23 Ekim 2015 15:12
10 gazeteden 20 köşe yazarı, 88 yaşında hayatını kaybeden Türkiye basını ve edebiyatının duayen ismi Çetin Altan'ı yazdı.
Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök, Mehmet Y. Yılmaz, Ahmet Hakan, Fatih Çekirge ve İsmet Berkan; Milliyet’ten Güneri Cıvaoğlu, Melih Aşık ve Mehmet Tezkan; Sabah’tan Mehmet Barlas ve Emre Aköz; Cumhuriyet’ten Can Dündar ve Hikmet Çetinkaya; Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu; Zaman’dan M. Nedim Hazar; Habertürk'ten Umur Talu ve Soli Özel; Vatan’dan Reha Muhtar ve Okay Gönensin; Bugün’den Yavuz Baydar; Yeniçağ'dan Arslan Bulut, 88 yaşında hayatını kaybeden Çetin Altan’ı kaleme aldı.
Hayal ettiğim ülke bu değildi
O, aramızdan ayrılmışsa...
Öğrendiğim an, boğazıma bir şeyler takılmış, yutkunamamışsam...
Gerilere dönmüş, babamın o gün bana söylediklerini hatırlamış, hem babamı hem onu yeniden görür gibi olmuşsam...
Bir de bizlere, bütün Türkiye’ye yazıp bıraktığı vasiyet cümle hep başucumda duruyorsa...
Hani o...
“Hayal ettiğim ülke bu değildi...” cümlesi...
* * *
Ağlarım, çok ağlarım...
Onu kaybettiğimize, geçen yıllarımıza, hayallerimize...
Ve artık kaybettiğimiz umutlarımıza...
Çünkü hayal ettiğimiz ülke bu değildi...
Yazının tamamı için tıklayın
Çetin Altan: Yeri hiç dolmayacak
Okuma-yazmayı ilkokul birinci sınıfın son günlerinde sökmüştüm, öğretmenimden daha çok rahmetli anneannemin çabalarıyla olduğunu da söylemeliyim.O zaman bizim eve Yeni Sabah gazetesi alınırdı ve anneannem bana gazetenin birinci sayfasındaki başlıkları yüksek sesle okuturdu.Sonra bir gün eve Akşam gazetesi almaya başladılar, Çetin Altan’ın ismini o vakit duydum.Anneannem okumam ilerlesin diye yüksek sesle onun yazılarını kendisine okumamı isterdi. Gerçekten dinliyor muydu, yoksa sırf okumam ilerlesin diye mi bunu yapıyordu, hâlâ bilmiyorum, artık sorma olanağım da yok.Ama o “temrinlerin” bir sonucu oldu, Çetin Altan uzun yıllar boyunca ne yazdığını merakla ve sonra da zevkle okuduğum bir yazar oldu.Benim yaşımdaki bir çocuğun bile anlayabileceği kadar açık, duru ve öz yazıyordu.Yıllar yıllar sonra, Milliyet’te Genel Yayın Yönetmeni olduğum dönemde, onu Milliyet’e geçmeye ikna etmek için Can Dündar ile birlikte Göztepe’deki evine gitmiştim.Bunu anlattığımda “Bak işte onun için akıllı olmuşsun” diye bir kahkaha atmıştı.Milliyet’te yazması için anlaşmamızın cezasını yanımızda götürdüğümüz bir şişe şampanya ve evde “boğulmayı bekleyen” bir şişe viski ödemişti!Son derece renkli, derinlikli, mücadeleci bir insandı, büyük bir yazardı.Dün Çetin Altan’ı kaybettik. Sadece biz meslektaşları ve okuyucuları için değil, Türkçe için, Türkiye’nin iyi hayat özleyen insanları için de önemli bir kayıp oldu. Onu hiç unutmayacağız.Çocuklarına, torunlarına, yakınlarına, sevenlerine başsağlığı diliyorum, Allah rahmet eylesin.
Yazının tamamı için tıklayın
Çetin Altan için yedi şey
Bir: Pirimizdi kendileri... Köşe yazarları olarak hepimiz biraz da onun paltosundan çıkmadık mı?
*
İki: Dönüşümün cesur savaşçısıydı kendileri... Kendisine “dönek” denmesine zerre kadar aldırmadan yürüttü fikirlerini hem denizden hem karadan.
*
Üç: Başarıyı tatmıştı kendileri... Çünkü başarıyı “Kimseye yalan söyleme ihtiyacını duymayacak bir düzeye erişmiş olarak yaşamak” diye tarif ederdi.
*
Dört: Bir pusu düşmanıydı kendileri... Bu yüzden bizdeki pusuculardan, zarif düellocular çıkarmak için boş yere uğraştı durdu senelerce...
*
Beş: Küresel bir adamdı kendileri... Günlük hayhuyun içinden hep dünya ölçeğinde ve hep şaşırtıcı sonuçlar çıkarırdı.
*
Altı: Şiirler söylerdi kendileri... “Necip Fazıl” dendiğinde... Hemen başlardı “Otel Odaları” şiirini okumaya...
*
Yedi: Yazının vazgeçilmezliğine iman etmişti kendileri... Atıp tutan birine “Sen bunu yazdın mı” diye sorar, “Yazmadım” cevabını alınca, “O zaman git, yaz da gel” derdi.
Yazının tamamı için tıklayın
Çetin Abi’yi anlatsa anlatsa kim anlatır?
Sohbetin en kahkahalı anında isterdik:“Ya Nebil, ne olursun Çetin Abi taklidi yapar mısın?”Sevgili kardeşim Nebil Özgentürk o müthiş taklidi başlatırdı.Mahallemizin en isyancı romantiği... Çetin Altan Abimizi kendi sesinden dinletirdi bize.Yıkılırdık gülmekten.Ve Çetin Altan taklidini yaptıktan sonra büyük bir saygıyla bir Çetin Altan tarihi anlatırdı Nebil.Ama öyle resmi bir tarih değil.Bireyin tarihi.O romantik isyancının, “kalem”le “kelam” arasına ördüğü o muazzam yazı ve duygu köprüsünü konuşurduk.Çetin Abi’yi kaybettik... Mesleğimizin kalem sihirbazını...Cesur olmanın “Çetin Hali”ni kaybettik.Zamanında ona bir teklif yapmıştım:“Çetin Abi sen artık aynı anda birkaç gazetede yazabilirsin. Sana rekabet işlemez. Gel hem şu andaki gazetende hem de bizde yaz” demiştim.Çok hoşuna gitmişti... Ama yapamadık...Ölüm haberini alınca onu nasıl anlatmak, nasıl hatırlamak gerekir diye düşündüm...Aklıma hemen Nebil geldi...Kırmadı sevgili Nebil, kısacık sürede bunları yazdı:“Okuduğum ilk köşe yazarıydı. Seyrettiğim ilk tiyatro oyununun eser sahibiydi.Meclis kürsüsünde ‘Nâzım vatan şairiydi’ diyen ilk milletvekiliydi. Bu sözü tarihe bırakmasının ardından Meclis’in orta yerinde linç girişimine uğrayan ilk üyeydi. Anadolu’da bir köy meydanında Mozart besteleriyle piyano verilmesi hayalinden bahseden ilk yazı adamıydı. 1945’ten 2015’e 70 yıl boyunca aralıksız daktilo başına oturan ve yazı rekoru kıran ilk Türk yazarıydı. Devletin yıllarca hışmına uğradıktan sonra devletin “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü” verip özür dilediği ve bu ödülü yaşarken alan ilk kültür adamıydı.Yazı mahallemin ilk abisiydi. Bir Yudum İnsan belgesellerimin ilk konuğuydu.İlk kitabımın ilk sayfasına «önsöz” yazan ilk ustamdı.Geçmişe ve memlekete dair anlattıklarını 10 saat boyunca bir öğrencisi gibi dinlediğim ilk düşünce adamıydı. Çetin Ağabey’i kaybettik... “Yazı gezegeni”nin dahilerinden Babıâli’nin ilk filozofunu kaybettik...Başımız sağ olsun.”Her ölüm bir boşluk bırakıyor dünyada...O boşlukları kaç doğum dolduruyor bilemeyiz...Çetin Abi, büyük bir boşluk bıraktı...Allah rahmet eylesin...
Yazının tamamı için tıklayın
Çetin Abi'yi de uğurladık
Benim Çetin Altan'ım büyük çoğunluğun Çetin Altan'ından farklı bir insan.
Biraz mecburen öyle.
Herkesin Çetin Altan diye tanıdığı, kiminin kızdığı kiminin ölesiye sevdiği o insanı ben ‘Çetin Amca’ olarak tanıdım; mahallemizde eline doğduğumuz büyüklerimizden, anne babamın arkadaşlarından biriydi.
Mahallemizde, bizim evimiz girişin üst katındaydı. Benim yatak odamın tam altında, ‘Ümit Abla’nın yatak odası vardı ve Ümit Abla ile Mehmet Altan daha o yaşta birbirlerine ölesiye aşıktı (hala da öyleler, kim bilir kaç yıllık evliliğin ardından); içeride odasında Ümit Abla durur, dışarıda Mehmet Altan belki saatlerce o camın altında yukarı doğru bakarak onunla konuşurdu.
Ahmet Altan, mahallemizin futbol takımının sağ açığıydı, aynı takımın stoperi Orhan Kemal’in büyük oğlu Kemali Abiydi, orta sahanın ortasında ise bugünün Milliyet yazarı Mehmet Tezkan’ın ağabeyi Bülent oynardı.
Ahmet Altan’ın kızı Sanem ve oğlu Kerem’in annesi Gülgün Abla da ailesiyle birlikte mahallemiz Basınköy’ün mukimlerindendi. Aşk orada doğdu; Sanem ve Kerem de...
Ahmet, Mehmet ve Zeynep’in anneleri Kerime Abla, mahallemizin en tatlı, en hüzünlü ve en güzel kadınlarından biriydi.
Yazının tamamı için tıklayın
Anılarımda Çetin Altan
Çetin Altan’ı da kaybettik... Yarım yüzyılı aşan gazetecilik hayatımda tanımaktan gerçekten mutlu olduğum bir aydın, bir abi, bir dosttu.
Güneş patlamaları gibi ışık saçan zekâ patlamalarına tanık olurdum.
Çok güçlü bir hafızaya sahipti.
Yüzyılların gerisinden başlayarak tarih, edebiyat, siyaset, sanatın her dalı... Onu dinlerken “İnternet sitelerinde sörf yapar” gibi hissederdim kendimi.
Spontane nükteleri tespih taneleri gibi art arda sıralardı.
Davudi ses tonuyla “r” harflerini “ğ” olarak telaffuz ederdi.
Merak uyandırırdı.
Gençliğe doğru ilk yıllarımda siyasete ilgi duyardım.
2 büyük “idolüm” vardı.
Onlar medyanın yıldızlarıydı; “Metin ve Çetin...”
Yani... Türkiye’nin en etkili siyasi dergisini yayımlayan Metin Toker ve harika bir üslubu ve cesaretiyle Çetin Altan...
Birkaç yıl içinde onlara Abdi İpekçi de katıldı.
Gazeteciliğe gerçek anlamda AKİS dergisinde başladım.
Gazetecilik hocamdır Metin Bey.
Abdi Bey gazete yapmakta rol modelimdi. Çetin Altan ise üslubu, yaşamı, açtığı yeni ufuklarla hayran olduğum yazardı. Şaşırtıcıydı...
Ankara Küçük Tiyatro’da bir oyunun galasına gitmiştim.
İşsiz, parasız, yaşam zorluğu içinde, akşamları peynir, domates, ekmekle rakı içen genç adam bunalımı biraz olsun bir iki kadehte yumuşatmaya çalışıyor.
Hamile karısı ise dır dır başının etini yiyor.
“Şu halimize bak, tencerede kaynatacak yemeğimiz yokken bir de rakıya para veriyorsun...”
Adam öfkeden burnundan soluyor ve o arada karısından bir soru:
“Çocuğumuza ne isim koyalım?”
Adam tabanca gibi patlıyor.
“Bok” koyalım.
Daha bu ilk sahneyle koltuklardaki bizleri avucunun içine alıvermişti.
Yazının tamamı için tıklayın
Çetin Altan
Gazeteci büyüğümüz, ağabeyimiz, dostumuz Çetin Altan’ı kaybettik.
Ülkemizin hem basın hem sol siyaset tarihine adını yazdırmıştır Çetin Ağabey...
Sansürsüz düşünür, cesur davranır, aklına geleni dilinden esirgemez, hep önden giderdi...
28 Nisan 1960’da Turan Emeksiz’in öldürülmesi üzerine sütununu boş bıraktığı “Bugün canım yazı yazmak istemiyor” dediği gün hâlâ belleklerdedir. Bir gün de Akşam’da “Solcu olmayan insan değildir” başlıklı yazı yazmış, büyük yankılar yaratmıştı. Çetin Ağabey 80’lere kadar solun ve sosyalizmin popüler ismi olma özelliğini sürdürdü... Gönül adamıydı da... Güneş gazetesinde birlikte çalışırken zaman zaman kafasını kapıdan uzatır:
- Yahu Melih çok güzel şeyler yazıyorsun, diye bizi yüreklendirirdi...
Aramız 80’lerde Turgut Özal’la bir gezide ayağa kalkarak “En büyük liberal sizsiniz” diye övmesiyle limoni renk almıştı. Ama dostluğumuz sürdü...
Çetin Ağabey, kalem ustalığının yanında bir yaşam filozofuydu da...
Toplumun aynaya bakmasına, kendini tanımasına büyük katkı yapmıştır.
Cumhuriyet’e yazdığı son yazıda: “Hayal ettiğim ülke bu değildi, artık anlaşılıyor ki ülkeme demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan” diye söze başladı.. “Enseyi karartmayalım” diye sözü bitirdi.
Bu yıl Bedri Koraman’ı kaybettik. Hasan Pulur ağır hasta...
Hava kurşuni... Milliyet’te hüzün var.
Yazının tamamı için tıklayın
Büyük yazara yazısıyla veda
Şanslıyım, çocukluğum onların mahallesinde geçti..
Yanımızdaki blokta Çetin Altan, arka blokta Orhan Kemal, az ötede Yaşar Kemal..Bir ara üst katımızda Ahmet Altan..
Çetin Abi’nin kızı Zeynep’in sınıf arkadaşıydım.. İlkokulda aynı sırada yan yana oturduk..
Bizim mahallede kimler yoktu ki..
Yazarlar, çizerler, karikatüristler, gazeteciler, spor adamları..
O mahallenin havası suyu çok kimseye bulaştı..Ben de nasiplenen-lerdenim..
Yazı ustası Çetin Altan’ın yazılarını okuyarak büyüdük, ufkumuzu açtı.. Yıllar sonra aynı gazetede karşısındaki sayfada yazma şansını buldum..
Çetin Abi’nin bazı yazılarını keser, saklar, tekrar tekrar okurdum.. En son geçen yıl aralık ayında yayımlanan Eşek Hikâyesibaşlıklı yazısını kesip saklamışım.. Enfes bir yazıydı..
Allah rahmet eylesin.. İddia ediyorum ki; yazıları 10 yıl, 20 yıl sonra da anlamlı olacak.. 30 yıl sonra da ufuk açacak..
Ömrünü yazarak geçiren büyük yazarao yazısını bir kez daha okuyarak veda edelim...
Yazının tamamı için tıklayın
Çetin Altan'la birlikte sonsuzluğa karışan anılar
Çetin Altan hakkında o hayata veda ettiği için yazmak, acı veriyor... O sadece meslekte hepimizin ulaşmaya çalıştığımız bir ustalık çizgisinin simgesi değildi... Çetin Altan'la birlikte benim son 60 yılımın acı ve tatlı anıları da sonsuzluğa karıştılar. Babamın arkadaşıydı, sonra benim arkadaşım oldu. 84'üncü doğum gününü bizim evde oğulları ve torunları ile kutlarken, geride kalan günleri de, birlikte yaşadıklarımızı da uzun uzun konuşmuştuk. Telefonumda Çetin Altan, Ahmet Altan, Sanem Altan ve torun Leyla'nın doğum günü pastası önündeki fotoğrafları var.
Anılar anılar...
Cep telefonu öncesi yıllardan anılarımı çıkartmaya çalışıyorum belleğimden... 1950'li yılların sonunda Cemal Reşit Eyüboğlu'nun Kabataş'taki evindeydik mesela... Veya 1960 yılının bir yaz akşamı, babamın Yeniköy'deki konukları arasında Kemal Tahir, Sabahattin Selek, Tahir Alangu ve Çetin Altan da vardı. Sevgili Kerime Altan'ın bizleri ağırladığı Basınköy'deki sofrada, bizlere isimleri Ahmet ve Mehmet olan iki çocuğun da eşlik ettiğini hatırlıyorum.
Yazının tamamı için tıklayın
Enseniz ne renk?
Yazar Çetin Altan dün 88 yaşında vefat etti: Nur içinde yatsın.
"Sadece yazar değildi ki gazeteciydi, romancıydı, şairdi, siyasetçiydi" diyeceksiniz. Doğru ama o kendini yazıyla tanımlardı. "Yazmadan yaşayamayan adam" idi Çetin Altan...
İyi yazar her okuru için farklı bir anlam ifade eder. Kimisi için Altan mecaz üstadıydı. Kimi duvar yazısı tadındaki veciz cümleleriyle mest olurdu.
Bense Çetin Altan'ın, "taze bakış açıları" yakalama çabasına hayrandım. Ulus devlet ya da kıskançlık, ileri teknoloji ya da sabah kahvaltısı... Konu ne olursa olsun, her yazısında en az bir kere, "vay canına, hiç böyle düşünmemiştim" dedirtirdi.
Eski köye yeni adet getirmeye çalışanlardandı. Eğer fırsatını bulursanız "Ben Milletvekili İken..." adlı kitabını okuyun. Türkiye İşçi Partisi milletvekiliyken (1965-1969), TBMM'de yaşadıklarını anlatır ki maalesef bugün de Meclis'in hali çok farklı değil.
Yazının tamamı için tıklayın
Yaralı devin uğruna...
En sevdiğim yazılarından birinde güzel gemileri anlatmıştı Çetin Altan...
“Arkasında kabara kabara taşan köpükler saçan süt beyaz gemileri...” “Endamıyla, serenleriyle, dalgalanan bayrağıyla o gemilere nasıl hayran kaldığımızdan” söz etmişti:
“Gemide olmak değil, gemi olmak geçer insanın yüreğinden” demişti.
Ama devamı vardı:
“Birden girsek o geminin kazan dairesine... 55 derece sıcakta canavar gibi yanan bir ocak... Sıra sıra mazot ve hava regülatörleri... Yarı beline kadar ter içinde çıplak çarkçılar... Dik basamaklar... Keskin makine kokusu... Ne deniz, ne köpük, ne gökyüzü...”
“İşte oradadır o uzaktan uzağa hayran kaldığımız geminin hayatı... Herkesin içinde bir cehennem vardır. O cehennem yüzdürür gemileri...
Cehennemi olmayan gemiler, ne kadar süslü olsalar da yüzemezler.”
Yazının tamamı için tıklayın
Güle güle Çetin Altan...
Çetin Altan’ı 60’lı yılların başında tanıdım. Tanıştıran Aziz Nesin’in büyük oğlu olan okul arkadaşım Ateş Nesin’di...
TİP (Türkiye İşçi Partisi) kurulduktan sonra sosyalist hareketin içinde onunla birlikteydik...
70’li, 80’li yıllarda içki sofralarındaki sohbetlerde kimler yoktu ki!
İlhan Selçuk, Çetin Altan, Fikret Otyam, Ahmed Arif, Oktay Akbal, Onat Kutlar, Ahmet Piriştina, Behice Boran, İlhami Soysal, Sadun Aren, Rutkay Aziz ilk aklıma gelenler.
Bizim 68 kuşağı İlhan Selçuk ve Çetin Altan’a çok şey borçludur...
İlhan Selçuk 2010 yazında, Çetin Altan’ı 5 yıl sonra yağmurlu bir sonbahar sabahında kaybettik.
Bu yıl önce Cüneyt Arcayürek’i ardından Otyam ve Akbal’ı...
Bugün yazı günüm değil ama yazmak istedim...
1965’te TİP milletvekili olarak Meclis’e giren Çetin Altan, kürsüden nasıl seslenmişti:
“Nâzım Hikmet dünyanın en büyük şairidir!”
Bir linç kampanyası başlattı gerici-faşist güçler...
Kana kan intikam duyguları tıpkı bugün yaşadıklarımızın bir benzeriydi...
Zor yıllardı zor!
İlhan Selçuk ve Çetin Altan...
İki dost, arkadaş...
1980 sonrası yıllarda düşünceleri farklıydı, yolları ayrılmıştı ama birbirleriyle hiç dalaşmadılar, kötü söz söylemediler, bir dost, arkadaş, kardeş olarak kaldılar.
Yazının tamamı için tıklayın
Bir yıldız kaydı: Çetin Altan...
Türkiye önemli, çok önemli bir değerini kaybetti.
Çetin Altan...
Kalemiyle, doğasıyla, toplumbilimci dehasıyla, zor dönemde verdiği siyasi mücadeleleriyle, düşünce gücüyle, kıvrak kavramlarla, müthiş yaşam serüveniyle, işlek zihni, zekasının sığmadığı bedeni, yetişemediği diliyle ateş gibi adamdı.
Fikir üretti. Yol açtı. Tabu kırdı. Kızdı. Kızdırdı.
Marksizm'den liberalizme uzanan, elitizmden halkçılığa giden gelen, hepsinin hakkı ziyadesiyle verilmiş inişli çıkışlı yolculuğunda hep parlak, hep üretken, hep yaratıcı oldu...
Yazının tamamı için tıklayın
Ustanın ardından
Dünyanın en kolay şeyi olsa gerek Çetin Altan'ı yazmak.
Aynı zamanda en zoru da...
Kelimenin tam anlamıyla bir malumat deryası, bir kalemşordan bahsediyoruz zira. Birkaç ömre yetecek birikimlik hayat yaşamak onunkisi. Yazının hemen her alanında üreten verimli bir insan. Düşünerek değil, düşündüğünü ifade edebilerek yaşamak bu olsa gerek.
Yazının tamamı için tıklayın
Bir kitap daha raftan düştü!
Bu yıl meslekte iki üstat “komşum”u kaybettik. Yaşar (Kemal) Abi’den sonraÇetin (Altan) abi.
Yaşar Abiler az ilerimizde otururdu; Küçükçekmece’nin az üstü, Basınköy, Menekşe yoluna yakın. Çetin Abiler hemen çaprazımızda. Acısını tatlısını, varillerde yakılmış kitapları çocuk gözlerle izleyecek kadar.
Sonra meslektaş olduk, konuştuk, sustuk.
Oturursun; böyle insanların, böyle ömürlerin, böyle kitapların bin rengini çıkarırsın; kimi sana uyar, kimi uymaz. Ama onların dili, sözü, yazısı olmadan da hayat hayat olmaz.
Yazının tamamı için tıklayın
Çetin bey
Küçüktük. Eve 4 gazete gelirdi. Favorim Akşam’dı. Orada, kötü baskı nedeniyle tam seçilemeyen küçük bir fotoğrafın yanında TAŞ yazardı. Sütunu yazan Çetin Altan’dı. Aklım ermezdi ama evdeki konuşmalardan çok etkili bir yazar olduğunu anlardım. “Dili de kendi de sert” derdi babam. Ben tanıdığımda insanı utandıracak kadar nazik, kalender, nüktedan, hoşsohbet birisiyle karşılaşmıştım. Sonradan öğrenmiştim ki, gene aynı gazetede İlhami Soysal ve Cumhuriyet’teİlhan Selçuk, bir de Yön’de Doğan Avcıoğlu o dönemde duman attırırlardı ortalığa.
Yıllar yıllar sonra 1960’larda yazdığı yazıları ve o yıllar hakkındaki anı-kitaplarını okuduğumda daha bir yerli yerine oturtmuştum kendisini. 1970’lerdeyse artık namını iyi biliyordum. Büyük Gözaltı ve Viski’yi okumuş, sarsılmıştım. Meclis’te yediği dayağı öğrenmiş, 12 Mart’ta maruz kaldığı haksızlık ve zulümden haberdar olmuştum. Ama bir köşe yazarı, daha doğrusu denemeci olarak Çetin Bey’i keşfetmem ancak 1980’lerdedir. Hani eski yazılarını sevenlerin onu dönek diye damgaladıkları, bir dönem aynı dava içinde birlikte olduklarının onu CIA ajanlığıyla suçladıkları, Turgut Özal’a yakınlığı nedeniyle keskin saldırılarınhedefi olduğu dönemde.
Yazının tamamı için tıklayın
Milletvekili olmak için yazar değil... Yazarlığını zenginleştirmek için milletvekili olan adam...
Onu; solcu ilk gençlik yıllarımda; “Türk solunun, cengaver kalemlerinden” biri olarak tanıdım...
Aziz Nesin; Yaşar Kemal, İlhan Selçuk, Fakir Baykurt Bekir Yıldız, İlhami Soysal, Uğur Mumcu, Mümtaz Soysal gibi yazarlarla birlikte... 1970’li yılların kaleminden kan damlayan solcu bayrak yazarlarından birisiydi...
***
O yıllarda parlamentoda sosyalist parti kimliğini taşıyan tek parti olan Türkiye İşçi Partisi milletvekilliği de yapmış; iki Adalet Partili milletvekili tarafından Meclis’in ortasında linç edilmeye kalkılmıştı...
O linç eylemi esnasında bir gözünü kaybetmek üzere olduğunu, çok sonraları Ben Milletvekili iken isimli kitabında yazmıştı...
Yazının tamamı için tıklayın
Güle güle Çetin abi
Yaşar abi, Fikret abi, şimdi de Çetin abi bu alemi terk etti. Dünyayı değiştirmeye, güzelleştirmeye ahdetmiş kuşaktan çok az isim kaldı.
Önce sesini duyduk, Çetin abi olmadan çok sene önce, çocuk yaşlarda. “Dostlarım” diye başlayan radyo konuşmalarını anlamaya çalışarak dinledik.
Ve 1965’te Türkiye İşçi Partisi’nin meşhur Beyazıt mitinginde, dünyanın değişeceğini, değişmek zorunda olduğunu anlatan Çetin Altan’ı gördük.
Yeni bir dönemin başladığını haber veren o mitingin sembolü olarak o görüntüsü hafızalara kazındı.
Sonra Meclis’e uğradığı saldırılar da, tutuklanmalar, hapisler de o günlerin kolay gelmeyeceğini anlattı.
Hayat yürüdü, Çetin Altan sevgili Çetin abi olduğunda yine değişmedi. Coşkusuyla, dünyanın değişeceğine olan inancıyla, bu inancı her kelimede tekrarlama inadıyla yürüdü.
Yazının tamamı için tıklayın
Hiç de fena mücadele etmediniz, Çetin Bey!
Çetin Altan'ın, Türkiye'nin karanlığın dibine hızla yuvarlanmakta olduğu şu günlerde vefatının simgesel bir yanı var mı?
Özgürlük, barış, huzur, eşitlik, kardeşlik ve demokrasi peşinde nefes nefese, rüzgar gibi gelip geçmiş zengin bir ömrün onun için dün, o yaslı yağmur damlalarının düştüğü, 'kasvet başkenti' İstanbul’da son bulmasını hem umutsuzluk hem de umutlanma adına her sayfasıyla okumalıyız.
Yaşar Kemal'in aramızdan ayrılış haberi de böyle karmakarışık duygular getirmişti ruhuma.
Onun ölümü ardından Cumhurbaşkanı'nın hışımla barış masasını devirmesiyle fışkıran nefret, şiddet, vahşeti; Türkiye 'seçkinleri'nin despotizm karşısındaki utanılası sessizliğini; yalanları izledikçe 'İyi ki Yaşar Ağabey bunları görmedi' diye kendi başıma, başkalarının yanında söylenip durdum.
Yazının tamamı için tıklayın
Arslan Bulut - Yeniçağ
Endişe büyük ama enseyi karartmayın!
Hani, aramızdan ayrılan ünlü gazeteci-yazar Çetin Altan her yazının sonunda "Enseyi karartmayın, insanlık geriye gitmez, Türkiye de gitmez" derdi ya, gerçekten öyle mi acaba? Türkiye, 13 yıllık AKP iktidarı boyunca uygulanan politikalarla geriye mi gitti, ileriye mi? Sadece Mısır-Suriye politikasına baksak, Türkiye'nin Müslüman Kardeşler örgütü, hatta bazen IŞİD zihniyetiyle yönetildiğini görürüz. Bunu artık AKP'nin beyin takımı bile kabul ediyor. Fakat bu yöndeki samimi itiraflarını yayınlayan Nokta dergisini toplattılar. Sağ olsaydı Çetin Altan'a sorardık; Türkiye nereye gidiyor üstat?
Yazının tamamı için tıklayın
© Tüm hakları saklıdır.