13 Aralık 2017

Timsahın karnında

Toplum olarak bu kokuşmuş karanlığın içinde, işte bu timsahın karnındayız

Timsah.

Aslında, evrimi 84 milyon yıl öncesine dayanan sürüngenler ailesinin genel adı. Ancak, timsah deyince günümüzde, kocaman dişleri, sert kabuğu, uzun kuyruğuyla; çirkin, yabani, ürkütücü sürüngen akla geliyor.

Üstü pullarla örtülü kalın derisi, insanı ürküten görüntüsü, dikey gözbebekleriyle avını hiç kımıldamadan, sinsice pusuda bekleyen duruşuyla hep bir tehlike kaynağıdır. 25,5 Mega paskal ile yeryüzünde yaşayan en güçlü çene basıncına sahip canlıların başında gelir.

Sessiz ve sanki hiç orada yokmuş gibi, hissettirmeden yaklaşıp ani bir hamleyle hedefini mideye indirmesiyle ünlüdür.

Avını bir kez yakaladığında, açılması bir daha neredeyse olanaksız, güçlü çenesiyle nehir ve bataklıkların sinsi ölüm canavarıdır o.

*  *  *

Sene 1960.

27 Mayıs 1960 darbesi yılları.

Genellikle Demokrat Partiyi hedef aldığı söylenen darbe yönetimi, bir süre sonra kendilerini destekleyen öğrenci ve üniversiteye karşı da tavır almaya başlar.

Başlangıçta, darbecilerin bir iyi niyet gösterisi olarak DP döneminin tutuklu siyasileri serbest bırakılırken ne yazık ki 49 Kürt öğrenci bu özgürlükten nasibini alamaz. Bir süre sonra da Ankara, İstanbul, Ege, Atatürk ve İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden 147 hoca üniversiteden atılır. Daha sonraları, şaşkınlık yaratan bu tasfiyenin arka planında, darbecilerin komünist ve Kürt fobisini olduğu anlaşılacaktır. Kürtçülük yaptıkları iddiasıyla 550 Kürt aydını, ileri geleni, toprak ağası da bu tutuklamalardan payını alarak Sivas’ta enterne edileceklerdir.

Her darbe gibi 27 Mayıs’ta bir korku rejimidir. Demokrasinin, hukukun, özgürlüklerin olmadığı kara bir rejim. Yayın yasakları, toplatılan kitaplar, kanunsuz şekilde işinden el çektirilenler; kültüre, sanata, edebiyata getirilen kısıtlamalar…

Üniversiteden atılan 147 öğretim üyesi içerisinde ülkenin en değerli aydınları, bilim insanları, hatta darbeye destek verenleri bile vardır. Mina Urgan, Halet Çambel, Sabahattin Eyüpoğlu, Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli, Haldun Taner bunlardan bazılarıdır.

Çoğu profesör ya da ordinaryüs profesör olan öğretim üyelerinin sebepsiz ihracına karşı yapılan girişimlerden sonuç alınamaz. Yasaklardan dolayı doğru düzgün tepki gösterilemez, ses çıkarılamaz…

Radyo Tiyatrosu

Sene 1961.

Bir telefon gelir.

Telefonu açan ünlü tiyatrocu Haldun Taner’dir.

Kendisi gibi 27 Ekim 1960 tarihli kanunla üniversiteden ihraç edilmiş bir arkadaşıdır arayan. Üniversiteden tasfiye edilmiş bir grup akademisyenin de katılacağı toplantıya davet etmektedirler onu.

Bir araya geldiklerinde, akademisyenlere yönelik tasfiye hareketine karşı neler yapabileceklerini konuşurlar. Aralarında uzun tartışmalar olur.

Birkaç ay sonra, akşam saatleri.

TRT’de Radyo Tiyatrosu başlamak üzeredir.

Alışageldiği üzere ülkenin her yanından tiyatro severler kulaklarını radyoya verirler.

Programın o bilinen cıngılı çalmaya başlar ve “radyo tiyatrosu” anonsu yapılır. Sunucu “timsah” der ve “Dostovevski’nin bir hikâyesinden çevirip radyoya uygulayan, Haldun Taner” anonsu duyulur…

Birazdan Zeki Alasya’nın yönettiği ve oynadığı, oyuncuları arasında Metin Akpınar, Aytaç Öztuna, Atilla Pekdemir, Perran Kutman, Zihni Küçümen, Nezahat Tanyeri, Birsen Kaplangı, Ahmet Gülhan, Zihni Göktay, Mete Sezer, Cevzar Şifa, Sezai Aytekin, Arsun Erdal, Ayşegül Yalçın’ın yer aldığı oyun başlayacaktır.

Baskıcı bir rejimin egemenliği altındaki insanların korkularını, güçsüzlüklerini, ikiyüzlülüklerini; hileleri, kumpasları ve çürümüşlüğüyle birlikte yine o rejimin sesi olan bir radyondan bütün ülkeye anlatılmasıdır yapılan.

Kudretli Milli Birlik Komitesi’nin iradesine tiyatro sanatının gücüyle indirilmiş kocaman bir şamardır bu!

Oyunu uygulayan Haldun Taner’dir ve üniversiteden ihraç edilmiş diğer arkadaşlarıyla birlikte aldıkları kararın sonucu olarak böyle bir oyuna karar vermişlerdir.

Ne yazık ki Timsah’ın, bir radyo tiyatrosu olarak ilk ve son seslendirilişidir aynı zamanda bu.

Hemen yasak gelir. Aynı oyunun uyarlamasını göstermek için zaten ne salon, ne de oyuncu bulunamamıştır. Başvurulan bu son çarede böylece tüketilmiş olur.

Sevincinden takla atan delikanlı

Bu sefer yıl 2017’dir.

İstanbul kışı yaşamaktadır.

Kuzguncuk semtindeki evinin alt katında, koltuğuna gömülmüş biri, sakalını sıvazlayarak elindeki kitabını okumaktadır.

Telefonu çalar.

Karşıdaki tok ses tanıdıktır; müşfik, sıcak, sevecen.

Daha iyi duyabilmek telaşıyla evin bahçesinde süren görüşmede, karşıdaki özenli, tane tane anlatmaya başlar. Tanıdık sözcükler akar bir telefondan bir telefona; Dostoyevsky, İvan, 18.yüzyıl, Aleksey… Bir anda kaynaşır sözcükler birbirine; sözler güncellenir, yeniden anlamını bulur her şey. Hiç de yabancısı olmadığı şeylerdir bunlar; barış, KHK, üniversite, hekimler, ihraç… Hikâye tamı tamına böyle başlayacaktır.

Anladım Abi, biliyorsun, zaten bizim de 2008 repertuvarımızdaydı, ilk fırsatta buluşup konuşalım”  diyerek telefonu kapatan tiyatrocu Orhan Alkaya’dan başkası değildir.

Telefonun diğer ucundaki ise “sevincimden şu anda takla atıyorum” diyen İstanbul Tabip Odası Başkanı seksen bir yaşındaki Prof. Dr. Selçuk Erez’dir.

Taksimde bir kahvede buluşurlar. Sonra tabip odasında devam eder görüşmeleri. Dr. Ali Çerkezoğlu da dramaturg olarak girer işin içine, sonra diğer hekimler... Dostoyevski’nin yarım bıraktığı bir öykünün, KHK ve ihraçlara karşı yeniden uyarlama çalışmasıdır yapmak istedikleri…

Tiyatro ayakta

27 Mayıs 2017.

Yer, Şişli Kent Kültür Merkezi.

Bundan 57 yıl önce, 27 Mayıs 1960 darbecileri tarafından görevden alınan 147 üniversite aydınının sessiz çığlığını bir radyo tiyatrosuyla kamuoyuna taşıyan sanat aklı bu sefer, 2016 darbe girişiminden sonraki KHK düzeninin gadrine uğrayan üniversite ve tüm ihraçlar için ayaktadır.

Oyun biter ve biri hariç tamamı ihraç edilen ya da çalışan hekimlerden oluşan oyuncular, alkış tufanı arasında sahneye çıkarlar.

Böylece “Timsah”, 1865 yılında Rusya’dan başladığı serüvenini, 1961 yılı darbe Türkiye’sine uğrayarak sürdürmüş; burada yarım bıraktığı yolculuğuna ise 2017 Türkiye’sinde, İstanbul’un ve başka başka şehirlerin kültür mekânlarında devam ettirmeye başlamış olur.

19 Haziran 2017’de İstanbul Bostancı’da, Cadde Bostan Kültür Merkezi’ne uğrar, ardından 30 Aralık’ta Eskişehir’de halka görünür...

Son olarak 8-18 Aralık tarihleri arasında yapılan TAKSAV 6.Uluslararası İzmir Tiyatro Festivali sırasında 10 Aralık 2017, Pazar günü, TMMOB Tepekule Anadolu Salonu’nda karşılaşırız onunla.

Telefon bir kez daha çalar

Tarih 11 Aralık 2017.

Telefon bir kez daha çalar.

Bu sefer arayan benim! Karşı tarafta ise, 57 yıl önceki askeri darbede, babası Ord. Prof. Dr. Naşit Erez’i 147’lerin içinde mağdur olarak veren Prof. Dr. Selçuk Erez’dir.

Merakla “Timsah” ın ince, küçük ayrıntıları sorarım ona. Sabırla anlatır. Bu sefer, onun, kendi babacan sesinden dinlerim hikâyeyi.

Bir kez daha tanıdık sözcüklere dokunur seslerimiz. Haktan, adaletten, emekten yana; en çok da onurdan yana döner dilimiz. Ceberut bir varlığı, aklın, bilimin, sanatın; yaratıcılığın süzgecinden geçirerek tanımaya çalışırız yeniden.

Adı “Timsah” tır!

Bu sefer İzmir’dedir!

Üzerinde, Kanun Hükmünde Kararnamelerden oluşan bir zırhı vardır. O zırhı pul pul kaplayan torba yasalardan oluşan bir örtüsü; talimatla hizaya gelen bürokrasi, emir kulu vekiller; kolluktan, polis copundan, biber gazından mükellef devasa bir gövdesi!

Avını yakaladığında, 26,5 Mega paskaldan çok daha büyük bir basınçla kavrayıp bir daha kolay açılmamak üzere hazır bekleyen demir kafeslerden, kelepçelerden, mazgallardan oluşan ürkünç bir çeneye sahiptir!

Sesleri, görüntüleri, hareketleri anında fark eden; sözlerden ve kelimelerden huylanan, karanlıkta her şeyi gören o korkunç gözleriyle, hareketsiz, sinsi bir şekilde avını bekleyen bir yaratık gibidir o!

Sesi çıkanı, hareket edeni, kımıldayanı her an yakalayıp yokluğa, hiçliğe, sessizliğe mahkûm etmeye hazır irkiltici bir görüntüye sahiptir…

Timsahın karnındayız


Korkuyla beslenmiş, açlıkla sınanmış, yoklukla terbiye edilmiş doymak bilmez bir mide. Bu midenin lokmaları gibi duran; ekmeğini taştan, nasibini düşten çıkaranlar; onurlu yaşamanın, alın terinin, göz nurunun ustaları; sözlere ses, kelimelere anlam, anlamlara hayat verenler; kavgayı değil sükûneti; bastırmayı değil özgürlükleri, savaşı değil barışı kutsayanlar; bütün itiraz sahipleri, karşı duranlar, cümle ötekiler...

Dinle aldatılmış, cam ekranlarla büyülenmiş, ayetlerle süslenmiş; yolsuzlukla, fesatla, rüşvetle üstü örtülmüş devasa bir bataklık…

Ve bu bataklığın içinde saklanmış, önüne geleni yutmaya hazır, günden güne semiren; kocaman, gri, kirli bir gövde.

Bir timsah! İvan İvanoviçleri yutan timsah.

Toplum olarak bu kokuşmuş karanlığın içinde, işte bu timsahın karnındayız.

Ya hep beraber bataklıkta kalıp, bu kirli, bu yapışkan, bu karanlık midenin içinde sindirilmeye razı olacağız…

Ya da topluca kurtularak timsahın karnından aydınlığa kavuşacağız…

Oyunun künyesi

Yazar: Dostoyevski, Uyarlayan: Haldun Taner, Selçuk Erez, Yönetmen: Orhan Alkaya

Oyunda görev/rol alan akademisyenler

TTB Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan, Prof. Dr. Zelal Ekinci, Prof. Dr. Rukiye Eker, Prof. Dr. Taner Gören, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Yrd. Doç. Özgür Müftüoğlu, Dr. Melahat Cengiz, Uz. Dr. Nazmi Algan, Uz. Dr. Samet Mengüç, Dr. Ali Çerkezoğlu, Dr. İncilay Erdoğan, Dr. Haydar Durak, Hemşire Özlem Özkan, Uskan Çelebi, Sercan Gidişoğlu, Yasemin Demirci, Dr. Mehmet Uhri, Dr. Melahat Cengiz, Dr. Cengiz Erçin, Dr. Ali Özyurt, Filiz Arıöz, Nermin Biter, Dr. Aslı Davas, Nihat Koçyiğit, Dr. Hüseyin Keskin, Dr. Evren Süvari

 

Yazarın Diğer Yazıları

Çocuklar şeker, hayvanlar mama yiyebilsinler

Filistinli çocuklar şeker de yiyebiliyorlar mı? Peki ya Gebze'de katledilen can dostları bundan böyle mama yiyebilirler mi? Bir soru düşüyor aklıma; şeker mi, mama mı?

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (6) | Yüz karası değil, kömür karası

İçinde yol aldığımız bu serüven tanrı zamanda çıkılan bir yolculuk gibiydi. Var olmanın öncesinden, yok olmanın sonuna uzanan, aklın ayak izlerinde bir yolculuk... Karanlık, sınırsız, gizemli... 

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (5) | Bir kavalın ezgileri

Çınar ağaçları, iri koca gövdeleriyle gökyüzüne uzanmış bir abide gibiler. Ihlamurların arasından bize ulaşan rüzgârın sesi kuş cıvıltılarına karışıyor

"
"