Şanlıurfa’nın bir köyünde yaşayan Ünzile, 11 yaşında, kardeş gibi büyüdüğü amcasının oğluyla evlendirildi. 12 yaşında ikiz bebek dünyaya getirdi. Şimdi 8 çocuğu var. Ünzile, köydeki yaşam hakkında "Kadın olmak zor. Erkek olmak zor. İnsan gibi yaşamak hepsinden daha zor. Aileler senin hükmünü doğduğunda veriyor bir kere. Okumak yasak. Dinlemek yasak ve her şeyden önemlisi konuşmak yasak. İnsan olan buna dayanamaz" dedi. Evlendiğinde kocasının da 14 yaşında olduğunu belirterek "Eşimle birlikte büyüdük" diyen Ünzile, "Onunla kaderlerimiz ortak. Her zaman anlayışlı davrandı. Oyun oynayan çocuklara camdan bakıp ağlardım. O da bunu fark ettiğinde köyün tenha yerlerinde oynayan çocukların yanına götürürdü beni. O çocuğa bakar, ben oynardım. Ben bakardım, o oynardı" diye konuştu
Cumhuriyet gazetesinden Demet Yalçın Güneş'in haberi şöyle:
Aysel Gürel’in yazdığı “Ünzile”, gerçek bir dramın şarkısı... Hem çocuk hem kadın... 12’sinde ana.... Susar kadın Ünzile...
Şanlıurfa’nın merkezine iki saat uzaklıkta sefaletin kol gezdiği kurak bir köyde, konuşmak ne haddine. Hep susturulmuş Ünzile... Şarkıyla adı da bir, kaderi de...
Arabayla yavaşça geçtiğim dar köy yolunda, solumda kalan ahırla iç içe olan tek odalı evin önünde yün çırparken söylediği türkülere kulak misafiri olunca yanına gidiyorum. “Fakir yuvamızda bir Tanrı misafiri... Hoş geldin bacım” sözleri dökülüyor ağzından.
Çırptığı yünlerin önüne koyduğu iki tabureye karşılıklı olarak oturduk. Etraf sefalet... Etraf yoksulluk... İnek, çocuk, tavuk, yiyecekler, ipte kurumaya bırakılan çamaşırlar... Oturuyoruz, Ünzile çay ikram ediyor. Ünzile 50’lerinde gösteriyor ama sadece 30 yaşında. Yaşadığı köy küçük ama sırtına binen yük büyük. 8 çocuk ve yoksulluk...
İki çocuk gerdekte
10 kişilik oturdukları aile sofrasından sırf çocuklarına yetsin diye günlerce aç kalan ve sefaletin her türlüsünü yaşayan bir anne o. Daha doğduğu gün amca ve babasının iki dudağı arasında başlamış kendi ve kocasının kara yazgısı... 11 yaşına gelindiğinde kardeş gibi büyüdüğü 14’ündeki amcaoğlu Ali ile evlendirilmiş. Ardından iki çocuk, hiç olmayacak bir yerde... Yani gerdek gecesinde... Ailelerinin dayattıkları katı kurallar yüzünden gece çocuk girdikleri yataktan sabah olgun kalkmaya mecbur bırakılan iki çocuk...
Burada insan olmak zor
O geceden sonra başlamış çile... 12’sinde ikiz çocuk vermiş Ali’ye. Ne elde var ne avuçta... Sonrasında sırasıyla 6 çocuk daha. “Yoksulluk yazgın olmaya görsün” diyor Ünzile, ardından bir iç çekerek “Maalesef ki buralarda yaşayanların kaderi de böyle işte. Kimseyi okutmuyorlar. Erkeği de kadını da. Kimse bir mesleğin hayalini bile kuramaz bu köyde. Açlık kaderimiz oldu sanki. Ancak dayanılacak gibi değil. Kadın olmak zor. Erkek olmak zor. İnsan gibi yaşamak hepsinden daha zor. Aileler senin hükmünü doğduğunda veriyor bir kere. Okumak yasak. Dinlemek yasak ve her şeyden önemlisi konuşmak yasak. İnsan olan buna dayanamaz” sözleriyle feryadını dile getiriyor.
Yokluk içinde 8 çocuk
Sonra duruyor. Eliyle ağzını kapatarak kendini susturmayı deniyor. Öyle alışmış ki acısını içinde yaşamaya, paylaşmamaya. Gözlerinde biriken yaşı farketmemem için “Bu yünler gözlerimi yaşartıyor işte” diye bahane buluyor. Ancak hiç tanımadığı birine içini boşaltmak istiyor olmalı ki dayanamıyor yeniden konuşmaya başlıyor: “11 yaşında, kardeşim olarak gördüğüm amcaoğlum ile zorla evlendirildim ben. Çocuk musun? Kalbin istiyor mu? Annen razı mı? Bunların hiçbir önemi yok. Aile büyükleri böyle uygun gördü mü gerisi koca bir hiç. Aslında sadece ben değil, Ali için de kabul etmesi zor bir durumdu bu. Ben 12 yaşında anne, Ali 15’inde baba oldu. Ancak ne elde var ne avuçta. İlk günlerde iki çocuk. Bugün ise sekiz. Ama cepte bir kuruş para yok. Gün geldi yiyecek ekmek bile bulamadık. Hâlâ da bulduğumuz söylenemez.”
İlk imzamı sınav kâğıdına atmalıydım
“En büyük hayalinin veteriner olmak olduğunu anlatıyor Ünzile. Köyün inekleri ve koyunlarının hastalandığı nadir günlerde buraya uğrayan veterinerlere imrendiğini belirterek... Anlattıkça öğreniyorum ki bununla da kalmıyor hayalleri... Daldığı uzak hülyalardan çıkarak acı gerçeklerine dönüyor bir anda, oldukça ciddileşen ses tonuyla başlıyor söze: “Bu yaşadığım kâbus benim olmamalıydı. Küçük yaşımda gelinlik yerine kitaplarla kandırılmalıydım. İlk imzam nikâh defterine değil, öğretmenimin verdiği sınav kâğıdına atılmalıydı. Beni bu köye hapseden nice kör cehalet. Bana bu zindanı yaşatanlar da hesabını bir gün nasıl verecek? Bilemiyorum...”
Sofrasına bir gün bile yeterli aş girmeyen, çocuk ve belki de hiçbir zaman kadın bile olamamış sekiz çocuk annesi Ünzile, dayanamayıp boynuma sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Elbette ki arkadan onu izleyen çocuklarına göstermeden... Çığlıklarını içinden atarak. O an Cemal Süreya’nın söylediği dizeler geliyor aklıma... Bir kadını ortadan ikiye böl... Yarısı annedir, yarısı çocuk.
"Kocamla büyüdük"
- Seni anlıyorum ama yoksulluktan ve sefaletten şikâyet edip 8 çocuğu neden doğurdunu anlayamıyorum.
Ah töreler ah. Eğer ben en az beş çocuk doğurmasaydım, en az iki erkek olmak şartıyla tabii, üzerime kuma gelirdi. Aslında Ali kumaya çok karşı. İkimizin hayatını karartan törelere de. Ancak aile büyüklerini karşımıza alamayız.
- 11 yaşında evlenip 12 yaşında anne olmak nasıl bir şey?
Tabutun içine diri diri girmek gibi bir şey. 11 yaşında bir çocuk oyun oynamak ister. Ben de öyleydim ama ne yazık ki kalabalık misafirlere kazanlarda yemek yapıp 45 yaşındaki evli bir kadının yaşantısı dayatıldı bana. Eşimle birlikte büyüdük. Hatta çocuk salgınlarında biz de çocuklarımızla birlikte yaşımızdan ötürü aynı hastalıktan hastaneye kaldırılırdık. Bunu gören ailelerimiz hiç acımazdı. Hep zorbalık... Hep bir korku salındı üstümüze. Anne ve babamı hiç affetmeyeceğim.
- Eşinden sevgiyle bahsediyorsun.
Evet. Çünkü onunla kaderlerimiz ortak. Her zaman anlayışlı davrandı. Oyun oynayan çocuklara camdan bakıp ağlardım. O da bunu fark ettiğinde köyün tenha yerlerinde oynayan çocukların yanına götürürdü beni. O çocuğa bakar, ben oynardım. Ben bakardım, o oynardı. Birlikte büyüdük.
- Hiç yakalandığınız oldu mu? Ailelerin bu durumda tepkisi sert olsa gerek.
Söylediğim gibi aileler acımasızdı. Bunu gördükleri anda beni eve götürüp kemiklerimi kırıncaya kadar döverlerdi. Ardından çocuğa bak, ortalığı temizle, yemek yap. Ezilip moraran ve kanlar akan vücudumdan arta kalan gücümle.