Gündem

12 gazeteden 63 yazar hükümet krizi ve yolsuzluk operasyonu hakkında ne yazdı?

Cengiz Çandar: 'Reis', 'işareti'ni böyle verince 'yedirtmeyiz' korosu sahneye çıktı

26 Aralık 2013 11:22

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu kapsamında olaylara adı karışan İçişleri Bakanı Muammer Güler ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın istifalarının ardından Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın, diğer iki bakandan farklı bir istifa açıklaması yaparak Başbakan'ı istifaya davet etmesi ve ardından operasyonun 2. dalgası için düğmeye basılması Türkiye gündemine damgasını vurdu. Erdoğan Bayraktar’ın “Başbakan da istifa etmeli” sözleri, 17 Aralık'ta başlayan yolsuzluk operasyonu sonrası hükümet içinde kriz yaşanmasına sebeb oldu.

Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök, Mehmet Y. Yılmaz, Sedat Ergin, Taha Akyol, Yalçın Doğan , Ahmet Hakan, Kanat Akkaya, Akif Beki; Zaman'dan Ali Bulaç, Etyen Mahçupyan, Fikret Ertan, Mümtaz'er Türköne, Şahin Alpay; Milliyet'ten Melih Aşık, Aslı Aydıntaşbaş, Güneri Cıvaoğlu, Kadri Gürsel, Hasan Pulur, Mehmet Tezkan; Sabah'tan Mehmet Barlas, Engin Ardıç, Okan Müderrisoğlu, Hasan Celal Güzel, Sevilay Yükselir, Haşmet Babaoğlu, Meryem Gayberi; Star'dan Ahmet Kekeç, Fehmi Koru, Hakan Albayrak, Yusuf Ziya Cömert, Nasuhi Güngör, İbrahim Kiras, Ardan Zentürk, Orhan Miroğlu; Vatan'dan Güngör Mengi, Oktay Gönensin, Hüseyin Yaman, Ruşen Çakır; Radikal'den Cengiz Çandar, Altan Öymen, Murat Yetkin, Avni Gürel, Eyüp Can; Cumhuriyet'ten Cüneyt Arcayürek, Bekir Coşkun, Şükran Soner, Emre Kongar, Orhan Bursalı, Zeynep Oral, Utku Çakırözer; Yeni Şafak'tan Hayrettin KaramanAkif Emre, Yasin Doğan, Rasim Özdenören, Mehmet Metiner, Ali Saydam, Cem Küçük, Markar Eseyan, Abdülkadir Selvi; Taraf'tan Emre Uslu; Türkiye'den Alper Görmüş, Ahmet Sağırlı; Bugün gazetesinden Gültekin Avcı, Tarık Toros rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu kaleme aldı.

12 gazeteden 63 yazarın hükümet krizi ve yolsuzluk operasyonu hakkındaki yorumlarının bir kısmı şöyle:

 

Ertuğrul Özkök - Hürriyet

'Karanlık' dönemin medya bilançosu

AK Parti dönemde hiç mi yolsuzluk yoktu... Her dönemde olabilir. En demokratik ülkelerde de olabilir. Ama yazılabilir. Bizimki ise kapalı bir toplumdu... Baskı vardı... Duyulan araştırılamıyordu... Bilinen yazılamıyordu. O karadelik patladı... Artık yeni bir kainat oluşuyor... Bu ülkede askerler kendilerini “dokunulmaz” sanıyordu... O yüzden utanç verici andıç belgelerini bile imzalarıyla sakladılar. AK Parti de kendini dokunulmaz sanmaya başlamıştı. O yüzden ayakkabı kutuları, dolaplar, kuryeler pervasızca evlere saçıldı... İşte bilanço ortada... Dün “Demokrasinin en karanlık dönemi” denilen 28 Şubat.. Bugün “İleri demokrasi” denilen rejim... Sizce hangisi daha açık toplum...

Yazının tamamı için tıklayın

 

Mehmet Y. Yılmaz - Hürriyet

Normal olana şaşırdık

Müstafi Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, başta Başbakan olmak üzere kimsenin beklemediği bir şeyi yaptı, hem bakanlıktan, hem milletvekilliğinden istifa etti, hem de Başbakan’ı istifa etmeye davet etti. Normal olana o kadar uzak kalmışız ki Bayraktar’ın bu istifasını açıkladığı an her kesimde derin bir heyecan dalgasına da neden oldu. Yapması gerekeni yapmış olmasına şaşırdık. “Anormallikler ülkesinde” zaten şaşırmasak olmazdı. Bayraktar istifasını açıkladığı konuşmasında “Soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan’ın onayıyla yapıldı” diyor. Türkiye’de uzun süredir işlerin nasıl yürüdüğünü bilenler için hiç şaşırtıcı bir durum değil bu. Başbakan adeta tek kişilik bir ihale komisyonu gibi çalışıyor. Bir parsel arsa için imar planının nasıl değiştirileceğinden tutun, büyük ihalelere ve hatta kimin gazetesini, televizyonunu kime satacağına bile karar veriyor. Bayraktar’ın açıklaması, herkesin bilip, üzerinde kimsenin konuşmaya cesaret edemediği bu durumu gözler önüne serdi.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Sedat Ergin - Hürriyet

Erdoğan Bayraktar ne demek istedi?

Türkiye, 17 Aralık tarihine yolsuzluk soruşturması depremiyle girdi. Tam sekiz gün geçtikten sonra dün üç bakanın istifa etmesiyle birlikte bu depremin yol açtığı hareketlilik yeni ve kuvvetli bir ivme kazandı. Bu istifalar içinde muhtemelen en çok konuşulacak olanı, “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da istifa etmesi gerektiğini” söyleyen Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın durumudur. Bayraktar’la ilgili dosya, İranlı işadamı Reza Zarrab ile ilişkilendirilen bakanların durumundan farklılık gösteriyor. Soruşturma dosyasına göre, Bayraktar’ın adı, ünlü bir müteahhidin İstanbul’daki gösterişli bir projesinde inşaat yoğunluğunun arttırılmasıyla ilgili gelişmeler çerçevesinde gündeme geliyor. Geçen pazartesi günü Taraf gazetesinin soruşturma dosyasında yer aldığını belirterek yayımladığı yasal yollardan dinlenmiş telefon görüşmelerinin deşifreleri, rant olgusu ile siyaset kurumu arasındaki karmaşık ilişkileri bir kez daha projektör altına sokan ilginç bir ilişki örgüsünü karşımıza çıkarıyor.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Taha Akyol - Hürriyet

Ortalık toz duman

Ortalık toz duman, hava kurşun gibi ağır, herkes burnundan soluyor, öfkeli. Sakin, sağduyulu bir ses, düşünceli bir tavır görmek zor. Bütün taraflar elde kılıç çarpışıyor. 2011 seçimlerine giderken ”Korkuyorum” diye yazmıştım: “Plan, proje, seçim vaadi, aile sigortası falan... Birinci ihtiyacımız sağduyu ve itidaldir. Yaklaşan fırtınalarda Türkiye gemisinin doğru pusulası sadece sağduyu ve itidal olacaktır. Pusulayı kaybetmek! Korkuyorum...” (Milliyet, 5 Mayıs 2011) Kavgalar tırmandı, tribünlerdeki seyirciler bile sahadaki kavgaya katıldı. Ne sağduyu, ne itidal! Korkularımın gerçekleşmesinden korkuyorum. Bu gidişle Türkiye bir türbülansa kapılır mı diye endişeler yaşıyordum. Şöyle yazmıştım: "Özellikle de iktidarların üçüncü dönemleri, ne kadar oy alırlarsa alsınlar, tepkilerin kabardığı, yönetmenin zorlaştığı dönemlerdir... Türkiye siyasi kutuplaşma yüzünden önümüzdeki süreçte bir de iç türbülansa kapılır mı diye endişeliyim! Bunu tarihe not düşmek için yazıyorum... Yüksek tansiyon uzun müddet sürdürülemez.”

Yazının tamamı için tıklayın

 

Yalçın Doğan - Hürriyet

Ufukta erken seçim

Bayrağı hiç beklenmeyen biri, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar açıyor. Kendisi istifa etmekle kalmıyor, Tayyip Erdoğan’ın istifasını istiyor. İddiasına göre, “imar planlarının büyük bölümü Erdoğan’ın onayı ile yapılıyor”. Yolsuzluk iddialarıyla çalkalanan Türkiye’de birinci perde, 17 Aralık’ta başlayan gözaltı ve tutuklamalar. İkinci perde, Türkiye’nin pek çok yerinde polis müdürlerinin görevden alınması. Üçüncü perde, soruşturmaları iktidarın denetim altına almasına dönük yönetmelik değişikliği, iktidarın yargıyı geri plana itmesi. Dördüncü perde dün sabah yolsuzluk iddialarına adı karışan Zafer Çağlayan ile Muammer Güler’in istifasıyla açılıyor. Aynı yolsuzluğa adı karışan Erdoğan Bayraktar’ın istifa açıklaması ise dramın son perdesi, Türkiye’yi erken seçime götürecek türde. Açıkça, Erdoğan’ı sorumlu tutuyor. Bir bakan Başbakan’ı sorumlu tutuyor. Bizde görülmüş değil.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Ahmet Hakan - Hürriyet

Çöp olan yazı çöp olan istifalar

SAAT 12.00: İki bakan istifa etmiş. Oturdum masaya... Başladım yazıyı yazmaya. Önce başlığı attım: “İstifa değerlidir.” Sonra da şu yazıyı yazdım: İlk günden yapmaları gerekeni, sekiz gün sonra yapmalarına rağmen... “Madem istifa edecektiniz, sekiz gün neyi beklediniz?” sorusunun bir cevabı olmamasına rağmen... “Cumhurbaşkanı devreye girdi, daha fazla dayanamadılar” algısına yol açılmasına rağmen... “Polis şeflerini görevden aldılar, müfettişleri görevlendirdiler, sonra da istifa ettiler” yorumlarının ortaya çıkmasına neden olmalarına rağmen...
İstifa değerli bir iştir, onurlu bir iştir. Tam o sırada... “Üçüncü bakan” sahne aldı. Fakat o da ne? “Üçüncü bakan”, yani Erdoğan Bayraktar, gayet gergin bir ses tonuyla... “Bize baskı yapılıyor, istifa ettiriliyoruz, bir elimize istifa kâğıdı bir elimize deklarasyon kâğıdı tutuşturuluyor, bu kabul edilemez” demesin mi? Ardından da “Hem bakanlıktan, hem de milletvekilliğinden istifa ediyorum” demesin mi? Bununla da yetinmeyip “Madem öyle Başbakan da istifa etmelidir” demesin mi? Çöp oldu yazı. Yazı çöp olduğu gibi... İstifalar da çöp oldu. Anlamsızlaştı. Değersizleşti, “onur” sıfatıyla taltif edilmeyi hak eden bir iş olmaktan çıktı.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Kanat Atkaya - Hürriyet

İstifa kişinin kendine yakışanı giymesidir!

Gazeteciler arasında epeyce “heyheyli” şahsiyet vardır. Bir tür genetik kodlama değildir elbette bu “atarlanan” ruh hali; çok sakin, çok aklı başında gazeteciler de vardır ve elbette çoğunluktadır! Mesleğe başladığım ilk günlerde hayatımın ilk “canlı yayın istifa!” olayıyla karşılaşmıştım. İstifa eden “abi” –ki o yıllarda herkes abi, küçüğüz- bu kararını bağırarak ve hiçbir şekilde anlamadığım şu cümleyle duyurmuştu: “Benim iki ceketim yok. Tek ceketim var. Onu alıp gidiyorum, tamam nı biiiiip biiiip biiiip!" Daha sonra günlerce dalga geçilen çaylak konumuna düşmemi sağlayacak şu soruyu sormuştum: “Ceket için mi kavga ettiler?” Eskiler “Babıâli’nin Ceket Efsanesi”ni örneklerle anlattılar. Meğer işten kaytarmak isteyen gazeteci, iki ceket takılırmış. İşe gelip masayı çalışıyormuş gibi dağıttıktan sonra, ceketi sandalyeye asıp “oradaymış” havası yaratırmış. Bir de efsanenin “Ceketi alıp gitme” kısmı var ki; en güzel babalanma ve istifa yöntemi kabul edilir.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Ali Bulaç - Zaman

Büyük resim

İki hususun altını çizmek istiyorum: a) Türkiye’ye, AK Parti’ye ve R. Tayyip Erdoğan’a en ufak bir zararım dokunsun istemem. Eleştirilerim iyi niyete mebnidir, hata ve yanlışlar konusunda kardeşçe uyarılardır.  b) Bu yazının ana çerçevesi ve muhtevası savunduğum fikir değil, bir “durum tespiti”dir. Başka bir deyişle kendimce gördüğüm büyük resim benim açımdan “olması gereken”i değil, maalesef “olan”ı ifade eder. Yanılmayı çok arzu ederim.

Büyük resme baktığımızda şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz: NATO içinde müttefiki olduğumuz, aramızda stratejik ortaklık ve model ortaklık ilişkisi olan Amerika’nın bugünkü “devlet politikası” mevcut AK Parti iktidarını onaylamıyor, ipler giderek kopma noktasına geliyor. Üyelik sürecini devam ettirmeye çalıştığımız AB ile ilişkilerimiz son derece kötü, ağır, umutsuz bir mecrada seyrediyor. Bölge ülkelerinden –bizim mi, onların mı haklı veya haksız olduğu konusu bir yana- Irak’la gerilimli ilişkiler yaşıyoruz, Suriye ve Mısır’la ilişkilerimiz kopmuş bulunuyor. Suudi Arabistan’la eskisine benzemeyen bir ilişkiler dönemine giriyoruz. En yakın partnerimiz Katar, baba şeyhin tahttan çekilmesiyle kendine yeni bir rota çizmektedir.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Etyen Mahçupyan - Zaman

Aldatıcı dengeler

Objektif olmak bu kadar zor olmamalı… Yaşanan olayın iki yönü olduğu ve her ikisinin de ciddiye alınması gerektiği açık. Bir yanda hükümetin içinde ve çevresinde zamana yayılmış ve yapısallaşmış bir yolsuzluk alanı olduğu iddiası, diğer tarafta bununla ilgili dosyanın hükümeti düşürmek üzere kullanıldığı iddiası…

Eğer yolsuzluğu da, hükümet karşıtlığını da münferit aktörlerin tasarrufu olarak algılarsanız ortada fazla bir mesele yok. Dünyanın her ülkesinde buna benzer girişimlere rastlamak mümkün. Mesele söz konusu girişimlerin karşılıklı olarak ‘organize’ oldukları kanaati etrafında bir kavganın sürdürülmesidir.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Fikret Ertan - Zaman

Komplocu kafa, soruşturma ve ötesi

Türkiye’de oldukça yaygın bir komplocu zihniyet var. Komplocu kafa şeklinde niteleyebileceğimiz bu zihniyet siyasi-ekonomik-sosyal olaylarda muhakkak komplo arar, bulur ve bunu yaymaya çalışır.

Bu kafa, ortaya çıkan ve ülkemizi sarsan son yolsuzluk-rüşvet operasyonu ile birlikte hemen kendisini belli etmiş bulunuyor. Bu çerçevede bazı gazeteler, yazarlar, internet siteleri, son operasyona hemen dış kaynaklı milletlerarası bir komplo damgasını vurup konuyu bu şekilde kestirip atmaya, konunun gerçeğinin komplo olduğunu kabul ettirmeye çalışıyorlar.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Mümtaz'er Türköne - Zaman

Kendi mahkememizi kurmak

Karşılıklı yumruk saydırırken adalet duygusunu muhafaza edemezsiniz. Basit fıkralar bazen ezelî gerçekleri anlatır. Cezaevine düşen hırsıza koğuştakiler mutat suali soruyorlar: “Suçun ne?” Bütün ciddiyetiyle cevabı veriyor: “Hızlı koşmamak.” Ekleyince mesele anlaşılıyor: “Hızlı koşsaydım, polis beni yakalayamazdı.” Adam haklı. Hırsızlığı suç bellese yapmaz; kendisini yakalandığı için suçlaması doğal.

Kimse kendi davasının ne savcısı, ne de yargıcı olabilir. Cumhurbaşkanımız haklı; işi yargıya bırakmamız lâzım. Bizim elimizdekilerin tamamı “zan”. Bu yüzden mahkeme kararını verene kadar suçlu “zanlı” olarak anılıyor. Bize sadece zanlarımızı, adalet ölçüleri ve hukukun kullandığı soğukkanlı muhakemenin içinde muhafaza etmek düşüyor. Kaynağı “zanlılar” olan zanları bir araya getirip, bir ayrıntıyı aydınlatmak ve genel bir “zan”na ulaşmak bu yüzden adil bir yöntem.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Şahin Alpay - Zaman

‘Paralel devlet’ meselesi

Önce Balyoz ve Ergenekon davalarında hüküm giyenler haklarındaki iddiaların yargı ve emniyet içinde yuvalanmış “Fethullahçı, F - tipi” (yani “cemaat” ile, Hizmet Hareketi ile ilişkili) bir “gizli örgüt, çete, cunta, otonom güç, paralel devlet” tarafından uydurulmuş delillere dayandığını ileri sürdüler.

Şimdi “Büyük rüşvet ve yolsuzluk” soruşturmasında 4 bakanı zan altında olan Başbakan aynı iddiayı tekrarlıyor. Son olarak şikeden hüküm giyen Fenerbahçe kulübü başkanı da aynı iddiayla davasının yeniden görülmesini talep etti. Kamuoyunda “Fethullahçı paralel devlet”in varlığı konusunda genişleyen bir mutabakat olduğu da gözleniyor.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Hayrettin Karaman - Yeni Şafak

Anlama özrü mü yoksa...

İnsan bir sözü niçin yanlış (söyleyenin maksadına uymayan bir manada) anlar?

Bunun birden fazla sebebi vardır: Sözü söyleyen yanlış anlamaya müsait söylemiştir, okuyan veya dinleyenin bilgisi veya ilgisi yeterli değildir, peşin hükümlü olarak dinlemiştir...

Hangi sebebe dayalıdır bilmem, ama benim bir yazımda kullandığım Mecelle maddesi ve ona dayalı yorumum alakasız bir tarafa çekildi, yazının üstü ve altı, sözün oldukça açık ifadesi müsait olmadığı halde 'benim, yolsuzlukları örtmeye delil getirdiğim, haramı yumuşattığım, muğalata yaptığım' hükmüne varıldı.

Hemen ifade edeyim: Yolsuzluk özel değil, genel (kamuya, âmmeye ait) bir zarardır, bu zararı önlemek için yolsuzluğa bulaşmış kişilerin zarara uğramasına aldırmadan gereken yapılır, yolsuzluk engellenir ve kamunun zararı telafi edilir. Eğer 'Zarar-ı âmmı def'içün zarar-ı hâss ihtiyar olunur; yani, kamuya (ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir' kuralını yolsuzluklarla ilgili olarak kullansa idim bundan ancak bir mana çıkardı ki, o da yukarıda yazdığım manadır.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Abdulkadir Selvi - Yeni Şafak

Plan ne

Güne istifalarla başladık, geceyi kabine değişikliği ile tamamladık.

Demokrasi açısından uzun bir gün ve kritik bir gece yaşandı.

Dün hükümete karşı yargı-polis cuntasının darbe girişimine tanık olduk.

Ama önce kabine.

10 bakanlık değişti. 9 yeni isim bakan oldu. Yeni bakanlar; Emrullah İşler, Mevlüt Çavuşoğlu, İdris Güllüce, Ayşenur İslam, Fikri Işık, Nihat Zeybekçi, Çağatay Kılıç ve Lütfü Elvan. Hepsinin ortak bir özelliği var.

Mücadele döneminin bakanları.

Bir kısmını çok yakından tanıdığım pırıl pırıl isimler.

Bu kabinenin en dikkat çekici değişikliği ise, Ahmet Davutoğlu'nun ardından parlamento dışından bir ismin bakan olmasıydı.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Akif Emre - Yeni Şafak

Siyasetin aşil topuğu

Başkasının günahı kişinin sevap hanesine yazılmaz...

Bugünlerde yaşadıklarımıza dair en anlamlı değer hükmü bu olsa gerek.

Ancak başkalarının işlediği günahlar, ayıplar üzerinden haklılığını, masumluğunu, erdemli oluşunu ispatlamak telaşesinde herkes.

Başkalarının eksikliği, yanlışı kişiye başka yanlışlar yapma hakkı vermez!

Seküler bir devlette, seküler alanda siyasal mücadelenin dili 'dini' olamaz. Dini kavramlarla maddi çıkarlar, seküler siyasal tavırlar meşrulaştırılamaz.

Hangi düzlem ve esasta siyaset yapılırsa yapılsın hiç bir eylem, hiç bir adım kul hakkını, ahlaki ilkeleri gözetmekten ve erdemlilikten beri olamaz. Müslüman olmanın olmazsa olmaz şartı 'elinden ve dilinden (dini ve inancı ne olursa olsun) herkesin emin olmasıdır.'

Yazının tamamı için tıklayın

 

Yasin Doğan - Yeni Şafak

İstihbarat oyunlarının vardığı nokta...

Geçmiş dönemlerde dini gruplar istihbarat örgütlerinin iştigal alanında olmuştur ve sızmalarla bu grupların yönlendirilmeye çalışılması çok da sürpriz olmayan bir durumdur. Ancak bir grup kendisi istihbarat örgütü gibi faaliyette bulunmaya başlıyorsa veya büyümesini bu tür mekanizmaların varlığında görüyorsa ortada daha vahim ve yapısal bir soruna var demektir.

Güç zehirlenmesi ve gayrı meşru yöntemlere savrulmak, masum gibi görünen oluşumların çok farklı yapılara dönüşmesine sebep olabilir.

Güç kullanmayı gelişimleri için gerekli gören yapıların en önemli özelliği 'istihbarat şebekesi' gibi çalışmaya başlamasıdır. Hatırlanırsa 1990'larda varolan bir örgüt, insanları kaçırıyor, sorguluyor, fişliyor, dosyalıyor ve tam anlamıyla bir istihbarat faaliyeti yürütüyordu. Peki maneviyat iddiasındaki bir örgüt niçin istihbarat faaliyetlerine yoğunlaşır?

Yazının tamamı için tıklayın


Ali Saydam - Yeni Şafak

Yeri gelmişken

'Geç kaldılar!'...

Merkez Bankası Başkanı 'Yanılmışım!' dedi...

'Yanılmasaydı!'...

Kriz anlarında Doktor, Avukat, Mühendis nasıl işlerini yapmalılarsa, Ebru Gündeş de işini yaptı ve TV programındaki görevini sürdürdü...

'Hayır, yanlış yaptı! Evine kapanıp dışarıya adımını atmamalıydı!'...

İnsaf vicdanın yelkenidir...

Rahmetli Cemil Meriç'in hiç unutmadığım ve yazılarımda sık sık alıntıladığım 'İnsafını kaybedenler hiçbir hakikati bütünüyle kavrayamazlar' tespitindeki manayı, içinden geçmekte olduğumuz şu olağanüstü hassas günlerde çok daha iyi hissedebiliyoruz.

Bu yılın 8 Ağustos günü burada, bu sütunlarda yazmış olduğumuz bir yazıyı, bugün bir kez daha okuma ihtiyacı duydum; belki siz de duyarsınız: 'Başbuğ'u yaktılar' diye başlamışız yazıya ve şöyle sürdürmüşüz...

Yazının tamamı için tıklayın

 

Rasim Özdenören - Yeni Şafak

Bu çekişmenin dönüşü yok mu?

AK Parti (veya hükümet) ile Cemaat arasındaki münazaanın (çekişme) geri dönüşü yokmuş gibi görünebilir. İp kopuncaya kadar taraflar arasındaki çekişmenin sürmesini bekleyenler de çıkabilir. Ben durumu tahlil etmeye değer buluyorum. Olayı, ne tek başına bir siyasal partinin sorunu, ne de tek başına belli bir Cemaatin iç sorunu olarak görüyorum. Durumu, duygusal yönden kestirip atmadan önce, tarafların pozisyonunu anlamaya çalışarak olaya yaklaşmakta yarar umuyorum.

Cemaat ne istiyor, ilkin bunu

anlamaya çalışmalıyız. Cemaat ne istiyor ve isteğini gerçekleştirme adına nasıl bir siyasa (policy) izliyor veya izlemeye çalışıyor.

1. Görünen o ki, Cemaatin önde gelen talebi eğitim alanına yatırım yapmak,

2. Yurt içinde veya dışında açtığı okullarda öğrenci yetiştirmek,

3. Yetiştirdiği öğrencileri kamuda veya sivil alanda iş güç sahibi yapmak...

Yazının tamamı için tıklayın

 

Cem Küçük - Yeni Şafak

Kod adı kaos, hedefi darbe!

Emniyet ve yargıdaki cuntanın nasıl çalıştığını defalarca bu köşede yazdım. Medya ve iş dünyalarındaki uzantılarını, yayın yönetmenlerine abilerinden nasıl talimatlar gittiğini, polis şeflerinin gazetelere manşet attığını çok söyledim. Olanları görüyorsunuz.

2010 yılından beri emniyet ve yargıda yer etmiş cunta biriktirdiği dosyaları uygulamaya koydu. Tam da seçim arifesinde hükümeti yıkmak için her yolu deniyorlar. Bunu da yargı ve emniyetteki yapı organize bir şekilde yapıyor. 17 Aralık darbesinden sonra Türkiye'nin ne kadar milli işadamı varsa hepsi hedeflerinde.

TOKİ, TCDD, üçüncü köprü ve havalimanı müteahhitleri, Başbakan'ın bürokratları ve devletle millete hizmet sunan herkes bu cuntanın hedefinde. Hiçbir hukuki girişime dayanmadan herkesi tek torbaya atarak ülkeyi 30 yıl öncesine götürmenin planlarını yapıyorlar. 7 Şubat'ta başarılı olsalardı MİT'in içini boşaltacaklardı. KCK tutuklamalarında istediklerini alsalar müzakere ve barış sürecini sabote edeceklerdi. Gezi'de protesto adıyla Türkiye'yi kaosa sürükleyeceklerdi. Peki şimdi neler oluyor?

Yazının tamamı için tıklayın

 

Mehmet Metiner - Yeni Şafak

Yol yakınken yanlıştan dönün!

Bizi ne hallere düşürdüler görmüyor musunuz?

Kitabi ilkelerimiz yerlerde sürünüyor.

Ahlaki kayıtlarımız yerle bir edilmiş durumda.

Ne Kutsal Kitabımızın ilkeleri yetiyor bize, ne de Resulün sözleri.

Biz bu hallere mi düşecektik?

Ellerini açmış beddua ediyorsunuz kardeşlerinize.

Yetmezmiş gibi 'amin!' diyorsunuz.

Bu kin ve öfke niye?

Hani ilginiz ve bilginiz yoktu sizin?

İlginiz ve bilginiz yoksa ne diye lanetler yağdırıyorsunuz, niçin hasmane tutumlar sergiliyorsunuz?

Ortada iddialar var sadece.

Peki doğruluğu ispatlanmış iddialar mı bunlar?

Bir iddia üzerinden kesinlikli yargı inşa etmek hakkaniyete uygun düşer mi?

O zaman gıybet ne yana düşer?

En basitinden gıybet faslını açıp okuyalım tekrar.

Doğru olanı dile dolayıp yaygınlaştırmanın adı değil midir gıybet?

Yazının tamamı için tıklayın

 

Markar Eseyan - Yeni Şafak

Eski Türkiye'deki son kapışma ve Erdoğan

Dünkü analize devam etmeden, Erdoğan Bayraktar'ın partiden ve vekillikten istifa etmesi, bunu yaparken 'Şah mat' diyerek Başbakan'ı da istifaya davet etmesine değinmekte fayda var. Bayraktar'ın operasyondan hemen sonra diğer üç bakanla istifasını şifahen Erdoğan'a sunduğu, Pakistan gezisi dönüşünde otobüsün üzerinde 'Yolsuzlukların hesabını soracağız' derken Erdoğan'ın yanında memnuniyetle yer aldığını biliyoruz. Belli ki, Erdoğan'ın bu bakanları koruyacağı hesap edilmiş.

Ancak bu böyle olmayınca, Mr. Hyde gibi bir gecede değişim yaşanması normal karşılanmalı. Ama tabanın da -Hizmet Hareketi dahil- her şeyi dikkatle izlediğini, 28 Şubat'taki ayak oyunlarının, ters operasyonların, yakın geçmişte aniden taraf değiştiren 'siyasilerin' akıbetlerinin hafızalarda güçlü biçimde yer ettiğini hatırlatmakta fayda var. Hükümete yönelik operasyon sürerken istifa edenlerin halkta oluşacak algılarının daha müsbet olmayacağı söylenebilir.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Melih Aşık - Milliyet

Sonun başlangıcı...

Kirli tezgâh, tuzak, nifak, ittifak, komplo gibi senaryolar ağır kokulu rüşvetin üstünü örtemedi...
O yüzden bakanların istifasını almak şart oldu.
Eğer bu işlem ilk günden yapılsaydı, iktidara güven bu denli sarsılmazdı.
Başbakan önce rüşvet soruşturmasının önünü kesti.
Polisi darmaduman ederek savcıları çalışamaz hale getirdi. İstifalar sonra geldi.
Anlaşılıyor ki Başbakan soruşturmanın yukarı doğru ilerlemesinden endişeliydi. Önce o yolu kapattı.
Ancak üçüncü istifada umulmayan bir şey oldu. Çevre Bakanı Bayraktar’ın Karadenizli damarı tuttu:
- Beraber yürüdük bu yollarda, dedi Bakan, eğer yürüttüysek birlikte yürüttük, beni rüşvetçi göstermeye hakkın yok...
Bu arada büyük bir anayasal suçu işleniyor...
Başbakan’a bağlanan Emniyet savcılığın taleplerini yerine getirmiyor.
Başbakan hemen her konuşmasında rüşvet operasyonunu yürüten savcı ve hâkimleri “kirli tezgâh, kirli operasyon, komplo ve ihanet”le  suçluyor... Çete diye niteliyor. Suç işliyor. Bugünün yargısı 2010 Anayasa referandumundan sonra AKP’nin koyduğu kurallara göre şekillendirilen yargıdır. Şikâyet yoktu.
Yargı bir gecede çete olduysa bile... O çeteyi kovuşturmanın da anayasal yolları vardır. Bunun yolu polisin yargıya itaat etmemesi değildir.
An itibarıyla bir anayasal krize girmiş bulunuyoruz.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Aslı Aydıntaşbaş - Milliyet

Erken seçim, Bulutizm ve kalanlar

Bu yazı, muhtemelen yarın sabah itibariyle çoktan anlamsız hale gelmiş, olaylar zinciri bizi bambaşka bir yere sürüklemiş olacak...
“Cumhuriyet tarihinin en büyük...” diye başlayan cümlelerinden, oldum olası şüphe duyarım ancak cumhuriyet tarihinin ciddi siyasi krizlerinden biriyle karşı karşıya olduğumuz ortada. Akla gelen birkaç konu var...

Topçu Kışlası ısrarı

Gezi olaylarının büyümesi ve alevlenmesinde, Başbakan’ın Topçu Kışlası projesinden uzun süre vazgeçememesi ve böylece sokaktaki isyana bir mazeret yaratması etkili olmuştu. Ben, yolsuzluk soruşturmasında adı geçen bakanların istifa sürecinin gecikmesinin de benzer bir durum olduğunu, bakanları korumakta inat etmenin hükümetin karşı karşıya olduğu siyasi krizi derinleştirdiğini düşünüyorum. Hayır, tabii ki söz konusu bakanların kendilerine isnat edilen suçlarla bir ilgisi olup olmadığını bilmiyoruz. Kenarda köşede çıkan haber kırıntılarından medya mahkemesi kuramayız. Ancak demokratik bir siyasi kültürde ne yapılması gerektiği, yani Doğru’nun ne olduğunu biliyoruz. Latin Amerika’dan Japonya’ya kadar demokratik ülkelerde böyle durumlarda ne yapıldığı konusunda ortak bir demokratik teamül var. Soruşturmanın selameti için kenara çekilip hükümetin elini rahatlatmak gerekirdi. Bunu yapmamanın bedeli, hükümetin yolsuzluk soruşturmasını engellemeye çalıştığı algısının yayılması oldu.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Güneri Cıvaoğlu - Milliyet

Yol haritası... Yeniden...

17 Aralık ve sonrasında sızan izlenimler “Başbakan’a kadar uzanabilmek” çabasını hissettiriyordu.
Bakan Bayraktar’ın Karadenizli duyarlığıyla istifa açıklamasında o adresi göstermesi bu izlenimlerle birlikte yorumlanmalı.
3 bakan ve bir eski bakanın istifası ortaya “öngörülemeyen” bir tablo koydu.
l Başbakan Erdoğan istifa ederek ve hükümetini tümüyle yenileyerek güven oyu almayı ve böylece kuvvet ve muşruiyet tazelemeyi düşünüyor mu?
l Genel seçimleri 1 yıl öne alarak Cumhurbaşkanı seçimiyle sandıkları aynı günde koyabilir mi?
l Cumhurbaşkanlığı kararlılığını sürdürecek mi? (Genelde sorunun cevabı “evet”)
l Tüzük değişikliğiyle 4’üncü kez de milletvekili seçilmenin önünü açar mı? (Bu sorunun daha genişletilmiş hali, Erdoğan’ın -şimdilik- küçük de olsa bir olasılıkla yola 4 yıl daha siyasete başbakan olarak devam etmesi seçeneğidir.)
l İstifa eden bakanlar için bir Meclis soruşturması açarak, yargı kararına kadar siyasal bir aklama süreci başlatılır mı? (Bakanlar için henüz yüce divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nde dava olmadığı için, soruşturma -yoruma bağlı olarak- yargıyı etkileme kapsamı dışında kalabilir.)

Yazının tamamı için tıklayın

 

Kadri Gürsel - Milliyet

Meşruiyet krizi

Dün sosyal medyada çok paylaşılan o fotoğrafta, yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının odağındaki dört bakan, birbirleriyle ellerini havada kavuşturmuş halde, ortak bir sevinci gülerek paylaşırken görülüyorlardı.
Biri, boşta kalan eliyle “dört parmak selamı” veriyordu. “Bakın işte buradayız, dört kişiyiz” der gibi.
Esenboğa Havalimanı’ndaki otobüsün çatısından, Pakistan’dan dönen Başbakan’ı karşılamaya gelenleri selamladıkları anlaşılıyordu. Zaten üçü, Başbakan’ı karşılamak için Esenboğa’ya gitmişti. Dördüncüsü de Başbakan’la Pakistan’a gitmişti. Ne için güldüklerini, niye Başbakan’ı karşılamaya gidip otobüsün üzerinde onunla birlikte poz verdiklerini ve hatta dördüncünün neden Pakistan gezisine katıldığını anlamadım.
Onlar fırtınanın gözündeki isimler oldukları için mi böyle, sanki orada öyle hiçbir şey olmamış gibi durabiliyorlardı?
Fırtınanın en sakin yeri gözüdür.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Hasan Pulur - Milliyet

Tayyip Bey’in sağlam garantörü

Acaba Sayın Başbakan, müjdeyi Pakistan’daki son günde mi almıştır, yoksa uçakla Türkiye’ye dönerken mi veya Ankara’ya inince mi?
Müjdenin yeri, zamanı o kadar önemli mi?
Lafı uzatmadan müjdeyi verelim, eskiler “dideler ruşen” derlermiş, gözleri aydın.
***
Aziz ve kadim dostumuz, meslektaşımız, bir ara kapı yoldaşımız, sevgili Mehmet Barlas müjdeyi verdi, “Özal’ı kurtardım, şimdi sırada Recep Tayyip Erdoğan var” diyor, garanti veriyor:
“Erdoğan’ı yedirmeyeceğiz!”
***
Ne günlerdi o günler, aklımıza geldi.
Özal, Cumhurbaşkanı, dediği gibi Mehmet Barlas da onun en yakın koruması, birisi telefon etti, haber sızdırdı:
“Mehmet’in arası Özal’la bozuldu!”
“Niye?”
“Dolmabahçe’deki yemeğe davet etmemişler, bu Mehmet’e yapılır mı?”
Ertesi gün bir yazı:
“Bana niye davetiye yollamadınız?”
Özal, hiç Mehmet Barlas’ı üzer mi?
Hemen davetiye gitti, Mehmet’in eline ulaştı, ertesi gün dünyanın iki büyük devlet adamı Dolmabahçe’de!!!

Yazının tamamı için tıklayın

 

Mehmet Tezkan - Milliyet

Çevre Bakanı bombayı attı

Skandal içinde skandal da denilebilir..   Haklarında çok ciddi iddialar bulunan bakanların bir haftadır koltuklarında oturmaları görülmüş şey değildi..
Skandaldı..
Dün istifa ettiler, istifa ediş şekilleriyle birlikte yeni bir skandal ortaya çıktı..
Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar televizyona çıktı, çatır çatır konuştu.. Başbakan’ın Pakistan dönüşünde itham edilen üç bakan, Başbakan’la birlikte otobüsün üzerine çıkıp el sallamışlardı..
Gövde gösterisi yapmışlardı..
Sonra hep beraber Başbakan’ın evine gitmişlerdi, 2.5 saat kalmışlardı..
Meğer kıyamet orada kopmuş!..
*
Çevre Bakanı açıkladı.. Başbakan; ‘istifa ediniz beni rahatlatacak deklarasyon yayınlayınız’  demiş..
Anlaşılıyor ki; rahat değil.. Dış güçler, kirli tezgah falan diyor ama yolsuzluk ve rüşvet iddialarını da önemsiyor.. Önemsemese ‘beni rahatlatın’ demezdi..
Dün sabah üç bakana, iki metin gönderilmiş.. Biri istifa metni, öteki deklarasyon..
Demek ki; AKP’de siyasetçilerin nasıl istifa edeceği, istifa ederken ne diyeceği izne bağlı.. Emir komuta zincirine tabi..
İçişleri Bakanı ile Ekonomi Bakanı bu durumu kabul etmiş.. İkisi de gönderilen metinleri açıkladı..
O metinde ne diyordu?
‘Hükümetimize, partimize, ülkeye karşı düzenlenen kirli tezgahtır.’
Resmi görüş!..

Yazının tamamı için tıklayın

 

Mehmet Barlas - Sabah

Operasyonun nihai sonucu seçimlerde alınacaktır

Günlerdir siyaset gündemini karıştıran "Dosyalı Operasyon"u planlayanlar tam olarak neyi amaçlıyorlardı bilemiyoruz.
Eğer bu amaç siyasi bir kriz yaratmak içerikli ise, operasyonu planlayanları kutlamamız gerekiyor. Sonuçta bakanlar istifa ettirilmiş, bakan çocukları tutuklanmış, "Cemaat" denilen olgu AK Parti düşmanları ile aynı safa itilmiş, kamuoyunda "Meğer devlet içinde ayrı bir devlet varmış" algısı yaratılmıştır.
Ancak hiç unutmayalım ki krizler de bir süreçtir ve sonuçları da, bu süreç noktalanıncaya kadar tam belli olmaz.
Buna son örneği "Gezi Parkı kalkışması" olarak bildiğimiz siyasi krizin, sonuçta Başbakan Erdoğan'ı güçlendirmesinden ve AK Parti'nin seçmen tabanının konsolide edilmesinden verebiliriz.
Bu son krizin nihai sonucunu da, önümüzdeki dönemdeki üç önemli seçimin sonuçlarına bakarak anlayabileceğiz.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Engin Ardıç - Sabah

Sabotaj da yaparlar mı?

Araştırdım soruşturdum: Yolsuzluk kanıtlansa bile, seçim sonuçlarını kayda değer bir oranda etkilemeyeceği konusunda herkes hemfikir...
Deniyor ki, "AKP belki bir puan kaybeder, belki iki, o kadar..."
Taksim olaylarında da böyle denmemiş miydi? Hükümetin düşeceğine en azgın eylemci bile inanmıyordu.
Bendeniz o kadar oy düşüşü bile beklemiyorum, göreceğiz.
"Bu numara tutsaydı 1994 yılında tutardı" demiştim.
Öte yandan, bu beklenti, Mustafa Sarıgül'ün de İstanbul'u "ele geçiremeyeceğini" gösterir, başbakanın düşmanları hopursalar da bopursalar da.
Belki de Sarıgül'ün amacı İstanbul'da kendi oylarını "CHP'nin Türkiye genelindeki oylarından" fazla çıkarıp parti başkanlığına yürümek... Yüzde 40 alabilse mutlu olacak. Topbaş'ın yüzde 50 almasına hiç aldırmayacak.
Belki değil, muhakkak böyle... Sarıgül, bunun "2015 ya da 2019 seçimlerini kazanmasına yeteceğini" sanıyorsa, buyursun istediği yere yürüsün!
Çünkü anamuhalefet liderliği bayrağının Deniz Bey'de mi, Kemal Bey'de mi, Mustafa Bey'de mi olacağı bizi değil emekli Ayşe Teyze'yi ilgilendiriyor, o da maaş kuyruğunda geyik yapmak üzere.
Bir diğer iddia, başbakana karşı kurulan ittifakın, "iktidar Sarıgül hakkında birtakım yolsuzluk bombalarını patlatmadan" önce davranıp bu Halkbank atraksiyonunu yarattığı yönünde... Erken gelen oturmuş yani.
Mümkündür. Bunu da göreceğiz. Önümüzde üç ay var, türlü çeşitli bombalar her zaman ilgimizi çekecektir.
Dün sevgili kardeşim Emre Aköz konuya yeni bir boyut kattı: İstanbul'da başka türlü, beklenmedik bir namussuzluk yaparak oyları etkilemeye çalışabilirler mi?
Hani 1977 yılında Taksim'de halka ateş açarak darbeye iklim hazırlamak gibi canım...

Yazının tamamı için tıklayın

 

Hasan Celal Güzel - Sabah

Siyasete tarihçinin bakışı

Son iki asırdan beri Türkiye'nin durumunu ibret alarak inceleyemezsek, bugün siyasette olup bitenleri geniş bir perspektiften değerlendirmemiz mümkün değildir. Türkiye'nin atlattığı çeşitli bâdireleri tahlil etmeden 2013 sonunda gelinen noktayı anlayamayız.
19. yüzyılın başından itibaren Osmanlı İmparatorluğu parçalanmak ve Batı'nın tâbiriyle 'hasta adam'ın toprakları paylaşılmak istenmiştir. Buna karşı tedbir olarak alınan ne 'Sened-i İttifak', ne 'Vaka-i Hayriye', ne 'Tanzimat' ne de 'Islahat' fermanları parçalanmayı durdurmada tesirli olabilmiştir. İyi niyetli olsalar da Abdülhamid Hân'a kadar uzanan 19. asır hükümdarları bu gidişi durduramamışlardır. Abdülhamid Han, İmparatorluğun dağılmasını otuz yıl geciktirmiş ve Türkiye'nin derlenip toparlanmasını sağlamıştır. Lâkin, onu deviren İttihatçı Çetesi, çok kısa zamanda koskoca Cihan Devleti'nin yıkılmasını hızlandırmıştır.
Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) liderliğindeki Millî Mücadele'den sonra, elde kalan vatan topraklarında bağımsız bir Cumhuriyet kurulmuş; ancak gerçekleştirilen şeklî modernleşmeye rağmen, uzun müddet demokrasiye geçilememiştir. 14 Mayıs 1950 Seçimleri'nde kurulan demokrasimiz ne yazık ki ancak on yıl devam edebilmiş ve CHP'nin tertip ettiği 27 Mayıs 1960 Darbesi ile Türkiye'de militarist vesayet rejimi başlamıştır.
Bundan sonra, sık sık ara rejimlerle askerî dikta dönemleri yaşayan Türkiye'de, özellikle merhum Özal döneminde ekonomik başarılarla dolu yıllar kaydedilmiş ve Türkiye 21. asra hazırlanmıştır. Lâkin, Özal'dan sonra ANAP dönemi kapanmış ve Türkiye koalisyonlar döneminde istikrarsızlık içinde kıvranarak gerilemiştir.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Sevilay Yükselir - Sabah

Taktik hiç değişmiyor değil mi Ekrem Dumanlı?

Dün internette dolaşırken hem 17 Aralık, hem de ondan evvel iktidara karşı girişilen operasyonların en büyük medya destekçisi Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın eski bir yazısına rastladım. Ve okuduklarım karşısında da gözlerime inanamadım. Evet Dumanlı "Seçim stratejisi belli olmuştur gelin deşifre edelim" başlığını verdiği o yazıyı 2009 yerel seçimlerine 2 ay kala... O günün derin güçlerinin ve kirli ittifakçılarının AKP iktidarını sandık dışı yollarla indirmek için izlediği yolu analiz etmek için kaleme almış ama inanın bugün yaşananların üzerine de "cuk" diye oturmuş. Emin olun son 2 yılda yapılan alçaklıkları, hükümeti sandık dışı yollarla devirmek için izlenen yolları daha iyi analiz eden ve daha iyi yorumlayan bir başka yazı yok elimizde. İmkânınız olursa lütfen 29 Aralık 2008'de kaleme alınan yazıyı bulup okuyun. Biliyorum ki epey uzun olan o yazıyı okuyup bitirdikten sonra diyeceksiniz ki "Vay be! Demek ki değişmiyormuş bir iktidarı sandık dışı yollarla devirme taktikleri!"
Bakın... Yazıda aynen şu ifadeleri kullanıyor Dumanlı: "Yolsuzluk iddiaları dünyanın her yerinde gazetecilerin ilgisini çeker. Çünkü vatandaşın ilgisine mazhardır. Ayrıca gazetecilik, kamu yararı gözetilerek yapılan bir çeşit demokratik denetimdir.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Mahmut Övür - Sabah

'Güçlerini derin devletten alıyorlar'

Başbakan Tayyip Erdoğan, Pakistan gezisinden dönerken uçakta, son günlerin tartışma yaratan yargı polis operasyonu ve AK Parti-Cemaat ilişkilerine ilişkin önemli açıklamalar yaptı.

Olup bitenlere "Yolsuzlukla mücadele operasyonu" deniliyor. Siz ne diyorsunuz?

Öyle bir şey demek mümkün mü? Hükümete yönelik, millete, milli iradeye yönelik bir operasyondur. Halk Bankası Müdürü'nün evinde çıkan bir şey bankayla bir ilgisi var mı? Böyle bahsedilmesi bu vatana bir ihanettir. Medyadan okuduğum kadarıyla, Çorum İmam Hatip Lisesi'yle ilgili verilmiş bir söz var. Müdürün dürüstlüğünden en ufak bir şüphem yok.

Paraların evde saklanması doğru mu?

Hayır sahibinin makbuzunu teslim ediyorsa. O hayır sahibi de bunun çıkışını kayıt altına aldıysa. Hayır sahibi de bunu okul da bunu söylüyor. Emniyet'teki yetkililerin yapacakları şey bankada bir şey var mı yok mu? Arayıp bulursun. Ama sen işi hemen buraya getirirsen bu ihanettir. Halkbankası değeri nereye geldi.

Operasyonun kilit ismi olarak sunulan Reza Zarrab hakkında ne düşünüyorsunuz?

Altın ihtacatı yapan biridir. Ülke ekonomisine katkısı olduğunu biliyorum. Bu tür hayır işlerine girdiğini de biliyorum. Moda oldu. Çantayla buraya girdi, çıktı. Çantayla sakın bir yere girip çıkmayın. (gülerek) Malum artık suç aleti oldu. Hele valizle hiç girmeyin. AB ofisine çantayla girdi, çantasız çıktı. Eee... belki kitap falan filan getirmiştir. Böyle bir yaklaşımı anlamak mümkün değil. Zafer Bey'in çocuğuna çantayla gelmiş. Elbise gönderildi diyor Zafer bey. Böyle uyduruk şeyler. İspatın varsa görüntülü olarak suçüstü yap tamam buna eyvallah.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Okan Müderrisoğlu - Sabah

Çelik çekirdek kabine

Kriz anlarının kritik eşiği "yönetilebilir" ölçekte tutulabilmesidir.
Böyle anlar, yüksek yöneticilik ve liderlik yeteneği gerektirir.
Hemen herkesin kenara çekildiği, tribünlere çıktığı veya "Acaba ne olacak?" diye sorduğu bu süreçlerde, psikolojik üstünlüğün ele geçirilmesi ya da en azından krizin kontrol altına alınması temel faktördür.
Aksi takdirde...
Önce "belirsizlik" tüneline girilir.
Sonra, ülke "yönetilemezlik" sınırına getirilir...
Zaten bugün amaçlanan da budur!

Giderek derinleşen, artçı şoklarla canlı tutulan zorlu süreçte, bir değil birkaç adım sonrasının düşünülmesi artık kaçınılmaz!
Meselenin, camiayı da aşan yönleri bile hesaba katılmak zorunda.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Meryem Gayberi - Sabah

Bu darbe millete!

Devletin bütün sırları çarşaf çarşaf medyada.
Her türlü yalan haber, dezenformasyon, çarpıtma, saptırma istemeyeceğiniz kadar.
Gazetelerden kurtulsanız, sosyal medyada yalan haberler sarıyor etrafınızı.
Saniye başı şu tür yalanlar yayılıyor:
"Şu tutuklandı, bu tutuklandı",
"Polis şu vakfa ilerliyor, bu derneği kuşatmak üzere",
"Emniyet'te savaş var",
"Yeni operasyon dalgası yolda" vs.

28 Şubat'ta görmediğimiz darbeler iniyor kalbimize.
Sırtımızdan vuranın "kardeşimiz" olduğunu görünce canımız yanıyor, gönlümüz kanıyor.
Eski memurlar, vazifeli tetikçiler, tezviratçı sosyal medya kalemşorları esip gürlüyor.
Emirler yağdırılıyor.
Tehditler ediliyor.
Beddualar havada uçuşuyor.
Psikolojik harp sanatının her türlü yöntemi kullanılıyor.
Öyle ki operasyonu yürüten bir televizyon kanalı, İstanbul Başsavcısı'nın evinin nerede olduğunu, adresini filan sıkıştırıyor çaktırmadan haberin içinde.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Fehmi Koru - Star

Zamanın ruhu ve Snowden

Ders alma konusunda fazla becerikli değil politikacılar... Oysa her politikacının siyasi tarih bilgisi ve bilincine sahip olması, bu sayede karşısına çıkan yeni olayları o terazide tartarak değerlendirmesi beklenir. ‘Yeni Türkiye’ bizler için böyle bir fırsat aralığıdır...

Ne zaman ‘Yeni Türkiye’ denilse birilerinin hop oturup hop kalktığı görülüyor... Oysa ‘Yeni Türkiye’ tek bir partiye, iktidara mal edilmeyecek kadar herkese şâmil kapsayıcılıkta bir deyim... Türkiye için ‘yeni’ olmak, başka ülkelerde ancak şimdilerde ve Snowden gibi yürekli insanların gayretleriyle meydana gelen gelişmeler değil; zamanın ruhunu yakalamak demek...

Kim zamanın ruhunu yakalıyorsa, o ‘yeni’ Türkiye’yi hak ediyor demektir...
Bu yılın adamı Edward Snowdenherkesin gözünü açmalı...

Yazının tamamı için tıklayın

 

Ahmet Kekeç - Star

Mavi dosyanın sırrı

Şu mavi dosya... Hani, Kemal Bey’in makamındaki çelik rafta dizili klasörlerden biri...
Sırtında “M. Sarıgül” yazıyor. Demek ki Kemal Bey’imiz, boş vakitlerinde, bu dosyalarla eğleşiyor. Canı sıkıldığında raftan birini çekip üzerinde “çalışmalar” yapıyor... Ya da kim hangi suçla itham edilmiş, onları inceliyor.

Kemal Bey bu işleri seviyor. Dosya biriktirmeyi, “biriktirilmiş” dosya önünde pozvermeyi daha çok seviyor. Hani, “dosya siyaseti yapacağım” vaadiyle gelmişti, elinde çok sayıda belge vardı ve zamanı geldiğinde bunları bir bir açıklayacaktı... Dengir Fırat’ı, Melih Gökçek’i, Şaban Dişli’yi nasıl alt ettiyse, diğerlerini de aynı yöntemle alt edecekti.

İşe, Kayseri’yle başladı. Rakip partinin yolsuzluğunu ortaya çıkaracaktı ama iddialarının altında kaldı, bir sürü de tazminat cezası ödedi. Dün, çelik raf önündeki “güvenli” pozuna bir kez daha baktım.
Eline bir klasör almış, tartıyor...

Şunu düşünüyorsunuz: “Bu dosyalardan birini patlatacak, yer yerinden oynayacak.” Biz Kemal Bey’den beklerken, dosya bir başka odak tarafından patlatıldı. Hayır, patlatılan dosya, “M. Sarıgül”ünkü değil.

Yazının tamamı için tıklayın

 

İbrahim Kiras - Star

Devletin cemaat politikası

Son günlerde sıkça telaffuz edilmeye başlanan “paralel devlet” tanımlaması benim birkaç yıldır “devlet içinde devlet olma çabası” dediğim yapılanmayı ifade ediyor. Aslında bu konuda ifrattan tefrite uzanan bir çizgisi var bizim devletin. Şunu demek istiyorum: Cemaat mensupları geçmişte devlet hizmetine bile sokulmazlardı. Sıradan bir memuriyet almaları bile zordu. Sadece Gülen cemaati için değil bütün dini cemaat ve tarikatların mensupları aynı sınırlamalara tabiydiler çünkü sakıncalı insanlar olarak görülüyorlardı. Sadece cemaat ve tarikat mensupları için de değildi bu sınırlamalar. Standart anlayışın veya resmi görüşün sakıncalı bulduğu politik kimlikler de bürokratik postlardan uzak tutulmaya çalışılırdı. Cemaat ve tarikat mensupları kadar komünistler, Kürtçüler, Aleviler ve hatta Türk milliyetçileri de devleti yönetenler nezdinde kimlikleri veya inançları itibarıyla sakıncalı bulunurdu. Özellikle mensubiyetleri ve politik kimlikleri belirgin olan insanlar devlette kolaykolay görev alamazlardı.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Yusuf Ziya Cömert - Star

‘One minute’ün rövanşı

Sabah, evinden çıkıp işine giden bir adam. Evinde çocukları var. Diyelim ki, iki kıziki oğlan. Kimisi okulda okuyor, kimisi daha küçük. Adam, çalışacak akşama kadar. Akşam, eve ekmek götürecek.
Mesela, bu hafta sonu, küçük kızının ayakkabısı iyice eskimiş. Ona ayakkabı alacak.
Oğlunun bilgisayarını bu hafta tamir ettirmesi mümkün değil. Onu önümüzdeki ayın maaşından halledebilir. Sabah belediye otobüsüne, oradan vapura sonra tekrar otobüse. Ve akşam aynı yoldan eve. Sonunda bir maaş alacak ve o maaşla, haneciğindeki herkese küçük küçük mutluluklar dağıtmaya uğraşacak. Anneme, doğum gününde bir hırka... Bunu hayatında sadece bir kaç defa yapabilecek. Hırsızlık yapanlar, rüşvet alıp verenler, işte, o adamın, annesine almak istediği hırkaya göz dikmiştir. Veya, kız çocuğunun ayakkabısına.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Ardan Zentürk - Star

Erdoğan’ın stratejisi

Kabul edelim, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, siyasi yaşamının en ağır meydan okumasıyla karşılaştı. “Yolsuzluk soruşturması”, siyasetin HIV’idir, bünyeye girdi mi, bağışıklık sistemini ortadan kaldırır, bedeni, “her türlü saldırıya” açık hale getirir, siz, bir soruşturmanın etrafında kopan fırtınayla uğraşırken, birileri, “öldürücü darbeyi” bir başka köşede hazırlıyor olabilir.

Başbakan’ın 17 Aralık’tan bu yana yaptığı açıklamalardan anladığım şu: Erdoğan, hukuk-siyaset hattında yaşanılan bu olayda, hedefin doğrudan kendisi olduğuna inanıyor. Bakanlar ve çocuklarının, yürütülen operasyonda birer “atlama tahtası”, ana amacın, şu veya bu şekilde doğrudan, şahsına, darbe vurmaya dönük olduğunu düşünüyor. Erdoğan’a göre, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı merkezine oturtmuş gibi gözüken, ama aslında, doğrudan kendisini hedefleyen 7 Şubat 2012 benzeri bir operasyonla karşı karşıyayız.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Orhan Miroğlu - Star

Türkiye kime kalacak?

Türkiye Kime Kalacak’ sorusu, AK Parti iktidarıyla beraber sıkça sorulan, makalesi, kitabı yazılan bir soruydu. AK Parti bu ülkenin siyasi gelenekleriyle bağdaşmayan, teamüllere aykırı bir siyasi hareket ve iktidar olarak görüldü. Ki böyle görülmesi çok doğaldı. AK Parti’nin kendinden önceki hükümetlere benzemeyen reformcu yanı, dış politikadan tutun da Kürt sorununa varıncaya kadar benimsediği Türkiyeci veya millici tutum, isterseniz‘bağımsız’ tutum diyelim, yedi düvele meydan okuyan bir iktidar olarak görülmesine yol açan bir takım çıkışlar, askeri vesayetle ve darbelerle mücadelede gösterdiği kararlılık onu gelmiş geçmiş bütün siyasi iktidarlardan ve hükümetlerden farklı kılıyordu. AK Parti’nin girdiği seçimlerde elde ettiği başarının asıl olarak bu reformcu kimlikle elde edilen bir başarı olduğu da açıktır.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Hakan Albayrak - Star

Cemaat liderliğine istiklâl dersi

Gülen Cemaati’nin resmi yayın organlarından Today’s Zaman, daha evvel de söylediğimiz gibi, uluslararası sisteme selam çakıp mesaj göndermeye yarıyor. Bir süredir AK Parti iktidarından bunalmış bir Türkiye resmi çizdiği dikkat çeken bu gazetenin son günlerdeki imaj çalışması şu yönde: Türkiye’de yolsuzluk ve istibdattan başka kayda değer bir şeyyok! 25 Aralık 2013 Çarşamba günü, saat 09:25. Gazetenin internet sitesine girip ana sayfaya bakıyorum. Birinci haber, yüksek hızlı trende yolsuzluk iddiasıyla ilgili... İkinci haber, Cumhurbaşkanı Gül’ün yolsuzluk konusundaki açıklamasıyla ilgili... Üçüncü haber, Avrupa Birliği’nin Başbakan Erdoğan’ı yolsuzluk soruşturmaları konusunda uyarması ile ilgili...

Dördüncü haber, yolsuzluk soruşturmalarının yürütüldüğü İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne giremeyen gazetecilerin protestosuyla ilgili... Beşinci haber, yolsuzluk iddialarına atıfta bulunan bir yarışma programı sunucusunun televizyondan kovulmasıyla ilgili... Altıncı haber, yolsuzluk soruşturmaları sürecinde 400 polis memurunun daha görevinden alınmasıyla ilgili... Yedinci haber, muhalefetin “Adı yolsuzluğa karışan bakanlar istifa etsin” talebiyle ilgili...

Sekizinci haber, ABD Hükümeti’nin Türkiye Hükümeti’nden yolsuzluk tartışmasına karıştığı iddia edilen Büyükelçi Ricciardone hakkındaki “yanlış haber”in yalanlanmasını istemesiyle ilgili... Dokuzuncu haber, Ricciardone hakkındaki haberin hükümete bağlı bir ekip tarafından “imal edildiği” iddiasıyla ilgili... Bitmiyor, devam ediyor, ama ben yorulup bırakıyorum saymayı.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Nasuhi Güngör - Star

Küresel operasyon sürüyor

Bangladeş’te Cemaati İslami liderlerinden Abdulkadir Molla idam edildiğinde, tüm bunların küresel bir operasyonunadımları olduğunu ifade ederek şunları yazmıştım: ‘...Acaba son idam ve infazlar, sadece bu gelişmelerle mi ilgili? Yoksa küresel ölçekte başka bir operasyonun parçası olarak görmek de mümkün mü?
Pakistan merkezli bir İslami hareket olan Cemaati İslami’yi çok da zorlanmadan bölgenin İhvan hareketi olarak tanımlayanlara küçük ayrıntılar dışında itirazım yok. Tam da bu nedenle Abdülkadir Molla’yı ısrarla idama götürenlerin, Mısır’daki darbe ve hukuksuz yargılama sürecinin zihinsel bir parçası olduğunu düşünüyorum.

Başka bir ifadeyle açarsak, Mısır’da Muhammed Mursi ve arkadaşlarını yargılayan siyasi akıl, Bangladeş’i hayli ırkçı bir zeminde birleştirmek isteyen akılla kesinlikle akraba. Devam edebiliriz. Mesela bunları yapan akılla, Suriye’de Beşar Esad’ı önce göndermek isteyip (!) ardından devamını sağlayan zihniyetin de aynı parantezde okunması mümkün.’ (Star, 14 Aralık 2013)

Yazının tamamı için tıklayın

 

Güngör Mengi - Vatan

İstifa işte böyle olur

Cumhurbaşkanı Gül “Artık devir değişti” demeye getiriyor. Yolsuzluk varsa üstünün örtülemeyeceğini söylüyor.

Bu sözlerle yaşayan gerçeği mi, yoksa adı “Temiz Eller” olan bir hayali mi seslendiriyor?

Siyasetin faziletleri bilgi, tecrübe ve cesaretten kaynaklanır.

Ama liderler seçim öncesi milletvekili adaylarını belirlerken bağlılık duygusu ruhlarını teslim almış kişileri ve kişilikleri yanlarında Meclis’e götürmek isterler.

Sonuçta liderin günahlarını şikâyet etmeden taşımaya razı insanlar “standart vekiller” olarak parti gruplarının bedenini oluşturur.

Oysa insan, kendisini Meclis’te temsil eden vekillerin bağımsız ve korkusuz bireylerden oluşmasını diliyor.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Okay Gönensin - Vatan

Sıra bölmede

Siyasi iktidarı değiştirme ve restorasyon sürecini başlatma faaliyetinin bir sonraki aşamasının iktidar partisinin bölünmesi hamlesi olacağını söylemiştik. Bu aşamaya oldukça hızlı geçildi.

Çocukları nüfuz suiistimali suçlamasına uğrayan üç bakanın istifası bekleniyordu. En yakınları böyle suçlamalara uğrayan siyasiler dünyanın hiçbir yerinde makamında durmaz. Suçlamaların mesnetsizliğine en kuvvetli şekilde inanılsa bile, soruşturma süresince siyasiler bir kenarda durmak zorundadır.

Ancak üç istifanın biri, üstelik Başbakan’ın en eski çalışma arkadaşlarından biri tarafından doğrudan Erdoğan’a yönelen bir suçlamaya dönüştürülmüştür. Bu bakan milletvekilliğinden de istifa ederken, eski içişleri bakanı da partisinden ve AKP’den ayrıldı.

Yapılmak istenen, AKP’nin “dağıldığı” algısını AKP’ye oy veren yüzde 50’de ve bütün kamuoyunda yaratmaktır. Bu algı yaratıldığı zaman da gemiyi terk eden hızla artar, birçok siyasi “yeni durum”a uyum sağlamaya çalışır.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Ruşen Çakır - Vatan

Esas hedef Erdoğan’ın bizzat kendisi

Geçtiğimiz cuma günü yayımlanan cemaat-hükümet savaşındaki ilk hasar tespit raporunda (Hasar tespit raporu-1) hükümetin ağır yaralı, buna karşılık cemaatin sapasağlam ayakta olduğu sonucuna varmıştım. O günden bu yana çok şey yaşandı, ama iki temel aktörün durumları pek değişmemiş gibi: Hükümetin yaraları daha da ağırlaşırken, cemaat herhangi bir yara almamış gibi görünüyor.

Bu görüntünün doğru olup olmadığını tartışmak için öncelikle geçen süre zarfında neler yaşandığına hızla göz atmak iyi olacak.

Hükümet hâlâ savunmada

1) Başbakan Erdoğan, yolsuzluk operasyonunda adı geçen bakanlardan üçünün istifasını bir hafta bekletti. Herhâlde istifaları hemen devreye sokmasının kaşı tarafa açık bir üstünlük sağlayacağını düşünmüş olmalı. Ayrıca, başka isimleri ilgilendiren yeni dosyaların açıklanmasını engellemek istemiş de olabilir.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Hüseyin Yayman - Vatan

Operasyonlar çözüm sürecini nasıl etkileyecek?

Hükümet-cemaat mücadelesi hız kesmeden devam ediyor. Toplum her gün yeni bir gündeme uyanıyor. Bu süreçte en çok merak edilen soru çözüm sürecinin geleceği konusunda düğümleniyor. Bu soruyu BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’a sordum. Seçim çalışmaları için yollarda olan Demirtaş son olaylara ilişkin ‘siyaset mühendisliği’ni dile getirdi.

Demirtaş’ın ısrarla dile getirdiği bir tez var. Eş Başkan, ‘paralel yapıların yolsuzluk operasyonu gibi meşru bir olay üzerinden güç devşirmeye çalıştığını ve sonunda barış sürecini bozacağını’ dile getiriyor. BDP’nin tavrının yolsuzluk/rüşvet operasyonu için net olduğunu belirten Demirtaş, ‘yolsuzlukların üzerine sonuna kadar gidilmeli ancak aynı kararlılıkla paralel yapılar üzerine de gidilmelidir’ tezinin altını çiziyor.

‘Siyaset mühendisliği var’...

Başbakan Erdoğan’ın geçmişte de paralel yapıları bildiğini ancak bugünkü gibi dillendirmediğini ifade eden Demirtaş şunları söyledi. ‘Başbakan geçmişte de bu yapıları biliyordu ancak adlarını zikretmiyordu. Ancak bugün canı yandığı için bunları deşifre ediyor. Biz parti olarak yolsuzluk operasyonlarının asıl amacının farklı olduğunu düşünüyoruz. Paralel yapılar, yolsuzluk operasyonu gibi kimsenin itiraz edemeyeceği bir olaydan meşruiyet ve güç devşirerek bir adım sonraki hamlelerine hazırlanıyorlar.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Cengiz Çandar - Radikal

'Yedirtmeyiz' derken...

Demokratik ülkelerde yolsuzluğun iktidarın en tepelerine tırmanıp ortaya da çıkması halinde o iktidar sonuçlarına dayanamaz.
Yolsuzluk ve rüşvet damgalı skandallar, herhangi bir ‘demokratik’ ülkede, herhangi bir siyasi partinin iktidarını sarsar. ‘Lider’i yaralar. Ancak ‘otokratik’ türlerdeki ‘tek adam’ ya da ‘tek parti’ rejimleri, ‘yolsuzluk ve rüşvet’ skandallarından etkilenmezler. O da ancak bir süre için.

O nitelikte bir skandal Türkiye’de patlak verdiğinde, bundan iktidar partisi AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın ‘sarsılmaması’ mümkün değildi. Zararı en az kayıpla atlatmak, kaçınılmaz ‘sarsıntı’yı asgariye indirmek tek bir yolla mümkün olabilirdi: Skandal patladığı gün, gelişmelerle bir şekilde ilintilendirilen bakanların istifası, Tayyip Erdoğan’ın ‘yolsuzluk ve rüşvet soruşturması’nın en önünde yürüyüp soruşturmanın önünü açması ile.

Tam tersi bir yol tutuldu. ‘Yolsuzluk ve rüşvet soruşturması’na Başbakan’ın ilk tepkisi, bu soruşturmanın önünü kesmeyi amaçladığı apaçık belli bir şekilde. Emniyeti tırpanlamak, yargıyı yürütmeye bağlamaya kalkan genelgeler yayımlamak ve meydanlara çıkıp ‘çok kirli bir operasyon’dan, ‘dış mihraklar’ın Türkiye’nin önünü kesmesinden dem vurmak ve giderek ‘cambaza bak’ esprisi ile ABD Büyükelçisi’ni hedefe koymak oldu.

‘Reis’, ‘işareti’ni böyle verince ‘yedirtmeyiz’ korosu sahneye çıktı. Tayyip Erdoğan’ın ‘yolsuzluk’ iddiaları karşısındaki tavrına, Pakistan’da Muhammed İkbal’e göndermeyle ek yaptı ve “Yol arkadaşları olmadan yola çıkılmaz” dedi. ‘Tarik’ için ‘refik’ gerektiğini söyledi. Tarik, Arapça yol, refik ise yoldaş demek.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Eyüp Can - Radikal

Erdoğan Bayraktar neden bayrak açtı?

Bayraktar uzun yıllardır Başbakan'ın en yakınında yer almış bir bürokrat ve siyasetçi. Bundan sonra ne yapacağı Başba-kan'la yapacağı görüşmeye bağlı.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar dün sadece bakanlıktan istifa etmedi, diğer bakanlardan farklı olarak NTV canlı yayınına bağlanarak yaptığı istifa açıklamasıyla ‘pimi çekilmiş bombayı’ siyaseten hükümetin kucağına bıraktı.
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve İçişleri Bakanı Muammer Güler kendilerine gönderilen istifa metnini ve açıklamasını imzalayıp “Bu kirli bir operasyon” diyerek sessizce geri çekildiler.
Ama Bayraktar canlı yayında herkesi şaşırtan bir açıklama yaptı.
Özetle şunları söyledi:
Bir, yanlış bir şey yapmadım.
İki, rüşvet ve yolsuzluk operasyonu yüzünden tarafıma yapılan “İstifa et” baskısını kabul etmiyorum.
Üç, soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan’ın talimatıyla yapıldı.
Dört, bakanlık ve milletvekilliğinden istifa ediyorum.
Beş, bu milleti rahatlatmak için Başbakan’ın istifa etmesi gerektiğine inanıyorum.

Ne yalan söyleyeyim, Bayraktar’ın fevri kişiliğini iyi bilenlerden biri olmama rağmen açıklamayı ilk duyduğumda inanamadım.
Bir gaf, bir yanlış anlama, bir bayrak açma?
Emin olmak için canlı bağlantının videosunu izledim.
Ne bir gaf...
Ne de yanlış anlama...
Erdoğan Bayraktar düpedüz “Ben gidiyorum ama başkalarını da götürürüm” diyerek Başbakan’a ve hükümete bayrak açmış.
Evet, Bayraktar fevridir ama oturup bir açıklama hazırlamış...
Yani yapacağı açıklamanın ne anlama geleceğini oturup düşünmüş ve kaleme almış.
Bir anlık pot kırmamış.
Öfke, isyan, kızgınlık resmen bayrak açmış... 

Yazının tamamı için tıklayın

 

Avni Gürel - Radikal

Erdoğan'ın zor seçimi

Paranın dolaşıma sokulması işi, ister istemez beraberinde perdelemeyi, örtülü bazı ilişkileri getiriyor.
AK Parti kurulduğundan bugüne, gerek kadroları gerekse siyasi riski Tayyip Erdoğan üstlenegeldi... Kimin nereye aday olacağından kimin hangi göreve atanacağına; hangi konuda nerede nasıl tavır alınacağından ‘kırılan kolların içinde kalacağı yeni’ uzatmaya; partinin kalbi, beyni kadar kolu, bacakları da oldu Erdoğan... Ve elhak 11 yıl kendisine bağlanan ümitleri boşa çıkarmadı da...

Ancak öylesine güçlü bir güvenli liman olduğu hissini verdi ki çevresine, kim ne yaparsa yapsın ona sığındığı anda takipten ‘yırtacağı’ duygusuna sahip oldu. Nitekim kamuoyunda AK Partili bir siyasetçi ya da hükümete yakın bir bürokrat hata yapıp basında eleştirilmeye başlandığı zaman, fahiş bir mesele söz konusu olmadığı takdirde Erdoğan’ın o kişiye sahip çıkacağı, bilahare kendince bir zamanlama yaparak görevden alacağı kanaati oluştu. Son bir haftada yaşananlar da dahil geçmiş on bir sene, Başbakan’ın güvenini kaybeden, bundan dolayı görevden alınacakken sırf muhalefet partileri ve medya üzerine fazla gittiği için bir süre daha koltuğunu koruyan bakan ve bürokratların örnekleriyle dolu...

Ancak bu durum ne kadar gerçekse söz konusu süre zarfında sineye çektiği adli/siyasi hatalar dolayısıyla Erdoğan’ın sırtlandığı yükün giderek arttığı ve şimdi değilse kısa bir süre sonra Başbakan’ın safraları taşıyamaz hale geleceği o kadar gerçek...

Öteden beri Erdoğan’ın ulusal büyük sermaye ve uluslararası güç odaklarının hedefi haline getirildiğini yazıyorum. Bunun sebebi de demokrasi eksikliği, yolsuzluk vs. değil bölgesel/küresel çıkar hesaplarında Erdoğan’ın sistemin çarklarını zorlaması, yani kendisinden isteneni değil kendi istediğini yapagelmesi...

Bu süreçte hükümet üyelerinden ve AK Partili siyasilerden beklenen, mümkünse Başbakan’ın işini kolaylaştırmaları... Ancak bundan daha önemlisi, onun ayağına çelme atmamaları!..

Yazının tamamı için tıklayın


Altan Öymen - Radikal

Yeniden 'istiklal mücadelesi'

Başbakan, vatandaşları yeni bir 'istiklal müca-delesi'ne davet ediyor ama, vatandaşların en az yarısını 'hain'lerin, 'çeteci'lerin, 'ajanlar'ın safında görüyor.
Bu süreç yeni Türkiye’nin istiklal mücadelesi sürecidir.”

Bu tanımlama da, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın...

Türkiye’ye karşı dıştaki ve içteki düşmanlar komplolar hazırlıyor. Hainler tuzaklar kuruyor. Menfaat lobileri oyunlar oynuyorlar... Muhalefet partileri, onların müttefiki. İç basın da öyle... Dış basın da öyle...

Ayrıca işadamları var. ‘Faiz lobisi’ var... Gezi Parkı tezgahçıları var... Hepsi birlikte hareket ediyorlar.
76 milyonluk milletimiz bunlara karşı bir istiklal mücadelesi yürütme göreviyle karşı karşıya... Mücadelenin komutanı da, tabii, Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan... O belirleyecek, millet olarak düşmanlarımızı nasıl ortadan kaldıracağımızın stratejisini ve taktiklerini...
Zaten son Karadeniz gezisi sırasında -kendi deyimiyle- ‘Samsun’a çıkarak’ bu ‘yeni istiklal mücadelemiz’ in yönetimini üstlenmiş bulunuyor.
‘76 milyonluk’ bir millet olarak onun talimatı altında hepimiz, onun tarif ettiği düşmanlara karşı mücadeleyi sonuna kadar sürdürmek durumundayız.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Murat Yetkin - Radikal

Büyük denklem hızla değişiyor

İstanbul sermayesi tarafından da 'satın alınan' Erdoğan Cumhurbaşkanı-Gül Başbakan senaryosu.
Büyük yolsuzluk soruşturması yalnızca Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümetini sarsmakla kalmıyor, Türkiye’nin yakın geleceğine dair kurulan senaryoları da zorluyor.

Büyük denklem derken aslında TÜSİAD’dan MÜSİAD’a, TOBB’a dek ekonomik kârlılık bakımından ‘istikrar’ unsuruna diğer unsurlardan daha çok önem veren sermaye kesiminin de yaygın deyimle ‘satın aldığı’ Cumhurbaşkanlığı-Başbakanlık senaryosu kastediliyor.

Bu senaryoda, 2014 yazında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yeniden aday olmuyor, Erdoğan ilk tur olmasa da ikinci turda cumhurbaşkanı seçiliyor, ekim ya da kasımda yapılacak erken genel seçimlerden sonra da hükümet ve AK Parti’nin başına geçiyordu.

Böylece Erdoğan, istediği gibi başkanlık sistemi yetkileriyle olamasa da devletin bir numaralı koltuğuna oturmuş oluyor, hükümet işleri de Cumhurbaşkanlığı sırasında toplumun daha geniş kesimlerinde dengeli yönetim algısı oluşturan Gül’e kalmış oluyordu.

Özellikle Gezi protestoları sonrasında, yaz ayları boyunca taşların bu denklem etrafında yerine oturduğu izlenimi yaygınlaşmıştı. Ancak Mısır’daki darbenin ardından bu denklemin dış ayağı zayıflamaya başladı.

Ancak Erdoğan’ı Fethullah Gülen grubuyla karşı karşıya getiren dershane tartışmasıyla başlayan tartışmanın ucu büyük yolsuzluk soruşturmasına dayanınca çocukluğumuzdan kalma deyim yerindeyse, ‘Çanak çömlek patladı’.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Cüneyt Arcayürek - Cumhuriyet

Partin Ak mı Kara mı Kanıtla!..

Kırk yıl geriye uzandı belleğimdeki anılar.
Pembe Köşk’e girdiğimde İsmet İnönü, bizlerin İsmet Paşası, yukarı kattaki yatak odasındaki mütevazı karyolada yatıyordu...
Köşk’te ağır bir hava vardı. Damadı Metin Toker’le kısaca söyleştik.
Belleğimde Paşa’nın o boğuk sesiyle CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmesinden önce kendisine yönelik parti içi eleştirilere değinen cümlesi canlanıyor: “Bir gün bakacaksınız İsmet Paşa ölmüş ne paşa kalmış ne de ona yönelik eleştiriler, tartışmalar”.
Paşa öldü ama gerisinde unutulmaz bir tarih ve anılar bırakarak göçtü bu dünyadan ve bir gün...
... Cumhuriyet tarihini baştan sona inkâr edecek bir Başbakan geleceğini; örneğin RTE gibi orantısız ve de baştan sona haksız saldırılarına muhatap olacağını hiç ama hiç aklına getirmemişti kuşkusuz.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Bekir Coşkun - Cumhuriyet

Ak...

AKP, bir gecede “Ak Parti” oldu...

Çıktı televizyona:
“Şimdi bizim partimizin adı ne?..”
“AKP...”
“Hayır, Ak Parti... Yok öyle, yok şöyle... Ne diyorsa orada o... Adaletin A’sını aldın mı, aldın... Kalkınmanın K’sini aldın mı, aldın... Geriye ne kaldı, şöyle bir bakarsak...”
“Parti...”
“Hah, vur birbirine, ne oldu?..”
“Ak Parti...”
“İşte bu... yok öyle, yok şöyle dersen, ben de sana.......”

Medya patronu evde televizyondan duydu bunu...
Üç kez sağ tarafa, üç kez sol tarafa zıpladı...
Telefonu aldı, “Alo” dedi...
“O kulağındaki terliğin, telefon ayağındaki” diye uyardılar...
Telaş...

Yazının tamamı için tıklayın

 

Emre Kongar - Cumhuriyet

Imelda’nın Ayakkabı Kutuları

Yolsuzluk ve rüşvet skandalı ortaya çıktığından ve ayakkabı kutuları içindeki deste deste dolarların fotoğrafları etrafa saçıldığından beri aklıma hep Imelda Marcos geliyor:
Imelda Marcos, muz cumhuriyeti Filipinler’in eski diktatörü Ferdinant Marcos’un eşi...
Eski bir güzellik kraliçesi...
Tam bir “ayakkabı delisi” olduğu söyleniyor, çünkü binlerce ayakkabısı var!
Kocası Ferdinant Marcos ise bütün diktatörler gibi, büyük bir rüşvetçi!

Yazının tamamı için tıklayın

 

Orhan Bursalı - Cumhuriyet

Çökmeden Bu Sular Durulmaz

Duyduğumuz çatırtı sesleridir, dedik; 2013’ü bile çıkartmayabilir, dedik. Yerel seçimlere, marta kadar uzanması zor, dedik. Beklenen, ikinci dalga operasyon küt diye geldi, hükümet darmadağın oldu. Genel seçimlerin erken erken yolu gözüktü.
Sevgili arkadaşım Mine Kırıkkanat’ın dünkü yazısının G Noktası’nda, Hey Türkiye Nasılsın, kitabımdan yaptığı uzun alıntının sonu şöyle bitiyordu: “Böyle rejimlerin günümüzde yıkılışları kaçınılmazdır da. Uzun zaman almaz, merak etmeyin.”
Siyasi yönü de olan maddi olaylara dayalı ciddi bir operasyon başlamışsa yarıda kesilmez. Cemaat savcılarının torbasında bir atımlık barut olamazdı. Nitekim gerisi geldi. Başbakan da “saldırılarını sürdürecekler” diyerek aslında iktidarlarının daha soruşturulacak çok yönü olduğunu bir tür itiraf etmiş oluyor. Savcılık sorgulama istiyor, hükümet polisi uygulamıyor haberleri yayılıyor.
İktidar düşerse o zaman görün, 12 yıllık keyfi yönetimlerin, hukuksuzlukların soruşturma haritasını.
Bu olasılık, iktidara sımsıkı sarılmak için en önemli nedendir.
Öyle ki Başbakan iktidara yapışmayı, milli mücadele savaşı ilan etti!

Yazının tamamı için tıklayın


Utku Çakırözer - Cumhuriyet

Erdoğan’ın Kontrolü Kaybettiği An

Batı demokrasilerinde, bakanları, bürokratları ve aile bireyleri böylesine büyük yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla suçlanan bir başbakan tereddütsüz istifa eder. Ancak yolsuzluk ve rüşvet operasyonu başladığı günden bu yana Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kafasında bambaşka bir plan var.
Önce halkta hâkim “yolsuzluk” algısını değiştirecek bir “illüzyon” yaratmaya koyuldu. Aynı Gezi Parkı protestoları sonrasında olduğu gibi “iç ve dış komplo” tezine başvurdu. Başta ABD olmak üzere genelde Batı karşıtı sert bir söylem kullanarak muhafazakâr milliyetçi tabanı kendi etrafında kenetleme arayışına girdi. Bir hafta boyunca tüm konuşmalarında üst üste aynı mesajları vererek halkın algısını yönetmeye çalıştı.
Bu algı yönetiminin bir diğer aşaması, yolsuzluk iddialarının merkezindeki bakanların (hemen değil ama aşamalı olarak) değiştirilmesiydi. Böylece halka “Temiz ve yeni bir kabine ile devam edileceği” mesajı verilecekti. Dün sabah üç bakana gönderilen matbu istifa metinleri işte bu aşamanın parçasıydı. Muammer Güler ve Zafer Çağlayan’da sorun yaşanmadı. Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar önüne konan açıklama yerine Erdoğan’ı da istifaya çağıran bir çıkış yaparak istifa edince plan çöktü. Bayraktar’ın açıklamaları sonrasında durum Erdoğan’ın öngörebileceği, kontrol edebileceği aşamanın çok ama çok ötesine geçmiş durumda. Erdoğan 12 yıl içinde bir bakanı tarafından istifaya çağrılma gibi bir olay hiç yaşamadı.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Zeynep Oral - Cumhuriyet

Vicdansızlık mı, Utanmazlık mı Daha Ağır Çeker?

Ayakkabı kutularında milyonlar, dolarlar, Avrolar... Rüşvet, kara para değil; villa satışı / hizmet karşılığı / sünnet düğünü armağanı / arkadaş kıyağı vb... Benim aklıma bir fotoğraf düşüyor: Şişli Osmanbey, Agos gazetesinin önünde, bir kardeşimiz Hrant Dink vurulmuş yatıyor. Ayakkabılarının altı delik... İstanbul Valiliği’ne çağrılıp tehdit edildiğinde de aynı ayakkabılar vardı mutlak ayağında...

Bülent Arınç soruyor: “Düşünün, bir İçişleri Bakanı’nın oğlunun gözaltına alındığını basından duymasından daha acı bir şey olabilir mi???”
Benim aklıma Abdullah Cömert geliyor. CHP gençlik kolları üyesiydi, Antakya’daki Gezi Direnişi’nde vurulup öldürüldüğünde ve bir de 22 yaşındaydı....
Gözümün önüne sıcacık gülümsemesiyle Ethem Sarısülük geliyor: Ankara’daki direnişte polisin önce tekme tokat giriştiği, sonra silahını çekip vurduğu, kafasına nişan alıp vurduğu gencecik fidan.... Vuruluşunu defalarca ekranlarda izlediğimiz çocuk...

Yazının tamamı için tıklayın

 

Şükran Soner - Cumhuriyet

Vicdan Tartısı: ‘Nereden Buldun?’

Yolsuzluk, rüşvet, yetimin hakkı.. üzerinden bizim, sokaktaki insanın hakhukuk, vicdan tartısı nasıl çalışacak? Diyelim ki Başbakan cephesinin, kendisinin 17 Aralık’tan bu yana yaşadıklarımıza ilişkin tüm açıklamalarına inanmak isteyen, biat etmiş seçmeni, AKP tabanının olaylara nasıl bakacağını anlamak istiyoruz.. Daha doğrusu içlerindeki yürekten inanmışların, olup bitenleri kendi vicdan tartılarından geçirmek isteyen, günahtan korkan, kirlilikten kaçanların, kör inanç değil de akıl yolu ile olup bitenlere nasıl bakabileceklerini öngörmeye çalışıyoruz..
Gelin de Ecevit hükümetinin Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in “Nereden Buldun?” Yasası’nı anımsamayın.. Kirli sermaye düzeni, kayıt dışı ekonomi eksenli ülkemizde üretimden değil de kayıt dışından ranttan vuranların bir yerlerine iğneler batmış gibi şiddetle karşı duruşlarını, adı geçen yasanın çıkmaması için nasıl büyük siyasi kavgalar verdiklerini unutmadık.. Yürürlüğe girişi ertelendi ertelendi, sonunda kadük olup gündemden düşüverdi.. Yürürlüğe girmiş olsaydı, ülke aklanıp paklanmayacaktı belki, ama edinilmiş servetler, mal varlıkları üzerinden vergilendirme, bir şeyleri zapturapt altına alacaktı.. Bugün Türkiye son altı ayının verileri ile cari açığı en ürkütücü ülke iken, görünmeyen kaynaklardan gelen paralarla açığını büyük ölçüde kapatan konumda olmayacaktı.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Emre Uslu - Taraf

İslamcılığın şartları

İslam’ın şartları ve imanın şartları belli. Onu hepimiz biliyoruz ve iman ediyoruz. Bu konu kutsal kitapta da, peygamberin sünnetinde de öğretilmiş bir olgudur.

Ancak özellikle Türkiye’de İslam adına ortaya çıkmış, dinî vurgularla siyaset yapan kesimlerin, yani siyasal İslamcıların, İslam’ın şartlarıyla pek de uyuşmayan tutumlar sergiledikleri artık gün gibi ortada. Örneğin İslam yetim malını yemeyi, hırsızı korumayı kesin ve net bir şekilde men etmiştir. İslamcı bir gelenekten gelen, son bir kaç yılda İslamcı siyasete daha çok vurgu yapan AK Parti iktidarı ve çevresinin tutumlarına bakın. Yolsuzluk operasyonunun yolunu kesmek için tüm Emniyet teşkilatını altüst etti. Savcıların önünü kesmek için yeni savcılar atadı. Yetmedi yönetmelik hükümlerini değiştiriyor. Tüm çaba, yolsuzluklar ortaya çıkmasın diye. Hatta muhafazakâr çevrelerde bir ilahiyat profesörünün rüşvet yemek için fetva verdiği bile konuşuluyor. Peki, bunun İslam ile bir ilgisi var mı? Elbette yok...

O hâlde İslam ile İslamcılığı ayırmanın zamanı geldi. İslam’ın şartları ile İslamcılığın şartları taban tabana zıt şeyler artık. Mevcut manzaradan çıkardığım sonuca bakarak İslamcılığın şartlarını sıralayayım.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Alper Görmüş - Türkiye

Doğru, ‘millet meseleyi anladı’ ama...

Başbakan Erdoğan’ın Pakistan gezisine katılan Yeni Şafak’ın Ankara temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin 24 Aralık tarihli yazısından bir bölüm:
(...) Gelişmelerden dolayı endişeli olduğunu söyleyenler oldu Başbakan'a. 'Endişe etmeyin, kazanacağız' dedi. Bunu söylerken en ufak bir tereddüdü yoktu. Konsantrasyonu tamdı. (...) Başbakan'ın millete olan inancı tam. 'Millet meseleyi anladı' derken, aynı zamanda millet meseleyi anladıktan sonra endişe etmeyin diyordu.”
Gerçekten de, Pakistan gezisi öncesi Başbakan Erdoğan’ın Karadeniz’de gördüğü teveccüh dikkate değerdi; buna, Pakistan dönüşü havaalanındaki karşılamayı da ekleyelim...
Başbakan’ın “millet meseleyi anladı” derken neyi kastettiğini hepimiz biliyoruz... Kendi ağzından söylersek: Millet, olan bitenin “yolsuzluk kılıfına gizlenmiş kirli bir operasyon” olduğunu anlamıştı ve anladığını göstermek için de yollara dökülmüştü.
Erdoğan’a gösterilen bu coşkulu ilgi, bence de siyaseti savunma kararlılığının bir işaretiydi...

Yazının tamamı için tıklayın

 

Ahmet Sağırlı - Türkiye

B Planı: Erken genel seçim

Padişah sefere çıkmadan önce sadrazama sormuş:
- Her türlü tedbir alındı mı?
Sadrazam:
- Ola ki derya tutuşa anın dahi tedbiri alındı devletlüm, demiş.
Devlet senin olunca diyalog da böyle oluyor.
Geçen gün şöyle bir tweet okudum:
Türkiye'nin 1. Kurtuluş Savaşı yoktur ki, ikincisi olsun. O Lozan'da teslim alma savaşıydı. Asıl kurtuluş savaşı bu..(@kawsar_sharabi)
Birincisinin olmadığını azıcık toplama çıkarma muhakeme yapabilen anlıyor. Cihan harbi var.. Harbin galipleri var. İstanbul'a yerleşmişler. Sonra ne olmuşsa (ne olmuşsa kısmı belki üç beş sene sonra konuşulur hale gelecek) tek kurşun atmadan çekip gitmişler. Doğaldır ki, galiplerin şartları ve dayatmaları olacaktır. Sınırlardan yönetim şekline, ilkelerine kadar. İşe böyle bakınca savaştık ve bağımsızlığımızı ilan ettik bu, bulmacada hangi kareye oturuyor.
Neyse.. Özel şartlarla 80-90 sene gelmişiz. Dışımızdaki şartlarla beraber içerinin şartları da değişmiş. Tam vesayetten kurtulup bölge devleti olmaya ramak kalmışken habire engeller çıkıyor. Hepsini dışarıya bağlayamayız. Neticede biz de heyecanlıyız ve acemiliklerimiz var. Daha önemlisi yerleşik kadroların genetiğine işlemiş asırlık alışkanlıklar var.
Bu badire atlatılırsa neredeyse her şeyimizle yeni bir döneme geçeceğiz.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Gültekin Avcı - Bugün

Hükümete sorular

20 yıllık bir ceza hukukçusu olarak, uluslararası komploların delillere dayalı bir adli soruşturma üstünden yürüdüğünü görmedim.
Çünkü suç delilleri varsa, dünyanın her yerinde yapılacak şey aynıdır.

Konu suç işlediği iddia olunan bazı hükümet unsurlarıdır diye, on yılların adli soruşturmasının adını "komplo" olarak satamazsınız, yutturamazsınız.

Komplolar, Ceza Kanunu ve CMK'ya göre planlanmaz ve yürütülmez. Çünkü delil yoksa suç da yoktur. Suç delili varsa, soruşturmayı engellemek ve iddialara "komplo" demek hukuka, millete ve demokrasiye hakarettir.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Tarık Toros - Bugün

İran'ım, sağ yanım...

İran'ın ekonomik yaptırımları aşmak için kullandığı bir iş zinciri var, uluslararası ambargoyu delerek petrol satma girişimi. Yöntemlerden biri, farklı ülkelerin tankerleri kullanılarak "menşeinin" değiştirilmesi.

Bunları, Rıza Sarraf'ın patronu olduğu belirtilen İranlı Barek Zencani anlatıyor, açık açık.

İran devrim muhafızları ile temas etmiş. Kendisini "Ekonomik Besic" diye adlandırıyor. Besic, Ayetullah Humeyni tarafından Kasım 1979'da İran'da kurulan gönüllü milis teşkilatı. "Ekonomik Besic" diyerek, bir anlamda devletin kayıt dışı ekonomisini yürüten taşeron işadamı olduğunu itiraf ediyor.

İran'a petrol ambargosu var. Zencani, petrolü alıp farklı tankerler üzerinden satıyor, parasını da illegal olarak ülkesine sokuyor. Bu yüzden kara listeye alınmış. Ambargoyu, 272 defa delme girişimi olmuş. Avrupa ve ABD'de yasaklı.

Yazının tamamı için tıklayın