01 Mart 2015 14:03
Hükümet ile HDP'nin dün (28 Şubat 2015) yaptığı ortak basın açıklamasında çözüm sürecinde 10 maddelik liste açıklandı ve PKK lideri Abdullah Öcalan'ın örgüte yaptığı "asgari müştereklesin sağlanması halinde bahar aylarında silah bırakma temelli olağanüstü kongre toplama daveti" okundu.
Milliyet’ten Melih Aşık, Aslı Aydıntaşbaş, Nagehan Alçı, Güneri Civaoğlu, Kadri Gürsel; Posta’dan Elif Yılmaz; Vatan’dan Güngör Mengi, Hüseyin Yayman; Sabah’tan Mehmet Barlas, Mahmut Övür, Zaman’dan Mustafa Ünal; Cumhuriyet’ten, Emre Kongar, Aydın Engin; Habertürk’ten Umur Talu, Ruşen Çakır, Soli Özel, Muharrem Sarıkaya, Muhsin Kızılkaya; Star’dan Orhan Miroğlu, Resul Tosun; Bugün’den Gökhan Bacık; Sözcü’den Mehmet Türker, Saygı Öztürk; Akit’ten Abdurrahman Dilipak, Ali Karahasanoğlu, Ersoy Dede, Serdar Arseven Dolmabahçe başbakanlık ofisinde gerçekleştirilen hükümet – HDP ortak basın açıklamasını kaleme aldı.
11 gazeteden 27 yazarın ortak basın açıklaması hakkındaki yazılarının bir kısmı şöyle:
Melih Aşık – Milliyet
KCK
Hükümet üyeleri PKK silah bırakacakmış gibi lastikli cümleler kururken, KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu diyor ki:
- Sorun bizim Türk devletine karşı silah bırakıp bırakmamamız değildir; sorun, böyle bir direnişi ortaya çıkaran koşulların ortadan kaldırılıp kaldırılmamasıdır. AKP hükümeti önderliğin ortaya koyduğu 10 başlıkta müzakere edip sorunu çözecek midir, çözmeyecek midir? Bu sorun çözülmeden “PKK silah bırakacak”, “PKK kongresini yapıp silah bırakma kararı alacak” biçimindeki yaklaşımlar demagojidir...
Yazının devamı için tıklayın
Aslı Aydıntaşbaş – Milliyet
Kürtler bizi sattı mı?
Dün, HDP ve hükümet arasındaki ortak açıklamadan sonra telefonlarım susmadı. Eş dost, benim HDP’yi yakından izlediğimi bilen tanıdıklar, hep aynı kaygıya kapılmıştı: HDP, çözüm sürecinin yüzü suyu hürmetine Ak Parti’yle anlaştı mı?
Gerçek şu ki; son dönemde Kürt hareketinin geleneksel tabanı dışında geniş bir sol-muhalif-laik kesim HDP’ye sempati duymakta. Ve bu insanları HDP’ye çeken, bir gün uyanıp Kürt meselesini çözmek için apansız bir paniğe kapılmış olmaları değil, Selahattin Demirtaş ve HDP’nin Tayyip Erdoğan’a karşı yürüttüğü keskin muhalefeti beğeniyor olmaları. Daha da önemlisi, HDP’nin barajı geçmesini başkanlık sistemini durduracak anahtar olarak görmeleri...
”CHP’yi denedik, bas-geç yaptık, olmadı. Bir de HDP’yi deneyelim” hissi.
Sahi, İmralı’nın PKK’ya silah bırakma çağrısı ve dün Yalçın Akdoğan’la verilen fotoğraf karesi, HDP’nin artık Tayyip Erdoğan’ın başkanlığına onay verdiği, hükümetle anlaştığı anlamına mı geliyor?
Dün bu soruyu doğrudan HDP’li muhataplarına sordum. Önemli isimlerle uzun görüşmeler yaptım. Aldığım cevaplar samimi ve ikna ediciydi. Bakın aktarayım:
Öncelikle HDP İmralı heyeti, dünkü açıklamayı yapma noktasına kolay gelmemiş. İki hafta boyunca gelgitli çetin pazarlıklar olmuş. Olmuş da ne olmuş? Birçok şey:
1. Güvenlik paketiyle ilgili kritik düzeltmeler yapılacağı sözü alınmış. Paket geri çekildi. Hükümet ciddi revizyon teminatı vermiş;
2. Devletin ruhunu temsil eden en önemli isimlerden Yalçın Akdoğan, Abdullah Öcalan’ın mesajının kamuoyuna açıklanmasını kabul etmiş;
3. Önümüzdeki haftadan itibaren izleme heyeti, akademisyenler ve gazetecilerin İmralı’ya gitmesi kararlaştırılmış;
4. Ve en önemlisi, ”Türkiye’de demokrasinin önünü açacak” denilen 10 maddede müzakereler başlamış.
Görüştüğüm HDP’liler, bu maddelerin sadece Kürt meselesiyle ilgili değil, ”devletin dönüşümünü garantileyen” maddeler olduğunu söylüyor.
Yazının devamı için tıklayın
Nagehan Alçı – Milliyet
28 Şubat’ın iki yüzü
Tuhaf ama tutarlı bir tesadüf olsa gerek, dün yani 28 Şubat’ın 18. yıldönümü ikinci bir açıdan daha not düştü tarihe. HDP heyeti ve Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan arasında geçen görüşmeden Abdullah Öcalan’ın PKK’ya yönelik silah bırakma çağrısı çıktı.
28 şubat bundan böyle utandığımız bir geçmişi çağrıştırdığı kadar, mutlulukla hatırlayacağımız bir günü de sembolize edecek gibi görünüyor... Bu gün mağdur edilen iki kesimin, dindarların ve Kürtlerin inisiyatifiyle yeni bir Türkiye’nin kurulmasına öncülük edecek bir gün olarak da geçecek tarihe.
Cehaletle gurur duymak
Ancak utandıran günler unutulmamalı. Çok değil, 18 yıl önce bu ülkede toplumun yüzde 50’sine, 60’sına düşman daha doğrusu onların yaşamlarına ve değerlerine kör cahil olan ve bunu bir gurur vesilesi kabul eden bir medya, Genelkurmay, yargı ve akademi ağı olduğunu bilmek, nereden nereye geldiğimizi görmek gerek.
Lacivert Dergisi çok güzel bir 28 Şubat arşiv çalışması yapmış. Ondan aldığım ilhamla o günlere bir yolculuk yaptım. Bazı şeyleri hatırladım, bazı şeyleri de ilk kez gördüm, zira o dönemde toplumun bir kesimi düşman ilan edilerek kovalanırken bir kesimi yaşananlardan haberdar dahi değildi. Ben de haberdar olmayan kesimde büyüdüm. İmam Hatiplerin önüne yerleştirilen terörle mücadele ekiplerini, ordunun içinde başörtülü eş avını ve birçok başka utanç dolu hadiseyi daha sonra öğrendim.
Bu günün Türkiye’sini eğrisiyle doğrusuyla anlayabilmek için o günün Türkiye’sini ve açtığı yaraları iyi anlamak gerek.
Başörtüsüyle Meclis'e girdiği için Merve Kavakçı’ya uygulanan linç tek başına o dönem başörtüsüne yapılan düşmanlığı ve saldırganlığı göstermesi bakımından çok önemli.
Bakın birkaç örnek
Tarih: 5 Mayıs 1999, Gözcü gazetesi şu başlığı atmış: ‘Vatandaş Merve Hanım’a soruyor: Zenciye neden meraklısınız?’ Altına da şunu yazmış:
Yazının devamı için tıklayın
Güneri Civaoğlu – Milliyet
Seher vakti
Büyük usta Yaşar Kemal’e saygıyla gireyim yazıya...
..........................
Dün hükümet adına Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın ve “İmralı-Kandil-HDP” adına Sırrı Süreyya Önder’in birlikte yaptıkları açıklamalar “iç barışın seher vaktidir.”
Umut ışıkları ufukta görünmüştür.
Ernest Hemingway’in “Güneş de Doğar” yapıtını çağrıştırıyor.
Belki... Gerçek “seher” mi bu yoksa başka “seherler”i mi bekleyeceğiz?
Bu ikinci olasılıkta bile su yolunu bulur...
Çözüme/barışa gene karanlıktaki eller taş koyabilir ama “Güneş’in doğmasını” kimse engelleyemez.
Yalçın Akdoğan’ın açıklamasında dile getirdiği “Türkiye halkları, çözümün gerektirdiği demokratik olgunluk düzeyine gelmiştir” yargısı “toplumun kolektif psikolojik gerçeğidir.”
İnsanımız artık kanın durmasını, acıların dinmesini istiyor.
HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da “demokratik çözümün tabandan / halklardan, üst yapıyı oluşturan siyasi partilere dayatıldığı, bu noktaya böyle gelindiği” görüşünü dile getirdi.
O nedenle şu aşamada veya kötü ihtimalle ilerideki aşamalarda şöyle ya da böyle, önümüzdeki aylarda olmazsa az sonra “Güneş doğacaktır.”
Bunun dönüşü yok.
Genel hüküm budur.
..........................
ÖZELE, yaşadığımız zaman parantezi içindeki duyarlı sürece gelince...
Abdullah Öcalan’ın, Kandil’e ve elbette o kapsamda Türkiye’deki PKK’lılara yaptığı çağrıya gelince...
“Silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin alması” yolundaki çağrısı elbette önemlidir.
Öcalan’ın söylemiyle “tarihi bir niyet beyanı” ama şartlara bağlı.
Öcalan “10 maddelik ilkeler, büyük barışın omurgasını oluşturacak” diyor.
Bunlar üzerinde alınacak mesafe değerlendirilecek ve “hükümetin adımları tatmin edici bulunursa” Kandil, “PKK büyük kongresini” toplayacak.
“30 yıllık silahlı mücadeleye nokta koymak” kararı alacak.
Bir de açıklamalarda yer almayan “ön filtre” var.
Ankara kulislerinden süzülen haberlere göre HDP bir “komisyon” kuracak ve bir kısmı kabul edilmiş geri kalan maddeleri Meclis’te görüşülmekte olan “İç Güvenlik Yasası” metni üzerinde “düzeltmeler” çalışması yapacak.
“Sakıncalı” bulduğu maddelerin -Meclis’te kabul edilmişse bile- çıkarılmasını, henüz görüşme halinde olanların da “ayıklanmasını” hükümete bildirecek.
Yani...
Yazının devamı için tıklayın
Kadri Gürsel – Milliyet
Dolmabahçe ve Kandil gerçekleri
PKK 7 Haziran seçimlerinden önce Abdullah Öcalan’dan gelen çağrı üzerine silah bırakıp bir yöntem olarak şiddet eylemlerini terk edeceğini ilan ederse, bundan sandıkta en çok kim faydalanır?
AKP mi?
Hayır. Tabii ki HDP...
HDP bütün anketlerde yüzde 10’luk baraj engelini aşmaya yakın görünüyor. Kuvveden fiile geçmesinden vazgeçtik, silahsızlanma etrafında olumlu, samimi ve ikna edici bir gündem yaratılması bile, bazı koşulların da yerine getirilmesiyle birlikte HDP’nin barajı geçmesini sağlayabilir. Nedir bu “bazı koşullar”?
Kürt hareketi ile AKP iktidarı arasında seçimden sonra “başkanlık sistemi”ni dayatacak bir anayasasının yapılması konusunda herhangi bir gizli anlaşmanın olmadığının hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde bilinmesidir.
HDP sözcülerinin ve bilhassa Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş’ın soru gelmesini beklemeden, her fırsatta ve net ifadelerle, Erdoğan’ın “Türk tipi başkanlık” diye satmaya çalıştığı diktatörlük modeline karşı olduğunu açıklamasıdır. Kısacası, muvazaa kuşkusunun kalmışsa kırıntısı, bunların da ortadan kaldırılması şarttır. Bu maksatla da “İmralı süreci”nin olabildiğince şeffaf hale getirilmesi gerekiyor.
HDP, Kandil silahlarının gölgesinden azade olarak girdiği seçimde ülkenin batısındaki Türk rejim muhaliflerinden ve doğuda AKP’ci Kürtlerden ziyadesiyle destek alır ve barajı bu sayede geçerse AKP’nin Meclis’te 330’un altında kalması kuvvetle muhtemeldir. HDP, 330’un altındaki bu AKP’yle otoriter rejim anayasası için işbirliği yapmayınca, bundan dolayı “mutlakıyyet” hesabı şaşan da Erdoğan olacak. O halde PKK’nın yakında silah bırakacağının konuşulması bile hiç yoktan iyidir.
Öyledir de, dün Dolmabahçe’de yaşananlar içimizin umutla dolması için yeterli midir acaba?
Yazının devamı için tıklayın
Elif Yılmaz – Posta
Endişe
Bu topraklarda dün ‘onaylayın-onaylamayın’ tarihi bir gün yaşandı: Silahların susmasına hiç bu kadar yakın olmamıştı Türkiye. Başbakanlık Ofisi’nde açıklama yapılırken, benim aklımda bi kış akşamı elinde portakallarla kapımı çalan arkadaşım Kezban vardı. Boğazıma sızı düğümlendi. Gençliğimin ilk can arkadaşı.
***
Fakülte koridorunda, koltuk altlarımızda kimlik kartı niyetine sıkıştırdığımız Cumhuriyet gazetesini görüp arkadaşlık için birbirimize onay vermiştik. Kısa ama ömürlük arkadaşlığımız oldu. O akşam, içeri girmeden kapı ağzında, çok sevdiği portakalları verdi sarıldı ve gitti. Hiç konuşmadık. Zaten konuşamazdık. Aradan yıllar geçti, ben 42 yaşına geldim, ama Kezban 19’unda kaldı.
***
Yoksulluk içinde okumuş İstanbul’u kazanmıştı. Ne hain, ne kandırılmış ne canavardı. Tanıdığım en iyi, en zeki insanlardan biriydi. Ben Türk’tüm, Kezban da Kürt! Kendi dünyamızdaki eşitliği ülkesinde de istiyordu o kadar. Hain aranıyorsa şayet, ana sütü gibi helal hakları almak için hayatının baharında Kezban’ın ve nicesinin ölümüne neden olanlara bakmak gerek. Keşke Kezban bugünü görebilseydi. Keşke 30 yılda çatışmalarda kaybettiğimiz 50 bin insanımız hayata geri dönebilseydi. Ah Keşke... Dilerim, insan yerine artık bu topraklara öfke ve nefret gömülür. Ancak kalbim keyifle gülemiyor, çünkü ‘Ancak’larım var benim. Evladı öldürülen anayı meydanlarda yuhalatan bi kindarlık, 13 yaşındaki çocuğu bile ‘hakaretten’ sınıfından polislerle gözaltına aldıran bir kibir, gösteri ve protesto hakkını kimi zaman kanla bastırabilecek kadar gözü dönmüş bir sistem var karşımda. Ve bu sistem, sıkıyönetim yasalarını aratmayan bir paketi sandık gücüne dayanıp, hayatıma dayatarak bir gelecek planlıyor benim için. Ve ben biliyorum ki, nasıl iki kere iki dört ediyorsa; demokrasiye sadakat olmadan da barış gelmez.
Yazının devamı için tıklayın
Güngör Mengi – Vatan
Bu terör bitmeli
Tarihin barış isteyenlere şans tanıdığı bir döneme mi girdik?
Otuz yılda 40 bin insan kaybedildi.
Dünyadaki son terör örgütünün Türkiye’de yaşadığı gerçeği resmen tesbit edildi.
Güven eksiği kabul edilebilir bir bahane değildir.
PKK terörü konusunda elde ettiğimiz ilerleme, yalnız sabır ve cesarete bağlanamaz.
Siyasi irade terörü tarihin çöplüğüne atmak konusunda üstlendiği kararlılık nedeniyle övülmeyi hak ediyor.
Nöbet bitmedi; o nedenle Çözüm Süreci oldu-bitti yaratmak konusunda kullanılacak son istismar aracı olmalıdır.
Tarihi bir davet
Dün şeffaflık isteyen kamuoyunun beklediği açıklama geldi, daha doğrusu “iş bitiren” adım atıldı:
Hükümet ve HDP temsilcileri Dolmabahçe’deki görüşmeleri ardından ortak bir basın toplantısı yaptılar.
Burada Öcalan’ın örgüte bahar aylarında silâhsızlanma amacıyla olağanüstü kongreyi toplaması için yaptığı çağrıyı ilettiler.
HDP heyetinden Sırrı Süreyya Önder “Bu davet, silâhlı mücadelenin yerini demokrasinin alması için tarihi bir beyandır” dedi.
Müzakere heyetinin önünde 10 maddelik bir ilerleme planı bulunuyor.
Yazının devamı için tıklayın
Hüseyin Yayman – Vatan
Yeni dönem başlıyor...
Türkiye’de yeni bir dönem başlıyor. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve Sırrı Süreyya Önder’in açıklamaları tarihsel öneme sahip. Türkiye siyasetinde ve Ortadoğu’da yeni bir sayfa açılıyor. Süreç bu noktaya kolay gelmedi. Ancak bugün zorlukları konuşma zamanı değil. Tüm yazılanlar arşivlerde duruyor.
Dünkü çağrı aslında HDP heyetinin 4 Şubat görüşmesinde İmralı’dan alındı. Öcalan, PKK’nın kongre toplayıp ‘Türkiye’de silahlı çağrıyı bırakmasını’ istiyordu. Ancak Kandil bu çağrıya olumlu yanıt vermedi. Geride kalan 25 günün hikâyesi yazıldığında nasıl bir aksiyon yaşandığını okuyacaksınız. Nefes kesen görüşmeler sonunda peş peşe dünkü açıklamalar geldi.
Yalçın Akdoğan’ın perde arkasında yaptıkları olmasa sürecin bu noktaya gelmesi zor olacaktı. Hakan Fidan’ın tarihsel hakkını teslim etmek gerekiyor. Ayrıca Muhammed Dervişoğlu’nun son dönemde sessiz ve derinden yürüttüğü trafiğin altını çizmek lazım. Başbakan Davutoğlu’nun cesur ve kararlı tutumu olmasa süreç bu tarihi noktaya gelemeyecekti.
Yazının devamı için tıklayın
Mehmet Barlas – Sabah
Keşke İmralı heyeti Pensilvanya’ya da gidebilseydi
Abdullah Öcalan'ın PKK'ya yaptığı "Silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin alması"na yönelik çağrısı ve bunun gerçekleşmesi için "PKK'yı bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum" içerikli mesajı, "Kalıcı barış" yolunda diğer bir dönüm noktasıdır.
Dün Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'nde Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve İçişleri Bakanı Efkan Ala ile buluşan HDP heyeti üyeleri Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve İdris Baluken'in Öcalan'dan getirdikleri mesajı, bakalım Kandil'dekiler nasıl karşılayacaklar?
Sırrı Süreyya Önder'in "Öcalan'ın temel belirlemesi" olarak seslendirdiği şu sözler bakalım "Savaş ve Şiddet Lobisi" tarafından ne şekilde algılanacak?
Silahlar bırakılmalı
"-Bu 30 yıllık çatışma sürecini kalıcı barışa götürürken, demokratik bir çözüme ulaşmak temel hedefimizdir. Askeri müşterekin sağlandığı ilkelerde silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK'yı bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum. Bu davet silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanıdır"
Yazının devamı için tıklayın
Mahmut Övür – Sabah
Bu bahar silahlar susacak
En sıkıntılı, en gerilimli anlarda bile insan umudunu yitirmemeli. Son birkaç ayda Çözüm Süreci üzerine neler söylendi neler.
"Bu iş bitti" diyeninden, "bu iktidarla barış olmaz" diyenine kadar bütün negatif aktörler devredeydi. Adeta "barış olmasın" diye inanılmaz çaba harcayanlar vardı.
En utanç verici olanı da "demokrasi" adına ortaya çıkıp "barış gelmez" diyen siyasetçi ve aydınlardı. Her kırılma, her gerilim anı onlar için neredeyse bir umut oldu.
Ama hayatın akışı da, siyasi iradenin duruşu da onları tekzip etti.
Türkiye'nin ve bölgenin barışa ihtiyacı vardı ve siyaset, her türlü provokasyona, kuşatmaya rağmen bu ihtiyacın gereğini yapmaktan vazgeçmedi.
En zor zamanlarda bile "çözüm süreci"nin arkasındayız açıklaması yaptı. Dün, yani demokrasiye balans ayarı çekilen 28 Şubat'ın 18'inci yıldönümünde cumhuriyeti demokrasiyle buluşturacak tarihi bir adım atıldı.
Hükümetle HDP heyeti bir araya geldi ve Türkiye toplumuna bir müjde verdi: Bu baharda silahlar sonsuza kadar susacak, siyaset konuşacak.
Yeni Türkiye adım adım kendisini inşa ediyor.
Bu noktaya gelişin ilk adımını hatırlıyorum. Dönemin Başbakanı Erdoğan'ın o ilk adımı attığı Diyarbakır günlerini...
Yazının devamı için tıklayın
Mustafa Ünal – Zaman
Silahlara veda mı?
Sonunda AKP hükümeti ve HDP ‘ortak açıklamayı’ yapabildi. ‘Yapabildi’ diyorum çünkü kolay olmadı. Son haftalarda HDP, İmralı ve Kandil arasında baş döndürücü trafik yaşandı. Taraflar durmadan top çevirdi. Yalçın Akdoğan’ın ifadesiyle ‘Kandil topu patlatmaya’ kalktı.
Başarılı olamadı herhalde. Ya da bundan sonra oyun ‘patlak topla’ oynanacak. Hükümet Sözcüsü Arınç ‘Ortak açıklama olmaz.’ dedi. HDP’nin dayattığı 10 maddelik talep listesinin karşılanması mümkün değildi. Nasıl olduysa Ankara’da hava birden döndü.
Postmodern darbeye adını veren ‘bir 28 Şubat günü’, yani dün hükümet ve HDP heyeti bir araya geldi. Çok da uzun olmayan görüşmenin ardından ‘ortak açıklama’ çıktı. Çözüm sürecinin önemli aşaması olduğu muhakkak. Hızlı ilerleyeceğini söylemek zor. Öyle ya da böyle barış ve çözüm yönünde bir umut... Ama fakirin ekmeği kabilinden.
Ortak açıklamada ne var? Öcalan PKK’ya, silahlı mücadeleyi bırakmak üzere olağanüstü kongreyi toplama çağrısı yaptı. Tarih de verdi: ‘Bahar ayları’... Bugün Mart’ın 1’i. Baharın hemen eşiğindeyiz. Bir veya bir buçuk aylık zaman demek bu. Seçimden önce yani. Çağrı Kandil’e. Ada’dan Dağ’a. Öcalan’ın çağrısı cevapsız kalmaz elbette. Kongreden sözde değil gerçek anlamda ‘silahlara veda’ kararı çıkar mı? Orası şüpheli. Öcalan ‘silahın dönemi bitti’ diyeli iki yıl oldu. PKK kendisinden beklenen adımları atmadı.Tam eylemsizlikten bile söz edilemez. Bu süre içinde analar ağlamadı değil, ağladı. Polis, asker onlarca şehit var. Kanlı 6-7 Ekim olaylarının yarası henüz soğumadı. Örgütün silahlı unsurları ülke topraklarını terk edecekti. Sürecin en önemli adımlarından biriydi bu.
Yazının devamı için tıklayın
Emre Kongar – Cumhuriyet
Çare Demokrasidir!
HDP heyeti ile hükümetin ortak açıklaması yeniden barış umutlarını yeşertti:
PKK silah bırakacak…
Demokratik siyasete soyunacak…
Meclis’e gelecek…
Kürt kimliğinden kaynaklanan sorunlar dahil, ülkenin bütün meseleleri Meclis’te müzakere edilecek!
Bu, benim yıllardan beri savunduğum…
Aktif siyasette ise, Erdal İnönü’nün gerçekleşmesi için 1991 seçimlerinde inisiyatif aldığı ama o zamanın koşulları içinde yürümeyen kalıcı bir çözüm.
Dilerim bu kez yürür!
Yazının devamı için tıklayın
Aydın Engin – Cumhuriyet
Ortak Açıklama Yapılmayan Ortak Basın Toplantısı
Çözüm süreci koptu kopuyor kaygıları kol gezerken beklenmedik bir gelişme oldu; “İmralı heyeti” olarak anılan HDP’li milletvekilleriyle Hükümet’in süreçten sorumlu bakanları bir araya geldiler. Toplantıyı canlı aktaran haber kanallarının tümü “Ortak açıklama” başlığını kullandılar.
Tamam, yıllardır kapalı kapılar ardında yürütülen, dahası hükümetin kendini açıkça ortaya koymadığı, “Hükümet değil devlet görüşüyor” vurgusunu sürekli yinelediği barış süreci görüşmelerinde ilk kez Hükümet ile Kürt siyasal hareketinin yasal temsilcisi HDP kameralar önünde bir araya geldi. Ancak “ortak bir açıklama” yapıldığını ileri sürmek pek doğru değil.
Barış sürecini birbirlerinden epey farklı algılayan ve değerlendiren taraflar, barış sürecine ilişkin kendi konumlarını, kendi yaklaşımlarını koruyarak açıklamalarda bulundular. Aralarındaki farklar özel olarak vurgulanmasa bile dikkatli gözlerden kaçmayacak kadar belirgindi.
Kürt tarafının yaklaşımını Sırrı Süreyya Önder dile getirdi. Ancak besbelli ki her sözcüğü dikkatle seçilmiş bir metne tümüyle sadık kalarak. Öcalan’ın elinden çıktığı bilinen ünlü 10 madde bu metinde bir kez daha yer aldı. Hem de “demokrasi” vurgusu daha da güçlendirilip pekiştirilerek. Örneğin 6. maddede kamu ve ülke güvenliğinin demokrasiyle uyum içinde olması koşulunun vurgulanması gibi...
Buna karşılık Hükümet’in yaklaşımı, yine önceden hazırlanmış bir metne olabildiğince sadık kalarak Yalçın Akdoğan tarafından açıklandı. Kürt tarafının çözüm için zorunlu adımlar olarak gördüğünü açıkladığı 10 maddeye, Akdoğan’ın konuşmasında “Öteden beri tartıştığımız konular” gibi bir cümlecik ile değinildi, daha doğru bir deyişle geçiştirildi... Akdoğan’ın konuşması Hükümet’in barış sürecinden ne anladığı ve müzakere aşamasında ne isteyeceğine ilişkin bilinen tutumunun daha diplomatik bir dille tekrarıydı: PKK silah bırakma kararı versin ve bunu kesin bir dille açıklasın!
Yazının devamı için tıklayın
Umur Talu - Habertürk
Silahsız!
Hükümet ve “İmralı’dan dönen” HDP’lilerin açıklamaları, “onca acı ve kötülük” içinde, başta “sıvasız hane çocukları”nın hayatı, Türkiye’de yine de hep bir umudun olabilmesi yönünde “iyi haber”di işte!
Dağın iki tarafına düşmüş 40 binden fazla kaybın ruhları, binlerce kaybın meçhul akıbeti, korkuların, endişelerin, nefretlerin gölgesi huzurunda ciddi bir umut işte.
“Silah bırakma çağrısı ile barış umudu”nun az ötesinde, her türlü muhalefeti sindirmek üzere bir “İç Güvenlik Paketi”nin bulunması ise ne hazin!
Yazının devamı için tıklayın
Ruşen Çakır – Habertürk
Kandil şerh düşebilir ama sorun çıkarmaz
Silahsızlanma çağrısıyla ilgili 8 önemli not:
■ Her birimizin farklı kaygı, itiraz, eleştiri, beklentileri vb. olabilir. Ama hiçbiri dünkü ortak irade beyanının tarihsel ve hiç tartışmasız olumlu bir adım olduğu gerçeğini gölgeleyemez.
■ Hayal ettiğimiz şekilde gerçekleşmiyor diye Türkiye’nin Kürt sorununu çözme fırsatını elimizin tersiyle geri çevirme lüksümüz ve hakkımız yok.
■ Sorun tabii ki çözülmedi, fakat çok kritik bir eşiğe, müzakere aşamasına gelindi. Buradan çözüm çıkması için tarafların birbirlerinin zaaflarını derinleştirmek yerine, bunları gidermek için karşılıklı çaba göstermeleri gerekir.
■ İmralı’nın (Öcalan) Kandil’e (PKK/KCK) rağmen bu çıkışı yapmış olması beklenemez. Birtakım şerhler düşseler bile PKK/KCK yöneticilerinin Öcalan’ın çizdiği perspektifi benimseyip hayata geçireceklerini öngörebiliriz.
■ Bu adımı, siyasi iktidarın Kürt hareketini kandırması gibi görmek ve göstermek hiç inandırıcı değil. Öcalan’ın kendisinin ve hareketinin gücünü azaltacak bir şeye “Evet” diyeceğini sanmak yakın tarihten habersiz olmak veya ondan hiçbir şey anlamamak anlamına gelir.
■ Ortak irade beyanı, önümüzdeki seçimlerde, süreçte ısrar eden AKP ve HDP’yi olumlu, mesafeli veya karşı duran CHP ve MHP’yi olumsuz etkiler.
Yazının devamı için tıklayın
Soli Özel – Habertürk
Efsaneler göçmez ki!
Yaşar Kemal, uzun bir hayatın sonunda Türkiye’nin Kürt meselesinde ve 30 yıllık savaşında önemli bir eşiğin geçildiği, Abdullah Öcalan’ın PKK’ya silahlı mücadeleyi bırakıp siyasi mücadeleye geçme çağrısı yaptığı gün vefat etti. Eğer bilinci açık idiyse kuşku yok ki bundan büyük mutluluk duyardı. Umutsuz gibi görünen durumlardan umut üretmeyi iş edinmiş adam, sorulabilecek netameli soruları sorsa bile herhalde bunları dert etmezdi. Önemli olan barışın önünün açılmış olması ya da en azından bir nesli tüketen şiddetin sona ermesinin mümkün kılınmasıydı.
Gün iyimser olma günüyse de henüz belirsizliklerin tümü bertaraf edilmiş değil. Meclis’te iktidar partisinin geçirmekte ısrarlı olduğu İç Güvenlik Yasası, çözümden umulan demokratikleşmenin önünde bir engeldir. İktidar partisinin son dönemlerdeki duruşu, dili ve tasarrufları zaten böyle bir beklentiye imkân vermiyor. Her iki tarafın, kendileri için geçerli nedenlerle şiddete son vermeleri kendi başına önem taşısa da buradan elde edeceklerini düşündükleri siyasi fayda farklıdır.
Gene de T-24 sitesindeki etkileyici yazısında Behlül Özkan’ın yazdığı gibi (http://t24.com.tr/yazarlar/behlul-ozkan/ silahlarin-susmasi-hdpnin-baraji-asarak-solun- temsilcisi-olmasini-saglayabilir,11374) “Türkiye’nin batısını milliyetçilik, doğusunu da silahlı mücadeleyle zehirleyen dönemin sonuna geliniyor. Ancak demokratik mücadele esas şimdi başlamakta”. Bu mücadeledeki ilk etabın da dünkü açıklamaların da ivmesiyle HDP’nin Meclis’e parti olarak girmesidir.
Yazının devamı için tıklayın
Muharrem Sarıkaya – Habertürk
Resmi söz kesildi
Baştan belirteyim, hükümet ile HDP heyetinin, diyalogdan müzakere sürecine geçildiğini ilan ettikleri dünkü açıklama tarihi bir öneme sahip.
Bugüne kadar gelinen aşamaların en önemli evresi aşıldı, süreç resmileşmekle kalmadı, diyalogdan müzakere evresine geçildi.
3 Ocak 2013’te başlayan, bugüne kadar 28 kez gerçekleşen hükümet ile HDP arasındaki çözüm süreci görüşmelerinde en önemli aşamaya ulaşıldı.
İrade beyanı
Bütün bunların yanında şunun bilinmesi lazım ki, dün yapılan tarihi açıklama sadece bir irade beyanıdır; söz kesmedir.
Devletin, PKK’yı ilk kez muhatap alıp müzakere ederek sorunu ortaklaşa çözeceklerinin resmi ilanıdır.
Sürecin bundan sonra kendi dinamiği içinde yolunu bulacağına dönük önemli bir irade gösterisidir.
Asıl önemli olan da bundan sonrasının sağlıklı yürümesidir.
Ne kadar süreceğini görmek için İngiltere’de IRA, İspanya’da ETA ile yürütülen müzakere süreçlerine bakmak yeterlidir.
Unutulmasın ki “Good Friday” (Hayırlı Cuma) anlaşmasından 7, ateşkes niyetini ifade etmesinden de 25 yıl sonra IRA silaha veda etti.
Yazının devamı için tıklayın
Muhsin Kızılkaya – Habertürk
Dolmabahçe’de tarihi ‘niyet beyanı!’
Her şey ‘niyet’le başlar. Uzun yolculuklar, ayrılıklar, kavuşmalar, gitmeler, gelmeler, oruç, namaz, hac... Her şey önce ‘niyet’ etmekle başlar. Dün, 1984 yılında ilan edilen son silahlı Kürt isyanının, aradan geçen 31 yıldan sonra sonlandırılması için iki tarafın da kararlı olduğunun, ‘resmen’ ilan edildiği tarihi bir gün yaşadık.
Dün Dolmabahçe Sarayı’nda, son silahlı Kürt isyanının sonlandırılarak yerine ‘demokratik siyasetin’ geçmesi için ‘tarihi bir niyet beyan’ edildi çünkü. “Beyan”ın, 28 Şubat gibi ‘özel’ bir güne rastlamış olması belki de ilahi tesadüf ama bundan sonra her ‘28 Şubat’ dendiğinde aklımıza sadece ‘postmodern’ bir askeri darbe gelmeyecek. Bunun yanında, devletin silahlı Kürt isyanını bastırmak için karşısındaki gücü ‘resmen muhatap’ kabul etmesinin de yıldönümünü hatırlayacağız.
Biri hafızalarımızdaki karanlık anları hatırlatacak bize, öteki aydınlık geleceğimize dair diri tuttuğumuz umudumuzu...
Bu özel günde yaşananlara ev sahipliği yapan bir de özel mekân var kuşkusuz; Dolmabahçe!..
Dolmabahçe Sarayı, Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devralıp yeni ulus devleti inşa ettiği en önemli mekânlardan birisidir. Cumhuriyet’i Cumhuriyet yapan ‘Kemalist devrimlerin’ büyük bir kısmı bu mekânda ete kemiğe büründü. Geleceğimizi ilgilendiren birçok karar burada alındı. “Kürtlerin varlığının inkârına giden” bir dizi karar ve uygulamanın da mekânıdır burası.
Tezada bakın ki bu mekân, ulus devlet projesinin başımıza açtığı onca beladan kurtulmak için, 90 sene sonra başlatılan ‘paradigma değişikliğinin’ de mekânı oldu.
Yazının devamı için tıklayın
Orhan Miroğlu – Star
Silahlara veda çağrısı ve Yaşar Kemal’i anmak
Sevgili okurlar, silahsızlanma için yapılan çağrıyı duyduğumda, aklıma Yaşar Kemal geldi. Onu hatırlamadan bu çağrıyı anlatacak bir yazı yazmak nasıl mümkün olabilirdi ki? Ama hüzün üstüne hüzün yaşıyoruz galiba.. Yazıyı bitirdikten sonra Yaşar Ağabey’in ölüm haberini aldım. Yazıya dokunmadım, sadece ismini değiştirdim yazının.
Her şey tarihin bir şakası gibi. Ahmet Güneştekin’in dedi ya, dün yapılan barış çağrısını sanki hissetti büyük usta. Nur içinde uyusun.)
Bugünlerde yaşam mücadelesi veren ve tekrar aramıza dönmesi için dua ettiğimiz, Sevgili Yaşar Kemal ağabeyle üç yıl önce, devrimci halk savaşı nedeniyle, ortalık kan gölüne döndüğü günlerde, İstanbul’da bir balıkçı restoranında buluşmuştuk.
Bana bu aralar neyle meşgul olduğumu sordu ve sonrasında sohbet şu soru cevaplarla devam etti:
- Bir kitap yazıyorum abi, ama maalesef bu defaki de bir roman değil.. (İlk kitabım Dıjwar’ı okumuş ve çok beğenmişti, roman yazmamı teşvik eder dururdu..)
- Kürt sorunu mu yine?
- Evet abi.
- Adı ne peki?
- Silahları Gömmek!
- Yahu Miroğlu, ortalık kan gölüne dönmüş, sen ismi, ‘Silahları Gömmek’ olan kitap yazıyorsun, kim okuyacak peki?
- Valla Yaşar Abi, kim okuyacak bilmiyorum, okumayacaklar, belki de çok kızacaklar, ama ortalığın kan gölüne döndüğü zamanlarda, ‘Silahları Gömmek’ten söz edemeyeceksek, barışın hüküm sürdüğü zamanlarda, silahları gömmekten bahsetmenin ne anlamı olur ki..
Yazının devamı için tıklayın
Resul Tosun – Star
Bu işte bir bit yeniği var ama!
Dün İstanbul’da Dolmabahçe başbakanlık ofisinde tarihi bir güne daha şahit olduk.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Âlâ ve AK Parti Grup Başkan vekili Mahir Ünal ile Sırrı Süreyya Önder’in sözcülüğünü üstlendiği HDP heyeti ortak bir açıklama yaptı.
Açıklamanın en önemli bölümü Öcalan’ın PKK’yı silah bırakmaya davet eden açıklamasıydı.
Önder’in şu cümlesi tarihe geçecektir: ‘’Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik mücadelenin yer alması için tarihi bir beyandır.”
***
Tarihe geçecektir geçmesine de Öcalan’ın kongre sırasında görüşmede ele alınmasını istediği 10 maddeyi duyunca insan şaşırıyor.
“Bu mudur yani?” diyesi geliyor insanın.
Şu maddelere bir bakın lütfen.
- Demokratik siyasetin tanımı ve içeriği.
- Demokratik çözümün yerel boyutlarının tanımlanması.
- Özgür vatandaşlığın güvenceleri.
- Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri.
- Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına yönelik anlayışın geliştirilmesi.
- Ortak vatan ve milletin demokratik ölçülerle tanımlanması.
- Demokratik hamleleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa.
Yazının devamı için tıklayın
Gökhan Bacık – Bugün
Kürt sorununda bundan sonra silahsızlanma mümkün mü?
Dün HDP adına PKK’nın bahar aylarında bir kongre düzenleyip “silahsızlanma kararı” alması istendi.
Amed Dicle’nin açıklamasına göre HDP’nin bu teklifi “Öcalan’ın açıklaması” olarak okunmalıdır.
Önce şunu söylemek gerekiyor: Seçimlere kadar bir “kaza” çıkmaz ise bu açıklama Kürt sorunu ile ilgili sürecin yeniden ertelenmesi demektir.
Başlangıcından beri çözüm süreci ile ilgili temel dinamikler şunlardır:
1. Ciddi bir ateşkes sağlanmıştır.
2. Ancak süreç bir siyasi propaganda halini almıştır.
3. Bazı adımlar atılmış olsa bile esas konuların çözümü sürekli ertelenmiştir.
4. Bu arada PKK hem Suriye hem Türkiye’de neredeyse bir devletçik haline gelmiştir.
Bölgesel dengeler
Yakın zaman önce YPG’nin kadın “komutanlarından” Nesrin Abdullah askeri kıyafetli olarak Fransa Cumhurbaşkanı ile görüştü.
IŞİD’e karşı ABD başta bütün Batılılar YPG ve PYD ile yakın temas içinde işbirliği yapıyor.
Vaziyete göre Süleyman Şah Türbesi operasyonunda Türkiye bile YPG ile “bir tür temas” sağlamış durumda.
Yani Suriye, Irak ve içine bir parça Türkiye toprağı alan bir alanda bir tür fiili Kürt yönetimi kurulmuştur ve bu yönetim bir ölçüde uluslararası fiili tanınma sağlamıştır.
Yazının devamı için tıklayın
Mehmet Türker – Sözcü
Apo kazandı T.C. kaybetti!
30 yılda 40 bin insanımızın hayatına mal olan vahşi terör, sonunda bu iktidar dönemindeTürkiye Cumhuriyeti’ne diz çöktürdü!..
Devlet pes etti, terör kazandı…
Aslında, iktidar Doğu ve Güneydoğu’da çoktan pes etmiş ve bölgeyi PKK’ya terk etmişti…
Dün Sadrazam Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Dahiliye Nazırı Efkan Ala ve HDP heyetinin birlikte yaptığı açıklamalarla, PKK’nın “Büyük Kürdistan” hayali de biraz daha gerçeğe yaklaşmış oldu!..
* * *
Dün anladık ki, bir yandan İç Güvenlik Paketi ile demokrasi ve özgürlükler askıya alınırken, diğer yanda Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi Apo’ya emanet edilmiş!..
Apo, İmralı rezidansında hazırladığı ve iktidara gönderdiği “10 maddelik ev ödevinde” özellikle “demokratik siyasete” vurgu yapıyor!..
“Özgür ve demokratik ülke inşa edilmesinden” söz ediyor…
Lafı mı olur be Apo, burası zaten “ileri demokrasi ülkesi” değil mi?..
Yeni ülke inşasına da hemen başlarız!..
* * *
Apo, kifayetsiz muhterislere yolladığı ev ödevinde çözülme sürecinin bundan sonraki aşamasında bir “izleme komitesi” olmasını;
Anayasa’da kimlik tanımı yapılmasını;
Kürt statüsünün anayasaya girmesini istiyor!..
İmralı rezidansından, Levent’teki havuzlu, jakuzili, saunalı rezidansına taşınmayı da artık ayıp olur diye şimdilik istemiyor!..
Yazının devamı için tıklayın
Saygı Öztürk – Sözcü
PKK silahı bırakmaz. Çünkü…
Hükümet ve HDP’liler arasında, terör örgütü PKK’yı silahsızlandırma görüşmeleri seçim yaklaştıkça daha da hızlandırılmaya başlandı. Yapılan içi boş açıklamalar da “tarihi” diye nitelendiriliyor. Bırakın örgütün silah bırakmasını, “kalkışma” planları uygulamaya konulmak isteniyor. Hatırlayınız, Abdullah Öcalan’ın teröristlerin sınır dışına çekileceğini açıklamasına rağmen teröristler sınır dışına gitmemiş, hatta örgüte 2 bin civarında yeni katılım olduğunu bakanlar açıklamıştı.
Terör örgütünün dağ kadrosu görünüşte silah bırakmış olsa bile yandaşlarını yeteri kadar silahlandırdığı, silah depoları oluşturduğu da biliniyor. Yani, istendiği an o silahların namluları askerimize, polisimize dönecektir. Örgütün silahlı kanadı bugün sadece dağlarda değil il ve ilçelere de yerleşmiş durumda… Üstelik sayısı da artık 4-6 binlerde değil 10 bin civarında…
Yazının devamı için tıklayın
Abdurrahman Dilipak – Akit
Yaşasın barış
Türklerin ve Kürtlerin birbirine karşı kazanacakları bir zafer yok. Kazanacakları tek bir zafer var o da birlikte kazanacakları bir zaferdir.. Bugün yaşadıklarımız bir intihar ideolojisine benziyor.. Birbirimizi öldürerek kendimize zarar veriyoruz.. Kör bir savaştır bu. Haklı olmak, kimseye haksızlık etme hakkı vermez.. Ve bu kirli savaşta herkesin haklı gerekçeleri yanında haksız fiilleri de sözkonusu..
Ulus devlet dönemi bitti. Sınırlar kalkarken, bu coğrafyaya yeni kanlı sınırlar çizmek tarihin akış yönüne karşı kürek çekmekten başka bir anlam taşımaz..
Bağımsız bir Kürdistan hayali, Kürtlerin İran’a, Türkiye’ye, Irak Arap yönetimine karşı zaferle kazanılacak bir savaşı ile mümkün.. Kürt birliğini, bölünmüş bir Türkiye, bölünmüş bir İran, bölünmüş bir Irak, bölünmüş bir Suriye ile başarabilirsiniz.. Bunu kimle, kimin adına, nasıl gerçekleştireceksiniz..
Bölgenin her yerine dağılmış Kürtleri nasıl toplayacaksınız. Kürtlerin hepsi buna “evet” diyecek mi? Kürt coğrafyası denilen bölgedeki Türkleri, Arapları, Süryanileri ne yapacaksınız..
Türk’le Kürt etle tırnak gibidir. Ayıramazsınız.. Hepimizin kanında ötekinin kanı var. İş ortağı, akraba bir halkız biz.. Ayıramazsınız..
Irkçılığın her türlüsü lanetlidir.. İlk haram, ilk lanet ırkçılığadır.. “Fikri kavmiyyeti tel’in ediyor peygamber”
Doğduğumuz ana-babayı biz seçmedik, doğduğumuz zamanı, toprağı biz seçmedik, derimizin rengini bir seçmedik, cinsiyetimizi biz seçmedik.. Bundan dolayı üstün veya geri olamayız..
Zaza’sı, Sorani’si, Gurmanço’su buna razı olacak mı? Kürt feodaller, Kürt Müslümanları, laik, sosyal bir Kürdistan’a evet diyecek mi?
Musul petrollerini çıkın, hangi ekonomik güçle bunu yapacaksınız.. Musul petrollerinde elbette Kürtler de pay sahibi.. Şiiler, Araplar ve Türkmenlerin hakkı ne olacak.
Petrol barışın yakıtı değilse savaşın aracı olur..
Yazının devamı için tıklayın
Ali Karahasanoğlu – Akit
“Silah bırakma”nın neyini tartışıyoruz ki?
Dün hemen tüm televizyon kanalları ve internet sitelerinde bayram gibi sunulan, töreristbaşı Apo’nun “PKK’ya silah bırakma çağrısı”, olumlu bir gelişme ise de..
Aklın emri olan, çok geç kalmış bir adım olduğunu da, kabul etmemiz gerekir.
İlaveten belirteyim..
Kusura bakmasınlar..
“PKK’ya silah bırakma çağrısı” ne kadar somut ne kadar akılcı bir çağrı ise..
“10 madde halinde özetledikleri metin” de, o kadar akıldan, pratikten, çözümden uzak, soyut bir anlatım.
Şahsen ben, Başbakan Yardımcısı’nın yanındaki koltukta, mahalle kabadayısı tarzı ile oturan Sırrı Süreyya Önder’in ağzından aktarılan “10 maddelik metin”den, hiçbir şey anlamadım..
“Hem gerçek bir demokrasinin hem de büyük barışımızın temel omurgasını teşkil edecek olgusal başlıklarımız şunlardır” denilerek maddeleştirilen 10 nokta, soyut ifadelerle dolu..
1. ve 10. maddeyi aktarayım, konunun pratikten ne kadar kopuk olduğunu siz de görün:
“Demokratik siyaset tanımı ve içeriği..”
“Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içşelleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa.”
Ne şimdi bunlar?
Bizim tartıştığımız, günlük hayatımızda sorun olarak gördüğümüz konu ile bunların ne alakası var?
Yazının devamı için tıklayın
Ersoy Dede – Akit
Barış bize çok yakışıyor
2013’teki tarihi Nevruz’da Diyarbakır’daydım. Türk ve Kürt çocuklarının ölmemesi için yapılan mutabakatın ilan edildiği gün.. Öcalan’ın, bin yıla yakın İslam bayrağı altında bir arada yaşayan halkların, yüz yıllık bir zorunlu ayrılığa itildiğini anlattığı mesajı, meydandaki coşkulu kalabalıkla birlikte dinledim.. İnanmış halkın yüzündeki umudu, mutluluğu gördüm.. Bir daha çocuklarını kaybetmeyecek olmanın verdiği rahatlığı.. Biz Ankara’dan - İstanbul’dan baktığımızda hep diyoruz ki; “şehit cenazeleri gelmiyor, bu barış iyi oldu”.. Sanıyor musunuz ki Diyarbakır’daki anneler hep çocukları ölsün istiyor?!.. Dün Kürt ya da Türk çocuklarının ölmemesi için imzalanan büyük mutabakatın teknik evresinin tamamlandığı duyuruldu. Birileri diyor ki; “iki sene önce de aynı şeyleri söylüyordunuz, demek ki patinaj yapıyoruz”.. O arkadaşlar 2012’deki kanlı-çatışmalı dönemi çabuk unuttuğu için son iki senede ne kazandığımızın da doğal olarak farkında değil. Anlıyorum. Sadece şu kadarını söylemek lazım; değil iki sene isterse sürüncemede geçen 20 sene olsun, çatışmayla geçen 15 dakikadan daha iyi değil midir?.. Evet bu süre boyunca çeşitli nedenlerle can kayıpları olmadı mı?.. Oldu elbette.. Ama sürekli bir terör ve şiddet eylemi evresinde verdiğimiz kayıplarla kıyaslanabilir mi?.. Bu topraklardan oluk oluk akan kanların, kaybettiğimiz yılların, yitirdiğimiz değerlerin, terör uğruna harcadığımız vaktin ve paranın hesabını kim soracak yahut kim verecek?..
Yazının devamı için tıklayın
Serdar Arseven – Akit
“Silah Bırakma” Çağrısı
HDP’li Sırrı Süreyya Önder’den, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’la yaptıkları toplantı sonrası açıklama geldi:
“PKK’yı silah bırakma için kongre toplamaya çağırıyoruz.”
Süreci ilmek ilmek işleyen Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ise “Çözüm Süreci”nin başarıya ulaşması halinde Türkiye’nin bir “Küresel Güç” haline geleceğini söyledi.
Sayın Akdoğan’ın açıklamasında öne çıkan kavramlara baktım…
“Özgüven”, “iyi niyet”, “samimiyet”, “kararlılık”.
•
Hükümet açısından baktığımızda bu kavramların yerli yerine oturduğunu görüyoruz.
Yüzde 50’lik millet desteğini arkasına alan siyasi iktidar, onbinlerce insanımızın hayatını kaybetmesine ve en az 1 trilyon dolarımızın heba olmasına yol açan bu “terör belâsını” ortadan kaldırmak için bütün riskleri aldı.
Yazının devamı için tıklayın
© Tüm hakları saklıdır.