösteriler tam da yılbaşına denk gelecek şekilde planlanmış. Bir yandan Zarrap, öte yandan Zindaşti ülke gündemine oturmuş.

Ahmed-i Necat ve Hüccetiye Tarikatı Mehdi üzerinden bir kampanya yürütüyor. Kum bu vesile ile tekrar sesini yükseltmeye çalışıyor. Hükümet bir yanda, Hamaney öte yanda, Meclis ve Bazar araya sıkışmış durumda. Devrim muhafızları kendi içinde bölünmüş. Huzistan bölgesi, Hamaney sonrası döneme hazırlanıyor. Bir yandan İran entelijansiyası, yönetimdeki çiftbaşlılığı, İran’ın Suriye, Yemen, Irak politikasını tartışıyor.

Bugün İran’da yaşananlar bizdeki Gezi provokasyonuna benziyor.

Göstericiler Türkiye’deki gibi sosyal medya üzerinden örgütlendiler. Hükümet son olarak ‘barışın korunması’ için geçici olarak Instagram ve mesajlaşma uygulaması Telegram’ı engelleme kararı aldı.

Bu olayların, tam da başörtüsü takmayanların tutuklanma ve sanık olarak yargılanmasının önüne geçilmesi için yapılan düzenlemenin hemen ardından bu olayların başlamasının da altını çizmek gerek.

Görünen o ki, İran’daki olaylar bugünden yarına sonuçlanmayacak. Kriz derinleşebilir, şiddetlenebilir daha yaygın bir hale gelebilir.. Bir de birileri bu durumu fırsat bilip kötü gidişin sorumluluğunu belli çevrelere yıkmaya çalışabilir.. Hükümet ve devrim muhafızları kendi muhalefetlerinin sindirmek, susturmak, tasfiye etmek için bu olayları kullanmak isteyecektir.

Öyle anlaşılıyor ki, İran hükümeti, bu süreçte Türkiye tecrübesinden yararlanmak isteyecektir. Ancak, bu planının arkasındakiler de Türkiye tecrübesinden ders çıkartarak, birçok ihtimale karşı senaryolarının hazır olması gerekir..

Bir süre önce yazmıştım. İran’ın da FETÖ’sü var.. Hem de birkaç tane. ABD, Suriye ve Irak üzerinden, Kuzey sınırından ve Afganistan üzerinden girişlerle paramiliter gruplar nokta hedefler ve kitleye yönelik ses getiren eylemler için düğmeye basmış olabilir. İran hükümeti sert de olsa, yumuşak da davransa birileri her iki halde de bundan yararlanmaya çalışacak. Ekonomi kilitlenmeye çalışılacak. Bu iş zamana yayılacak olursa herkes birbirini suçlayacak.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in 2018 yılı için yayınladığı mesajında umut yok, endişe hakimdi. Guterres şöyle dedi: «Bir yıldır Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri durumundayım, amacım 2017 yılının barış içinde geçmesini temin etmekti. Ama maalesef başarılı olamadım ve olamadık. 2018 yılı içinde dünya barışı için pek de ümitli değilim, bence dünyamız kırmızı çizgisinde olup yeni tehlikeler içinde bulunuyor. Bu kriz nükleer savaş korkusu olup, soğuk savaş sonrasında yaşanan en tehlikeli durumdur. Bu tehlikeli havayı derhal değiştirmemiz gerekir. Bütün dünya ülkelerinin yeni yıla bu zor duruma yıkıcı değil, yapıcı olarak yaklaşması gerekir. 2018 yılının dünya insanlarına hayırlı ve uğurlu olmasını sağlıklı ve barış içinde geçmesini temenni ederim.»

“Ayetullah Mike” lakabıyla bilinen, CIA’in birçok gizli operasyonunu yöneten ve Müslümanlığı seçtiği duyurulan kişi, Michael D’Andrea, CIA’in İran operasyonlarının başına getirildi.

“Sertlik yanlısı ve agresif bir kişilik” olan ve “Ayetullah Mike” ya da “Karanlık Prens” lakaplarıyla tanınan D’Andrea’nın CIA’da İran ile ilgili bölüme atanmasının, Beyaz Saray’ın bu konuyu öncelikli olarak ele aldığını ve bir operasyon hazırlığının işareti olarak görülebileceği belirtiliyor.

İran’ın işi zor. Karşı cephede, laikler, solcular, liberaller, herkes var. Olaylarda ölü sayısı 12 oldu. Yüzlerce yaralı, gözaltı var. Son gelen bir haber daha var: Üç yıl önceki suikastı Tahran’ı uyararak engelleyen Washington, bu kez Tel Aviv yönetimiyle İranlı general Kasım Süleymani’nin öldürülmesi için anlaştı.

Göstericiler valiliklere, karakollara, askeri merkezlere saldırıyor. Şimdilik karakollar ve askeri üslere yapılan saldırılar püskürtülse de, bazı resmi daireler göstericiler tarafından işgal edildi..

ABD açıkça göstericilere destek veriyor. Trump “İran’da şimdi değişim zamanı” dedi. Göstericiler, daha önce yolsuzluk ve özgürlük sloganı atarken, şimdi “diktatöre ölüm” sloganı atmaya başladılar. Gösteriler Tahran, Meşhed, Kum, Kirmanşah, Hamedan ve Reşt gibi önemli merkezlerde devam ediyor. Can kayıpları toplumdaki tedirginlikleri de artırıyor.

Görünen o ki, bu durum İran’ın Gezi’si. Şimdilik olay gençlerle hükümet/rejim yanlıları arasında. Mollalar hükümete destek verse de, Bazar ve Mollalar doğrudan meydana çıkmış değil. Daha çok muhalif ve genç gruplar ile asker ve polis, devrim muhafızları arasındaki bir çatışma görünümü veriyor.

ABD, yıllardır sahip çıktığı Halkın Mücahidleri üzerinden, sosyal medya ve uydu kanalları üzerinden halkı sokağa çıkmaya çağırırken, hükümet merkezi sistemden sosyal medya iletişimi engellemiş durumda. İçerideki basın ise bu konuda daha ihtiyatlı bir dil kullanıyor. Uydu kanalları ise abartılı haberler veriyor.

ABD, öyle anlaşılıyor ki, Suudi Arabistan ile İran arasında bir füze savaşı yerine, iç karışıklıklarla İran’ı köşeye sıkıştırarak teslim almaya çalışıyor. Mısır, Suudi Arabistan ve İran üçgenini kontrol ederek bölgeyi yeniden dizayn etmek istiyor.. Mısır’ı Libya ve Sudan’a doğru genişletebilir, Suudi noktasını Arap yarımadasına şamil kılabilir, İran’ı Pakistan’a doğru uzatabilir. Böylece Türkiye’nin İslam coğrafyası ile arasına bir bariyer oluşturmuş olur. Şiiler ve Selefileri ve kutsal mekânları kontrol ederek Sünni dünyaya karşı bir kalkan oluşturmak hesabı yapıyor olabilirler.

Onların böyle bir hesabı var. Görelim Mevla’m neyler. Selam ve dua ile..

2013 Türkiye ve Mısır, 2018 İran.. Her şey aynı!

Ali Karahasanoğlu / Akit

2013’te Türkiye ve Mısır’da tezgaha konulan sokak hareketleri maskeli darbe girişimleri, şimdi İran’da sahneye konuluyor.

Biliyorsunuz; Batı destekli dört yıl önceki ikiz darbe girişiminden Mısır’daki olaylar, darbecilerin başarısı ile sonuçlandı..

Türkiye’de ise, darbeciler başarılı olamadı..

Mısır’da sorun ne idi?

Türkiye’de ne idi?

Kocaman bir hiç..

Mısır’da cumhurbaşkanı seçileli daha bir yıl olmuş Mursi’ye tahammül edemeyen egemenler.. Mursi’yi götürdü.. Sisi’yi getirdi..

Hiç kimse, 1 yıllık cumhurbaşkanının devrilmesi için yapılan sokak gösterilerini, “Kendiliğinden gelişen halk hareketi” olarak gösteremez..

Gösterse de inandırıcı olamaz..

Biliyorum, bizdeki Gezi’ciler, hemen itiraz edecek..

“Ama bizdeki siyasi iktidar, 11. yılını doldurmuştu. Az bir süre değil bu, yani.. Siyasi iktidarı değiştirmek hakkımız değil mi?”

Yöneticileri değiştirmek, her halkın hakkı..

Ama sandıkta..

Sandık olduğu müddetçe, taşkınlık içeren sokak gösterilerinin  hiçbirisi haklı olamaz..

Gezi isyanındaki sokak hareketleri de, bu açıdan kesinlikle haksız idi.. Suç idi.. Katılımcılar tek tek belirlenip, elebaşlarının darbe girişiminden, diğerlerinin de desteklemekten dolayı yargılanmaları gerekir idi..

Gezi isyancısı arkadaşlar, “Dört yıldır tartışıyoruz. Hâlâ herkes kendi dediğini dayatıyor” eleştirisi yapacaklar..

Buyrun İran’a bakalım..

Nasıl olsa, oradaki politik kamplaşmalardan uzağız..

Ne yönetimdekilerden..

Ne de muhaliflerden taraf olmamız, körü körüne bir gruptan yana olup, saplantıya düşmemiz mümkün değil..

Olaylara üst pencereden bakabilme imkanımız var..

Bu avantajı kullanarak İran’da başlatılan sokak gösterilerine bir bakalım..

Olayları yorumlayalım..

İran’daki sokak gösterileri, niçin başlamış?

Deniyor ki, “Özgürlük istiyorlar!”

İyi de.

Bir yıl önce özgürlük varmış da, bir ay önce ortadan mı kalkmış?

Yoo..

Zaten yıllardır süren rahatsızlık, artık dayanılmaz hale gelmiş..

Affedersiniz, o zaman bunun çözümü ne?

Sandık değil mi?

Sandıkta çoğunluğu sağlayacaksınız..

İktidara geleceksiniz..

Ne kadar özgürlük istiyorsanız, kavuşacaksınız..

Aynısını, Mısır için de söyledik.

Türkiye için de söyledik.

Şimdi, İran için de söylüyoruz.

Mevcut özgürlükleri yeterli görmeyenler..

Daha fazla veya daha farklı özgürlükler isteyenler..

Seçimleri bekleyecekler.

Seçimleri kendilerine çıkış yolu yapacaklar..

Ama birileri, hem “Demokrasi” diyor..

Hem de demokrasinin öngördüğü seçim tarihini beklemeden, seçim dışı operasyonlarla, iktidarı devirmeye çalışıyor..

Bunu açık açık da dile getirmekten çekinmiyor..

Bakınız Mısır’daki darbe amaçlı sokak hareketlerine..

Mursi’nin anayasadan uzaklaştığını iddia ederek, gösterileri meşru bulanlar kimlerdi?

Batı kaynaklı sözde demokrat devlet adamları.. Medya mensupları..

Türkiye’deki gezi isyanını anlamlı bulanlar kimlerdi?

Haklı bulanlar kimlerdi?

Gösterileri kontrol altına almak için alınan güvenlik önlemlerini “kaygı verici” olarak görenler kimlerdi?

Aynı Batılı devlet adamları..

Aynı tarafın egemen güçleri..

Şimdi İran’da..

Sokak gösterilerini başlatıp..

Devlet görevlilerinin aldığı güvenlik önlemleri sonrasında “Kaygılıyız” diyenler kimler?

Yine Batı’daki sözde devlet adamları..

Yine ABD’deki soytarı yöneticiler..

Yine Siyonistlerin para babalığını yaptığı medya mensupları..

Hepsi birbirinden kopya, darbe girişimleri..

Hepsinde “Özgürlük..” deniyor..

Hepsinde sağa sola taşkınlıklar yapılıyor..

Hepsinde, “Berkin Elvan”lar bulunup, ellerine taş veriliyor..

Hepsinde, güvenlik görevlilerinin olaylara müdahalesinde ölümler yaşanıyor..

Ve sonra..

İlk günkü olayların başlama sebebi unutturulup, “Devlet vatandaşını öldürüyor. Katliam yapılıyor” naraları ile..

Gösteriler bambaşka bir platforma taşınıyor..

İran, bunun daha ilk aşamalarını yaşıyor.

Hafta içinde iki kişi ölmüştü..

Yılbaşı gecesi de, polisin müdahalesi ile 10 kişi daha öldü..

Ve görünen o ki..

İran’da da yöneticiler, Tayyip Erdoğan gibi basiretli yönetici tavrı takınmazlarsa..

Ölümler artacak..

Ölümlere sebep olanlar, fail olarak İranlı yöneticileri gösterecekler..

Ve en sonunda..

Başarabilirlerse, İran’daki yönetimi devirip..

ABD veya Batı kuklası bir yönetimi işbaşına getirecekler..

Şunu tabii ki söylemiyorum:

“İran’daki yönetim, dört dörtlük, alkışladığımız bir iktidardır..”

Bunu söyleme imkanımız yok.

Hele hele Suriye politikaları sebebi ile, böyle bir iddiayı tartışmaya bile açmak abestir..

Ama..

Suriye ile ilgili yönetim tarzlarına eleştirilerimiz saklı kalmak kaydı ile..

İran’daki yönetimi devirmek, daha doğrusu değiştirmek, İran halkının sandıkta yapacağı bir iş olsa gerek..

Biz, İran’daki mevcut yönetime bazı eleştirilerimiz var diye..

İran’daki yönetimin, ABD tarafından değiştirilmesine de, eyvallah edecek değiliz..

ABD kuklası bir yönetimin gelmesine olur verecek değiliz..

Batı’daki gösterilerde...

Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, elini beline attı diye vurulan bırakın göstericileri, araç şoförleri örneklerini hatırlayıp..

İran’daki olaylara, Batı’nın verdiği tepkiyi değerlendirin..

Ne kadar aşağılık olduklarını göreceksiniz..

Hem olayları başlatıyorlar..

Sonrasında yaşanacak ölümleri, adları kadar iyi biliyorlar..

O ölümler yaşanınca da..

Yönetimleri kötülüyorlar..

Aynısı kendi ülkelerinde olduğunda ise..

“Görevlilerimizin can güvenliği, her şeyin başındadır” diyorlar..

Gezi isyancıları..

İran örneğini iyi incelesinler..

Kendileri taraf olduğu için.. Gezi’yi iyi değerlendirememiş olabilirler..

İran’dan bari, ibret alsınlar..

Bir daha aynı hataya düşmesinler.

İran halk ayaklanmasının arka planı

Muharrem Güneş / Akit

İran’daki muhafazakâr akım, 1979 yılında gerçekleştirilen devrimden bu yana iktidarın mutlak kontrolünü elinde tutuyor. Öte yandan, reformistler liderleri Kerrubi ve Mir Musavi’nin 2009 yılından bu yana mevcut rejim tarafından hapiste tutulmaları nedeniyle “yarı reformist” olarak gördükleri Ruhani’yi kerhen de olsa desteklemek zorunda kalmışlardı. Buradaki amaç, muhafazakâr kanadın kazanmasını engelleyerek siyaset alanında bir atılım elde etmek ve bir nebze olsun rahat nefes alma umudu taşıyordu. Ancak İran’ı yönetenin Ahmedinecad veya Ruhani olması devleti asıl yönetenlerin Humeyni’nin temelini attığı Şii temellere dayanan ‘mezhepçi vesayet’ ve ‘devrim muhafızları’ olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Ahmedinecad’ın politikalarına karşı 2009 yılında, sokaklara çıkan reformistlerin sloganı, “Ne Gazze ne de Lübnan, İran için canımız feda…” vurgusuydu.

İran halkının büyük kesimi sefaletle boğuşurken ülkenin zenginliğinin yurtdışında başka akımlara akmasına neden olan ve evin içini görmezden gelen yönetime yönelik bir öfke patlamasıydı. Aslında o söylemlerin üzerinden çok sular aktı. Nitekim Gazze, yıllardır Suriye’deki tutumu nedeniyle İran’dan herhangi bir destek alamıyordu. Lübnan Hizbullah’ı ise masraflarını İran’ın kesesinden karşılamasına yönelik itiraza rağmen, halkın asıl isyanı insanca yaşam, adalet ve özgürlük talebinde bulunan Suriye halkına yönelik acımasızca katliama girişerek yüzbinlerce masumu katleden Esad’a onlarca milyar dolar akıtan zihniyete yönelmiş durumda.

Sokak gösterileri, yaptırımların çıkmazından kurtulmak ve ekonomik koşulları iyileştirmek için “nükleer” anlaşmaya dayanıyor olsa da asıl mesele rejimin petrol gelirlerindeki düşüşe ve ekonomik bozukluğa rağmen Suriye krizine destek vermeye devam etmesi yetmezmiş gibi Irak ve Yemen’deki Husi çeteleri desteklemeye devam etmesindeki ısrarın halkın üzerinde bıraktığı umutsuzluktan kaynaklanıyor. Özetle siyasi gidişatın umut vermemesi, baskıcı totaliter rejime isyan, giderek devleşen ekonomik çöküntü, işsizlik ve molla sınıfına tanınan ihtişamlı imtiyazlar halkın isyanının ardındaki en belirgin gerekçeler.

Sokaklara yansıyan öfke, vesayetçi sınıfa karşı sivil bir isyanın ötesine varmıyor. Reformist hareketin zayıflığı ve muhafazakarların elinde bulundurduğu güvenlik gücü mukayese edildiğinde protestoların İran rejiminin istikrarını bozacağını ve rejimin ciddi güçlük çekeceğini söylemek zor, ancak protestoların verdiği mesajlar okumak isteyenler için açık görünüyor. Hamaney’in olanları görmezden gelmesi zordur ve eğer doğru okursa, şu anki protesto dalgalanmalarının, yakın zamanda kitlesel bir patlamaya veya orta vadede başka bir patlamaya neden olması sokakta tıkanıklık anlamına gelecektir. Bu da dışarıda birçok cephede savaşan rejimi ciddi anlamda zorlayacak ve göstericilerin taleplerine kulak vermek zorunda kalacaklardır.

Hali hazırdaki rejimin Suriye macerasının, devrimden bu yana aldıkları en kötü karar olduğu, bölgedeki korkunç katliamların, akan kanların önemli derecede müsebbibi oldukları ve bölgeyi çok büyük maliyetli bir çatışma alanına dönüştürdükleri gerçeği kendi yakalarından düşmeyecek bir kâbus olarak karşılarında durmaktadır.

 İran halkının çoğunluğu, halkın en temel ihtiyaçlarını karşılayamama pahasına Arap coğrafyasında genişleme maceralarında ülkelerinin zenginliklerini israf etmekten hiç memnun olmamıştı. Öyle görünüyor ki, İran, Esed’i desteklediği Suriye’deki karşı devrimin bedelini ödemeye başladı.

İran’a bakıp Türkiye’yi görün

Yusuf Karaca / Yeni Mesaj

İran, Türkiye gibi ABD’nin hedefinde bir ülke. Suriye’de, ABD’ye ayak bağı oldu. Yemen’de çetin ceviz olmaya devam ediyor. İsrail’in korkulu rüyası, Hizbullah’ın baş destekçisi. Anlayacağınız, İran çok oldu, ABD için. İçten, karıştırılarak, zayıflatılmalı, sonra İsrail’in dişine göre parçalara ayırılmalı. Dışarıdan İran’a açıktan savaş ve Rusya’yı karşılarına almak yerine, içeriden karıştırmak daha risksiz oluyor.  Sonra’da, önünde İsrail’in olduğu “Sünni” bir koalisyon ile dövülecektir. İsrail baş “Sünni” ya! ABD, zaten olmuş “Sünni imam”, Kâbe imamı bile ABD’yi yere göğe sığdıramıyor. Müslümanların durumu gerçekten içler acısı…  Kudüs’ü İsrail’e “başkent” yapmak hiç bir şey. Mekke, Medine bile gider, bu kafayla. Baksanıza, Kudüs’ü Papa ile kurtarmaya çalışıyorlar. Ört ki, ölem!.. Kudüs, Türkiye öncülüğünde “doğu ve batı” diye bölündü zaten. ABD, ordularıyla gelse, aynı neticeyi alamazdı inanın. Büyük fotoğrafı görmek gerekir. Nedir o? Kudüs’ün “başkent” olduğu, Büyük İsrail… Bunu görmedikçe, politikalar, “Büyük İsrail” tehlikesine göre, saptanmadıkça,  dost-düşman tanımları buna göre yapılmadıkça, doğru sanılan bütün adımlar İsrail’i daha da büyütür.  İslam’ın hiçbir kutsalı kalmaz. Türkiye, Esad’a düşmanlık etmenin İsrail’e yaradığını bunca gelişmeye rağmen görmüyorsa, ya Büyük İsrail’e çalışılıyor, ya da hiçbir izahı olmayan, ihanet çapında bir gaflet yaşıyor.  Suriye’nin başına gelen her şey, Filistin eksenlidir” diyen, Netanyahu’nun kendisiydi. “Esad, İsrail’in en büyük düşmanıdır” diyen de, bu yahudidir. İsrail’in önünde engeller bir bir aşılıyor. Suriye ve nihayet İran… Türkiye, en sona bırakıldı. İsrail’in süper güç olduğu, parçalanmış bir Ortadoğu, Büyük Ortadoğu Projesi’nin amacıydı. Arap Baharı ile büyük ölçüde başarıldı, şimdi sırada İran baharı. İran, ne yapmalı? İran’a “İslam Cumhuriyeti” denir ama İran’da kapitalist bir ekonomi var. Bütün Müslüman ülkelerde olduğu gibi… Rusya ile kurduğu ittifak dolayısıyla “Milli Paralarla Ticaret” dedi ve hatta bunu Türkiye’ye ile bile konuştu ancak, gereklerini yerine getirmedi. Bu adım yetmez. İran ve Türkiye kapitalizmden çıkmadıkları sürece, Batı’ya karşı koymaları, ABD’nin İsrail’i uğruna parçalanmaktan kurtulmaları, ancak ekonomik devrimlerle olur. Yani İran’ın da kurtuluşu da, Prof. Dr. Haydar Baş’ın tezindedir. Fakir ile zengin arasında, büyük bir uçurum var İran’da. Halkın ekseriyeti, Türkiye gibi yoksul. Yönetim ile halk arasında, ne yazık ki iletişim çok zayıf. Din, halk üzerinde sadece baskı. “Eskiden dışarıda eğlenir evlerde ibadet ederdik, şimdi dışarıda ibadet edip, evlerde eğleniyoruz” İran değerlendirmesi ne yazık ki doğru. Türkiye ve İran, Müslüman dünyanın iki önemli ülkesi ve de başlarıdır. Tabi ki, bu isyanlarla İran bölünmez, ancak yoksulluk İran’ın yarası olarak içinde kaldığı sürece, bu sefer netice alınmaz, başka bir zaman alınır. Yarayı sarmak değil, cerihatını boşaltıp yok etmek gerekir. Bu iş, doktorsuz olmaz. İran’daki isyanları tabi ki sadece ekonomik kaynaklı görmüyoruz. Ancak, hiç ekonomi kaynaklı değil de diyemezsiniz. Türkiye ve İran’ın birden fazla yumuşak karnı var. Fakat ekonomilerini kurtarsınlar, gerisi kolay. Prof. Dr. Haydar Baş yılbaşı değerlendirmesinde,  “ülke bana teslim edilsin, asgari ücreti 10 bin lira yapmasam namerdim” dedi.  Baş Hoca, hesap insanı, tez sahibi, bir başka ülke olsa, buyu anlat ülke duysun, der. Ama Türkiye’de çıt yok, neden? Emin olun, Türkiye’nin durumu İran’da kötü! Kötü olduğunu, İran’dan ithal edilenlere bak, görürsün. Dünyaya doğalgaz satan, petrol satan İran, hiçbir şey satmayan Türkiye’den, kötü! Bunu aklınız alıyor mu? İran’ın sorunu, kaynakları adil bir dağılım ile halkına dağıtamamak. İran, komşumuz. İran, kardeşimiz. İran’da huzur, Türkiye’de huzur demektir. Irak, Suriye ortada, İran’da karışırsa, Türkiye’yi kim kurtaracak. Rusya gibi bir ülke,  Sayın Haydar Baş’a  “Müslüman”  diye uzak durmadı. Tüm iktisatçılarını, ona talebe yaptı. Bugün Rusya ortada… İran, Baş Hoca’nın tezini Rusya’dan değil, gelip kaynağından alsa, tüm sorunları çözülür. Yoksulluktan, büyük tehdit olmaz.  İnsanlar, Türkiye’de çöp tenekelerinden “yüzde  11’lik büyüme”yi arıyorlar. İran’a bakıp Türkiye’yi görün!  Türkiye’nin sınırsız kaynakları, Baş Hoca’nın adil dağılım formülü ile, herkesi İş ve Aş sahibi yapar. İran’da öyle. Ne Türkiye “sünnicilik” yapsın, ne İran “Şiicilik”, biraz ekonomi yapsınlar. İnsanların karınları doyarsa, İslam’ı da doğru anlarlar. Hz. Ali adaletini fark ederler. Yönetenler ile yönetilenler arasında, en 20 kat maaş farkı olmaz, o vakit. “Gavur” dediklerimizin ülkelerinde vekil maaşları, asgari ücretlerin en fazla 3 katı iken, bir de kendilerine “İslam” diyenlere bakın lütfen. İran’a dedim canım, kimse üstüne almasın!

İran’ı, “gelir adaletsizliği”nden vuruyorlar

Murat Çabas / Yeni Mesaj

Yılbaşı akşamı Trabzon’daydık ve Meltem TV’de yayınlanan, Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş’ın onur konuğu olarak katıldığı “2017’den 2018’e Bakış” programına katıldık. Programda konuşan akademisyenler 2017 yılıyla ilgili, her yönüyle, çok önemli değerlendirmeler yaptı ve 2018 için önemli tavsiyelerde bulundu. Prof. Dr. Baş’ın konuşması ise tarihi önemdeydi ve birçok meseleye ışık tuttu. Bugünkü yazımda İran’da yaşanan olaylar ve de Sayın Baş’ın programdaki İran değerlendirmesi üzerinde durmak istiyorum. İran’ın İslam devleti olarak ifade edildiğini ama ekonomik sistem olarak Batı’nın bir ürünü olan İslam’la asla bağdaşmayan Kapitalizmi hayata geçirdiğini belirten Prof. Dr. Baş, “Kapitalizmi uygulayan bir devletin İslam devleti olabilmesi mümkün değildir” dedi. Çünkü Kapitalizm, sömürü sistemidir, gelir adaletsizliği, işsizlik, aşsızlık, yoksulluk demektir, ülken üzerinde hesabı olanlara borçlu olman demektir. Böyle bir sistemin İslam’ın hak ve hukuk anlayışına uyum sağlayabilmesi asla mümkün değildir. İran 2018 yılına protesto eylemleriyle girdi. Başkent Tahran, Raşt, Meşhed, Kaşmer, Kirmanşah, İsfahan, Hamadan, Kum, Dorud ve daha birçok merkezde protesto eylemleri yaşandı ve devam ediyor. Eylemlerin çıkışı ekonomik sebeplerdi ama sonrasında tepkiler siyasi rejime yöneldi. Başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin bu eylemlere yakın ilgisi, yer yer çatışmaya dönen eylemlerin İran geneline hızla yayılarak adeta bir İran Baharı’na dönüşmesi, bu eylemlerin arkasında küresel iradelerin ve BOP hesabının olduğunu açıkça gösteriyor.  Neticede İran da, Irak ve Suriye gibi, Türkiye gibi BOP kapsamında parçalanması hedeflenen 22 ülkeden birisi…  Bunu planlayanlar gayet iyi biliyorlar ki direkt askeri yöntemlerle İran’ı işgal edemezler, parçalayamazlar. Bu sebeple hem içerideki problemleri kaşıyarak halkı birbirine düşürecekler, hem de Suudi Arabistan gibi bazı İslam ülkelerini İran’a karşı kışkırtarak, bir Şii-Sünni çatışmasını devreye koyarak İran’ın enerjisini sıfıra indirecekler, işgale hazır hale getirecekler. Hem içeriden, hem dışarıdan… İçerideki eylemlerde aynen Suriye ve Libya’da olduğu gibi olayların büyümesi için her türlü provokasyonu da kullanıyorlar. Örneğin Dorud kentindeki protesto eylemlerinde 2 eylemci hayatını kaybetti.  Lorestan vilayeti güvenlik şefi ve vali yardımcısı Habibollah Khojastehpur, Dorud’daki gösteride ölen iki kişinin İran polisince değil, 'yabancı ajanlarca' öldürüldüğünü söyledi. Eylemciler, yerel kamu binalarını ele geçirmeye çalışıyor, kundaklama girişimlerinde bulunuyor. İran yönetimi, bu eylemlere karşılık olarak sert müdahale görüntüsü vermemek için önce hükümet yanlısı halkı sokağa davet etti. 2009 yılında bu yöntem faydalı olmuş olabilir ama bu yöntemin de oldukça tehlikeli sonuçları olabilir. Eylemleri planlayan küresel iradelerin 2009’daki bastırma yöntemlerini hesaba katmadığını düşünmek doğru olmaz. İran Devrim Muhafızları Ordusu, gösterilerin son verilmemesi durumunda göstericilere “demir yumrukla” yanıt verileceğini açıkladı. Bu da zaten küresel iradelerin beklediği bir tepki… ABD Başkanı Trump’ın açıklaması, esasen konuyla alakalı ipuçlarını bize veriyor. Trump, "Rejimin yolsuzluklarından ve ülkenin varlığını yurt dışında terörizme harcamasından bıkmış olan İran vatandaşlarının barışçıl protestolarıyla ilgili bilgiler geliyor. İran yönetimi, kendini ifade hakkı da dahil kendi halkının haklarına saygı göstermelidir. Dünya bu süreci izliyor" demişti. Burada hem halkı ülkesine karşı hem de birbirine karşı kışkırtma sözkonusu, ayrıca “terörizme destek” ifadesiyle de, İran’ın Yemen’deki Husilere, Suriye’deki rejime, Filistinlilere ve de Lübnan’daki Hizbullah’a verdiği destekten duyduğu rahatsızlığı belirtiyor.  Bunu bir halk eylemine dönüştürürken de İran halkının en yumuşak karnı olan ekonomik problemleri gerekçe gösteriyorlar. İran yönetiminin bir taraftan gelir adaletsizliği anlamına gelen Kapitalist anlayışa devam ederek, diğer taraftan bu adaletsizlikten beslenen eylemlerle mücadele edebilmesi mümkün değildir. Bu büyük bir handikaptır.  Gelir adaletsizliğine maruz kalmış bir halkın üzerine sert önlemler alırsan da bu bir süre sonra geri teper. Bu dediklerimizi Türkiye’deki siyasilerin de dikkate alması gerekmektedir. Dikkat ederseniz, Mustafa Kemal Atatürk, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmadan önce Milli İktisat Kongresi’ni yapmıştır; borca dayalı olmayan, geliri millete pay eden, her yönüyle milletin arkasında olan bir devlet anlayışı… Dün pratiği uygulanan bu anlayışın bugün sistemleşmiş hali Milli Ekonomi Modeli’dir ve dünyada 4 milyar insan bu modelin gelir adaletinden istifade etmektedir ama maalesef bu istifade edenler arasında hiçbir İslam ülkesi yoktur. Hem Kapitalizmin sadık uygulayıcısı olacaksın, hem de Kapitalist ülkelerin tuzağına düşmeyeceksin, bu mümkün mü?

 

 

İlgili Haberler