Müttefik kuvvetler 6 Haziran 1944’de Nazi işgali altındaki Fransa’nın Normandiya kıyılarına çıkarak, tarihin en büyük askerî operasyonlarından birini başlatmıştı. Aachener Zeitung, “D-Day”, yani “Günlerin Günü” diye de anılan çıkartmanın yıldönümünde şu görüşleri yorum sütununa taşımış:
“6 Haziran 1944, çok sayıda ölümün yaşandığı, kanlı, çok kötü bir gündü. Ancak tarihî perspektiften bakıldığında sevindirici bir gündü de. Çünkü özgürlük, demokrasi ve insan hakları için mücadeleye girilen, diktatörlüğe, köleciliğe, keyfî uygulamalara, ırkçılığa ve Yahudi düşmanlığına son vermek üzere atılan kararlı bir adımın günüydü. Amerikalılar, İngilizler, Kanadalılar, Fransızlar, Polonyalılar hayırlı bir hedef uğrunda, despotun alaşağı edilmesi için savaş verdiler. Yani Almanlara karşı savaş veriyor gibiydiler ama aslında sonuçta Alman halkı lehine bir mücadeleydi bu! Gözü boyanmış olan Alman halkı bu durumu o tarihlerde henüz kavrayamamıştı, şimdi ama bunun bilincinde. 1944 yılını anmak üzere devlet ve hükümet başkanlarının Normandiya’da buluşması ve olayları anması, ülkelerin yakınlaşması açısından iyi bir zemin oluşturabilir. Kimse buradan hemen bir sonuç çıkmasını beklememeli. Zaten konu bu değil! Eğer D-Day’in anılması, buraya katılanların ortak sorumluluklar ve bu birlikteliğin birçok şeye kadir olduğu yönündeki bilinci daha da artırabilirse bu bile yeterli olacaktır.”
Mittelbayerische Zeitung gazetesi, Normandiya Çıkarması’nın 70'inci yıldönümünü baz aldığı yorumunda Avrupa-Rusya ilişkilerini irdeliyor:
“Brüksel’de Rusya Devlet Başkanı Putin’in istenmeyen adam ilân edildiği G7 Zirvesi’nin hemen ardından Almanya Başbakanı Angela Merkel, ‘istikâmet Normandiya’daki buluşma’ dedi. Merkel, çatışmadan uzaklaşıp işbirliğine yönlenmek ve Putin’e elini uzatmak istiyor. AB ile Rusya arasındaki ilişkilerin tamamen bozulmamış olduğu, her an yeniden düzeltilebileceği bu noktada kendini belli ediyor. Ancak izolasyondan çıkma konusunda hamle sırası Putin’de. Normandiya’ya davet edilen Putin, Ukrayna Devlet Başkanı Poroşenko ile tokalaşmayı reddetmeyerek, yumuşama doğrultusunda ilk işareti verebilir. Bu elbette ki Ukrayna krizinin sonuna gelindiği anlamı taşımaz, ancak diplomasiye yeniden bir şans tanındığı şeklinde bir sinyal olabilir. Bu noktada D-Day, yani Günlerin Günü kısaltması da yeni bir anlam kazanabilir.”
Avrupa'da enflasyonun aylardır son derece düşük seviyede kalması ve deflasyon, yani fiyatların düşme tehlikesinin baş göstermesi nedeniyle Avrupa Merkez Bankası ana faiz haddini tarihin en düşük seviyesi olan yüzde 0,15'e indirdi. Alman gazetelerinin büyük çoğunluğu gibi Frankfurter Allgemeine Zeitung da yorumunu bu konuya ayırmış:
“Bu, tarihî bir dönüm noktası. Perşembe gününden bu yana Euro Bölgesi daha önce bilinmeyen bir dünyada yaşamaya başladı. Büyük merkez bankalarından biri, tarihinde ilk kez faiz haddini sıfırın altına çekti. Avrupa Merkez Bankası, kendisine para park eden bankalara da cezai faiz uygulama kararı aldı. Bu kadar risk üstlenebilmek için Avrupa Merkez Bankası’nın nasıl bir çaresizlik içinde bulunuyor olması lâzım? Zira finans piyasalarının genel mimarisi pozitif faizler üzerinde yükselir. Alınan önlemlerin ne gibi sonuçları olacağını şimdiden kimsenin öngörmesi mümkün değil. Öte yandan Amerika ve Avrupa’daki merkez bankası yetkililerinin tam da şu sıralarda nakit paranın tedavülden kaldırılması tartışmalarını başlatmaları acaba bir rastlantı mı? Ve acaba bankalar -tıpkı Danimarka’da olduğu gibi- uygulayacakları cezaları masraflar şeklinde müşterilerin sırtına mı yükleyecekler?
Süddeutsche Zeitung'un aynı konudaki yorumunda, Avrupa Merkez Bankası Başkanı Draghi’nin önlemler kapsamındaki rolüne de değiniliyor:
“Draghi, kendisine kulak veren finans krizi içindeki ülkeleri, reformlardan daha kolay bir yol olduğu konusunda inandırmaya çalışıyor. Bunun da Avrupa Merkez Bankası’nın sürekli para pompalaması yoluyla olacağı ima ediliyor. Avrupa Merkez Bankası’nın kararındaki sorun aldığı tek tek önlemler değil. Zira fiyatların düşmesini önlemek üzere bazı önlemler elbette ki düşünülebilir. Burada sorun, Draghi'nin sürekli para pompalamak suretiyle kendini bir süper ekonomi bakanı düzeyine yükseltmesi ve ulusal hükümetlerin ekonomi politikalarını gereksiz kılacak gibi bir tavır alması. Böyle bir şeyin işlemesi ise mümkün değil!”