31 Aralık 2019

Gülriz gitti, Gülriz gitti… Kaç kez söylersem alışırım acaba?

"Her şeyin farkına hemen varan mutsuzlardanım ben" demişti kitabında. Gülriz hep farkındaydı. Bazen büyük mutsuzluklar getirdi bu ona, kaçınılmaz olarak. Ama o mutsuzlukları üretkenliğe dönüştürdüğüne şahit oldum defalarca

Geçen yıl bugün, bu saatler… Herkes akşama hazırlanıyor; yeni bir yılı neşeyle kutlayacak, kim bilir nasıl eğlenecekler. Ben bekliyorum. O anı... Kalbimin büyük bir parçasıyla sonsuza kadar vedalaşacağımız o anı. Belki bugün olmaz, diyorum. Bekler. Ne fark eder? Elbet gelecek o an. Günlerdir biliyorum.

Saat 11.28. Bir yaşam parantezi kapanıyor. Kalbimde hiç dinmeyecek bir sızı başlıyor o an. Gülriz gitti. İçimden tekrarlıyorum: Gülriz gitti, Gülriz gitti… Kaç kez söylersem alışırım acaba?

Şimdi, bir yıl sonra, kalbim hâlâ sızlıyor.

22 yıl önce, kendi yazdığı 'Söyleyeceklerim Var' oyununda seyrettim onu. Anı kitabı 'Kıldan İnce Kılıçtan Keskince'yi birkaç kez okumuştum ama sahnede ilk kez seyrediyordum. Vuruldum. Anılarına vurulduğum kadar vuruldum. 19 yaşımın bütün özgüveniyle kulise girip kitabımı uzattım, imzalaması için. Yanımda çok sevdiğini bildiğim bir denizatı da getirmiştim. Böyle tanıştık. Birbirimizin hayatında bunca yer edeceğimizi bilmiyorduk.

Anlar, anılar bizi aile yaptı. Sevdik birbirimizi, hem de çok. Bolca hırpalayacak kadar çok, deliler gibi özleyecek kadar çok.

Annem, arkadaşım, en yakınım, rol modelim, yol göstericim, en sert öğretmenim, en yakıcı eleştirmenim oldu. Birlikte güzel güneşli günler de gördük, sert fırtınalar da...

Bana ne çok şey öğretti. Hayatta istediklerinin peşinden yılmadan koşmayı, güzel olanın çaba istediğini, mutlu olmanın yolunun mutlu etmekten geçtiğini…

Hayatımda gördüğüm en çabalı, en çalışkan, en mükemmeliyetçi, en özenli insandı. Bunların -hele bizimki gibi ülkelerde- bedel istediğini bilir, ödemekten kaçınmazdı. Doğru bildiği yolda, yayından fırlamış bir oktu hep.

Özlem insanı sarınca hep iyi anılar kalıyor aklında. Kötüler için de hep aynı soru: "Ne gerek vardı?" Keşke’lerin sonu yok, iyi ki’lere tutunmak lazım.

Zeynep Miraç ve Gülriz Sururi 

Müthiş bir hayat hikayesiydi Gülriz’inki. Elbette bir başkasının anlatmasına izin verecek değildi. Üç anı kitabında hem kendini hem de yaşadığı ülkeyi olanca şeffaflığıyla anlattı. Şu son yılı yaşasaydı, kitabına neleri aktarırdı diye merak ediyorum.

Tahminlerim var. Greta Thunberg’e hayran olurdu mutlaka ve tıpkı Jane Fonda gibi o da Meclis’in önünde iklim krizi eylemi yapardı. Gözaltına alınırken Fonda gibi gururlanırdı, bana da kalp çarpıntısı düşerdi.

İstanbul Büyükşehir Başkanlığı’nı Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasına çok ama çok sevinir, hiçbir zaman kaybetmediği umudunu hepten yeşertirdi. Benim ise her daim umutsuz olmam yine bir kavga konusu olurdu!

Kanal İstanbul’a itiraz etmek için saatlerini yağmur altında kuyrukta geçireceğinden eminim. Bu kadarla da kalmaz, eylem yapan gruplara katılır, en önde yürürdü.

Vazgeçmezdi çünkü, hiçbir şeyden vazgeçmezdi.

"Her şeyin farkına hemen varan mutsuzlardanım ben" demişti kitabında. Gülriz hep farkındaydı. Bazen büyük mutsuzluklar getirdi bu ona, kaçınılmaz olarak. Ama o mutsuzlukları üretkenliğe dönüştürdüğüne şahit oldum defalarca.

Onu en çok anlatan sözcük nedir deseniz irade derim. Annesi Suzan Lütfullah’ı çok erken yaşta kaybetmişti ve karakterini annesiz geçmiş çocukluğunun şekillendirdiğine inanırdı. İdealize edilmiş bir anne figürüydü onunki ve bütün iyi huylarını annesinden aldığını düşünürdü. Belki doğruydu belki değildi, kim bilir.

Son zamanlarda çocukluğundan daha fazla söz eder olmuştu. Annesiz kalan Gülriz’i sarıp sarmalamayan, verdiği sözleri tutmayan babasını affedemiyordu. Son kitabında yazdı da bunu. Bana kalırsa annesi değil, varlığında yokluk yaşatan babası daha baskındı yaşamında.

Yoktan var olmayı öğrenmişti. Bütün hasletlerini bizzat, ilmek ilmek örmüş, kendini sil baştan inşa etmişti. Nasıl bir insan olmak istediğine erken yaşta karar verip iradesiyle o yolda yürümüştü.

Zefiros kitabına aldığı eski bir yazısında diyor ki: "Küllerinden yeniden doğan bir Zümrüdüanka kuşu Simurg gibiyimdir. Kendimi yeniden küllerimden yaratma gücüm, yaşamımda defalarca dibe vurup tekrar yukarı çıkmamı sağlamıştır. Hayatta dibe vurmalar doğal bir süreç, önemli olan onu aşabilme gücüdür."

Bir aşk çocuğuydu. Annesi ve babası büyük bir aşkla evlenmişlerdi ve bunun karakterini şekillendirdiğine inanıyordu. Aşk çok önemliydi onun için, neredeyse yaşamın dinamosuydu. Her 'genç kız' gibi aşka inanmadığım zamanlar oldu. Deli olurdu bunu söylediğimde ve yılmadan aynı sözleri dinlerdim: "Kalın kafan ne zaman anlayacak bunu?"

Büyük aşklar yaşamıştı. En büyüğü Engin Cezzar’dı. Birbirlerini duydukları aşka, tutkuya ve bağlılığa şahit olabildiğim için kendimi bahtiyar sayıyorum. Birlikte geçirilen yarım yüzyılın ardından hâlâ tutkuyla bir arada olmak kolay değil. İyi gün var, kötü gün var, birbirini sevmek kadar hırpalamak da var. İnanıyorum ki görünmez bir haysiyet sınırı durur iki kişi arasında ve o sınırı ihlal etmek kolaydır. Her tartışmalarında o ince çizgide nasıl zarafetle durduklarını gördüm. İlişkilerinin en önemli parçası buydu sanırım.

Engin Cezzar tanıdığım en zarif adamlardan biriydi, belki de en zarifi. Bu kadar güzel ve sevecen gülen gözler, az kişide vardır. Onları tanımadan önce, sanırım 1995 yılında, Dormen Tiyatrosu’nun 40. yıl gecesinde görevliydim. Gecenin provaları sırasında, salonun bir kenarında lise üniformamla oturmuş kapıdan giren herkese hayranlıkla bakıyordum. Tıfıl bir genç kız. Belki iki yüz, belki üç yüz kişi geçti önümden. Her biri Türk tiyatrosunun önemli bir oyuncusu. Sadece bir kişi bana dönüp merhaba dedi, Engin Cezzar! Sonra, Engin Abi’yi tanıdıktan sonra anladım o anı.

Tevazu desem doğru ifade eder miyim emin değilim. Saygı desem daha doğru sanırım. Öyle biriydi o; herkese, her canlıya müthiş saygı gösteren, sahnede iyi bir oyuncu, sahne dışında çok iyi bir seyirci. Gülriz’in en önemli seyircisiydi her şeyden önce. Onu seyretmekten aldığı hazzı görürdüm gözlerinde.

Gülriz de bunu bilirdi ve yaşamını bu otokontrolle sürdürürdü. Sanırım Engin Abi’nin ardından Gülriz’in yaşama sevincini düşüren, büyük aşkını kaybetmenin yanında en değerli seyircisini de kaybetmekti.

Gülriz’in hayatında 'kadın olmak' önemli bir yerde dururdu. Bunu Beauvoir’ın kullandığı anlamda kullanıyorum ve bu şekilde 'kadın olmayı' ben Gülriz’den öğrendim. Bir yaşam kurmayı, o yaşamın hem yönetmeni hem neferi olmayı, dişil enerjinin gücünü ve iktidarını ondan öğrendim.

Şimdi, 42 yaşıma girerken -ki burada ağzım dolu dolu yaşımı söylediğimi duysa beni öldürürdü- hayatımda ne kadar derin, ne kadar benzersiz bir izi olduğunu fark ediyorum. Hani 'beni ben yapan' derler ya...

Beni hep ciddiye aldı, gencecik, hayat tecrübesi sıfır, tıfıl bir kızın söylediklerini hep dikkatle dinledi. Minnettarım.

Yıllarca didiştik, o söyledi ben direndim, darıldık, barıştık, birbirimize kızdık, hak verdik. Artık didişmekten vazgeçtiğimiz bir zaman diliminde geldi hastalık. Oysa kırk yılın başında sakin bir limanda konuşacak ne çok şey vardı.

Hele ki kızımdan, Ela’dan sonra... Gülriz’in sosyal medyasını takip edenler aşinadır Ela’ya, Gülriz’in tabiriyle Ela’nım’a. Hiç konuşmadık ama biliyordum. Çok sevdiği dedesinin ona "Gül Hanım, canım nım nım" diye seslenmesinin bir devamıydı Ela’nım. Bir torundu onun için, epeyce geç gelen. İlişkimiz başka bir boyuta geçmişti, ilk kez onun bilmediği bir sınavın içindeydim. Ela’ya ilk görüşte tutuldu diyebilirim. "Sende olmayan star kumaşı onda var" diyecek kadar!

Daha fazla zaman geçirebilmelerini çok isterdim. Olmadı. Ela’nın "Bana Gülriz saçı yap" dediğini duymasını isterdim. Bunu 'oralardan' da duyduğuna inanmayı isterdim.

Bu satırları okumasını, onu ne kadar sevdiğimi ve özlediğimi duymasını isterdim.

Ne var ki ne o ne de ben inanıyoruz 'sonrasına'. Gülriz’in hep dediği gibi "Belki bir testinin iki kulbunda buluşur" hepsi o kadar. Gülriz’in vefatından sonra hep "Engin Cezzar’ın yanına gitti" dediler, "Kavuştular".

1 Ocak 2019 sabahı, hayatımda ilk kez bir cenaze arabasının içine oturdum. Araba beyazdı şaşırdım. "Bugün tatil, sadece protokol arabası vardı" dediler. Gülümsedim ister istemez, son yolculuk da elbette VİP olmalıydı! Şoför kimi taşıdığını bilmiyordu, "Akrabanız mı?" dedi. Nasıl anlatsaydım ona?

Sessiz bir veda vasiyetiydi. Defalarca konuştuk, defalarca söz aldı benden. Beni duyup duymadığını bile bilmediğim son konuşmamızda bir kez daha söz verdim. "Her şey istediğin gibi olacak."

Ve her şey istediği gibi oldu, Engin Cezzar’ın yanına yerleştikten sonra duyuldu vedası.

Bana hep soruyorlar, "Neredeler?"

"Bir çınarın altındalar" diyorum, yan yana. O çınarın kökleri toprağa tutundukça kavuşacaklar.

Anıları bize emanet.