“Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter Rıhtımı’nda dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam’a
çiçeğini seyretmeliyiz onun,
birden bana sarılmalısın, gülüm,
korkudan, hayretten, sevinçten
ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
yıldızlar da çiselemeli
incecikten bir yağmurla karışarak.”
* * *
Oysaki Paris, bir kez daha yanıp yıkılmaktadır. Bu kez isyanın rengi sarıdır. Kırmızıya boyanmış bir sarı. Kırmızıya boyanmış sarının içinden bir kadın bağırmaktadır:
“Bakın bize ne yapıyorsunuz böyle!” Önünde Fransa Devleti’nin tam donanımlı kolluk güçleri vardır. Biraz önce, Paris’in bir sokağında birisi yere yığılmıştır; toplum polisinin ateşiyle birisi vurulup ölmüştür, yaralananlar vardır.
Polisin üzerine yürüyerek, “Utanmanız gerekir,” diye haykırır kadın. Adeta isyan etmektedir! “Yaralı insanlar var burada, silahlı bile değiliz, silahımız yok bizim! Neden böyle yapıyorsunuz?” diye çılgına dönmüştür.
Kadın, parkasının düğmelerini çözer, diz çöker, göğsünü polislere doğru uzatır. Adeta, beni de vurun, der gibidir! Polisler şaşkın, birkaç adım geri çekilirler. “Utanın! Ölenler oldu, sizin de çocuklarınız, eşleriniz, kardeşleriniz var!” diye devam eder. Etrafını Paris’in ötekileri, dışlanmışları, yok sayılmışları sarmıştır. Kadının dipten gelen öfkesine an be an tanık olmaktadırlar.
“Biz kinci değiliz” diye devam eder kadın, “Size karsı hiçbir kinimiz yok. Siz de bizim gibisiniz, kardeşiz, neden bize böyle yapıyorsunuz? Fransa için siz de bize katılın!”
* * *
“Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz
söğütlerin altından, gülüm,
ıslak salkım söğütlerin.
Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,
en güzel, en yalansız,
sonra da ıslıkla bir şey çalarak
gebermeliyim bahtiyarlıktan
ve insanlara inanmalıyız.
Yukarda taştan evler,
girintisiz, çıkıntısız,
birbirine bitişik
ve duvarları ayışığından
ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor
ve karşı yakada Luvur
aydınlanmış ışıklarla
aydınlanmış bizim için
billur sarayımız... “
* * *
İsyan! Evet, isyan sarmıştır Paris’in ve Fransa’nın sokaklarını! Bu sefer rengi sarıdır isyanın. Ama öfkesi yangın misalidir, kırmızıya çalmaktadır. Öfkesi büyüktür; hiçbir demokrasiye, hiçbir özgürlüğe sığmayacak kadardır. Üstelik dalga dalga büyümekte, genişlemekte, yayılmaktadır. Paris’in sokaklarında adalet, eşitlik, özgürlük arayanların sesi yankılanmaktadır. Paris bir kez daha yanılmışlığını, bastırılmışlığını, yok sayılmışlığını bağırmaktadır...
Bu sefer, sarı isyandır adı; Sarı Yelekliler ’in isyanı! Fransa’nın görünmeyenlerinin, hesaba katılmayanlarının, sanki yaşıyormuş gibi yapanlarının isyanı. Sanki Tunus’takilerin, Mısır’dakilerin, Gezi’dekilerin…
Vergilere, artan toplu taşım ve akaryakıt fiyatlarına, düşük asgari ücrete karşı bir isyandır bu! Ve elden ele manifestoları dolaşmaktadır.
Evsizliğin son bulması, akaryakıt zamlarına son verilmesi, adaletli vergi politikalarının uygulanması, köylerde ve şehirlerde küçük esnafın korunması, dev ATM’lerin inşaatlarının durdurulması; otoparkların ücretsiz, seçilmişlerin ücretlerinin ülkenin ortalama maaşı kadar olması, daha çok kazanandan daha çok vergi alınması gibi son derece anlaşılır talepleri vardır.
* * *
“Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda
kırmızı varillere oturmalıyız.
Karşıda karanlığa giren kanal.
Bir şat geçiyor,
selamlıyalım gülüm,
geçen sarı kamaralı şatı selamlıyalım.
Belçika'ya mı yolu, Hollanda'ya mı?
Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın
tatlı tatlı gülümsüyor.”
* * *
Sene 1958. Nazım Hikmet Paris’tedir; devrimlerin ve karşı devrimlerin şehri Paris’te... O ülke senin, bu ülke benim, dünyayı bir ihtilal gibi dolaşmaktadır. Şiirlerinde bir sınıfın kavgası, kalbinde ise daha güzel, daha adil, daha eşit bir dünyanın umudunu taşımaktadır.
Paris’in sokaklarındaysa gösteriler vardır. General Charles de Gaulle’ün şaibeli bir biçimde başbakanlığa gelmesi protesto edilmektedir. Nazım, doktorunun yasak koymasına rağmen dayanamaz, on binlerce gösterici işçinin arasına katılır.
Bir süre sonra Vera’sını Paris’te bırakacak, Dünya Barış Konseyi adına Fidel Castro’ya “Barış Ödülü” nü vermek üzere Paris’ten ayrılacaktır.
Paris şehirlerin gülüdür. Şair, bu yüzden “gülüm” der ona, çünkü Paris Nazım’ın da gülüdür. 13 Mayıs 1958’de Paris’te bir şiirle seslenir ona.
Şimdiyse, Paris bir kez daha özgür değildir. O şehir ki, dünyayı bir ahtapot gibi sarmış, acımasız finans kapitalin kollarındadır. Paris’in muktedirleri açgözlüdür, kalpleri ihtiras doludur. Dünyanın geri kalanında gözü vardır Paris’in. Cezayir’de, ellerine bulaşan kan henüz kurumamıştır. Paris’in ellerinde Ruanda’da, Libya’da, Suriye’de ölenlerin kanı vardır. Paris’in parmakları arasında Akdeniz’de, Ege’de boğulanlar çocukların canı vardır.
Bir de Paris’in görünmeyenleri vardır. Evsizleri, yüksek vergiler tarafından boğazları sıkılanları, daha aşağıdakileri; öğrencileri, esnafları, sürücüleri, çiftçileri. Onlar ki bugüne kadar hiç görülmemişlerdir; hep yok sayılmışlar, hesaba katılmamışlardır. Şimdiyse Paris'in, Nice'in, Narbonne'un caddelerini doldurmuş; Arles’in, Nantes'in, Marsilya'nın sokaklarını sarıya boyamışlardır...
* * *
Nazım yaşasaydı eğer, Saint-Michel Bulvarı’ndaki küçük kafede kahvesini yudumlarken Sarı Yelekliler’in isyanını görür, göğsü kabarır, doktoru Galina’nın yasaklarına, peşinden ayrılmayan “sevgili jandarması” Güzin Dino’nun hafiyeliğine aldırmadan Şanzelize’ye iner, ateşli kalabalığın arasına karışırdı kuşkusuz.
Orada, Louise Michel’i görürdü belki. Komünarların Tepesi’nden çıkmış da gelen. Sarı Yelekliler’in arasında, kalabalığın en önünde, elinde tüfeğiyle.
Sonra, 2.Dünya Savaşı sırasında, Paris’i Nazi işgalinden kurtarmak için ölen, Mont Valerien eteklerindeki Manuşyan Grubu’nun üyeleri; Polonyalı, İtalyalı, İspanyalı, Macaristanlı, Romanyalı ve Türkiyeli direnişçiler çarpardı gözüne. Şanzelize Bulvarı’nda yürümektedirler. Belki de, bir an için Paris’teki Ivry Mezarlığı’nda yatan Adıyamanlı şair, yazar, felsefeci Misak Manuşyan’la yan yana yürürken bulurdu kendini.
Ve şöyle mırıldanırdı:
“Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm...
Parisliler, Parisliler,
Paris yanıp yıkılmasın...”